5 Ekim 2024 Cumartesi
Allah Borcu mu Öncelikli, Kul Borcu mu?
Ötenazi Düşünülmeli *
Tekirdağ'da cinsel istismar ve şiddete maruz kalan Sıla bebek entübe edilmiş durumda. Yoğun bakımda ölüm kalım mücadelesi veriyor.
8 yaşındaki Narin kızın vahşi ölümü tutuklu o kadar kişiye rağmen sık sık ifade değiştirildiğinden, kızı kimin öldürdüğü, niçin öldürüldüğü hala gizemini koruyor.
27 yaşındaki Şeyda polisi öldüren katil zanlısının, 26-28 suçtan sabıkalı 19 yaşında uyuşturucu bağımlısı biri olduğu hem polis kayıtlarında var hem de ailesi tarafından ifade ediliyor.
Beş defa psikolojik tedavi gören 19 yaşındaki genç, aynı günde yarım saat ara ile hem eski sevgilisinin hem de yeni sevgilisinin kafasını keserek surlardan atlayıp intihar ediyor.
Yukarıya yazdığım cinayetler son bir ayda olup biten ve Türkiye gündemine oturan, eski tabirle üçüncü sayfa gazete köşelerine ait haberler. Günde bu tür cinayetler olup da Türkiye gündemine oturmayan ne kadar olay oluyor, varın siz düşünün.
Cinayet, istismar, şiddet vb. olayların her türü içimizi ve yüreğimizi burkan menfur olaylar.
Gönül ister ki bu tür içimizi karartan olaylar hiç olmasa ve biz bu tür konuları hiç ele almasak, hep güzel haberler yazılı ve görsel medyayı süslese, biz de bunları yazı konusu edinsek. Ama bu dediğimiz birer temenniden ibaret. Maalesef hız kesmeden ülkenin hemen her yerinde oluyor bu tür vakalar.
Yukarıda yazdığım Sıla bebek ve Narin olayının üzerinden bir ay geçti. Üzerinde çok yazılıp çizildi. Ne kadar yazılıp çizilse de sözün bittiği yerdeyiz.
Hem Şeyda polisi hem de iki kızın kafasını kesen faillerin daha 19 yaşında olması dikkatimi çekti.
Biri 26-28 suçtan sabıkalı uyuşturucu bağımlısı biri. Diğeri de beş kez psikolojik tedavi görmüş biri.
Bu çocuklar daha bu yaşta nasıl suç makinesi olup çıkmışlar? Bunun üzerinde düşünmeye değer.
Belli ki hem uyuşturucu kullanan hem de tedavi gören bu 19 yaşındaki gençler hasta ve tedavisi elzem olan tipler. Bunların yeri polis ve asker gözetiminde hastanede tedavi görmek olmalıydı. İyileşinceye kadar hastane köşelerinden dışarıya bırakılmamalıydı. Çünkü her ikisinin de hem saldırgan hem de gözlerini kırpmadan öldürme özelliği var. Bu şekilde zarar verme itiyadı olan kişiler toplumun içine ve dışarıya normal insanmış gibi niçin salıveriliyor?
Diyelim ki bunlar tedavisi cevap vermeyen hastalar.
Tedavi cevap vermiyor diye bunların yeri dışarı mı olmalıydı?
Dışarı saldık diyelim. İnsanların içinde normal insanmış gibi dolaşan bu tip psikolojik ve patolojik hastalardan insanımızı kim koruyacak? Çünkü hiç kimsenin alnında hasta ve saldırgan özelliği var yazmıyor. Hoş, yazsa bile ne yapabilirsin ki.
Ardı arkası kesilmeyen bu olaylar şunu gösteriyor ki sokak, cadde, işyeri ve dışarıda kimse güvende değil. Çünkü her an için normal görünümlü birisinin saldırısına maruz kalmamak elde değil.
Hele beş defa tedavi gördükten sonra eski ve yeni sevgilisini öldüren 19 yaşındaki genç gösterdi ki bu tipler tedavi olsalar bile dışarıya bırakılmaması lazım. Çünkü belli ki başkasına zarar verme ve saldırgan özelliği devam ediyor. Üstelik bu gençle ilgili öldürülen kızın ailesi kaç defa şikayetçi olmuş, bunun yüzünden çocuklarının okulunu değiştirmiş. Sonuç, 19 yaşında iki gencin hayatı karartıldı.
Bu durumda ne yapılmalı?
Birileri suç makinesi olmaya ve seri cinayetler işlemeye devam mı edecek? Bence yapılması gereken, bu tiplerin ister hapishane ister hastane köşesinde ömürlerini tamamlaması ya da tedavi olmasına rağmen tedaviye cevap vermeyen bu kişiler için pekala alanında uzman hekimlerin heyet raporu ve aile izniyle ötanazi uygulanabilir. Toplumun her kesimi, bir psikopatın egosunun potansiyel kurbanı olmaktansa varsın bu tip saldırgan hastaların canına kıyılsın. Başka da çare yok gibi görünüyor.
*07.10.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
4 Ekim 2024 Cuma
Geri Kalmış ve Gelişmekte Olan Ülkelere Biçilen Rol
Üretmeyeceksin.
Üreteceksen de ürettiğin marka değeri olmayacak. Başka ülkelerde üretimi pahalı gelen ürünleri üretip o ülkelere daha ucuza ihraç edeceksin.
Ülke, bir uçtan diğer uca çok uluslu şirketlere teşvik verilerek üretim ve ticaretle uğraşacak. Ülke insanı olarak bu şirketlerin işinde işçi olarak çalışacaksın.
Bir buluşa imza atmayacaksın. Başkasının imza attığını alıp kullanacaksın.
Kendi kendi yetmeyeceksin. Gelir ve giderin denk olmayacak. Hep açık vereceksin. Daima borçla yaşayacaksın. Hep faiz ödeyeceksin.
Enflasyon, hayat pahalılığı ve yüksek faiz hep kaderin olacak.
Vergi adaleti olmayacak. Gediği kapatmak için vergi oranlarını hep yüksek tutacaksın.
Hiçbir sorunu kökünden çözmeyeceksin. Bir kısmını sumen altı yapacaksın. Bir kısmını da pansuman tedbirlerle geçiştireceksin.
Paraları daima pul olacak. Döviz hep geçer akçe olacak.
Hep kutuplaşma ve gerilim olacak.
Hep kurtarıcı beklenecek.
Kurum ve kurallarıyla işleyen bir sistemleri olmayacak. Devletleri kişiye göre kişneyecek.
Her şeyin kural ve nizamı olacak ama caydırıcı cezalar olmayacak.
Yapanın yanına kâr kalacak, gemisini kurtaran kaptan olacak.
Daima geçmiş tarihleriyle övünecekler. Asla sadede gelmeyecekler.
Kast sistemi olmayacak ama adı konmamış bir kast sistemleri olacak.
Halk daima geçim gailesi yaşayacak.
Sosyal adalet olmayacak.
Hamaset ve slogan en büyük silahları olacak.
Halkın patlamaya hazır gazını etkili ve yetkili kişiler alacak.
Haksızlık diz boyu olacak.
Terör örgütleri ülkede terör estirecek. Güçlerini bu örgüte harcayacaklar.
Hep birbirleriyle uğraşacaklar.
İlim, bilim, teknoloji, sanayi, katma değer, buluş hak getire. Bunları başkası yapacak. Bunlar da parayı bastırıp alacak.
Devri sabık uygulanacak. İncinenler incitmeyi öğrenecek ve incitecekler.
Günübirlik siyaset yapılacak.
Olgular değil, algılar geçerli olacak.
Şeffaflığa yer olmayacak...
2 Ekim 2024 Çarşamba
Takdire Şayan İki Güzel Davranış
Kapıdan biri giriyor: "Hoca, özür dilerim. Küt diye mi açtık? Bölebilir miyiz biraz" diyor videoda.
Öğrenciler ayağa kalkıyor. Öğretmen kendini tanıtıp hoş geldiniz diyor.
Beş dakikalık videoda sınıfa giren kişinin Gaziantep Valisi Kemal ÇEPER olduğu anlaşılıyor.
Okulun adı da Gaziantep, Şahinbey, Ayıntap Anadolu Lisesi. Vali özellikle bu okul ve bu sınıfı seçmiş.
Vali'nin bu sınıfı seçmesinde, bu sınıfta okuyan Ahmet Okçu isimli lise öğrencisi sebep olmuş.
Ne yapmış da Vali'yi ayağına getirmiş bu öğrenci?
Ahmet dersten çıkar, evine gitmek için toplu taşıma aracına biner. Dolmuştan indikten sonra bir çanta gözüne ilişir. Merak edip çantanın içine bakar. Çantanın içinde 150 gram altın ve 200 TL paranın olduğunu görür. 112'yi arayarak bulunduğu yere polisi çağırır. Polisle beraber karakola giderek çantayı teslim eder ve ifadesini verir.
Çantanın sahibi bulunur ve çanta kendisine teslim edilir.
İşte Vali'nin bu okul, bu sınıfı seçerek ziyaret etme sebebi bu.
Vali bu olayı bir de öğrenciden sınıf huzurunda dinliyor. Öğrenciye çam sakızı, çoban armağanı hediyesini veriyor. Öğrenciye sarılıyor. Öğrenciye, öğretmenlerine, anne ve babasına teşekkür ediyor.
Gaziantep Valisi videoda mı böyle yoksa hep mi böyle bilmiyorum. Yalnız çok doğal ve mütevazı bir görüntü vermiş. Öğrenciyi makamına çağırarak ödüllendirip tebrik edebilirken bu örnek davranış için sınıfa gidip öğrenciyi sınıfında taltif ediyor. Bu yönüyle, öğrencinin takdire şayan davranışına, Vali de takdire şayan jestiyle karşılık veriyor.
Burada, daha bir lise öğrencisi olan Ahmet Okçu isimli öğrenciye ayrı bir parantez açmak gerek. Videoda gördüğüm kadarıyla "Vatandaşlık görevimi yaptım" demek suretiyle olgunluğunu gösteriyor, havalara girmiyor. Vali, nasıl oldu anlat demesine rağmen yaptığı bu güzel davranışı pek anlatmak istemiyor.
Şu var ki bulduğu 150 gram altın bugünkü değeriyle 500 bin liraya yakın bir para. Bir öğrenci için servet değerinde demektir bu. Babası emekli, annesi ev hanımı olan öğrenci, belli ki zengin bir ailenin çocuğu değil. Paraya da ihtiyacı olan bir öğrenci olmasına rağmen elini sürmeyip polise teslim etmesi çok güzel ve olması gereken bir davranış.
Kendisi için bir servet değerinde olan bu paraya el sürmeyen bu lise öğrencisinin hep aynı duyarlılıkta olmasını, asla bozulmamasını, genç-ihtiyar hepimize örnek olmasını, bu duyarlılığın bu ülkede artarak devam etmesini canı gönülden arzu ediyorum.
Videoyu izlerken duygulandım. Helal olsun dedim. Bu vesileyle bu öğrencimizi tekrar tebrik ediyorum. Öğrencinin bu güzel ve örnek davranışına aynı güzellikle karşılık veren Vali'mize de teşekkürler. Hem böyle öğrencilerin sayısı artsın hem de böyle mülki amirlerin sayısı. Çünkü nadirattandır bu iki güzel davranış bu ülkede.
*04.10.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
1 Ekim 2024 Salı
Etkisiz Elemanın Ardından
Makamından aldı gücünü.
Makamına bir şey katmadı.
Devletin bütün imkanları elindeydi.
Etrafa hep gülücükler dağıttı.
Sessiz, sakin ve nazik bir görüntü verdi.
Etkili ve yetkili kişilerin yanında el pençe durdu. Köylü Ahmet ağa profili gibi bir profil çizdi.
Ne taşın altına elini koydu ne de yaralı parmağa işedi.
Gözle görülür bir hizmete imza atmadı.
Aldığı emirleri yerine getirmekten ibaret oldu tüm hizmeti.
Belki de tek hizmeti, gece 22.00 sularında açıklanan yeni mesai saatini, gece 00.00'da yayımladığı genelgeyle o günün sabahında uygulamak oldu. Bu yönüyle emsallerine büyük fark attı. Çünkü en yakın emsali bir gün sonra başlatabildi. Görevliler iş başına gidemez diye düşünmedi. Emir demiri keserdi çünkü.
Hiç inisiyatif almadı.
Dönemi sönüktü. II. Bayezid ve son Padişah Vahdettin dönemleri gibi.
Herkese gülücük dağıtmayı, herkese şirin görünmeyi ve mütevazı bir görünümü iyi becerse de becerdiği en iyi şey, meslek dayanışması idi. Kendisi gibi aynı mesleği deruhte eden birinin yediği herze ve kırdığı yumurtalara rağmen meslektaşını korumayı iyi bildi. Oğlum, sen ne yaptın böyle demedi. Öyle ya körler, sağırlar birbirini ağırlardı. Onun suyunu bulandırana haddini bildirmek ve ceza vermek için çok uğraştı ve inisiyatifi elden bırakmadan üyelere baskı yaparak bunda başarılı da oldu. Bu yönüyle iyi bir kinci olduğunu ve mesleki dayanışmaya önem verdiğini gösterdi. Öyle ya kim yan bakabilirdi bunlara. Kimin haddineydi ayrıca.
Belki gözü daha yukarılardaydı ama işgal ettiği koltuktan daha düşüğüne layık görüldü. Halbuki hep denileni yapmış uyumlu biri idi. Koruyup kolladığı meslektaşı da kendisi gibi aynı akıbete duçar oldu. Çünkü o da kendisinden önce esemesi okunmayan çok küçük bir koltuğa gitti. Orada o küçük koltuğu da beceremedi. Altından koltuğu çekildi. Kendisinin de altından koltuğun çekilmesi yakındır.
Nazarımda hem kendisi hem de koruyup kolladığı meslektaşı iyi imaj vermedi. Her ikisi de hoş bir seda bırakmadı.
Şu bir gerçek ki marifet bir yere gelmek, bir koltuğu işgal etmek, koltuktan güç almak değil, adam olmaktır.
Hasılı gelişi sessizdi, gidişi de sessiz oldu. Ardından timsah gözyaşı döken bile olmadı. Şöyleydi, böyleydi diyen de olmadı.
Etkisiz elemandı vesselam.
Çene Çene Çene
Bir insan hep mi konuşur?
Sadece çenesi mi çalışır?
Bu çene hiç mi yorulmaz?
Bu çene hiç mi arızalanmaz?
Bu çenenin hiç mi pili bitmez?
Bu çene yoruldum, biraz dinleneyim de mi demez?
Bu çenenin TV düğmesi gibi bir kapatma düğmesi olmaz mı?
Bu çene, hiç mi benden bu kadar demez?
Bu çeneye destek veren organlar hiç mi yeter deyip isyan etmez?
Bu çene hep mi boş konuşur?
O ağızdan hiç mi faydalı bir şey çıkmaz?
Bu çeneden boş, lüzumsuz ve gereksiz söz mü çıkar hep?
Bu çenenin çene dövmekten başka bir işlevi yok mu?
Hep mi çene dövecek bu çene?
Bu çenenin tek işlevi kafa ütülemek mi hep?
Bu çenenin hiç mi insafı yok?
Bu çene, çenemin zekatı susmaktır, biraz da zekât vereyim demez.
Bu çene, çene çalmaktan ziyade susmanın da bir nimet olduğunu niçin düşünmez?
Bu çene ne yer ne içer de bu kadar yavan konuşur?
Bu çene niçin susma orucuna niyetlenmez?
Bu çenenin niçin çenesi düşük böyle?
Çenenin açılmasına büyük destek veren iki dudak, bu çenenin emellerine alet olmaya daha be kadar devam edecek?
Belli ki bu çene de Allah korkusu yok. Kuldan utanma da mı yok?
Belli ki bu çenede maruz bıraktığına empati uygulama da yok.
İnsan yaşlanınca niçin çeneye verir böyle hep?
Yoksa çene yaşlıların ayakta kalan tek sermayesi, tek koltuk değneği midir?
Ahilik ve Meslek Odaları
Okullarda ahilik haftası kutlanıyor, derslerde ahilikten bahsediyoruz. Seçmeli ders olarak ahilik okutuyoruz.
Tüm bunlardan ahilik geçmişte önemli bir işlev gördüğünü anlıyoruz. Tüm bunlara eyvallah. Belli ki ahilik teşkilatının içerdiği ve yerine getirdiği işlevi bugün de görmek istiyoruz.
Yalnız tüm bu anma, çaba, ders vs. ahiliğin bir zamanlar yerine getirdiği işlevi yerine getirmek için yeterli olur mu? Bence yeterli olmaz.
Niçin derseniz? Ahiliği anmaya, ders olarak okutmaya, ahiliğin önemini anlatmaya devam edelim.
Bunlara ilaveten esnaf ve zanaatkarı eğiten, onları denetleyen, sahte mal satan, insanları kandıran esnaf ve zanaatkara müeyyide uygulama yetkisine sahip etkili ve yetkili bir teşkilat kurmak gerek gerek. Bunun adına da pekala ahilik teşkilatı denebilir.
Aslında yeniden ahilik teşkilatını kurmaya gerek yok. Bunun yerine her meslek erbabının iş ve işleyişiyle ilgili her ilçe ve ilde kurulmuş meslek odaları var. Ahiliğin tüm işlevi bu meslek odalarına verilebilir.
Bu meslek odaları, kendi içinde iç denetimi yaparken tüm meslek odalarını içine alan bir konfederasyon; meslek etiğine uymayan, hile ve hurda mal üreten ve satanlara caydırıcı cezalar teklif ederek devletin ilgili kurumunun ceza kesmesi, gerekirse meslekten men cezası verilmesi uygulanabilir. Ahilikte olduğu gibi meslek etiğini tüm meslek gruplarına uygulayabilir.
Bu vesileyle üyelerden sadece üyelik aidatı alan başka da bir görevi olmayan odalara bir görev verilmiş olur. Her oda için söz konusu olmasa da odalar birilerinin koltuk doldurduğu ve saltanat sürdüğü yer olmaktan kurtulmuş olur.
Odalar denetim yapma imkanına sahip olduğu gibi tüketiciden gelen şikayetleri de değerlendirir.
Görevini layıkıyla yerine getirmeyen, savsaklayan, sadece formaliteyi yerine getiren, şikayetlerin üzerine gitmeyen, birilerini koruyup kollayan, hile hurdayı göz ardı veya sumen altı eden oda sorumluları olursa, kısaca görevini bihakkın yerine getirmeyen oda başkanı ve yönetim kurulu olursa, görevden uzaklaştırılmalı.
Kısaca her meslek grubunu her yönüyle ciddi bir şekilde denetleyen, kurallara uymayanlara ağır ve caydırıcı yaptırımlar uygulamadıkça; sahteye, hileye, hurdaya, alavere ve dalavereye ses çıkarmadıkça, bu işler kişilerin vicdanına ve insafına bırakıldıkça, istediğimiz kadar ahiliği analım, anlatalım, kurumsallaşmak için bir arpa boyu yol alamayız.