Ana içeriğe atla

Geri Kalmış ve Gelişmekte Olan Ülkelere Biçilen Rol

Üretmeyeceksin.

Üreteceksen de ürettiğin marka değeri olmayacak. Başka ülkelerde üretimi pahalı gelen ürünleri üretip o ülkelere daha ucuza ihraç edeceksin.

Ülke, bir uçtan diğer uca çok uluslu şirketlere teşvik verilerek üretim ve ticaretle uğraşacak. Ülke insanı olarak bu şirketlerin işinde işçi olarak çalışacaksın.

Bir buluşa imza atmayacaksın. Başkasının imza attığını alıp kullanacaksın.

Kendi kendi yetmeyeceksin. Gelir ve giderin denk olmayacak. Hep açık vereceksin. Daima borçla yaşayacaksın. Hep faiz ödeyeceksin.

Enflasyon, hayat pahalılığı ve yüksek faiz hep kaderin olacak.

Vergi adaleti olmayacak. Gediği kapatmak için vergi oranlarını hep yüksek tutacaksın.

Hiçbir sorunu kökünden çözmeyeceksin. Bir kısmını sumen altı yapacaksın. Bir kısmını da pansuman tedbirlerle geçiştireceksin.

Paraları daima pul olacak. Döviz hep geçer akçe olacak.

Hep kutuplaşma ve gerilim olacak.

Hep kurtarıcı beklenecek.

Kurum ve kurallarıyla işleyen bir sistemleri olmayacak. Devletleri kişiye göre kişneyecek.

Her şeyin kural ve nizamı olacak ama caydırıcı cezalar olmayacak.

Yapanın yanına kâr kalacak, gemisini kurtaran kaptan olacak.

Daima geçmiş tarihleriyle övünecekler. Asla sadede gelmeyecekler.

Kast sistemi olmayacak ama adı konmamış bir kast sistemleri olacak.

Halk daima geçim gailesi yaşayacak.

Sosyal adalet olmayacak.

Hamaset ve slogan en büyük silahları olacak.

Halkın patlamaya hazır gazını etkili ve yetkili kişiler alacak.

Haksızlık diz boyu olacak.

Terör örgütleri ülkede terör estirecek. Güçlerini bu örgüte harcayacaklar.

Hep birbirleriyle uğraşacaklar.

İlim, bilim, teknoloji, sanayi, katma değer, buluş hak getire. Bunları başkası yapacak. Bunlar da parayı bastırıp alacak.

Devri sabık uygulanacak. İncinenler incitmeyi öğrenecek ve incitecekler.

Günübirlik siyaset yapılacak.

Olgular değil, algılar geçerli olacak. 

Şeffaflığa yer olmayacak...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde