13 Eylül 2024 Cuma

Allah Korkusu Eğitimi Yeterli Olur mu? *

Zaman zaman bir şeyden dert yandığımızda, "Allah korkusu yok bunlarda, vicdansız bunlar, Allah'tan korkmadığı gibi kuldan da utanmıyor. Bu tiplerin ar damarı çatlamış" deriz.

Yine başımıza gelen olumsuzluklar karşısında, "Tüm bu başımıza gelenler İslam'ı yaşamadığımızdan. İslam'ı yaşasak, İslam kanunları geçerli olsa bunlar başımıza gelmez" deriz.

Daha neler deriz neler... 

Bu kervana etkili ve de yetkili bir büyüğümüz de katılmış. Bir topluluğa yaptığı konuşmada mealen şöyle demiş: "Derdimiz bilgi değil. Bilgi meslekte ve üniversitede öğrenilir. Eğitim şart. 4-6 yaştan itibaren çocuklarımıza Allah korkusunu, kuldan utanmasını, milli ve manevi değerleri öğretmemiz, bunların eğitimini vermemiz; vatan, millet ve bayrak sevgisini vermemiz lazım. Bunları verdik mi ondan sonra nereye giderse gitsin, ondan korkma. Burada en büyük sorumluluk annelerindir. Sonra okul, sonra çevre gelir. Anneler tam görevini yapmıyor. Baba çocuğunu sabah namazına kaldırıyor, anne yatsın diyor. Olmaz böyle. Sonra çocuğu 10 yaşına gelince, bu çocuk niye böyle diye dert yanıyor...".

Bu tür dert yanmaları değerlendirmeye geçmeden önce bazı sorular sormak istiyorum. İnsanların kötülük yapmasının önüne geçmede en etkili yöntem nedir? Bence önce bunu tespit etmek lazım. Kötülüğü önlemede ve çocuk yetiştirmede en etkili yöntem;

Allah korkusunu ve kuldan utanmayı ta küçüklükten çocuğa yerleştirmek mi? 

Milli ve manevi değerleri, vatan ve bayrak sevgisini küçüklükte aşılamak mı? 

Çocuklara ahiret korkusunu vermek mi? 

Yoksa her şeyin en iyisini ve güzelini yapma konusunda büyüklerin küçüklere örnek olması mı? 

Ya da her şeyin kuralının olduğu, bu kuralların işlediği, kurallara uymayanların denetlenip takip edildiği, aykırı hareket edenler hakkında caydırıcı cezaların verildiği, kimsenin yaptığının yanına kâr kalmadığı işleyen bir sistemi kurmak mı daha etkili? 

İnsanların yerleşik hayata geçmediği, devlet yapısının olmadığı zamanlarda, kişileri kötülüklerden alıkoymak ve kötülükleri önlemek için Allah korkusu, vicdan, ahirette hesaba çekilme, cennet ve cehennem, milli ve manevi değerler, ahlak eğitiminin verilmesi, örf ve adetler gibi hususlar etkili ve caydırıcı olabilir. 

İnsanlar, topluluklar ve milletler bir devlet çatısı altında yerleşik hayata geçmiş, kurdukları bu devlet, kanun ve anayasasını yazmış ve uygulamaya başlamışsa, aksi davrananlara yaptırım ve caydırıcı cezalar uygulanıyorsa, vatandaş devletin nefesini arkasında her daim hissediyorsa, bu devletin kanun, kural ve anayasası Allah korkusundan, vicdandan, kuldan utanmadan, milli ve manevi değerler eğitiminden daha etkili olur. 

Mesela bugün kamera, mobese gibi teknolojiler, dinden de ahlaktan da ahiret inancından da milli ve manevi değerler eğitiminden de daha etkilidir. Çünkü bir yerde mobese varsa herkes kendisine çekidüzen veriyor. Suçlu bile mobese ve kameraya rağmen suçuna devam etmez. Bir kör noktayı arar. 

Bu demek değildir ki insanlara ve çocuklara din, iman, milli ve manevi değerler, Allah korkusu verilmesin. Verilsin verilmeye. Ki Anadolu insanı olarak bu ülkede yaşayan çoğu kimse çocuğuna milli ve manevi değerleri aldırıyor. Sonuç, çoğumuz  Allah'tan korkarım dememize rağmen bu ülkede yediden yetmişe kötülük yapmaya ve suç işlemeye devam ediyoruz. Gün geçmiyor ki bu ülkenin her sokak, cadde, köy, belde, ilçe ve ilinde kötülük işlenmemiş olsun. Adeta suç makinesi gibiyiz. Bunun yerine suç işleyen yakalansa, cezası adaletli bir şekilde verilse, bu ceza caydırıcı olsa, yapanın yanına kâr kalmasa suç oranlarında çok büyük düşüş olacaktır. 

Ne demek istediğimi, işleyen devlet yapısı ve kuralları oturmuş olan ülkelere bakalım, bir de her şeyin kuralı ve cezası olduğu halde doğru dürüst uygulanmayan ülkelere bakalım. Örnek Avrupa insanı çok mu Allah'tan korkuyor da kurallara uyuyor? Biz Allah'tan korkmuyor muyuz ki kurallara uymuyoruz? Avrupa devletlerinde yaşayan bilir ki kanun ve kurala uymazsa bedeli ağırdır. Biz de biliriz ki kurala uymazsak bir yolunu bulur kurtuluruz. 

Son olarak, kurallara, milli ve manevi değerlere uymada, vatan ve millet sevgisi aşılamada, Allah korkusu, kuldan utanma ve vicdan sahibi olmada biz büyükler küçüklere iyi örnek olursak, küçükler de bizi takip eder ve örnek alır. Çünkü çocuklar bizim ileriye attığımız oklardır ve gördüğünü yapar. Değilse, değil 12 yıl eğitim ve öğretim vermeyi, sittin sene eğitsek bir arpa boyu mesafe alamayız. Unutmayalım ki çocuklar biz büyüklerin eseridir. Biz büyükler her haltı işleyelim, çocuklarımız iyi olsun. Maalesef yok böyle bir dünya.

*16.09.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

12 Eylül 2024 Perşembe

İslam Dünyasının Şeytana İhtiyacı Var mı?

Bangladeş, bir zamanlar Doğu Pakistan olarak bilinen bir ülke. 1952 yılında başlattıkları bağımsızlık mücadeleleri fayda verir, 1971 yılında bağımsız bir ülke olur.

2024 yılına gelince, "Bangladeş, 1971'deki Bağımsızlık Savaşına katılanların çocuklarına kamuda kontenjan ayırır.

Bu kararın ardından öğrenciler protestolara başlar. Protestolar sonucunda 625 kişi ölür, 18.380 kişi yaralanır.

Yüksek Mahkeme kontenjan kotasını düşürdükten sonra protestolar sona erer.

Gösterilerdeki şiddet olaylarından sorumlu tutulan Cemaati İslami Partisi ve öğrenci kolunun yasaklanmasını ardından, protestocular bu kez de gösterilerdeki yaşamını yitirenler için adalet çağrısıyla sokaklara dökülmüş. 

Ölü sayının artmasından endişe ediliyor".  

Yukarıdaki haberi "internethaber.com" sitesinden okuyunca şaşırdım. Bir o kadar da üzüldüm. 

Şaşırma ve üzülme neye yarar? Zira bir hiç uğruna 625 kişi ölmüş. 18 binden fazla kişi yaralanmış. 

Acaba bağımsızlık savaşında bu kadar ölü vermiş mi Bangladeş. Bir bakalım. Wikipedia’ya göre Bangladeş-Pakistan savaşında ölen Hintli, Bangladeşli ve Pakistanlı sayısı şöyledir: 1426 Hintli, 1525 Bangladeşli, 8000 Pakistanlı.

Hintli ve Pakistanlı ölenleri bir tarafa bırakırsak, bağımsızlık mücadelesinde 1525 insanını kaybeden Bangladeş, kamuya alımlarda ayırdığı kontenjan bahanesiyle 625 insanını kaybetmiş. Neredeyse bağımsızlık savaşındaki insanının yarıya yakını bu protestolarda can vermiş.

Değer miydi bu kadar kişinin ölmesine ya da öldürülmesine?

Değer miydi bu kadar kişinin yaralanmasına? 

Değer miydi kamuda birilerine kontenjan ayırmaya?

Bu kontenjan ayırma işi bağımsızlık savaşının hemen ardından yapılsa, dersin ki babaları canlarını vermiş, çocuklarına kamuda görev vereyim.  Yıl olmuş 2024. Hükümet 53 yıl öncesinde yararlılık gösterenlerin çocuklarını korumaya kalkıyor.

Bilmeyenler için söyleyeyim. Bangladeş resmi dini İslam olan halkının % 91’i Müslüman olan bir ülke.

Hep düşünürüm, bu ölme, öldürme işleri niçin başka ülkelerde olmaz da hep İslam ülkelerinde olur?

Bu ölme ve öldürme, savaş, iç savaş, bombalama, gerginlik, kaos, fakirlik, kan ve gözyaşı niçin başka ülkelerde değil de hep İslam ülkelerinde olur?

Huyundan mıdır, suyundan mıdır, inandıkları dini yanlış yorumladıklarından mıdır?

Niçin hiçbir İslam ülkesinde balta kamuya alım olmak üzere oturmuş, değişmeyen ve işleyen kural olmaz?

Şeytan başka ülkeleri bıraktı da sadece İslam ülkelerinde mi fitne-fücur çıkarmaktadır?

Sebep nedir bilmiyorum ama herhalde İslam dünyasının şeytana ihtiyacı yoktur. Öyle zannediyorum, şeytan “Siz kendi kendinize yetersiniz. Bana ihtiyacınız yok. Ben gidip keyif çatayım” diyerek İslam dünyasını kendi haline bırakmıştır. Çünkü şeytan uğraşsa bu kadar kişinin bir hiç uğruna ölmesini zeminini hazırlayamaz.

Çiçeği Burnunda Bir Amirin Serüveni (6)

Mesaiye riayet konusunda çok hassastı. Bazı zamanlar mesai başlamadan kalkar. Tam 08.00'de tüm katı dolaşarak odalara girer. Hangi koltuk boş tespiti yapar. Sonra makamına geçer. 

Zamanında mesaiye gelmeyenler arasında kendi koruması da vardır. 

Koruması göreve geldikten sonra korumayı tüm kurumlara gönderir. Bundan sonra mesaiye geç gelme olmayacak uyarısında bulundurur.

Hala yeni gelenler varsa merdiven başında beklemesini, kim hangi dakikada gelmişse not almasını ister. Güvenlik de merdivende durur. Üç dakika geç kaldın, on dakika geç kaldın diye el kol işareti yapar ve kara listeye isimleri ekler. 

Güvenliğin uyarısını yeterli görmez ki akşam 16.30'da mesaiye geç gelenlerin makam önünde toplanması emrini verir. 

Bir yarım saat sonra içlerinde daire amirlerinin de olduğu kişileri makamına alır. Geç kalmayacaksınız bundan sonra der birkaç defa. Ardından "Sabahın sekizinde dikti demiş içinizden biri. O hanginiz" diye  sorar. Kimseden cevap çıkmaz. İstihbaratının güçlü ve her şeyden haberinin olduğunu söyler. İyi de istihbaratı güçlü ise sekizde dikti diyeni de öğrenmiş olması gerekmez miydi. Yine kah korumasını kurumlara gönderip bir daha gecikmeyin diyeceğine kah makamına çağırıp bir daha gecikme olmasın diyeceğine, gecikenlerden savunmasını alsa daha iyi olmaz mıydı. 

Neyse biz devam edelim mesaiye özen gösteren mülki amire. 

Birkaç gün sonra hizmetlisine talimat verir. Tam 08.00’de şu kurumu ara. Daire amiri gelmiş mi öğren der. kurumu ara. Hizmetli de müftünün gelip gelmediğini telefon açarak sorar.

Aradan bir hafta geçer ki bilgi vermek için saat 11.00 sularında bir kurumdan bir görevli mülki amirle görüşmek ister ama görüşemez. Çünkü mülki amir o vakitte kahvaltısını yapıyor. 

Mesaiye riayeti personelinden isteyen, bunu sık sık yineleyen mülki amir aynı zamanda yürümeyi de sever.

Bazı günlerde yanına yazı işleri müdürünü ve iki kurum amirini de alır. Amirlerden birini sağlıkçıdan, diğerini de doğayı bilen tarımcıdan seçer. Öyle ya rahatsızlanırsa biri muayene edecek, diğeri de dağ yolunu gösterecek, yazı işleri müdürü de dağdan emir verecekse onu ilgili kurum amirine duyuracak.

Yürüyüşe de makamdan yürüyerek gitmiyor. Belli bir yere kadar makam aracı onları taşıyor. Tıpkı yürüyüşe gidenlerin evden çıkınca asansöre bindiği ve yürüyüş parkuruna kadar da arabasıyla gittiği gibi.

Mesaide hassas olduğuna göre sanırsın ki bu doğa yürüyüşünü mesaiden sonra yapıyor. Mesainin içinde yapıyor. Üstelik bunu bir değil, kaç defa yapıyor. Sakın bu ne lahana turşusu demeyin. İlçenin tek sorumlusu. Ne yapsa yeridir. Kime ne, ne zaman gideceği.

Bu doğa yürüyüşü öyle bir iki saat sürmez. Saatleri bulur. Çünkü yürüyecekler, yorulunca oturup dinlenecekler. Bir şeyler yiyip içecekler.

Sağlıkçı ilçenin tek uzmanı. Uzman doktorun yazması gereken tüm ilaçları bu uzman yazıyor. Uzman doktor yürüyüşe gidince haliyle muayeneye ve ilaç yazdırmaya gelenler de geri döner. Doktor nerede diye soranlara yürüyüşe gitti denilmez. Ya toplantıda ya da bugün muayenesi yok denir. Bu durum hastaların kaç defa başına gelir.

Hastalık beklemeye gelmez demeyin. Sağlık için yürümek de önemli. Sonra bu konularda yalan söylemede bir sakınca olmaz herhalde.

Mülki amirle görüşmeye gelen olursa geri dönecek, imzalanacak evrak varsa bekleyecek. Öyle ya günün arkası bugün mü sanki. Sonra mülki amirin mesai saatleri içerisinde yürümeye hakkı yok mu? Personel 08.00-17.00 mesaisi yapacak, o ise dağ bayır gezip dolaşacak.

11 Eylül 2024 Çarşamba

Noter Kur'ası

Toplum yararına programlar (TYP) çerçevesinde okullarda temizlik görevlisi olarak çalışmak için müracaat edenler içerisinde, şartları tutan 98 kişi içerisinden; 13 asıl, 5 yedek seçmek istiyorsunuz.

Bunun için kura çekmeniz gerekiyor. Bu kurayı da siz çekemezsiniz. Çünkü bir güvenilirliğiniz yok. Bunun için yanı başınızdaki notere müracaat ediyorsunuz.

Noter ortada siz de kenarda üç eşit insan gibi oturuyorsunuz.

Orta yere saklama kabı gibi iki kutu konuyor.

İçinde katlanmış bildiğimiz kağıtlar var.

Ama bu kağıtlar değerli kağıt kabul ediliyor.

Kuraya başlamadan önce kutuları bir güzel sallıyor ve karıştırıyor noter.

Birinden isim çekiliyor, diğerinden ya boş ya asıl ya da yedek.

Kimin bahtına ne çıkarsa artık.

Asıl çeken seviniyor, boş çeken ise kör talihine yanıyor. 

Asıl ve yedek çıkanların isimleri tutanağa geçiriliyor katip tarafından. Siz de tüm bu olup biteni izliyorsunuz.

Bir 40 dakikanın sonunda kura işlemi bitiyor. Tutanaklara imzalar atılıyor. Sandalyeden kalkılıyor. 

Ardından bu işlemi kayda geçirip sözleşme haline getirmek için noter, dairesine geçiyor ve sözleşmenin altına imza attırdıktan sonra önüne bu faturayı koyuyor.

Faturayı görünce içim cız etti. 

Vay anasına, noter olmak varmış dedim içimden. 

Benden geçti artık ama hukuk okudu iseniz; hakim, savcı, avukat olmaya falan kalkmayın. Size tavsiyem noter olun noter. Sonra demedi demeyin. 

İstenen meblağın da aynı anda yatırılması gerekiyor. 

Ödenek isteyelim. Gelinceye kadar bekler misin desen, zinhar olmaz. Parayı nereden bulursan artık. Cebinden mi verirsin, birinden emanet mi bulursun. 

Bu kura işini halletmek için haddi zatında notere para harcamaya da gerek yok aslında. Pekala kaymakamlık bünyesinde oluşturulan bir komisyon marifetiyle bu iş meccanen yapılır. 

Belli ki devlet bu işi noterlere havale ederek hem noteri kazandırıyor hem de kendisi. Çünkü fifty fifty çalışıyor zannımca. 11.09.2021

10 Eylül 2024 Salı

Ters Koltuk Fobisi

Selçuklu Ağız ve Diş Sağlığının önündeki durakta çarşıya giden 53 nolu otobüse bindim. Otobüs de doluymuş. Ağırlıklı olarak öğrenci. Belli ki bir okulun dağılma saati.

Güya oturup bir şeyler yazım çizecektim.

Oturacak yer olmayınca ortada bir köşeye kendimi verdim. Sırtımı camın önündeki korkuluğa dayadım. Bir elim yazarken diğer elim telefonu tutarken ne düştüm ne de sendeledim. Halbuki o kadar da dönmüştü otobüs. Buna da şükür. 

Elime telefonu alıp çarşı-otogar dolmuş seyahatimi otogarda otururken yazıp bitirmiştim. Sadece başlık, son rötuş ve yazıyı bağlamak kalmıştı. Ayakta dinelirken bunu hallettim. Başlığı da "Gençler ve İban" koydum.

Az sonra karşılıklı koltuklardan biri boşaldı. Geçip oturdum. Ben oturduktan sonra iki teyze bindi. Ben teyze diyorum ama belki de benden yaşça küçük bu kadınlar. Hoş, 61 yaşında olmama rağmen kendimi hala çocuk hissettiğim için her gördüğüm erkek amcamdır, kadın da teyzemdir. 

Karşımdaki genç, teyzenin birine yer verdi. Kadın teşekkür bile etmedi. "Ama ben ters oturamam ki" deyip boş koltuğa başkasının oturmasını da engelleyecek şekilde ayakta durmaya devam etti. Dolu otobüste boş koltuk buldu da ters diye beğenmiyor. Olacak şey değil. Olmadı denize nazır bir cephe verelim.

Otobüs boş olur da tercihin yönü şoföre doğru olan koltuklar olur, ters koltuğa oturmazsın. Tüm koltuklar dolu. Elde tek seçenek ters koltuk var. Onu da hanımefendi beğenmedi.

Olabilir. İnsanların zevkleri, renkleri tartışılmaz ise prensipleri de tartışılmaz. Bu durumda bu kadının ne yapması gerekir? Ayakta yolculuk yapacak. Tıpkı az önce benim dineldiğim gibi. Ama nerede? Kadının gözü sağda, solda. Acaba düz koltuklardan biri kalkar mı diye fırfır dönüyor. İki elini de düşmemek için sıkı sıkıya demirlere tutundu. Arkasındaki kadın arka taraftan bir genci kaldırmaya yeltendi. "Çocuk çocuk" diye seslendi. Arkada kim vardı. Genç duydu mu, duymazdan mı geldi bilmiyorum.

Olmayacak. Bu kadın bu haliyle az sonra üzerime de düşer. Bari oturmadığı ters koltuğa ben geçeyim. O da çok düzgün ki düzgün koltuğa otursun. Ama oturamadım. Çünkü arkasındaki kadın ters koltuğa göz dikmiş. Öbürü de benim koltuğa. Öyle ya biz erkeklerin görevi kalabalık saatlerde gezmeden gelen bu kadın teyzelere yer vermek. Yaşın isterse 61 olsun. Gerekirse yaşı benden küçük olsun. Erkek misin? Bu senin kaderin. Farzı ayın gibi bir şey bu. Özellikle Konyalı, gezmeden gelen bu teyzelere yer vermek, ters koltuk ise düzgününü vermek zorunda. Birileri bunlara özellikle kocaları, be kadın, otobüsün tenha saatinde gezmeye git, tenha saatinde dön dese. Diyemez. Çünkü aile saadeti bozulur. Üstelik gitmesiyle gelmesi bir olmuştur teyzelerin. Ta nereden nereye. Daha yorgunluğu atamadan geri dönüyorlar. Nasılsa birileri yer verecek. Ayakta duracak değiller ya. İşte, okulda yorulmuştur birileri. Hiç önemli değil. 

Ömrün büyüklerime hep yer vererek geçti. Artık yaşımı başımı aldım. Bundan sonra da oturayım diyorum ama bu yaşımda hala gezmeden gelenlere yer veriyorum. Zoruma giden de bu. Ah koltuğu da bir beğenseler. 

Yer verince bir de sen mi yer veriyorsun demez mi? Teşekkür hak getire. Lügatlerinde yok. Çünkü görevin zaten. Ayakta da yer yoksa sırtına alacaksın. Ah bir de memnun edebilsek. Bereket cam kenarını isterim demedi.

Kalkıp arka tarafa yöneldim. Kız öğrencinin biri kalkıp buyur amca dedi. Kızım, rahatsız olma lütfen dedim. Yok amca zaten ineceğim dedi. Ben de bana yer verdi diye sevinmiştim halbuki. Hoş, yer verdikleri zaman da rahatsız oluyorum. Lütfen oturun diye ısrar ediyorum bu yaşta torunum yaştaki çocuklara. 

Ama gel gör ki teyzelerde bu hassasiyet yok. Anlattığım gibi koltuk da beğenmiyorlar. Hepsini aynı kefeye koymayayım. İçlerinde az da olsa hassasiyet sahibi olanlar var. Teşekkür ede ede bitiremiyorlar.

Bu teyzeler, ehliyet alıp arabayla gezmeye gitmeyi niye düşünmüyorlar acaba?

Neyse teyzenin bana yapmadığı teşekkürü ben ona edeyim. Çünkü yer verip arkaya geçince bu teyzeyi yazmaya koyuldum. Bir baktım. Kültür parktayım. Sayelerinde vakit nasıl geçti bilemedim. 

İndiğime göre bu yazı da burada bitmeli. 

Gençler ve Iban

Ne zamandır şehir içi minibüslerine binmişliğim yok. Gideceğim yere çoğunlukla yürürüm. Yürümezsem otobüsleri tercih ederim ya da arabamla giderim.

Bir tanıdığımla görüşmek için Beyhekim'e gitmem gerek. Orası yürümek için uzun. En iyisi şeytanın bacağını kırayım deyip minibüse bindim. Minibüsün sağında kalan üç oturak dolu olduğu için mecburen sol tarafındaki tekli koltuklardan birine oturdum. Saat 15.00 suları idi. Haliyle güneş batıdan cama, camdan da bana geliyor. Minibüste klima yok. Varsa da çalışmıyor. Doğal klima olarak üst taraftaki havalandırma açık. Oradan gelen serinlik ise camdan vuran güneşin verdiği sıcaklığı engellemediği gibi bana mısın demedi. 

Bir an için dolmuşta mıyım, saunada mıyım diye düşündüm. Çünkü hem yandım hem piştim hem de terledim.

Düşmüştüm bir kere. Çekeceğim artık. Ama ne zaman bitecek bu çileli yolculuk. Çünkü indi bindi çok oluyor. 

Ama bir iyiliği var. 20 liraya sauna hizmeti. Bu paraya saunanın kapısından içeri almazlar.

Yine dolmuş durdu mutat olarak. Bu sefer elinde valizle bir genç bindi. Otogara gidiyor musun dedi. Evet dedi şoför. Genç, abi askerim, param yok. İban atayım dedi cep telefonunu göstererek. Kaptan İban olmaz. Askersen seni götürürüm, geç otur dedi. Genç teşekkür ederek arka tarafa geçip oturdu. 

Gençlikte bir İban furyası var. İban olunca cepte para taşıma ihtiyacı da hissetmiyorlar. Bende de var bu tür yeni nesil. Onda da pek para olmaz. Zaman zaman paran var mı derim. Nakit yok ama İban var der hep. Yani hesaplarında harcayacak paraları var gençlerin ama nakit taşıyacak takatleri yok. Siz buna üşengeçlik mi dersiniz, vurdumduymazlık mı dersiniz, buna güven mi dersiniz ya da ne derseniz deyin. Şu var ki gençler nakit taşımayı sevmiyor. Gerçi taşışalar ne olacak. Nakit çekseler, cep kabarık oluyor. Zaten dar giydikleri için cepleri de pek kullanıma uygun değil. Haydi kabarık da olsa taşısalar diyelim. İyi de hazıra dağ dayanmaz dedikleri gibi nakit de dayanmıyor ki. Haliyle durmadan ATM'ye gitmektense ibana başvurmak gençlerin işine geliyor.

Bu arada yakıcı ve boğucu sıcak yine vurmaya devam ediyor. Derken görüşeceğim kişi, sanayideyim. Gelmem beşi bulur mesajı gönderdi. Cevabımı beklemeden, parça geldi, tamam dörtte olurum mesajını yazdı. Zaten dörtte buluşacaktık.

Otogara yaklaşırken görüşeceğim kişiyi aradım. Sanayi tarafında isen otogarda buluşalım, uygun mu dedim. Uygun ama sanayide daha işim bitmedi dedi. Problem değil, ben seni otogarda beklerim dedim, anlaştık. 

Ardından şoföre ben otogarda ineceğim dedim, indim. 

Dolmuştan inince yine yakıcı güneşe rağmen dünya varmış dedim. Ne de olsa kapalı yerden açık havaya çıkmıştım.

Bu yazıyı da otogarın bekleme salonunda gölgede otururken yazmaya başladım. 

Kısa günün kârı. Hem Beyhekim'e kadar gitmedim hem dolmuşun saunasından kurtuldum hem nice sonra otogarı görmüş oldum hem de tanıdığımı beklerken bu yazıyı kaleme alınca vaktin ne zaman geçtiğini anlayamadım. En iyi tarafı da dolmuştan kurtulmaktı. Otogarı da en son Yaka-Otogar yürüyüşünde içine girmeden ışıkların oradan görmüştüm. Pandemi zamanıydı sanırım. Kanal boyundan 12 km idi. Dönüşte ise tramvay yolunu takip ettim 10 km idi. Kısaca gidiş dönüşüm 22 km tutmuştu yürüyerek.

Tekrar askerin yol ücreti olarak İban atayım demesine geleyim. Asker doğru mu söylüyor yalan mı bilemem ama pek yalan söyleyecek birine benzemiyordu. Sonra 15 lira için yalan söylemeye değmezdi. Yalnız genç elinde valiz otogara geldiğine göre askere gidiyor. İyi de askere gidenin cebinde hiç nakit olmaz mı? Bu genci askere uğurlayanlar cebine harçlık koymadı mı yoksa harçlıklar da mı ibana döndü? Mübarek, dolmuşa da İban teklif edilmez ki. Bir de teslim olacağı şehre varsa teslim olmadan önce şurada bir bardak çay içeyim dese onlara da mı İban atmaya kalkacak? Bu kadar rahatlığa da pes doğrusu. Ha genç askerden gelse, sıfırı ya da nakdi tüketmiş dersin.

Artık gencin vebali boynuna. Bu arada para almadan otogara kadar götüren şoförü de tebrik etmek lazım. Herkes yapmaz bunu. Gerçi bizim milletimizin askere karşı ayrı bir sevgisi var. Askeri gördü mü yağları eriyiverir. Gerekirse karnını da doyurur. 

9 Eylül 2024 Pazartesi

Dünyada Üstün Irk Var mı? *

Dünyada üstün ırk var mı bilmem ama bir mavi kandan bahsediliyor. Kan adına bugüne kadar da bildiğim kırmızı kandır. Mavi kan var mı, bu bir mitoloji mi bunu da bilmiyorum. Ama bazı ülkelerin bayraklarında hakim renk olarak maviyi görmek mümkün.

Mitolojilerde özellikle Sümer tabletlerinde iki tür varlıktan bahsedilir. Biri dünyalı, diğeri de dünya dışından gelmiş insan türü. Bunlara uzaylı da deniyor. Hatta uzaylıların bir müddet yeryüzünde durduğu, burayı yönettiği, bunlara yarı ilah muamelesi yapıldığı, buradaki bazı kadınlarla ilişkiye girdikleri, bu ilişkiden çocukları olduğu, bu uzaylıların yeryüzündeki insanlara göre daha fazla bilgiye sahip oldukları, bazı bilgileri insanlara öğrettikleri, Nuh tufanından sonra uzaydan gelenlerin yeryüzünü terk ettikleri, bugün yeryüzünde hakim olanların, uzaylıların yerdeki bazı kadınlarla ilişki sonucu doğanlar olduğu belirtiliyor.

Enok (İdris) kitabında ise gökyüzünden 200 kadar düşmüş meleğin yeryüzüne inip kadınlarla cinsel ilişkiye girdikleri, babası düşmüş melek, annesi dünyalı insanların dünyada yaşadığı, bunlara Tevrat'ta Nefilimler, başka kaynaklarda ise dev dendiği, bunların mavi ve kırmızı renk karışımı kana sahip olduğu sanal alemde dolaşımda. Sümer tabletlerinde anlatılanların bir çoğunun ilahi dinlerin kitaplarında da yer aldığı, ilahi dinler mi bunlardan faydalandı ya da Sümerliler mi ilahi dinlerden bu bilgileri aldığı da tartışma konusu.

Biz gelelim yarı uzaylı, yarı dünyalı insan tipine. İşte bunlara mavi kan deniyor. Bunlar kendilerini üstün ırk kabul ediyor. Sermaye, teknoloji, bilim, ticaret vb. her alanda söz sahibi olan 13 zenginin de mavi kandan oldukları, dünyada her şeye bunların yön verdiği yazılıp çiziliyor.

Üstün ırk anlamına gelen bu mavi renk aynı zamanda bazı ülkelerin bayrak renklerine de yansımıştır. Mesela bu ülkelerden bir tanesi de İsrail bayrağı. Alt ve üstte mavi renk, ortada beyaz renk, beyaz rengin üzerinde Davut yıldızı tasviri var. Bir başka husus, Yahudilikte Yahudi olmak için Yahudi anneden doğma şartı da düşündürüyor.

Bugün sayıları çok az olmasına rağmen başta sermaye, teknoloji ve bilim olmak üzere Yahudiler diğer milletlere göre açık ara öndeler. Her ülkede güçlü lobileri var. İstihbaratları da güçlü. Yeni icat ve Nobel Barış Ödülü alanların ekseriyeti belki de hepsi Yahudi uyruklu. Belki de bugün dünya sermayesinin yüzde seksenini elinde bulunduran 13 zengin de Yahudi’dir. Bugün Ortadoğu’da olup biten her şeyin İsrail'in güvenliği için yapıldığı da bir gerçektir. Arap Baharı adı altında İsrail'e potansiyel tehdit ülkeler olan Mısır, Irak, Suriye ve Libya'nın zayıflatılması ve devletsizleştirilmesi buna verilebilecek bir örnektir. İsrail'in dünyadaki tepkiye rağmen Gazze'yi yerle bir etmesi, buna kimsenin sesini çıkaramaması da örnek olarak verilebilir.

Tüm bunlar acaba Yahudiler üstün ırk mı ya da onlar kendilerini üstün ırk olarak mı görüyor diye düşündürüyor.

Kur'an'da, yanlış hatırlamıyorsam, iki ayette, "Size verdiğim nimetleri ve sizi aleme üstün kıldığımı hatırlayın" denmesi ve arzımevud (Yehova'nın kendilerine vermeyi vadettiği kutsal topraklar), acaba bunlar ayrıcalıklı kul mu diye düşündürüyor.

Yahudiler ya da mavi kanlılar üstün ırk ise kırmızı kan taşıyan diğer insanlar hangi veya nasıl ırk oluyor?

*30.09.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.