Ana içeriğe atla

Çiçeği Burnunda Bir Amirin Serüveni (6)

Mesaiye riayet konusunda çok hassastı. Bazı zamanlar mesai başlamadan kalkar. Tam 08.00'de tüm katı dolaşarak odalara girer. Hangi koltuk boş tespiti yapar. Sonra makamına geçer. 

Zamanında mesaiye gelmeyenler arasında kendi koruması da vardır. 

Koruması göreve geldikten sonra korumayı tüm kurumlara gönderir. Bundan sonra mesaiye geç gelme olmayacak uyarısında bulundurur.

Hala yeni gelenler varsa merdiven başında beklemesini, kim hangi dakikada gelmişse not almasını ister. Güvenlik de merdivende durur. Üç dakika geç kaldın, on dakika geç kaldın diye el kol işareti yapar ve kara listeye isimleri ekler. 

Güvenliğin uyarısını yeterli görmez ki akşam 16.30'da mesaiye geç gelenlerin makam önünde toplanması emrini verir. 

Bir yarım saat sonra içlerinde daire amirlerinin de olduğu kişileri makamına alır. Geç kalmayacaksınız bundan sonra der birkaç defa. Ardından "Sabahın sekizinde dikti demiş içinizden biri. O hanginiz" diye  sorar. Kimseden cevap çıkmaz. İstihbaratının güçlü ve her şeyden haberinin olduğunu söyler. İyi de istihbaratı güçlü ise sekizde dikti diyeni de öğrenmiş olması gerekmez miydi. Yine kah korumasını kurumlara gönderip bir daha gecikmeyin diyeceğine kah makamına çağırıp bir daha gecikme olmasın diyeceğine, gecikenlerden savunmasını alsa daha iyi olmaz mıydı. 

Neyse biz devam edelim mesaiye özen gösteren mülki amire. 

Birkaç gün sonra hizmetlisine talimat verir. Tam 08.00’de şu kurumu ara. Daire amiri gelmiş mi öğren der. kurumu ara. Hizmetli de müftünün gelip gelmediğini telefon açarak sorar.

Aradan bir hafta geçer ki bilgi vermek için saat 11.00 sularında bir kurumdan bir görevli mülki amirle görüşmek ister ama görüşemez. Çünkü mülki amir o vakitte kahvaltısını yapıyor. 

Mesaiye riayeti personelinden isteyen, bunu sık sık yineleyen mülki amir aynı zamanda yürümeyi de sever.

Bazı günlerde yanına yazı işleri müdürünü ve iki kurum amirini de alır. Amirlerden birini sağlıkçıdan, diğerini de doğayı bilen tarımcıdan seçer. Öyle ya rahatsızlanırsa biri muayene edecek, diğeri de dağ yolunu gösterecek, yazı işleri müdürü de dağdan emir verecekse onu ilgili kurum amirine duyuracak.

Yürüyüşe de makamdan yürüyerek gitmiyor. Belli bir yere kadar makam aracı onları taşıyor. Tıpkı yürüyüşe gidenlerin evden çıkınca asansöre bindiği ve yürüyüş parkuruna kadar da arabasıyla gittiği gibi.

Mesaide hassas olduğuna göre sanırsın ki bu doğa yürüyüşünü mesaiden sonra yapıyor. Mesainin içinde yapıyor. Üstelik bunu bir değil, kaç defa yapıyor. Sakın bu ne lahana turşusu demeyin. İlçenin tek sorumlusu. Ne yapsa yeridir. Kime ne, ne zaman gideceği.

Bu doğa yürüyüşü öyle bir iki saat sürmez. Saatleri bulur. Çünkü yürüyecekler, yorulunca oturup dinlenecekler. Bir şeyler yiyip içecekler.

Sağlıkçı ilçenin tek uzmanı. Uzman doktorun yazması gereken tüm ilaçları bu uzman yazıyor. Uzman doktor yürüyüşe gidince haliyle muayeneye ve ilaç yazdırmaya gelenler de geri döner. Doktor nerede diye soranlara yürüyüşe gitti denilmez. Ya toplantıda ya da bugün muayenesi yok denir. Bu durum hastaların kaç defa başına gelir.

Hastalık beklemeye gelmez demeyin. Sağlık için yürümek de önemli. Sonra bu konularda yalan söylemede bir sakınca olmaz herhalde.

Mülki amirle görüşmeye gelen olursa geri dönecek, imzalanacak evrak varsa bekleyecek. Öyle ya günün arkası bugün mü sanki. Sonra mülki amirin mesai saatleri içerisinde yürümeye hakkı yok mu? Personel 08.00-17.00 mesaisi yapacak, o ise dağ bayır gezip dolaşacak.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde