Ana içeriğe atla

Ahilik ve Meslek Odaları

Geçmiş fütüvvet ve ahilik teşkilatından bahsederiz. Haftası geldiğinde ahilik teşkilatı üzerine etkinlikler ve programlar düzenlenir. Ahilik şöyleydi, böyleydi, esnaf ve zanaatkarlar için şu anlamı ifade ediyordu. Bunları şöyle eğitiyor, denetliyor, içlerindeki çürük çarıkları barındırmıyor, temizliyordu diyoruz. 

Okullarda ahilik haftası kutlanıyor, derslerde ahilikten bahsediyoruz. Seçmeli ders olarak ahilik okutuyoruz. 

Tüm bunlardan ahilik geçmişte önemli bir işlev gördüğünü anlıyoruz. Tüm bunlara eyvallah. Belli ki ahilik teşkilatının içerdiği ve yerine getirdiği işlevi bugün de görmek istiyoruz. 

Yalnız tüm bu anma, çaba, ders vs. ahiliğin bir zamanlar yerine getirdiği işlevi yerine getirmek için yeterli olur mu? Bence yeterli olmaz. 

Niçin derseniz? Ahiliği anmaya, ders olarak okutmaya, ahiliğin önemini anlatmaya devam edelim. 

Bunlara ilaveten esnaf ve zanaatkarı eğiten, onları denetleyen, sahte mal satan, insanları kandıran esnaf ve zanaatkara müeyyide uygulama yetkisine sahip etkili ve yetkili bir teşkilat kurmak gerek gerek. Bunun adına da pekala ahilik teşkilatı denebilir.

Aslında yeniden ahilik teşkilatını kurmaya gerek yok. Bunun yerine her meslek erbabının iş ve işleyişiyle ilgili her ilçe ve ilde kurulmuş meslek odaları var. Ahiliğin tüm işlevi bu meslek odalarına verilebilir. 

Bu meslek odaları, kendi içinde iç denetimi yaparken tüm meslek odalarını içine alan bir konfederasyon; meslek etiğine uymayan, hile ve hurda mal üreten ve satanlara caydırıcı cezalar teklif ederek devletin ilgili kurumunun ceza kesmesi, gerekirse meslekten men cezası verilmesi uygulanabilir. Ahilikte olduğu gibi meslek etiğini tüm meslek gruplarına uygulayabilir. 

Bu vesileyle üyelerden sadece üyelik aidatı alan başka da bir görevi olmayan odalara bir görev verilmiş olur. Her oda için söz konusu olmasa da odalar birilerinin koltuk doldurduğu ve saltanat sürdüğü yer olmaktan kurtulmuş olur. 

Odalar denetim yapma imkanına sahip olduğu gibi tüketiciden gelen şikayetleri de değerlendirir. 

Görevini layıkıyla yerine getirmeyen, savsaklayan, sadece formaliteyi yerine getiren, şikayetlerin üzerine gitmeyen, birilerini koruyup kollayan, hile hurdayı göz ardı veya sumen altı eden oda sorumluları olursa, kısaca görevini bihakkın yerine getirmeyen oda başkanı ve yönetim kurulu olursa, görevden uzaklaştırılmalı. 

Kısaca her meslek grubunu her yönüyle ciddi bir şekilde denetleyen, kurallara uymayanlara ağır ve caydırıcı yaptırımlar uygulamadıkça; sahteye, hileye, hurdaya, alavere ve dalavereye ses çıkarmadıkça, bu işler kişilerin vicdanına ve insafına bırakıldıkça, istediğimiz kadar ahiliği analım, anlatalım, kurumsallaşmak için bir arpa boyu yol alamayız. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde