10 Eylül 2024 Salı

Ters Koltuk Fobisi

Selçuklu Ağız ve Diş Sağlığının önündeki durakta çarşıya giden 53 nolu otobüse bindim. Otobüs de doluymuş. Ağırlıklı olarak öğrenci. Belli ki bir okulun dağılma saati.

Güya oturup bir şeyler yazım çizecektim.

Oturacak yer olmayınca ortada bir köşeye kendimi verdim. Sırtımı camın önündeki korkuluğa dayadım. Bir elim yazarken diğer elim telefonu tutarken ne düştüm ne de sendeledim. Halbuki o kadar da dönmüştü otobüs. Buna da şükür. 

Elime telefonu alıp çarşı-otogar dolmuş seyahatimi otogarda otururken yazıp bitirmiştim. Sadece başlık, son rötuş ve yazıyı bağlamak kalmıştı. Ayakta dinelirken bunu hallettim. Başlığı da "Gençler ve İban" koydum.

Az sonra karşılıklı koltuklardan biri boşaldı. Geçip oturdum. Ben oturduktan sonra iki teyze bindi. Ben teyze diyorum ama belki de benden yaşça küçük bu kadınlar. Hoş, 61 yaşında olmama rağmen kendimi hala çocuk hissettiğim için her gördüğüm erkek amcamdır, kadın da teyzemdir. 

Karşımdaki genç, teyzenin birine yer verdi. Kadın teşekkür bile etmedi. "Ama ben ters oturamam ki" deyip boş koltuğa başkasının oturmasını da engelleyecek şekilde ayakta durmaya devam etti. Dolu otobüste boş koltuk buldu da ters diye beğenmiyor. Olacak şey değil. Olmadı denize nazır bir cephe verelim.

Otobüs boş olur da tercihin yönü şoföre doğru olan koltuklar olur, ters koltuğa oturmazsın. Tüm koltuklar dolu. Elde tek seçenek ters koltuk var. Onu da hanımefendi beğenmedi.

Olabilir. İnsanların zevkleri, renkleri tartışılmaz ise prensipleri de tartışılmaz. Bu durumda bu kadının ne yapması gerekir? Ayakta yolculuk yapacak. Tıpkı az önce benim dineldiğim gibi. Ama nerede? Kadının gözü sağda, solda. Acaba düz koltuklardan biri kalkar mı diye fırfır dönüyor. İki elini de düşmemek için sıkı sıkıya demirlere tutundu. Arkasındaki kadın arka taraftan bir genci kaldırmaya yeltendi. "Çocuk çocuk" diye seslendi. Arkada kim vardı. Genç duydu mu, duymazdan mı geldi bilmiyorum.

Olmayacak. Bu kadın bu haliyle az sonra üzerime de düşer. Bari oturmadığı ters koltuğa ben geçeyim. O da çok düzgün ki düzgün koltuğa otursun. Ama oturamadım. Çünkü arkasındaki kadın ters koltuğa göz dikmiş. Öbürü de benim koltuğa. Öyle ya biz erkeklerin görevi kalabalık saatlerde gezmeden gelen bu kadın teyzelere yer vermek. Yaşın isterse 61 olsun. Gerekirse yaşı benden küçük olsun. Erkek misin? Bu senin kaderin. Farzı ayın gibi bir şey bu. Özellikle Konyalı, gezmeden gelen bu teyzelere yer vermek, ters koltuk ise düzgününü vermek zorunda. Birileri bunlara özellikle kocaları, be kadın, otobüsün tenha saatinde gezmeye git, tenha saatinde dön dese. Diyemez. Çünkü aile saadeti bozulur. Üstelik gitmesiyle gelmesi bir olmuştur teyzelerin. Ta nereden nereye. Daha yorgunluğu atamadan geri dönüyorlar. Nasılsa birileri yer verecek. Ayakta duracak değiller ya. İşte, okulda yorulmuştur birileri. Hiç önemli değil. 

Ömrün büyüklerime hep yer vererek geçti. Artık yaşımı başımı aldım. Bundan sonra da oturayım diyorum ama bu yaşımda hala gezmeden gelenlere yer veriyorum. Zoruma giden de bu. Ah koltuğu da bir beğenseler. 

Yer verince bir de sen mi yer veriyorsun demez mi? Teşekkür hak getire. Lügatlerinde yok. Çünkü görevin zaten. Ayakta da yer yoksa sırtına alacaksın. Ah bir de memnun edebilsek. Bereket cam kenarını isterim demedi.

Kalkıp arka tarafa yöneldim. Kız öğrencinin biri kalkıp buyur amca dedi. Kızım, rahatsız olma lütfen dedim. Yok amca zaten ineceğim dedi. Ben de bana yer verdi diye sevinmiştim halbuki. Hoş, yer verdikleri zaman da rahatsız oluyorum. Lütfen oturun diye ısrar ediyorum bu yaşta torunum yaştaki çocuklara. 

Ama gel gör ki teyzelerde bu hassasiyet yok. Anlattığım gibi koltuk da beğenmiyorlar. Hepsini aynı kefeye koymayayım. İçlerinde az da olsa hassasiyet sahibi olanlar var. Teşekkür ede ede bitiremiyorlar.

Bu teyzeler, ehliyet alıp arabayla gezmeye gitmeyi niye düşünmüyorlar acaba?

Neyse teyzenin bana yapmadığı teşekkürü ben ona edeyim. Çünkü yer verip arkaya geçince bu teyzeyi yazmaya koyuldum. Bir baktım. Kültür parktayım. Sayelerinde vakit nasıl geçti bilemedim. 

İndiğime göre bu yazı da burada bitmeli. 

Gençler ve Iban

Ne zamandır şehir içi minibüslerine binmişliğim yok. Gideceğim yere çoğunlukla yürürüm. Yürümezsem otobüsleri tercih ederim ya da arabamla giderim.

Bir tanıdığımla görüşmek için Beyhekim'e gitmem gerek. Orası yürümek için uzun. En iyisi şeytanın bacağını kırayım deyip minibüse bindim. Minibüsün sağında kalan üç oturak dolu olduğu için mecburen sol tarafındaki tekli koltuklardan birine oturdum. Saat 15.00 suları idi. Haliyle güneş batıdan cama, camdan da bana geliyor. Minibüste klima yok. Varsa da çalışmıyor. Doğal klima olarak üst taraftaki havalandırma açık. Oradan gelen serinlik ise camdan vuran güneşin verdiği sıcaklığı engellemediği gibi bana mısın demedi. 

Bir an için dolmuşta mıyım, saunada mıyım diye düşündüm. Çünkü hem yandım hem piştim hem de terledim.

Düşmüştüm bir kere. Çekeceğim artık. Ama ne zaman bitecek bu çileli yolculuk. Çünkü indi bindi çok oluyor. 

Ama bir iyiliği var. 20 liraya sauna hizmeti. Bu paraya saunanın kapısından içeri almazlar.

Yine dolmuş durdu mutat olarak. Bu sefer elinde valizle bir genç bindi. Otogara gidiyor musun dedi. Evet dedi şoför. Genç, abi askerim, param yok. İban atayım dedi cep telefonunu göstererek. Kaptan İban olmaz. Askersen seni götürürüm, geç otur dedi. Genç teşekkür ederek arka tarafa geçip oturdu. 

Gençlikte bir İban furyası var. İban olunca cepte para taşıma ihtiyacı da hissetmiyorlar. Bende de var bu tür yeni nesil. Onda da pek para olmaz. Zaman zaman paran var mı derim. Nakit yok ama İban var der hep. Yani hesaplarında harcayacak paraları var gençlerin ama nakit taşıyacak takatleri yok. Siz buna üşengeçlik mi dersiniz, vurdumduymazlık mı dersiniz, buna güven mi dersiniz ya da ne derseniz deyin. Şu var ki gençler nakit taşımayı sevmiyor. Gerçi taşışalar ne olacak. Nakit çekseler, cep kabarık oluyor. Zaten dar giydikleri için cepleri de pek kullanıma uygun değil. Haydi kabarık da olsa taşısalar diyelim. İyi de hazıra dağ dayanmaz dedikleri gibi nakit de dayanmıyor ki. Haliyle durmadan ATM'ye gitmektense ibana başvurmak gençlerin işine geliyor.

Bu arada yakıcı ve boğucu sıcak yine vurmaya devam ediyor. Derken görüşeceğim kişi, sanayideyim. Gelmem beşi bulur mesajı gönderdi. Cevabımı beklemeden, parça geldi, tamam dörtte olurum mesajını yazdı. Zaten dörtte buluşacaktık.

Otogara yaklaşırken görüşeceğim kişiyi aradım. Sanayi tarafında isen otogarda buluşalım, uygun mu dedim. Uygun ama sanayide daha işim bitmedi dedi. Problem değil, ben seni otogarda beklerim dedim, anlaştık. 

Ardından şoföre ben otogarda ineceğim dedim, indim. 

Dolmuştan inince yine yakıcı güneşe rağmen dünya varmış dedim. Ne de olsa kapalı yerden açık havaya çıkmıştım.

Bu yazıyı da otogarın bekleme salonunda gölgede otururken yazmaya başladım. 

Kısa günün kârı. Hem Beyhekim'e kadar gitmedim hem dolmuşun saunasından kurtuldum hem nice sonra otogarı görmüş oldum hem de tanıdığımı beklerken bu yazıyı kaleme alınca vaktin ne zaman geçtiğini anlayamadım. En iyi tarafı da dolmuştan kurtulmaktı. Otogarı da en son Yaka-Otogar yürüyüşünde içine girmeden ışıkların oradan görmüştüm. Pandemi zamanıydı sanırım. Kanal boyundan 12 km idi. Dönüşte ise tramvay yolunu takip ettim 10 km idi. Kısaca gidiş dönüşüm 22 km tutmuştu yürüyerek.

Tekrar askerin yol ücreti olarak İban atayım demesine geleyim. Asker doğru mu söylüyor yalan mı bilemem ama pek yalan söyleyecek birine benzemiyordu. Sonra 15 lira için yalan söylemeye değmezdi. Yalnız genç elinde valiz otogara geldiğine göre askere gidiyor. İyi de askere gidenin cebinde hiç nakit olmaz mı? Bu genci askere uğurlayanlar cebine harçlık koymadı mı yoksa harçlıklar da mı ibana döndü? Mübarek, dolmuşa da İban teklif edilmez ki. Bir de teslim olacağı şehre varsa teslim olmadan önce şurada bir bardak çay içeyim dese onlara da mı İban atmaya kalkacak? Bu kadar rahatlığa da pes doğrusu. Ha genç askerden gelse, sıfırı ya da nakdi tüketmiş dersin.

Artık gencin vebali boynuna. Bu arada para almadan otogara kadar götüren şoförü de tebrik etmek lazım. Herkes yapmaz bunu. Gerçi bizim milletimizin askere karşı ayrı bir sevgisi var. Askeri gördü mü yağları eriyiverir. Gerekirse karnını da doyurur. 

9 Eylül 2024 Pazartesi

Dünyada Üstün Irk Var mı? *

Dünyada üstün ırk var mı bilmem ama bir mavi kandan bahsediliyor. Kan adına bugüne kadar da bildiğim kırmızı kandır. Mavi kan var mı, bu bir mitoloji mi bunu da bilmiyorum. Ama bazı ülkelerin bayraklarında hakim renk olarak maviyi görmek mümkün.

Mitolojilerde özellikle Sümer tabletlerinde iki tür varlıktan bahsedilir. Biri dünyalı, diğeri de dünya dışından gelmiş insan türü. Bunlara uzaylı da deniyor. Hatta uzaylıların bir müddet yeryüzünde durduğu, burayı yönettiği, bunlara yarı ilah muamelesi yapıldığı, buradaki bazı kadınlarla ilişkiye girdikleri, bu ilişkiden çocukları olduğu, bu uzaylıların yeryüzündeki insanlara göre daha fazla bilgiye sahip oldukları, bazı bilgileri insanlara öğrettikleri, Nuh tufanından sonra uzaydan gelenlerin yeryüzünü terk ettikleri, bugün yeryüzünde hakim olanların, uzaylıların yerdeki bazı kadınlarla ilişki sonucu doğanlar olduğu belirtiliyor.

Enok (İdris) kitabında ise gökyüzünden 200 kadar düşmüş meleğin yeryüzüne inip kadınlarla cinsel ilişkiye girdikleri, babası düşmüş melek, annesi dünyalı insanların dünyada yaşadığı, bunlara Tevrat'ta Nefilimler, başka kaynaklarda ise dev dendiği, bunların mavi ve kırmızı renk karışımı kana sahip olduğu sanal alemde dolaşımda. Sümer tabletlerinde anlatılanların bir çoğunun ilahi dinlerin kitaplarında da yer aldığı, ilahi dinler mi bunlardan faydalandı ya da Sümerliler mi ilahi dinlerden bu bilgileri aldığı da tartışma konusu.

Biz gelelim yarı uzaylı, yarı dünyalı insan tipine. İşte bunlara mavi kan deniyor. Bunlar kendilerini üstün ırk kabul ediyor. Sermaye, teknoloji, bilim, ticaret vb. her alanda söz sahibi olan 13 zenginin de mavi kandan oldukları, dünyada her şeye bunların yön verdiği yazılıp çiziliyor.

Üstün ırk anlamına gelen bu mavi renk aynı zamanda bazı ülkelerin bayrak renklerine de yansımıştır. Mesela bu ülkelerden bir tanesi de İsrail bayrağı. Alt ve üstte mavi renk, ortada beyaz renk, beyaz rengin üzerinde Davut yıldızı tasviri var. Bir başka husus, Yahudilikte Yahudi olmak için Yahudi anneden doğma şartı da düşündürüyor.

Bugün sayıları çok az olmasına rağmen başta sermaye, teknoloji ve bilim olmak üzere Yahudiler diğer milletlere göre açık ara öndeler. Her ülkede güçlü lobileri var. İstihbaratları da güçlü. Yeni icat ve Nobel Barış Ödülü alanların ekseriyeti belki de hepsi Yahudi uyruklu. Belki de bugün dünya sermayesinin yüzde seksenini elinde bulunduran 13 zengin de Yahudi’dir. Bugün Ortadoğu’da olup biten her şeyin İsrail'in güvenliği için yapıldığı da bir gerçektir. Arap Baharı adı altında İsrail'e potansiyel tehdit ülkeler olan Mısır, Irak, Suriye ve Libya'nın zayıflatılması ve devletsizleştirilmesi buna verilebilecek bir örnektir. İsrail'in dünyadaki tepkiye rağmen Gazze'yi yerle bir etmesi, buna kimsenin sesini çıkaramaması da örnek olarak verilebilir.

Tüm bunlar acaba Yahudiler üstün ırk mı ya da onlar kendilerini üstün ırk olarak mı görüyor diye düşündürüyor.

Kur'an'da, yanlış hatırlamıyorsam, iki ayette, "Size verdiğim nimetleri ve sizi aleme üstün kıldığımı hatırlayın" denmesi ve arzımevud (Yehova'nın kendilerine vermeyi vadettiği kutsal topraklar), acaba bunlar ayrıcalıklı kul mu diye düşündürüyor.

Yahudiler ya da mavi kanlılar üstün ırk ise kırmızı kan taşıyan diğer insanlar hangi veya nasıl ırk oluyor?

*30.09.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

8 Eylül 2024 Pazar

Çarşı ve Pazarda İnsan Yoğunluğu *

Cumartesi adımlayarak çarşıya çıktım. Çarşı her zamankinden daha kalabalıktı. 

Bu kalabalığın sebebi hikmeti nedir derken jeton düştü: Okullar açılıyor.

Yanına çocuğunu almış anne ve baba yollara düşmüş. 

Dönüşte torunuyla bir akrabamı gördüm. Torununa okul kıyafeti almaya gidiyormuş. Okul kıyafeti satanlar gerinizde kaldı. Ters gidiyorsunuz dedim. Baktık oralara. Çok kalabalık. Bir de şu çarşıya bakalım diye düşündük dedi. 

İlk, orta ve lisede okuyan küçük çocuğum olmadığından, bu yıllarda okul masrafı yapmıyorum.

Hoş, çocuklar okurken de okullar açılacağı hafta alışverişe çıkmazdım. Ne yapıp ne edip kırtasiyeci ve okul kıyafeti satanlar tenhalaşıncaya kadar uğramazdım. İğne atsan düşmezdi çünkü.

Eğitim ve öğretim istenildiği gibi olmasa da herkes ne olacak bu eğitim işi dese de yine de herkeste bir umut var. Bu insan yoğunluğu da bunun göstergesi. Bu umudun hiç bitmemesini temenni ederim. İsterim ki öğrenci de veli de umduğunu bulamadığı için hayal kırıklığına uğramaz.

Okullar açılmadığı daha öğretmenler ne tür defter isteyeceği belli olmadığı için kırtasiyeciden ziyade kuvvetle muhtemel okul kıyafeti yoğunluğu bu çarşı pazarın kalabalık hali.

Bu vesileyle okul kıyafetlerine değinmek isterim. Okul kıyafetinin faydası var, zararı var. Zararı faydasından daha çok bana göre.

Faydaları:

Okul kıyafeti okulda düzeni, disiplini ve güvenliği sağlar.

Herkes aynı kıyafeti giydiği için öğrenciler arasında kıyafet giyme yarışı olmaz.

Öğrenci sabahleyin annesini uyandırıp “Anne bugün ne giyeyim” demeyeceği için anne uykudan uyanmamış olacak. Çünkü çocuk ne giyeceğini, giyeceğinin nerede olduğunu biliyor.

Okul kıyafeti satanlar bu sektörden ekmek yemeye devam ediyor.

Okul kıyafetleri diğer kıyafetlere göre daha az masraflı.

Her gün kıyafet kontrolü yaparak ve haftaya farklı kıyafetle geleni almayacağım demek suretiyle okul idarecileri kendilerine iş bulmuş oluyor.

Zararları:

Her okulun farklı forması olduğundan öğrenci başka okula nakil gittiğinde, okul kıyafetini yenilemek zorunda kalarak ikinci defa kıyafet masrafı yapıyor. Bu da aileye artı külfet.

Tek tip kıyafet, tek tip öğrenci ve insan yetiştirme psikolojisini yansıtmakta. Askeriye mantığı bu. Bu yaşta çocukları dar kalıplara hapsediyoruz. Halbuki zevklerle renkler tartışılmaz. Renk ve farklılık birey yetiştirmede önemli. Unutmayalım ki tek tip insan yetiştirmeye çalışmanın bu ülkeye bir faydası olmaz.

Tek tip kıyafetten bıkan öğrenci, okulu bitirince veya üniversiteye gidince hıncını daha farklı giyinerek gösteriyor.

Okullarda tek tip kıyafet dayatması yerine, kontrollü kıyafet serbestliğini savunuyorum. Daha sağlıklı nesiller için öğrencileri tek tip kıyafet zorlamasından kurtarmak gerek.

Burada okullarda serbest kıyafet olursa, zengin-fakir ayrımı ortaya çıkar. Alan var, alamayan var denebilir. Okul dışında, yani hayatın içinde bu farklılık kendini göstermiyor mu? Okulları da hayatın parçası haline getirmek lazım.

*13.09.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Narin Bebek

Diyarbakır’da 8 Ağustostan beri kayıp olan 8 yaşındaki Narin bebek, 19 günün ardından çuval içinde üzeri ağaç ve taşlarla örülmüş bir şekilde dere kenarında bulundu.

Narin bebeğin cesedi bulunduğun göre katil ya da katillerin yakalanması da an meselesi. Umarım caniler en kısa zamanda belli olur da hak ettikleri cezayı alırlar ve çekerler.

Menfur cinayetin sebebini bilmiyoruz ama belli ki büyüklerin kurbanı seçilmiş olmalı bu çocuk.

Cinayetle ilgili çocuğun anne babası ve amcaları da dahil 21 kişinin göz altına alınması düşündürücü.

Belli ki cinayet aile içinden biri ya da birileri tarafından işlendiğinden şüpheleniyor devlet.

Az önce bir kanalda biri “Aile meclisi kararıyla öldürüldü” iddiasını ortaya attı.

Eğer bu iddianın aslı varsa aile meclisi karar alacak şekilde bu çocuk ne yapmış olabilir? Öyle ya eti ne budu ne bu küçük çocuğun.

Aklıma getirmek istemiyorum ama acaba bu çocuk istismara uğradı da aile, meclis kararı alarak sülalenin namusunu temizleme yoluna mı gitti?

Düşünüyorum da 8 yaşındaki bir çocuktan, ne istenir de öldürülür?

Bu çocuk, öldürülecek kadar ne yapmış olabilir?

Ne istenir günahsız yavrucaktan?

Bu konuda ne denir bilmem ama insanın eli yazmaya varmıyor.

Bu cinayetle bir cinnet hali yaşadığımız ortada.

Belli ki bu cani ya da caniler gibi hasta ruhlu insanlar aramızda geziniyor. Bunlar da bizimle aynı havayı teneffüs ediyorlar.

Bir şey var ki sözün bittiği yerdeyiz.

Zira burada akıl yok, mantık yok.

Birilerinin gözünü kin ve intikam bürümüş.

Ne ara böyle canilikleri içimizde barındırır olduk.

Ne ara böyle bir toplum olup çıktık biz gerçekten.

Biz hep böyleydik de biz mi bilmiyorduk yoksa?

Bu şekil küçük çocuk cinayetlerine bu ülkede zaman zaman rastlanıyor maalesef.

Temenni ederiz ki Narin bebek cinayetin son kurbanı olur.

İyi de biz bu tür vahşi cinayetleri bu ülkede duymak zorunda mıyız? Yok mu bu cinayetleri kesecek bir formül?

İnce Kabuk Domates *

Küçüklüğümde domatesi mevsiminden mevsimine görürdük.

Müstakil evi olan herkesin bahçesinde domates, biber, patlıcan, fasulye, salatalık çizileri olurdu. 

Bahçeye ekilenler çıkıncaya kadar pazardan alınırdı. Domatesin çeşidi var mıydı, hatırlamıyorum. Pazarcı ne getirdiyse, onu alırdı herkes. Belki de yerli vardı çeşit olarak.

Şimdi ise yerli, sera, köy, pembe, Bursa, salçalık, kurutmalık, turşuluk, çeri, yemeklik ve kahvaltılık, ekşi, ince ve kalın kabuk gibi çeşitleri var.

Üstelik sadece mevsiminde değil, her mevsim her türlü sebzeyi görmek mümkün. Özellikle domatesin çeşidi saymakla bitmez.

Herkesin aradığı, almak için koştuğu bir domates türü var: İnce kabuk. 

Bu domates türünün kabuğu ince olduğuna göre diğerlerinin kabuğu kalın olmalı. 

Daha fazla para verip alıyorsun ince kabuk domatesi. 

Varsın fazla olsun, ağız tadıyla yiyelim diyorsun. 

Kahvaltıya dilimliyorsun. Bazen de menemen yapalım diyorsun. 

Bir bakıyorsun ki o fazla para verip aldığın domatesin ince kabukları soyuluyor.

Niye soyuyorsun? Bunlar ince kabul diyorsun. Efendim, yemeğin içinde kabukları ortaya çıkıyormuş. 

Tamam, ince kabuklar yemeğin içinde çıkabilir, ağzına da kabuk gelebilir. 

Domates ince veya kalın kabuk olsun, hepsi yemeklerde soyulacaksa, yani yemeğin içine kabuk gitmeyecekse, o zaman pazar ve markette niye fellik fellik ince kabuk domates arıyoruz? Niçin fazla para vererek ince kabuk domates alıyoruz? 

Madem incesini ve kalınının kabuğu her halükarda soyulacak. O zaman kalın kabuk alalım, soyalım. Üstelik ince kabuğuna göre daha az para ödemiş oluruz. 

Küçücük aklımın almadığı nokta da burası.

Yoksa siz de mi pazar,  markette domatesin ince kabuklusunu alıp ardından kabuğunu soyanlardansınız?

Eğer böyle yapıyorsanız, kendinizde misiniz, ne yaptığınızı biliyor musunuz yoksa siz de mi uydum kalabalığa niyeti yapanlardansınız?

Şayet soyuyorsanız ve bu işin künhünü biliyorsanız, bu garibe de söyleyin de bu işin sırrını öğrensin, merakını gidersin. İnce kabuklusuna niçin fazla verdiğini bilsin. Evet, fazla verip incesini alıyorum ama değdi desin.

Son söz de televizyon, gazete ve YouTube videolarında her şeyi kabuğuyla yiyin, kabuğunu soymayı, esas vitamin ve fayda kabuktadır diyenler, domatese gelince niçin kabuklu yiyin demezler. Desinler ki belki bu ince kabuk soyma işi de son bulur.

*18.09.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

7 Eylül 2024 Cumartesi

Sisi'nin Ardından

Devletler arasında gerilim, iyi ilişkiler, limoni durumlar ve anlaşmazlıklar olur. Sorun diplomatik yolla çözülmeyecek çalışılır. Olmadı. Nota, ültimatom, kınama ilişkileri kesme, büyükelçiyi çekme hatta savaş bile olabilir. Tüm bunlar uluslararası ilişkilerde olağandır. Sonu savaş bile olsa diplomatik dil terk edilmez.

Yalnız ifrat ve tefritte, dostluk ve düşmanlıkta, sevgi ve nefrette ölçülü olmak gerektiğini gerekir.

Dış politikada ilişkiler bozuldu diye iç siyaset malzemesi yapılmaz. Birileri Sisi'ye benzetilmez. Sisi mi, Binali mi denmez. Çünkü kişilerin onurundan önce gelir devletlerin onur ve itibarı.

Mursi ve Rabia yine iç siyasette kullanılmaz.

Mursi ve Rabia mazlumun yanında yer almak ise gündemden düşmez.

Sisi yaptıklarından vazgeçmediğine göre hiçbir şey olmamış gibi gidip gelmeler düşündürücü.

Mısır ile gerilim dolayısıyla Mısır bildiğim kadarıyla Yunanistan ile kıta sahanlığı anlaşması yaptı. Sisi'yi Yunanistan'ın kucağına itmiş olduk. ABD gemilerini bu bölgeye gönderdi. Biz bir zaman Ege'de petrol ve doğal gaz arıyorduk. Aramayı sonlandırdık. Libya ile anlaşmıştık. Bir ara Libya Türkiye birlikte idi. Hiç gündemden Libya düşmezdi. Bildiğim kadarıyla Libya o anlaşmayı mahkeme kararıyla iptal etti. Kısaca Mısır gerilimi dolayısıyla birçok imkanlardan mahrum kaldığımızı düşünüyorum. Keşke bozulan ilişkilerin düzeltilmesi için bu kadar zaman Basra harap oluncaya kadar beklenmeseydi.

Şimdi Suriye için de aynı durum söz konusu. Kayıplar geri gelmez. İçimizdeki on milyonu bulan Suriyeliler bizden bir parça artık. Kürtler Suriyelilerden çok memnun. Bizi unutturdular diyorlar. İleride Arap-Türk fitili ateşlenirse hiç şaşmam. Kayseri bunun provasıydı.

Türkiye dahil bölgedeki ülke yönetenlerin senaryoyu yazan aktör olduğunu düşünmüyorum. Her biri kendi ülkesinde Cüneyt Arkın rolünü oynuyor. Halbuki Cüneyt Arkın'a o rolü veren senaristler var.

Arap Baharı dediğimiz, benim de destek verdiğim süreç, İsrail'in güvenliği için olduğu noktasına geldim. Nerede İsrail için potansiyel tehlike varsa, Mısır, Irak, Suriye, Libya yerle bir edildi. Bugün İsrail hiç olmadığı kadar güvende.

Olayları sonuçları itibariyle değerlendiriyorum. Bozuşmalar hep aleyhimize işledi. Halbuki gerilimi iyi yönetebilirdik. Mesela devletler arası ilişkilerde endişe dili çok meşhurdur. Bunu pekala biz de kullanabilirdik.

Bir diğer husus, adı siyaset de olsa biraz omurga gerek. Elbette ilanihaye düşmanlık olmamalı. Düşmanlıktan ne kadar erken vazgeçilirse kârdır.

Yine devletler arası ilişkilerde dostluk olmaz. Mesela dostum Putin olmaz. Rus'tan da dost olmaz zaten. Kazan kazan politikası güdülür. İlişkiler ne kadar kötü olursa olsun asgari seviyede de olsa ilişkileri koparmamak gerek.

Merak ettiğim ve garibime giden şartlar ve taraflar değişmeden, taraflar geri adım atmadan, onca söylenen söz ve hakaretten sonra nasıl bir araya geliniyor, inanın benim akıl havsalam almıyor. Ama ne olursa olsun, ilişkileri düzeltmek, ülke menfaati için bir araya gelmek gecikmiş de olsa olumludur.

Bunları siyaset olsun, birilerini eleştireyim diye yazmadım. Kendi düşüncem. Ki iyi ki bu ülkeyi ben ve benim gibiler yönetmiyor. Zaten yönetemezdim. Siyasetten hangi düşüncede olursa olsun hiçbir şey beklemiyorum. 

Son olarak dünyayı mavi kan dediğimiz insanlar yönetiyor. 13 tane para babası var. Ülkelerin başındakiler onların senaryosunun dışına çıkamaz. Dünyada yönetenler var, yönetilenler var. Biz daima yönetilen ülkeyiz, diğer ülkeler de aynı. Kısaca devletlerin değil, kişileri yönetimi söz konusu.