Ana içeriğe atla

Ters Koltuk Fobisi

Selçuklu Ağız ve Diş Sağlığının önündeki durakta çarşıya giden 53 nolu otobüse bindim. Otobüs de doluymuş. Ağırlıklı olarak öğrenci. Belli ki bir okulun dağılma saati.

Güya oturup bir şeyler yazım çizecektim.

Oturacak yer olmayınca ortada bir köşeye kendimi verdim. Sırtımı camın önündeki korkuluğa dayadım. Bir elim yazarken diğer elim telefonu tutarken ne düştüm ne de sendeledim. Halbuki o kadar da dönmüştü otobüs. Buna da şükür. 

Elime telefonu alıp çarşı-otogar dolmuş seyahatimi otogarda otururken yazıp bitirmiştim. Sadece başlık, son rötuş ve yazıyı bağlamak kalmıştı. Ayakta dinelirken bunu hallettim. Başlığı da "Gençler ve İban" koydum.

Az sonra karşılıklı koltuklardan biri boşaldı. Geçip oturdum. Ben oturduktan sonra iki teyze bindi. Ben teyze diyorum ama belki de benden yaşça küçük bu kadınlar. Hoş, 61 yaşında olmama rağmen kendimi hala çocuk hissettiğim için her gördüğüm erkek amcamdır, kadın da teyzemdir. 

Karşımdaki genç, teyzenin birine yer verdi. Kadın teşekkür bile etmedi. "Ama ben ters oturamam ki" deyip boş koltuğa başkasının oturmasını da engelleyecek şekilde ayakta durmaya devam etti. Dolu otobüste boş koltuk buldu da ters diye beğenmiyor. Olacak şey değil. Olmadı denize nazır bir cephe verelim.

Otobüs boş olur da tercihin yönü şoföre doğru olan koltuklar olur, ters koltuğa oturmazsın. Tüm koltuklar dolu. Elde tek seçenek ters koltuk var. Onu da hanımefendi beğenmedi.

Olabilir. İnsanların zevkleri, renkleri tartışılmaz ise prensipleri de tartışılmaz. Bu durumda bu kadının ne yapması gerekir? Ayakta yolculuk yapacak. Tıpkı az önce benim dineldiğim gibi. Ama nerede? Kadının gözü sağda, solda. Acaba düz koltuklardan biri kalkar mı diye fırfır dönüyor. İki elini de düşmemek için sıkı sıkıya demirlere tutundu. Arkasındaki kadın arka taraftan bir genci kaldırmaya yeltendi. "Çocuk çocuk" diye seslendi. Arkada kim vardı. Genç duydu mu, duymazdan mı geldi bilmiyorum.

Olmayacak. Bu kadın bu haliyle az sonra üzerime de düşer. Bari oturmadığı ters koltuğa ben geçeyim. O da çok düzgün ki düzgün koltuğa otursun. Ama oturamadım. Çünkü arkasındaki kadın ters koltuğa göz dikmiş. Öbürü de benim koltuğa. Öyle ya biz erkeklerin görevi kalabalık saatlerde gezmeden gelen bu kadın teyzelere yer vermek. Yaşın isterse 61 olsun. Gerekirse yaşı benden küçük olsun. Erkek misin? Bu senin kaderin. Farzı ayın gibi bir şey bu. Özellikle Konyalı, gezmeden gelen bu teyzelere yer vermek, ters koltuk ise düzgününü vermek zorunda. Birileri bunlara özellikle kocaları, be kadın, otobüsün tenha saatinde gezmeye git, tenha saatinde dön dese. Diyemez. Çünkü aile saadeti bozulur. Üstelik gitmesiyle gelmesi bir olmuştur teyzelerin. Ta nereden nereye. Daha yorgunluğu atamadan geri dönüyorlar. Nasılsa birileri yer verecek. Ayakta duracak değiller ya. İşte, okulda yorulmuştur birileri. Hiç önemli değil. 

Ömrün büyüklerime hep yer vererek geçti. Artık yaşımı başımı aldım. Bundan sonra da oturayım diyorum ama bu yaşımda hala gezmeden gelenlere yer veriyorum. Zoruma giden de bu. Ah koltuğu da bir beğenseler. 

Yer verince bir de sen mi yer veriyorsun demez mi? Teşekkür hak getire. Lügatlerinde yok. Çünkü görevin zaten. Ayakta da yer yoksa sırtına alacaksın. Ah bir de memnun edebilsek. Bereket cam kenarını isterim demedi.

Kalkıp arka tarafa yöneldim. Kız öğrencinin biri kalkıp buyur amca dedi. Kızım, rahatsız olma lütfen dedim. Yok amca zaten ineceğim dedi. Ben de bana yer verdi diye sevinmiştim halbuki. Hoş, yer verdikleri zaman da rahatsız oluyorum. Lütfen oturun diye ısrar ediyorum bu yaşta torunum yaştaki çocuklara. 

Ama gel gör ki teyzelerde bu hassasiyet yok. Anlattığım gibi koltuk da beğenmiyorlar. Hepsini aynı kefeye koymayayım. İçlerinde az da olsa hassasiyet sahibi olanlar var. Teşekkür ede ede bitiremiyorlar.

Bu teyzeler, ehliyet alıp arabayla gezmeye gitmeyi niye düşünmüyorlar acaba?

Neyse teyzenin bana yapmadığı teşekkürü ben ona edeyim. Çünkü yer verip arkaya geçince bu teyzeyi yazmaya koyuldum. Bir baktım. Kültür parktayım. Sayelerinde vakit nasıl geçti bilemedim. 

İndiğime göre bu yazı da burada bitmeli. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde