21 Eylül 2024 Cumartesi

Konya Yerel Basını

"Beyşehir Müftü'sünün, belden yukarısı çıplak bir kadınla, polis tarafından bir aracın arka koltuğunda yakalandığı, kadının kimliğini söylemediği, olayın İl Müftülüğüne, oradan da Valiliğe intikal ettirildiği, Müftünün çarşaflı eşini İl Müftülüğüne getirerek eşinin 'Arabadaki benim" dediği, araya hatırlı kişilerin girmesiyle, bu olayın polis kayıtlarında kaldığı, savcılığa intikal ettirilmediği" bazı İnternet sitelerinde iddia ediliyor. 

Bu iddiayı ilk defa sosyal medya paylaşımında gördüm. Aslı astarı yoktur dedim. Sonra "Beyşehir" yazdım Google'a. Karşıma, daha önce "Beyşehir Müftüsü arabada" şeklinde aranmış bir yazı otomatik olarak çıktı. 

İddia diyorum. Çünkü bu olay Müftü'yü karalamak için asparagas da olabilir. 

Bu tür iddialar için nasıl ki her gördüğüme amca demiyorsam, bir sitenin yazdığına da "demek ki aslı varmış" deyip atlamam. En azından birkaç siteye göz atarak kendimce teyit yaparım. 

"Beyşehir Müftüsü arabada" şeklinde yazınca; "egedesonsoz", "onedio", "kayseriyerelhaber", "kulisinbaskenti", "cumhuriyet", "veryansintv", "bursahakimiyet", "agri04haber", "AHB Haber", "mynet", "iyigunler.net", "corumosmancik", "eksisozluk" Web sayfaları üç aşağı beş yukarı aynı şekilde iddiaya yer vermişler.

Gördüğünüz gibi Cumhuriyet, onedio, mynet, eksisozluk dışında diğer siteler mahalli siteler. Ege, Kayseri, Bursa, Ağrı, Çorum gibi her bölgemizden siteler iddiaya yer vermiş. Gözüm, Konya İnternet ve mahalli gazetelerinin İnternet sitelerini aradı. Öyle ya Beyşehir, Konya'nın hem gelişmişlik hem de nüfus yönünden önde gelen ilçelerinden biri. Ta Ağrı'daki bir site haber yaptığına göre Konya'nın güzide basını "Şöyle iddia ediliyor, haber asparagas, aslı var veya yok" şeklinde bir haber yapardı. Arama motorlarında Konya'ya ait yerel basında bir site maalesef önüme düşmedi. Birkaç tanesinin Web sayfasına girdim. Belki orada yer vermişlerdir diye. Heyhat ki heyhat. Aslı var veya yok, iddia ediliyor şeklinde tek kelime bile görmedim. Yer veren olduysa da ben rastlamadım. 

Konya'nın yerel basınının büyük bir eksikliği bu bence. Normal şartlarda Konya yerel basını bu iddiayı dile getirecek. Diğer basın da Konya basınını kaynak göstererek sayfasında yer verecek.

Bırakın böyle bir durumu. Tek kelime yer bulmamış bizim yerel basında. Araştırmacı gazeteciliğin kalmadığını biliyorum da bu kadar bigane kalınacağını hiç düşünmemiştim. Bunun sebebi hikmeti nedir? Birileri yer vermeyin mi dedi. Konya basını bu iddiayı önemsiz mi gördü? Bunun yerine daha önemli haberlere mi imza attılar? Korkuyorlar mı? Hepsi kafasını kuma gömmüş, siparişle gelen haberlere mi yer veriyor? Kol kırılır, yen içinde kalır diye mi düşünüldü? İnanın, anlamadım gitti. Yahu gelin şöyle bir iddia var. Bu haberin aslını astarını araştıralım bari de mi demezler. İlginç gerçekten.

Bizim Konya basını birbirinin aynısının, tıpkısının, benzerinin kopyası ise bu kadar farklı gazete ve İnternet sayfasına gerek var mı?

Siz Konya basını, burnunuzun ucundaki bir iddiayı araştırmaktan aciz misiniz? Siz gazeteciliği hep böyle mi yaptınız ya da yeni tür bir gazeteciliğe mi terfi ettiniz?

Valla, sebep her ne ise Konyalı olarak hem bu iddiadan hem iddianın yerelde dile getirilmeyişinden ve yok kabul edilişinden utandığımı belirtmeliyim.

Sahi Konya'da olup bitenler hakkında gerçek bilgiyi biz kimden öğreneceğiz? Ağrı haberden mi, Çorum haberden mi?

Ne olur, kış uykusundan uyanın, kafanızı kumdan çıkarın. Sağa, sola bakın, ne var ne yok görün. Nereden ne koku geliyor bir koklayın.

Ne olur, yaptığınız gazetecilik ise hakkını verin. Kınayanın kınamasına aldırmayın. Basın hürdür. Sansürlenemez olmazsa olmaz maddenizin hakkını verin. Gazetecilik yapın gazetecilik.

Daha ne diyeyim mübarekler size...

Not: Konya yerel basından bu iddiaya yer veren oldu da ben görmedi isem, kusuruma bakmasınlar, haklarını helal etsinler.

20 Eylül 2024 Cuma

Tahta Kılıçla Cihat *

Fakültede öğrenci iken Yusuf Işıcık’ın tefsir dersindeyiz. Konu nereden açıldı hatırlamıyorum. Bir arkadaş, "Biz Müslümanlar şöyle yapalım, böyle yapalım. Birlik olalım. Cihat yapalım. Niye cihat yapmıyoruz" türünden hamasi bir konuşma yapmıştı. Işıcık da "Tahta kılıçlarla cihat devri geçti arkadaşım" demişti.

Geçmişte de belki tahta kılıçla cihat ya da savaş yapılmadı ama Işıcık, zamanın silah teçhizatına sahip olmanın gerekliliğine dikkat çekmişti.

Evet, geçmişin savaşları at sırtında kılıç sallamakla, ok atmakla, mızrak kullanmakla olurdu. Göğüs göğse mücadele edilirdi ve geçmiş savaşlar insan gücüne dayanıyordu.  Sonra ateşli silahlar, tank, füze, uçak, bomba vs. aletler savaşlarda kullanılır oldu.

İsrail'in, Lübnan'da bulunan Hizbullah üyelerinin kullandığı çağrı cihazı ve telsizler üzerinden düzenlediği siber saldırıyı duyunca rahmetli Yusuf Işık'ı hatırladım.

Düşmanın silahıyla silahlanmadıkça, onlar gibi üretmedikçe, onların üretip satışa sunduğu ürünü aldıkça, her alanda onların pazarı oldukça, onlarla yapacağımız her türlü mücadele tahta kılıçla cihada benzer.

İsrail telsiz ve çağrı cihazlarını patlatarak bu yaptığıyla, kendisiyle mücadeleye girişenlere ve girişecek olanlara meydan okudu. Bakın, benim sadece askerim, topum, tüfeğim yok. Kullandığınız, yanı başınızdan ayırmadığınız haberleşme aracı diye bildiğiniz aletleri bile silah olarak kullanır, sizi öldürürüm. Aklınızı başınıza almazsanız, uslu durmazsanız, cep telefonları aracılığıyla da sizi yok ederim. Bu yaptığım, gücümü göstermek için yeter de artar bile mesajı vermiştir cümle aleme.

İsrail'in yaptığı bu siber saldırı karşısında, İsrail ile boy ölçüşmenin yolu, kendi çağrı cihazımızı, telsizimizi, cep telefonumuzu, uçağımızı, tankımızı vs. her şeyi yerli ve milli, öz sermaye ile yapmamız gerektiğini gösterdi diyeceğimiz yerde, bu siber saldırının ardından, sosyal medyada, "Telefona patlayıcı yerleştiren insanlık düşmanı siyonist, yediğin içtiğin ürünlere neler karar hiç düşündün mü? Boykota katıl, boykotun önemini anladınız mı?" türünden paylaşımlar yapılarak mücadele boykota indirgeniyor.

İyi ki elimizde bir boykot silahımız var. Bu da olmasaydı ne yapacaktık ki? Bilelim ki siber saldırıya karşı boykot silahını devreye sokarak boykota devam demek, bu asırda tahta kılıçla cihada devam demektir. İlla bu siber saldırıya karşı bir paylaşım yapılacaksa, bu ülke niçin kendi cep telefonunu yapmıyor paylaşımı yapmak gerekmez mi? Lütfen acizliğimizi boykota sarılarak örtmeye çalışmayalım. Unutmayalım ki İsrail aylardır ürünlerine boykot yapıldığı bir zaman diliminde, gücünden bir şey kaybetmediği gibi üzerine siber saldırı yapıyor.

Lütfen hamaset, sloganı, efelenmeyi, kuru sıkı meydan okumayı bir tarafa bırakalım. İsrail'in ve MOSSAD’ın müdahale edemediği telsiz, çağrı cihazı, cep telefonu vesairemizi üretelim.

*23.09.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Suda İncir Dikimi

Gelen su faturam. Bir önceki ay 410,5 gelmiş. Bu faturayı görünce siz, sen daha iyiymişsin, biz ne yapalım. Bize şu kadar geldi diyeceksiniz. Zaten böyle diyeceğiniz için paylaştım bu gelen faturayı. Siz de benim gibi sudan tasarruf ederseniz, size de böyle düşük gelir. Gördüğümüz gibi bir önceki aya göre yüze elli tasarruf sağlamışım. Söyle de bilelim dediğinizi duyar gibiyim.

Aslında bu ay ki su kullanma hedefim, birinci kademede kalmaktı. Gel gör ki elimde, yağmur yağdığı zaman şu kadar metreküp yağmur yağdı şeklinde  yağmuru ölçen bir alet olmadığı için iki metreküp aşarak 2.kademeye girmişim. Şayet böyle bir alet olsaydı, ilk kademe kullanım biter bitmez vanayı kapatırdım. Oğlan yıkanıyormuş, yarı sabunlu kalırmış, hiç umurumda olmazdı.

Şimdi geleyim, niye bu kadar düşük fatura geliyor bana. Meslek sırrı olsa da insaniyet namına bilgilendirme yapayım ki önümüzdeki aydan itibaren siz de düşük faturalı su kullanın.

1.Wc ihtiyaçlarınızı belediyenin açtığı ücretsiz wc'leri kullanın.

2.Abdest ihtiyacınızı cami şadırvanından giderin.

3.Çay ve içme suyunuzu mahallenizdeki ücretsiz tatlı su çeşmesinden temin edin.

4.Vırt zırt banyo yapmayın. Banyo ihtiyacını doğuracak sebeplerden uzak durunuz. Terlemeyiniz.  Farz edin ki terlediniz. Bir banyo yapayım da rahatlayayım deme lüksünüz yok. Zaten bu rahatlık yüzünden faturalarınız katmerli geliyor. İstemeden terledi iseniz çok amaçlı ıslak mendil kullanınız. Kullandığınız bu ıslak mendili kullanıp atmıyorsunuz. Çok amaçlı kullanacaksınız. Baktınız bu ıslak mendil kurudu. Adı üzerinde ıslak mendil. Bir cami önünden geçerken şadırvandan yıkayacaksınız. Alın size ıslak mendil. Yani tek kullanımlı kullanmayacaksınız. O kadar çok kullanacaksınız ki sonunda eskimeye ve pörsümeye yüz tutunca atmadan önce lütfen ayakkabılarınızı bir güzel siliniz.

5.Çamaşır makinesini akşam sabah, kah renkli kah renksiz çamaşır diye çalıştırmayacaksınız. Elbiseniz koksa bile makineyi çalıştırmayın. Pis kokudan kurtulmak için pekala deodorant kullanabilirsiniz. Böylece etraf mis gibi kokar.

6.Yemek öncesi ve sonrası el yıkama işini Allah rızası için bırakın. Böyle derken eliniz pis durun demiyorum. Bunun için de çok amaçlı ıslak mendil kullanabilirsiniz. Yemekten önce elinizi sildiğiniz ıslak mendili pekala yemekten sonra da kullanarak elinizi temizleyebilirsiniz.

7.Ayrı ayrı kaptan yemek yemeyi, ardından bulaşık makinesini çalıştırmayı lütfen aklınızdan bile geçirmeyin. Ortak kaptan, tek kaptan yiyin. Sonrasında bir güzel sünnetleyin. Bu temizlik hala içinize sinmiyorsa çok amaçlı ıslak mendil ile bir güzel temizleyin. Kaplarınız pırıl pırıl olacaktır.

8.Islak mendil ucuz mu sanki diyen gafiller çıkacaktır içinizden. Böyle diyen iticiler ve felaket tellalları bilsin ki akşam akşam çekemem sizin bu muhalif halinizi. Unutmayın ki bundan çok öncesine kadar bu ıslak mendil de yoktu.

9. Eşimiz ve çocuğunuz sizin uygulamakta olduğunuz tasarruf tedbirlerini dinlemeyip musluğu olur olmaz açıyor mu, gerekirse vanaya kilit takacaksınız.

10.Genç çocuğunuz var. Yıkanmak zorunda mı kalıyor. Söyleyin ona. Teyemmüm alsın.

11.İçinizde, ben bu tasarruf tedbirlerini uygulamam. Su kullanmak bir itibardır. İtibardan da tasarruf etmem diyeniniz varsa, benim ona sözüm, beter ol demek olur.

12.Yine de susuz yapamam diyeniniz olursa, şebeke suyunu kullanmaktansa, üç harflilerden hazır su alın.

13.Evinize gelecek misafirden, içeceği suyu evinden getirmesini ısrarla ve utanmadan söyleyiniz. Getirmeyip lıkır lıkır su içene Salih peygamberin devesi senden insaflıydı deyiniz. Suyu içip içip ardından wc’ye gitmeye kalkarsa onu mahalle Camii tuvaletine götürünüz.

14.Zaman zaman hatta mümkünse, çocuğunuzu ve annesini sık sık anneannesine gönderin.

15.Günlük, haftalık, aylık ve yıllık ev temizliğini öteleyin. Hatta hiç yapmayın. Cam silmeye kalkmayın. Duvarı kendi haline bırakın. Etraf kokuşmuşken sizin eviniz kirli kalmış, çok mu? 

16.Hasılı, uygulayın bu dediklerimi, benim geçen aya göre yüzde elli indirimli geldiği gibi faturanız öbür ay yüzde elli indirimli olacaktır.

Yapacağınız tek şey, gittiğim yoldan değil, dediğim yolu takip etmek olacaktır. Değilse, sizi ben bile kurtaramam. Zira yakındır ocağınıza incir dikilmesi. 

Demedi demeyin. 

Unutmayın ki zaman sudan ucuz zamanı değil. 

19 Eylül 2024 Perşembe

Bir Günün Hikayesi

İstasyondan çıktım. Tek yaptığım, ayaklara yürü demek oldu. Biraz paslanmış ama eski günler kadar olmasa da hiç teklemeden yürümeye başladı ayaklarım. 

Rotayı çevirdim Meram Yeniyol'a. Baktım Lastik Durağındayım. Geçince, gözüme sağdaki petrolün fiyat listesi ilişti. Bir ara bu fiyatlar durmayacak, şuradan biraz benzin alayım deyip 44'e aldığım benzinin 42 dolaylarına indiğini gördüm. İnişine sevindim ama zamlı tarifeden aldığım benzini telafi için ayakları biraz kullanmam gerek dedim. 

Evliya Çelebi Parkını sağladım. Meram Devlet Hastanesinin önüne gelince, çıkmadan aradığım, müsaitsen yürüyelim dediğim yol arkadaşım da yürüyüşüme eşlik etti. 

Yürürken yol arkadaşıma gıpta ettim. Gram yağ ve kilo yok vücudunda. Yavaş yürür gibi görünmesine rağmen hep önümde yürüdü.  Yormadan yürümenin pratiğini de öğrenmiş.

Yürüyüşe tek engel, Meram Yeniyol'un yürüyüşe elverişli olmaması. İkişer şeritli yolun kaldırımı ha var ha yok. Olan kaldırıma da kaldırım demeye bin şahit lazım. Yürümek için yola insen araç geliyor. İki kişinin zor yürüdüğü kaldırıma çıksan, önüne ya direk ya ağaç ya da bahçeden dalları sarkmış ağaçların dalları yürüyüşünü engelliyor. Kaldırım taşları da tek düze değil. Yolun ve kaldırımın bugünkü hali sanırım Veysel Candan'ın belediye başkanlığından kalma. Sağlı sollu, önünde bahçe olan tek katlı evlerin önünden birer metre alınsa, kaldırım yenilense, yürüyüş için çok elverişli bir güzergah olur. Yetkililere ve arsasından bir metre yer vermek için can atan muhitin sakinlerine duyurulur. 

Biz gelelim yürüyüşe. İnişli, çıkışlı yol aldık. Dere tepe düz gittik. Bir baktık. Dere'deyiz. Öğle ezanı da okunmaya başladı. Değirmenönü Camisine girelim dedik. Camiye o kadar giriş var. Hangi kapıya dolandı isek kilitli bulduk. Sağ, sol derken galiba kimse yok deyip çıkıp giderken müezzinin sesini duyduk. Ses yukarıdan geliyor dedik. İçeride varlar deyip az önce kilitli dediğimiz kapının yanında bir başka kapıya yönelerek şansımızı denedik. Kapı açıktı. Farza durmuşlar. Üç beş cemaat vardı içeride. 

Namaz çıkışı hoş geldin dedi cemaatten önümüzden yürüyen. Hüseyin'e mi geldiniz dedi. Hayır sana geldik dedim. Buyurun dedi gönlü zengin insanımız. Bu arada bu Hüseyin kim, meşhur biri mi dedik. Yok. Buradan bir yer satın aldı. Onun tanıdıkları geliyor bazen dedi. Dere Kur'an Kursuna nasıl gideriz dedik. Beni takip edin. Sonrasında da Kızlar Kaya'sının oradan yola devam edin. Nasıl gideceksiniz dedi. Yürüyerek dedik. Yalnız Kurs buraya uzak dedi. Problem değil. Yürürüz dedik. O önde biz arkadan yürüdük. Sularımız akmıyor dedi. Şebeke suyu mu dedik. Hayır, musluklar akıyor. Derenin suları kesik dedi. Niye dedik. Belediye kesti. Çünkü suyu satıyor dedi. 

Kızlar Kaya'sını solumuza alarak yürüdük. Kursu bulmak için yol bilgisini açtım. Mezarlığın oradan biraz rampa çıktık.

Kursta görev yapan sınıf arkadaşımızı ziyaret edeceğiz bu vesileyle. Yerinde ve iş başında imiş aradığımız. Hemen bizi sınıfına aldı. Ortaokul seviyesinde öğrencilerdi öğrencileri. Dere İHO öğrencilerinin çoğu burada yatılı kalıyormuş. Hepsinin önünde de Kur'an vardı. Ayağa kalktı mimi minnacıklar. Selam verdik. Hal hatır sorduk. İçinizde en iyi okuyan hanginiz dedik. Abdullah isimli öğrenci imiş. Ondan bir ayet dinledik. Tebrik edip çıktık.

Müdür odasına aldı arkadaşımız. Ardından müdür geldi. Muhitteki imamlar ve kursta göre yapanlar selam verip hoş geldin dediler.

Etkinlik pek eksik olmazmış kursta. Bugün de ilköğretim haftası etkinlikleri çerçevesinde, yapılan program dolayısıyla çocuklara çi köfte yoğurmuş kurs müdürü. Bize de nasip oldu bu vesileyle. Kurs müdürünün on parmağında yirmi marifet varmış bizim arkadaşın anlattığına göre. Sanırım her cum,  yemeklere ilaveten izzet ikram yapılıyormuş burada kalan öğrencilere. Çoğu da müdürün elinden geçiyormuş. 

Çok derli toplu ve düzenli gördüm Kursu. Sessiz sakin ve tepeye nazır bir yere yapılmış Kurs. Giden Meram Kaymakam'ının uğrak yeriymiş burası. Kendi cebinden öğrencilere epey bir destek çıkmış.

Çay eşliğinde hasbihalimizi yaptıktan sonra ilgi, alaka ve ikramlarına teşekkür ederek ayrıldık. Hep böyleyseniz yürüyüş rotamız hep bu taraf olur dedik. Gülüştük. Her zaman bekleriz dediler. Bırakalım sizi tekliflerine, biz yine yürüyeceğiz dedik. Tekrar yola revan olduk.

Dere'yi bitirip Meram Yeniyol'u takip etmedik bu sefer. Aşkan Mahallesinin sokaklarına girdik. NEÜ rektörlüğünü sağımıza alıp yürüdük. Bu rektörlüğün yanından geçerken hep dillendirdiğimi bir kez daha dillendirdim. Bu üniversitenin kampüsü varken bu rektörlük niye kampüste değil diye. Öyle ya rektörlüğün yeri üniversite yerleşkesinin içi olur. Öğrenci ve öğretim görevlilerinin arası olur. Devlet yerleşkeye o kadar bina yaptı, bir rektörlük binası mı yapamadı ya da taşınacak yer var da rektörlük taşınmak mı istemiyor? Doğrusunu isterseniz ben de olsam makamımın üniversite içinde olmasını istemem. Mesela okullarda öğrenci olmasa okul idarecileri için çok iyi olur. Çünkü ne sorun olur ne suyunu bulandıran. Ayrı bir yerde keyif sürersin. Öyle ya kim uğraşacak öğrenciyle, öğretim görevlisiyle. Sadede gelirsem, bugün NEÜ rektörlüğü olarak kullanılan yer kıymetli bir yer. Pekala başka bir amaçla kullanılabilir. Hiçbir şey yapılamazsa, burası halka açık bir kafe niye olmasın. Aman neyse ne.

Yürümeye devam ettik. Yol üzerinde iki üniversite öğrenci yurdunu ziyaret ettik. Çaylarını içtik. Aşgan Camisinde ikindiyi kıldık. Tankın önünden evlere gitmek üzere ayrıldık. Bu maratonun tekrarı için tekrar kavilleştik. Ayrılmadan önce yol arkadaşım eve boş göndermedi. Sorunsuz geçen günü tatlı bağlayalım dercesine, bir tatlıcıya girerek tatlı alıp koltuğumun altına sıkıştırıverdi. Kesesine bereket. 

Eve geldiğim zaman baktım ki epey bir adım atmışız, km kat etmişiz, kalori yakmışız. Yürürken konuşmaktan, ziyaret ettiğimiz yerlerin muhabbetinden, akşamın ne zaman olduğunu bilemedik. O kadar yol tepmemize rağmen bir yorgunluk da hissetmedim.

18 Eylül 2024 Çarşamba

Kimse Güvenli Değil *

İsrail’in Lübnan’daki taşınabilir çağrı cihazlarına sızıp patlatması sonucu çok sayıda kişinin yaralandığı bildirildi.

Lübnan resmi ajansı NNA’ya göre, İsrail’in "pager" isimli çağrı cihazlarına sızması sonucu çok sayıda Lübnanlı yaralandı. Patlayan cihazlar 1990'lı ve 2000'li yıllarda popüler olan, pager diye bilinen cihazlar. Hizbullah bu cihazları örgüt içi iletişimde kullanıyor. İddialara göre bu cihazların en son teslim edilenlerine patlayıcı düzenek yerleştirildi. Bu cihazlarla bir numaradan temasa geçince de cihazlar infilak ediyor.” (İnternet Haber)

Ajanslara düşen bu haber gösterdi ki bu çağda kimse bulunduğu yerde güvenli değil. Çünkü çağrı cihazları üzerinden bu infilak yapılabiliyorsa cep telefonları üzerinden bu tür suikast ve toplu cinayetler hayli hayli yapılır. Ki cep telefonu olmayan dünyalı bugün için yok gibi. O yüzden her nerede olursak olalım, bir terör saldırısına ve toplu katliama maruz kalma riski söz konusu. Yeter ki birileri bir başkasını ve başkalarını ortadan kaldırmak istesin.

Deselerdi ki bir gün gelecek, insanlık için bir kolaylık olan bu teknoloji başına bela olacak, herkes cebinde bomba ve kendini intihara sürükleyecek aletini cebinde veya elinde bulunduracak. Herhalde hiçbirimiz inanmazdı.

Yine çağrı cihazı üzerinden yapılan bu saldırı gösterdi ki teknolojiyi üretenler, terörle mücadele ettiğini veya kendini savunduğunu söyleyen kişi ve devletler, ürettikleri cihazları satarak hem para kazanıyorlar hem sattıkları ürünle, biri bizi gözetliyor türünden bizi dinliyor, ne yaptığını, nereye gittiğini takip ediyor hem de sattığı ürünü silah olarak kullanmak suretiyle ortadan kaldırıyor.

Dünyayı yöneten, dünyaya yön veren ve ipin ucunu daima elinde tutan bunlara karşı kimse ben şunlarla mücadele ediyorum, ülkemi koruyorum demeye falan kalkmasın. Rakibin, düşmanın ürettiği ile kişilerin veya devletlerin kendini koruması mümkün değil. Çünkü onlar izin verdiği müddetçe hayattayız.

Ne zaman ki başta teknoloji olmak suretiyle her şeyi kendi üreten kişi ve ülkeler işte o zaman her türlü mücadeleyi kazanır ve dünyada söz sahibi olur.

İslam dünyası, namerde muhtaç olmayacak şekilde; teknolojide, bilimde, ekonomide, sermayede, üretimde, savunmada, icatta söz sahibi olmadığı ve kendi kendine yetmediği, rakip ya da düşmanlarının ürettiklerini parayı bastırıp aldığı ve kullandığı müddetçe bir arpa boyu yol ilerleyemez, dertten kurtulamaz, dünyada söz sahibi olamaz.

Çağrı cihazları üzerinden yapılan bu siber saldırısı, İslam dünyasının, geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerin aklını başına alması gerekir.

Hamaset ve sloganı bırakıp sadede gelmedikçe dert de bizim, sıkıntı da bizim, ölüm ve yaralanma da bizim, kan ve gözyaşı da bizim olmaya devam eder.

Yapacağımız tek şey kendimizle yüzleşmektir.

*20.09.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

15 Eylül 2024 Pazar

Çoğumuzun Parayla İmtihanı

Üç beş kuruşum arttı ise gram alma yoluna gittim. Otuz yıldır bu şekil artıra artıra 30 yıllık bir ev alabildim.

Hiç döviz hesabım olmadı. 

Oğlanlardan birinin düğününde bir arkadaş 50 avro hediye takdim etti. Bu vardı sadece cebimde.

Bir ara ülke döviz sıkıntısı çektiğinde, (gerçi bu ülkenin hep döviz sıkıntısı vardır ya neyse) birinci elden, cebinizdeki dövizleri bozdurun dendiğinde şu yabancı para cebimde durmasın, bir de karınca misali ülke ekonomisine katkım olsun diye gidip dövizciden bozdurayım dedim. Dövizciye giderken de korka korka gittim. Olur ya tam dövizciye girerken biri görüp de hain der mi diye endişe etmedim değil.

Anlayacağınız ne evimde ne cebimde dövizim var. Nakit olarak taşıdığım pul olsa da hep Türk lirası olmuştur. 

Bankada da maaş hesabı dışında döviz türünden bir hesabım yok. 

Kur garantili TL hesabım da olmadı. Aynı şekilde altın garantili TL hesabına da girmedim.

Ben böyle kimseye muhtaç olmadan ve borçlanmadan, yabancı paraya yatırım yapmadan hayatımı idame ettirirken, bir baktım ki eski milli futbolcuların daha fazla kazanacağım düşüncesiyle, özel bir fona milyonlarca döviz kaptırdığı ajanslara düştü. Bu futbolcuların çoğu da Reisicumhur ile direk görüşen kimseler. Belli ki aralarında bir hukuk var. Buna rağmen paralarını TL'ye çevirmeyip dövizde tutmaları garibime gitti. Vay be demek düştü bana. Öyle ya ilk önce onlar kulak vermeliydi.

Şok geçirmem bununla kalmadı. Bir ara para yatırmak için bir ATM'ye gittim. Yandaki ATM'den bir tanıdığı gördüm. Selamlaştık. İşin bitince çay içelim derken hesabı gözüme ilişti. Hem avro hem TL hem dolar hesabı vardı. 

Birlikte dışarı çıktık. Para çekemedim. Siz geçin, ben bir de şu bankanın ATM'sine bakayım. Pantolon yaptırdım. Terziye para vermem lazım. O yüzden nakit çekmem gerek dedi. Artık kaç bankada hesabı varsa bu bordro mahkumunun.

Az sonra dediğim çay ocağına geldi. O ATM'den de para çekememiş. Ne kadar lazım, vereyim dedim. İyi olur, ben size EFT yapayım dedi. Dinî bütün ve hamasi yönü güçlü bu arkadaşın da döviz hesaplarının olması garibime gitmedi değil. 

Yine mevcut durumu savunan bir arkadaştan birkaç günlüğüne harçlık türünden küçük para istedim. Hepsinde de yok dedi. Çay içip kalktıktan sonra sen git, ben şu bankaya uğrayacağım. Ardından gelirim dedi. Gittiğim yerde öğrendim ki pek TL tutmuyormuş cebinde bizimki. Onun da döviz hesapları varmış. Cebinde TL tutmayan bana nasıl harçlık versin, öyle değil mi? 

Sonra sonra öğrendim ki nice tanıdıklarım dövizin yanında parasını kur ve altın garantide değerlendirmiş o süreçte. 

Herkesin tercihine saygı duysam da garipsemedim desem yanlış olur. 

İşin ilginci, döviz hesabı olduğunu öğrendiğim ne kadar tanıdığım varsa mevcudu savunan, dini hassasiyeti olan, milliyetçi veya milliyetçiliğe sempati ile bakan ve pek eleştiriye gelmeyen kişiler. En azından çoğunluğu böyle. Bu tiplerin bir diğer yönü de pek maddi sıkıntısı olmayan tuzu kuru kişiler. Bu tiplere bu ne yaman çelişki ve görüntü demek lazım ama boş ver. Herkesin bir bildiği vardır. Bir de paranın durmadan pul olmaya devam ettiği bir zamanda parasını döviz de değerlendirenlere kızmaya, gönül koymaya hakkımız yok. Öyle ya herkes parasının değerini korumaya çalışıyor. Benimki de aşırı bir hassasiyet olsa gerek. Sonra bana ne? Kim parasını nerede değerlendirirse değerlendirsin. Yine de çelişki yaşamasalar daha iyi olur. 

Neyse ben geleyim kendime. Yukarıda dedim hiç döviz hesabım olmadı diye. Üç beş kuruşum olduğunda, cebimdeki parayı para babaları bilirmişçesine altın yükselişe geçer. Olmayacak, daha da yükselecek. Alayım bari derim. Ben aldıktan sonra altın önce durur, sonra düşüşe geçer. Bu kadarla kalsa iyi. Ne zaman nakit ihtiyacından dolayı altın bozdurmam gerekirse altın dip yapar. Aldığımdan daha aşağıya bozdururum. Bu durum yani yüksekten alıp düşmesi, bozdururken de düşük seviyede bozdurmam bende bir gelenek. Bu gelenek sanırım benimle gidecek. Şu var ki parayı değerlendirme yönünden bahtsız bedeviyim desem yanlış olmaz.

Bir sonraki yazımda da nasip olursa, “Eşeğimi Buldum” başlığıyla, nasıl ve ne kadar döviz aldığımı, dövizin başına ne geldiğini anlatmak isterim.

Hz Muhammed Niçin Doğumunda Anılır?

Doğumu dolayısıyla Mevlidi Nebi adı altında Hz Muhammed anıldı. Cami veya salonlarda bir dizi anma programları düzenlendi. Güne dair minarelerden salalar verildi. Aramalar ve WhatsApp mesajlarıyla insanlar birbirlerinin kandillerini tebrik etti. 

Güne dair gül takdim edilirdi. Yine devam ediyor mu bilmiyorum.

Kutlu Doğum adı altında anma programlarında yemek verme de yaygınlaşmıştı. Nisan ayında yapılan bu anmalar kaldırılınca külfetli anmalar da son buldu.

Kayalıpark’ta gündüz vakti yol alırken yine güne dair bir etkinlik vardı. Salavat sesi geliyordu ben ilerlerken. Sanırım lokma türünden ikram yapılıyordu. 

Yine kandil dolayısıyla camilerde vaazlar verilir, mevlitler okunur, salavatlar getirilir. Bazı camilerde tespih namazları kılınır.

Tüm bu anma programları örnek olarak kabul edilen Hz Muhammed'i anlamaya yönelik olduğu aşikar. Anılır ama şimdi konumuz değil. Yalnız ne kadar örnek alındığı da tartışılır.

Dikkatimi çeken bir hususu burada ele almak isterim. Anılan ne kadar önemli ve tarihi şahsiyet varsa hepsinin ortak noktası, vefat günleri dolayısıyla anma programlarının düzenlenmesi. Bunun tek istisnası Hz Muhammed'dir. Hz Muhammed ölümü dolayısıyla değil de doğumu dolayısıyla anılır. Halbuki maksat Hz Muhammed'in örnekliğini insanlara duyurmak ve herkesin onu örnek almasını istemek ise pekala vefatı dolayısıyla yapılan anma programlarında da bu maksada ulaşılabilir. 

O zaman nedir Hz Muhammed'i diğer önemli şahsiyetlerin ayıran önemli sebep? Doğrusunu isterseniz, bunun cevabını bilmiyorum. Sadece üzerinde yorum yapabilirim. 

Yanlış bilgi verip yanlış değerlendirmede bulunmayayım. İsa peygamber de Hristiyanlar tarafından her yıl doğumu dolayısıyla Noel adı altında kutlanır.

Bir de 1940 yılında kurulup 1954 yılında kapatılan Köy Enstitülerinin açılışı her yıl anılır.

Başka var mı bilmiyorum. Aklıma gelenler bu üç örnek.

Hz İsa’nın doğum günü dolayısıyla anılması anlaşılabilir. Çünkü Hz İsa’nın ne zaman vefat ettiği, vefat edip etmediği, çarmıha gerilip gerilmediği, halen yaşayıp yaşamadığı, göğe yükselip yükselmediği tartışma konusu. O yüzden doğum tarihi net olmasa da Hz İsa’nın doğumunda anılması normal.

Köy Enstitülerinin kapatılmasına rağmen açılışının her yıl anılması ise bir özlemin göstergesi olsa gerek.

Hz Muhammed’e gelince, Hz Muhammed’in doğum tarihi de tam net değil. 570 diyen var, 571 diyen var. Halbuki Hz Muhammed’in vefat tarihi net. Buna rağmen vefatı yerine doğumunda anılıyor. Hem doğumunda hem de vefatında anılsa bir sevginin ve vefanın örneği dersin. Sadece doğumunda anılması, tıpkı Köy Enstitülerinin açılışını kutlayanlar gibi peygambere bir özlem olabilir. Bir de ölümünü hatırlamak istememe olabilir. Acaba öldüğüne inanmama düşüncesi de olabilir mi?