Ana içeriğe atla

Gençler ve Iban

Ne zamandır şehir içi minibüslerine binmişliğim yok. Gideceğim yere çoğunlukla yürürüm. Yürümezsem otobüsleri tercih ederim ya da arabamla giderim.

Bir tanıdığımla görüşmek için Beyhekim'e gitmem gerek. Orası yürümek için uzun. En iyisi şeytanın bacağını kırayım deyip minibüse bindim. Minibüsün sağında kalan üç oturak dolu olduğu için mecburen sol tarafındaki tekli koltuklardan birine oturdum. Saat 15.00 suları idi. Haliyle güneş batıdan cama, camdan da bana geliyor. Minibüste klima yok. Varsa da çalışmıyor. Doğal klima olarak üst taraftaki havalandırma açık. Oradan gelen serinlik ise camdan vuran güneşin verdiği sıcaklığı engellemediği gibi bana mısın demedi. 

Bir an için dolmuşta mıyım, saunada mıyım diye düşündüm. Çünkü hem yandım hem piştim hem de terledim.

Düşmüştüm bir kere. Çekeceğim artık. Ama ne zaman bitecek bu çileli yolculuk. Çünkü indi bindi çok oluyor. 

Ama bir iyiliği var. 20 liraya sauna hizmeti. Bu paraya saunanın kapısından içeri almazlar.

Yine dolmuş durdu mutat olarak. Bu sefer elinde valizle bir genç bindi. Otogara gidiyor musun dedi. Evet dedi şoför. Genç, abi askerim, param yok. İban atayım dedi cep telefonunu göstererek. Kaptan İban olmaz. Askersen seni götürürüm, geç otur dedi. Genç teşekkür ederek arka tarafa geçip oturdu. 

Gençlikte bir İban furyası var. İban olunca cepte para taşıma ihtiyacı da hissetmiyorlar. Bende de var bu tür yeni nesil. Onda da pek para olmaz. Zaman zaman paran var mı derim. Nakit yok ama İban var der hep. Yani hesaplarında harcayacak paraları var gençlerin ama nakit taşıyacak takatleri yok. Siz buna üşengeçlik mi dersiniz, vurdumduymazlık mı dersiniz, buna güven mi dersiniz ya da ne derseniz deyin. Şu var ki gençler nakit taşımayı sevmiyor. Gerçi taşışalar ne olacak. Nakit çekseler, cep kabarık oluyor. Zaten dar giydikleri için cepleri de pek kullanıma uygun değil. Haydi kabarık da olsa taşısalar diyelim. İyi de hazıra dağ dayanmaz dedikleri gibi nakit de dayanmıyor ki. Haliyle durmadan ATM'ye gitmektense ibana başvurmak gençlerin işine geliyor.

Bu arada yakıcı ve boğucu sıcak yine vurmaya devam ediyor. Derken görüşeceğim kişi, sanayideyim. Gelmem beşi bulur mesajı gönderdi. Cevabımı beklemeden, parça geldi, tamam dörtte olurum mesajını yazdı. Zaten dörtte buluşacaktık.

Otogara yaklaşırken görüşeceğim kişiyi aradım. Sanayi tarafında isen otogarda buluşalım, uygun mu dedim. Uygun ama sanayide daha işim bitmedi dedi. Problem değil, ben seni otogarda beklerim dedim, anlaştık. 

Ardından şoföre ben otogarda ineceğim dedim, indim. 

Dolmuştan inince yine yakıcı güneşe rağmen dünya varmış dedim. Ne de olsa kapalı yerden açık havaya çıkmıştım.

Bu yazıyı da otogarın bekleme salonunda gölgede otururken yazmaya başladım. 

Kısa günün kârı. Hem Beyhekim'e kadar gitmedim hem dolmuşun saunasından kurtuldum hem nice sonra otogarı görmüş oldum hem de tanıdığımı beklerken bu yazıyı kaleme alınca vaktin ne zaman geçtiğini anlayamadım. En iyi tarafı da dolmuştan kurtulmaktı. Otogarı da en son Yaka-Otogar yürüyüşünde içine girmeden ışıkların oradan görmüştüm. Pandemi zamanıydı sanırım. Kanal boyundan 12 km idi. Dönüşte ise tramvay yolunu takip ettim 10 km idi. Kısaca gidiş dönüşüm 22 km tutmuştu yürüyerek.

Tekrar askerin yol ücreti olarak İban atayım demesine geleyim. Asker doğru mu söylüyor yalan mı bilemem ama pek yalan söyleyecek birine benzemiyordu. Sonra 15 lira için yalan söylemeye değmezdi. Yalnız genç elinde valiz otogara geldiğine göre askere gidiyor. İyi de askere gidenin cebinde hiç nakit olmaz mı? Bu genci askere uğurlayanlar cebine harçlık koymadı mı yoksa harçlıklar da mı ibana döndü? Mübarek, dolmuşa da İban teklif edilmez ki. Bir de teslim olacağı şehre varsa teslim olmadan önce şurada bir bardak çay içeyim dese onlara da mı İban atmaya kalkacak? Bu kadar rahatlığa da pes doğrusu. Ha genç askerden gelse, sıfırı ya da nakdi tüketmiş dersin.

Artık gencin vebali boynuna. Bu arada para almadan otogara kadar götüren şoförü de tebrik etmek lazım. Herkes yapmaz bunu. Gerçi bizim milletimizin askere karşı ayrı bir sevgisi var. Askeri gördü mü yağları eriyiverir. Gerekirse karnını da doyurur. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde