1 Eylül 2024 Pazar

Avrupa'da Kuzu, Türkiye'de Aslan

Young Boys futbol kulübü karşısında oynadığı her iki maçta da belki de tarihinin en kötü maçlarını oynayarak Şampiyonlar Ligi'ne havlu atan Galatasaray'ı, Adana Demirspor karşısında hem de deplasmanda 5-1 galip gelmesini görünce şaşırdım kaldım ve ağzımdan, Avrupa'da kuzu, Türkiye'de aslan çıktı.

Keşke GS, Adana Demirspor karşısında gösterdiği eforun ve oynadığı oyunun milyonda birini Young Boys takımı karşısında gösterseydi, 5 golün 2 tanesini Young Boys takımına 2.maçında atsaydı.

Adanaspor karşısında aldığı galibiyet bir nevi Şampiyonlar Lig'inden elenme mutluluğunu gösterdi. Adeta bir zafer kutlaması yaptı Adanaspor karşısında. 

Oynadığı oyun ve attığı gollerle oh be dünya varmış. Ne işimiz var bizim devler liginde. Analarımızın ligi neyimize yetmez havasında gol oldu yağdı adeta. 

Görüyorum ki oynadığı bu oyunla Galatasaray'da bir eziklik bir pişmanlık bir utanma ve bir mahcubiyet yok. Tüm bu ruhsuz ve çapsız oynamaları, bir an evvel elenip kendi asıl ligimize yani sadede gelelim içinmiş. 

Hele kendisinden daha önce elenip lige dönen ezeli ve ebedi rakipleri, meydanı boş bularak Rizespor'a 5 gol, Alanya'ya 3 gol atıyorsa, Galatasaray’ın neyi eksikti gol atmak için. 

Nasılsa hem Fenerbahçe hem de Galatasaray sadece bu ligde yani annelerinin liginde şampiyon olmak için varlar. Bu iki takıma iki şampiyonluktan birini tercih edin. Lig mi yoksa Şampiyonlar Ligi mi dense, tereddütsüz lig şampiyonluğu derler. 

Bunların öyle büyük işlerle işi olmaz. Galatasaray 25.şampiyonluğu alıp 5.yıldızı taksa, Fenerbahçe, gördüğü en iyi takım olarak Rizespor'u gören yeni teknik direktörleriyle önce 20. ardından arka arkaya şampiyon olsa da önce rakibini yakalasa, ardından rakibini geçse daha iyi olmaz mı? 

Bu iki takımdan, Galatasaray şampiyonlukta Fenerbahçe'ye fark attım diye hava atar. Fenerbahçe de seni evinde, bir eksikle yendim ve şampiyonluğunu bir hafta öteledim diye hava atar. Havanız batsın e mi? 

Hele Fenerbahçe’ye Galatasaray galibiyeti mi Avrupa şampiyonluğu mu dense, tereddütsüz Galatasaray galibiyeti seçeneğini işaretler. 

Bize dışarıda yüz güldürmeyen bu iki takım birbirinin varlık sebebi. FB GS'siz, GS de FB'siz yapamaz. Birbirleriyle Filistin ve İsrail gibi olsalar da birbirlerini yenmek ve yemekle meşguller. Birbirlerine taş atmaktan Avrupa'da maç çıkarmaya vakitleri kalmıyor. Birbirinin ne onmasını isterler ne de olmalarını. 

Abartma o kadar da demeyin. FB Şampiyonlar Ligi'ne daha erken veda etti. Bunu bir tarafa bırakalım. Galatasaray'ı anlamakta zorlanıyorum. Salı günden cumartesiye ne değişti de bu derece farklı futbol oynayıp farklı goller atabildi. Zerre kadar mide olsa üzüntüsünden Adana Demirspor karşısında zorlanır, kaybeder veya berabere kalır ya da maçı zor kazanır. Dersin ki Şampiyonlar Lig'inden elenmenin etkisinden kurtulamadı. Kimse kusura bakmasın, GS'nin Adana Demirspor karşısında aldığı bu skor, benim Avrupa ve Şampiyonlar Ligi gibi bir derdim, hedefim hiç olmadı demektir. 

O kadar büyük takımları çalıştırmış FB'nin teknik direktörü Şampiyonlar Ligi zor, Avrupa Lig'inde ilerlemek istiyoruz diyerek baştan pes ettiğini göstermedi mi? FB teknik heyetin kafa yapısı bu ise GS'nin neyi eksik bu kafa yapısından. 

Her iki takım da küçük hesaplar peşine düştü. Şampiyonlar Lig'inde dev takımlarla mücadele edersek, ligi ihmal ederiz.  Kısa yoldan elemelerde veda edelim ki lige dört elle sarılalım hesabını yaptı ve bunda da başarısı oldular. 

30 Ağustos 2024 Cuma

Bazılarının İlçe Belediye Başkanlığı

İşlerimin tadı yok. Borç boyumu aştı. Battım batacağım. Nasıl kurtulurum bu badireden bilmem.

Gördüğüm kadarıyla ağzın laf yapıyor. Yukarılarla aran iyi. Tatlı bir dilin var. İçin nasıl bilmem ama herkese gülücükler dağıtıyorsun.

İyi de ne işe yarar?

Aslında işlerini çekip çevirecek, seni borç batağından çıkaracak bir yol var.

Neymiş o?

Belediye başkanlığı. 

Nasıl olacak bu? Sonra ben anlamam ki.

Anlamana gerek yok. Kaçı anlıyor zaten. 

İyi de belediye başkan adayı olmak ve kazanmak kolay mı? 

Dedim ya senin yukarılarla aran iyi. Önce bir ilçe başkanlığı, ardından ilçeye belediye başkanı oldun mu, bu iş tamam.

Sonra?

İşlerinde düze çıkarsın.

Peki belediye başkanlığını nasıl yapacağım?

İşte orası kebap. Çünkü sen büyük şehre bağlı bir belediye başkanısın. Büyükşehir yapacak, sen büyükşehre durmadan teşekkür edeceksin. Alacağın bir çöp. Bunu da yaparsın artık.

Halkın içinde olmaya çalış. İlçenin pazarı varsa ki vardır, her hafta bu pazarları gezip pazarcıya hayırlı işler dilersin.

Her hafta cumayı bir mahallede kılıp cemaatin cumasını tebrik edersin.

İlçenin ölenlerini haber verirsin.

Vatandaş senden bir şey isterse, büyükşehrin bu görev deyip her işi büyükşehre ihale edersin.

Tüm bu işleri yaparken işini il başkanı ile arayı iyi tut ki ikinci ve üçüncü ilçe başkanlığını da garantilersin.

Bir de hizmet binan bu kadar hizmeti yerine getirmeye yeterli gelmezse, Türkiye’de bir ilki gerçekleştirebilirsin. Mesela ilçenin hayırseverine belediye ek binası yaptırabilirsin.

Ama hayırsever belediye için bunu yapar mı?

Eşek değilsin ya sen de ona bir şey yaparsın. Sanki cebinden mi vereceksin.

Anladım. Belediyenin imkanlarını peşkeş çekeceğim.

Yap bunu. Kimsenin ruhu duymaz.

Hayat Dersi Veren Hikaye

Bir gemi yolculuğunda, bir nahiv (Arapça cümle yapısı) ustası, gemidekilere nahiv bilir misiniz diye sorar. Bilmeyiz derler. Gitti ömrümüzün yarısı der.

Az sonra aşırı dalgadan gemi sallanmaya, yan yatmaya ve içine su almaya başlar. Gemidekilere nahiv hocasına, hocam, yüzme bilir misin derler. Hayır cevabını alırlar ve o zaman gitti ömrünün tamamı derler. Haliyle az önce nahiv bilgisinden dolayı hava atan hocanın sesi kesilir. 

Anlattığım bu hikayeyi bilirsiniz ve bu hikaye bir hayat dersi verir bize. İnsan cümle bilgisi olmadan da yaşayabilir, yaşarken bir eksikliğini çekmeyebilir. Çekse de hayatın sonu değil. Yalnız kişi yüzme bilmezse;

Boğulurum korkusuyla suya girmez. 

Deniz nedir bilmez. 

Havuzla zaten işi olmaz. 

Tatil planı yapmaz. 

Tatile gidenlerden benim neyim eksik deyip tatile gitmeye kalkarsa, yüzme bilenler yüzerken, o uzaktan seyreder. Keşke zamanında yüzme öğrenseydim pişmanlığı duyar. 

Korka korka suyun kenarına gelse de belinden yukarı suyun içine girmez. Leğende yıkanır gibi denizin kenarında eğilir çıkar. 

Bacak kadar sıpaların  suya atlayışlarını ve yüzüşlerini görür. Çocuklara gıpta eder, helal olsun bücürlere. Keşke şunlar gibi ben de yüze bilseydim der durur. 

Hasılı yüzme bilenler denizin keyfini çıkarırken yüzme bilmeyenler kenarda somurtur durur. 

Sahi yüzme bilmiyorsa biri, denizde ve havuzda ne işin var. Niye masraf ederler, o kadar yolu tepeler ve boşu boşuna sahili kalabalık ederler.

Burada anne ve babalara görev düşüyor. Çocuk yetiştirmek sadece karnını doyurmak, üst baş almak, okula göndermek, okutmak ve evlendirmek değil. En az bunlar kadar yüzme de önemli. Çünkü yüzme hayatın kendisidir ve hayatı öğrenmedir.

Her aile küçük yaşta çocuklarına yüzme öğretmeli. Çünkü demir tavında dövülür misali küçük yaşta yüzme daha çabuk öğrenilir. Büyüdükçe insanın cesareti kırılır, kendine güveni kalmaz.

Manavgat Şelalesi

Manavgat'a gelinir de şelaleye gidilmez mi? Çünkü Manavgat dendi mi bu şelale akla gelir.
Çıktık otelden. Açtık harita bilgisini. Vardık şelaleye. 
O da ne bir sıra var bir sıra.
Bir şelale için bu kadar uzun kuyruk olacak şey değil. 
Bu kadar uzun kuyruk olduğuna şelale görülmeye değer olmalı. Paralıymış üstelik giriş. 
Belediye çalıştırıyor. İşin içine belediye girdi mi belediyeler tek başına hükümet. Ne müze kartı işler ne öğrenci indirimi. Herkes verecek otuz lirayı. Şehit yakını ve gazi isen ne âlâ. Onlara beleş. 
Gelmişken girelim dedik ve güneşin altında 150 metreden fazla kuyruğa girdik.
Bizden önce kuyruğa giren kızımız, az önce boştu burası. Kuyruk falan yoktu. Tur gelince böyle oldu dedi. 
Daha önce girmiş miydiniz bu şelaleye dedim. 4-5 sene önce girdim dedi. İçeride su falan doldurabiliyor muyuz şelaleden dedim. Hatırlamıyorum dedi. Hayran kaldım hafızasına. 
Bereket sıra hızlı ilerliyor. Fişi kestiren sırayla şelale mıntıkasına giriyor.
Biz de ilerledik şelaleyi görmek üzere. Sağlı sollu satış yerleri vardı içeride. Kahvaltı menüsü burada 480 lira imiş. Sizler için çektim. Çünkü sizin için 480 lira para mı? Etrafınıza şelale karşısında kahvaltı yaptık diye hava atmak da var bu işin içinde.
Nerede bu şelale derken baktık herkes sıra ile fotoğraf çekiniyor bu şelalenin önünde.
Bir şelaleye baktım, bir fotoğraf çekinenlere baktım bir de üç kişi için verdiğim 90 liraya. Bir şok bir şok. Ana len ben bu şelale için mi o kadar kuyruk bekledim güneşin altında, bura için mi 90 lira verdim. Böyle şelale mi olur, buraya şelale demek için bin şahit lazım. Çünkü benim bildiğim şelale doğal olur. Yüksekçe bir yerden aşağı doğru sular akar. 
Adına şelale denen bu Manavgat Şelalesi dümdüz bir yerde, şehrin içinde, yukarıdan akan bir derenin üzerinde kurulu. Doğallığından ziyade insan yapımı geldi bana. Yukarıdan akıp gelen derenin bir yerinde biraz çukur oluşturulmuş. Akan su şelaleyi andırıyor.
Gelmişken şelaleyi görecek şekilde biz de birkaç poz verdik. Sonra kendimizi dışarı attık.
Caddeye çıkınca arabaya giderken baktık piknik yeri var. Pis ve bakımsız. Şurada soluklanalım
istedik. Otururken şelaleye giden suyu gördük. Daha doğruyu gitmeyen suyu gördük. Yan tarafta gördüğünüz görüntüyü videoya aldım. Şelaleye giden su da görmedim. Acaba şelalede akan su devridaim mi yapıyor diye aklıma gelmedi değil.
Uzatmayayım, Manavgat Şelalesinin şelale ile bir alakası yok. Şelalelikten düşürülmeyi çoktan hak etmiş. Ayrıca şelalenin ve böyle bir şelalenin paralı olması da bir garip. Manavgat Belediyesi de fırsatçılık yapıyor. Belediyelerin bu başına buyruk tasarrufları mercek altına alınmalı ve gereği yapılmalı.
Bu arada şelaleye girmek için sıraya girdiğimizde önümüzdeki kız daha önce gitmiş bu şelale olmayan şelaleye. Be kızım görmüşsün daha önce şelale demeye bin şahit lazım şelaleyi. Bir daha niye sıraya girip güneşin altında yanıyorsun, kalabalık diye homurdanıyorsun. Tamam paranı mezara götürme de daha önce gördüğün şelaleye bir otuz daha bayılma. Biz neyse cehaletin kurbanıyız. Bir daha Manavgat'a yolumuz düşerse, Manavgat Şelalesi benim için bir Davos'tur artık. Yok hükmündedir.
Not: Bu yazıyı okuyup da ardından bu ilçeye gelip bir de şelaleye girerseniz, sonra da beni görünce şelale dediğin gibiymiş derseniz, hatırınızı yıkarım. Mübarek ben bu yazıyı niye yazdım değil mi? 

29 Ağustos 2024 Perşembe

Merdiven Altı Sendikacılığı

Siyaset zor zanaat vesselam. Her kişi yapamaz. Yapmaya kalkarsa da bir şey üretemez.

Halbuki siyaset bir şey üretme sanatıdır. Ama iyi ama kötü. Fark etmez. Çünkü yapılan unutulmaz.

Mesela biz yıllardır okulları tasnif etmeye çalışır ama beceremezdik.

Önce Savunma ardından Milli Eğitim Bakanlığı yaparak iki ayrı dalda oynayan biri çıktı. Bizim beceriksizliğimizin üstünü örttü:

Okulları nitelikli ve niteliksiz diye ikiye ayırıverdi. Böylece herkes rahatladı.

Öğrenci de hangi tür okula gittiğini bilir oldu. Ailesi de tabi.

Aynı üretimi şimdi Çalışma Bakanı’nda görüyoruz. O da onca sendikayı "Merdiven altı" ve "Merdiven üstü" diye ikiye ayırıverdi.

Bazıları nitelikli ve niteliksiz tasnifine kızsa da kızan kızdığıyla kaldı. Zira tuttu.

Şimdi de merdiven altı ve merdiven üstü tabirine kızılsa da göreceksiniz bu da tutacak.

Yok, ben bunu kabul etmiyorum diyen olursa, ben bakan değilim ama yine de bir öneride bulunmak istiyorum. Kalburüstü ve kalbur altı sendikacılığı densin. Çünkü merdiven altı kaçak ve gayri resmi anlam içerir.

Neyse gelelim sadede. Bir insan/sendika, kalburüstü olur da diğer kalbur altıdakilerle aynı olur mu? Olmaz. Zira biri altta, diğeri üstte.

Her daim üstteki gözetilmeli.

Son memur toplu sözleşmesiyle şükür ki bu sorun da halledildi:

Kalburüstündekiler ikramiye olarak üç ayda bir 400 lira alacaklar.

Büyük bir dayanışma ve ikramiye örneği olan bu paranın, kalburüstü sendikacılığının iyice perçinlenmesi için keşke bu ikramiye 404 lira yapılsaydı. Bence çok daha iyi olurdu.

4 liracıktan ne olur demeyin. Bilin ki 404 nelere kadirdir. Yapıştı mı ayıramazsın.

Anca beraber kanca beraber demektir bu. İyi günde, kötü günde yekvücut ayakta durmak ve kenetlenmektir. Fareler gibi batmakta olan gemiyi terk etmemektir.

Ne demek istiyorum. Bu memur kesimine güven olmaz. Bugün yetkili olan sendikanın destek verdiği parti iktidardan gidiverse, bizim memur kesimi hemen karşı cepheye geçiverir. İstiyorum ki bugün kalburüstü olan sendika ve yetkili sendika hep kalburüstü kalsın. Kalbur altı sendikalar da hep kalbur altında kalsın. Yani herkes kendi liginde oynasın. 28.08.2021

Not: Bu yazı 28.08.2021 tarihinde sosyal medyada yazılıp paylaşılmış. Bu yazı da blog arşivimde yerini alsın istedim.

Kuğulu Park

İlk açıldığı yıllarda adından çok söz ettirmişti Kuğulu Park. 17 sene önce öğrencileri getirmiştik buraya. Hoşça vakit geçirmişlerdi öğrenciler.  

Yola çıktım. Kahvaltıyı nerede yapayım diye düşünmedim. En iyi yer bildiğim yer deyip arabayı yolum üzerindeki Kuğulu Parka sürdüm. Birçok belediye gibi burası da girişi ücretli yapmış. Girişte 20 lira aldılar. 

Girişin ücretli olmasında sakınca yok. Hatta savunuyorum. Çünkü park da olsa bakım masrafı var. Bazı yerlerde bu paraya çay bile içilmez. 

Saat 11.00 gibiydi parka girişim. Erken vakit olmasına rağmen erkenden gelip mangal yakanlar vardı. 

Park bakımlı olsa da eski görkemli halinden bir eser göremedim. 

Zeytin, peynir, yumurta, salatalık ve domatesten ibaret kahvaltı için bir yarım saat oyalandık. Termosta getirdiğimiz çayı içip kalktık. 

Yola çıkmadan lavabo ihtiyacı için WC'ye uğradım. Bu ihtiyaç için de belediye giriş ücreti olarak 5 TL alıyor. Tıpkı 20 gibi 5 TL'nin de bir kıymeti yok ama garipsedim bu ücreti.

Alınan paranın bir ehemmiyeti olmamakla beraber hem girişte ücret almak hem de ücretle girdiğin parkın içindeki WC'ye para ödemek, başka belediyeleri bilmem ama Seydişehir Belediyesinin icadı olsa gerek.

Giriş ücretsiz, WC ücretli olsa bırak alsın dersin. Ama hem girişten ücret hem de içerideki WC'den ücret almanın mantıklı bir izahı olamaz.

Şayet girişte alınan 20 belediyeyi kurtarmıyorsa WC ücretini de dahil ederek giriş ücretini yükseltsin belediye.

Daha da yetmiyorsa, bir de çıkarken alsa adından daha çok söz ettirir.

Hatta araç başı değil de kişi başı ücret alsa çok iyi olur.

Mangal yakarsan bu kadar, yakmazsan şu kadar ücreti de alabilir.

Saat başı ücrete geçebilir.

WC ücretinde büyük şu kadar, küçük bu kadar şeklinde iki ayrı tarife belirlerse niye olmasın.

Seydişehir belediye ekibi bu dediklerim üzerine kafa yorarsa hem Türkiye'de bir ilki gerçekleştirir hem de belediyeler arasında hizmet yönünden ilk sıraya yerleşir. Üstelik hep gündemde kalır. Diğer belediyeler nasıl yapıyor diye randevu için Seydişehir Belediye Başkanı ile görüşmeye sıraya girerler.

Oldu olacak Seydişehir Belediyesi fikir almak için gelenlere de ücret koyabilir.

Bu durumda Belediye gelirini düzeltir, SGK borcu olmaz. Artan para ile başka hizmetler yapar.

Ülkemiz Futbolunun Hali

FB'nin ardından GS de eleme maçını kaybederek Şampiyonlar Ligi gruplarına kalmadan bu lige veda etti. 

Hasılı Şampiyonlar Liginde ülke olarak yokuz. 

Özellikle GS'in elenmesi hiç sürpriz olmadı benim için. Çünkü bırakın Şampiyonlar Lig'inde gruplara kalmayı, küme düşmeye oynayan bir Anadolu takımını bile yenemezdi her iki oyunda da oynadığı oyunla.

Maddi değer bakımından kendinden çok çok zayıf bir takım karşısında, kendi sahasında bu şekil ecel terleri dökmesi anlaşılır gibi değil. Sanırsın ki saha Young Boys takımının sahası. Ne doğru dürüst pas var ne taktik var ne rakip takımın sahasında top çevirme var. Tehlike yaratacak tehlikeli bir atağı bile yok.

Rakip takım sol tarafı otoban yaptı doksan dakika. Sanırsın ki puana ihtiyacı olan Young Boys takımı. Ne teknik direktör çözüm üretti ne o kanadın futbolcuları bir şey yapabildi.

İlk 45 dakika GS sahada yoktu. 45 dakika boyunca teknik direktör tribünde bizimle beraber izledi.

İkinci yarıda yapılan değişikliklerle takımda bir hareketlilik oldu ama plan, taktik ve galip gelme amacı olmayınca sonuca gidemedi. 

Young Boys karşısında izlediğim GS son iki yılın şampiyonu güya. Takımdan doğru dürüst giden futbolcu da olmadı üstelik. İyi diye alınıp yüklü para verilenler de vasat.

Köklü ve büyük kulüp olmakla övünen GS bu ligin açık ara şampiyonu. Gel gör ki ortaya koyduğu futbol evlere şenlik. Bir ülkenin iki yıl art arda şampiyonu ve 24 defa kupayı müzesine götüren takım böyle oynuyorsa var sen öbür takımları düşün. Fenomen hakem Collina da şaşırmış Galatasaray'ın oyununa. Bu mu ülkenin şampiyonu demiş hayretinden. Adam haklı. Ne diyeceksin.

Galatasaray’da oynayan üç beş futbolcuyu bir kenara bırakalım. Diğeri Anadolu takımlarında bile oynayacak vizyona sahip değiller.  

Galatasaray’a uzun yıllarını vererek başarılı sezonlar geçiren Muslera da yok yere ve centilmenliğe aykırı aldığı kırmızı kartla bizim futbolculara benzemiş.

Seyirciye ne demeli? Sahadan çıkan futbolculara su şişesi atıyorlar ve maçı soğutuyorlar. Adamların istedikleri buydu zaten.

Hasılı GS ismine yaraşır şekilde oynamadı. Young Boys takımı her iki maçta da oynadığı oyunla ben Şampiyonlar Ligine daha çok yakışırım dedi. Bükemediğin eli öpeceksin. Öyle su şişesi atmaya, rakibe çelme takmaya hiç gerek yok. Çünkü oyunu çirkinleştirmektir bu.

Görünen o ki Şampiyonlar Ligi, Avrupa Ligi, Konferans Ligi bizim takımlara göre değil. Bir-iki takımı yenerek bir üst tura çıkan da eli boş olarak ülkeye geri dönüyor. 

Merak ettiğim Avrupa’da yoksa bu takımlar, annelerinin liginde şampiyon olmakla yetineceklerse, ne diye milyon eurolar verip yabancı futbolcu transferi yapıyorlar? Niçin milletin parasını başkasına yediriyorlar?

Yazık ki yazık.