Ana içeriğe atla

İslam Dünyasının Şeytana İhtiyacı Var mı?

Bangladeş, bir zamanlar Doğu Pakistan olarak bilinen bir ülke. 1952 yılında başlattıkları bağımsızlık mücadeleleri fayda verir, 1971 yılında bağımsız bir ülke olur.

2024 yılına gelince, "Bangladeş, 1971'deki Bağımsızlık Savaşına katılanların çocuklarına kamuda kontenjan ayırır.

Bu kararın ardından öğrenciler protestolara başlar. Protestolar sonucunda 625 kişi ölür, 18.380 kişi yaralanır.

Yüksek Mahkeme kontenjan kotasını düşürdükten sonra protestolar sona erer.

Gösterilerdeki şiddet olaylarından sorumlu tutulan Cemaati İslami Partisi ve öğrenci kolunun yasaklanmasını ardından, protestocular bu kez de gösterilerdeki yaşamını yitirenler için adalet çağrısıyla sokaklara dökülmüş. 

Ölü sayının artmasından endişe ediliyor".  

Yukarıdaki haberi "internethaber.com" sitesinden okuyunca şaşırdım. Bir o kadar da üzüldüm. 

Şaşırma ve üzülme neye yarar? Zira bir hiç uğruna 625 kişi ölmüş. 18 binden fazla kişi yaralanmış. 

Acaba bağımsızlık savaşında bu kadar ölü vermiş mi Bangladeş. Bir bakalım. Wikipedia’ya göre Bangladeş-Pakistan savaşında ölen Hintli, Bangladeşli ve Pakistanlı sayısı şöyledir: 1426 Hintli, 1525 Bangladeşli, 8000 Pakistanlı.

Hintli ve Pakistanlı ölenleri bir tarafa bırakırsak, bağımsızlık mücadelesinde 1525 insanını kaybeden Bangladeş, kamuya alımlarda ayırdığı kontenjan bahanesiyle 625 insanını kaybetmiş. Neredeyse bağımsızlık savaşındaki insanının yarıya yakını bu protestolarda can vermiş.

Değer miydi bu kadar kişinin ölmesine ya da öldürülmesine?

Değer miydi bu kadar kişinin yaralanmasına? 

Değer miydi kamuda birilerine kontenjan ayırmaya?

Bu kontenjan ayırma işi bağımsızlık savaşının hemen ardından yapılsa, dersin ki babaları canlarını vermiş, çocuklarına kamuda görev vereyim.  Yıl olmuş 2024. Hükümet 53 yıl öncesinde yararlılık gösterenlerin çocuklarını korumaya kalkıyor.

Bilmeyenler için söyleyeyim. Bangladeş resmi dini İslam olan halkının % 91’i Müslüman olan bir ülke.

Hep düşünürüm, bu ölme, öldürme işleri niçin başka ülkelerde olmaz da hep İslam ülkelerinde olur?

Bu ölme ve öldürme, savaş, iç savaş, bombalama, gerginlik, kaos, fakirlik, kan ve gözyaşı niçin başka ülkelerde değil de hep İslam ülkelerinde olur?

Huyundan mıdır, suyundan mıdır, inandıkları dini yanlış yorumladıklarından mıdır?

Niçin hiçbir İslam ülkesinde balta kamuya alım olmak üzere oturmuş, değişmeyen ve işleyen kural olmaz?

Şeytan başka ülkeleri bıraktı da sadece İslam ülkelerinde mi fitne-fücur çıkarmaktadır?

Sebep nedir bilmiyorum ama herhalde İslam dünyasının şeytana ihtiyacı yoktur. Öyle zannediyorum, şeytan “Siz kendi kendinize yetersiniz. Bana ihtiyacınız yok. Ben gidip keyif çatayım” diyerek İslam dünyasını kendi haline bırakmıştır. Çünkü şeytan uğraşsa bu kadar kişinin bir hiç uğruna ölmesini zeminini hazırlayamaz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde