Ana içeriğe atla

Manavgat Şelalesi

Manavgat'a gelinir de şelaleye gidilmez mi? Çünkü Manavgat dendi mi bu şelale akla gelir.
Çıktık otelden. Açtık harita bilgisini. Vardık şelaleye. 
O da ne bir sıra var bir sıra.
Bir şelale için bu kadar uzun kuyruk olacak şey değil. 
Bu kadar uzun kuyruk olduğuna şelale görülmeye değer olmalı. Paralıymış üstelik giriş. 
Belediye çalıştırıyor. İşin içine belediye girdi mi belediyeler tek başına hükümet. Ne müze kartı işler ne öğrenci indirimi. Herkes verecek otuz lirayı. Şehit yakını ve gazi isen ne âlâ. Onlara beleş. 
Gelmişken girelim dedik ve güneşin altında 150 metreden fazla kuyruğa girdik.
Bizden önce kuyruğa giren kızımız, az önce boştu burası. Kuyruk falan yoktu. Tur gelince böyle oldu dedi. 
Daha önce girmiş miydiniz bu şelaleye dedim. 4-5 sene önce girdim dedi. İçeride su falan doldurabiliyor muyuz şelaleden dedim. Hatırlamıyorum dedi. Hayran kaldım hafızasına. 
Bereket sıra hızlı ilerliyor. Fişi kestiren sırayla şelale mıntıkasına giriyor.
Biz de ilerledik şelaleyi görmek üzere. Sağlı sollu satış yerleri vardı içeride. Kahvaltı menüsü burada 480 lira imiş. Sizler için çektim. Çünkü sizin için 480 lira para mı? Etrafınıza şelale karşısında kahvaltı yaptık diye hava atmak da var bu işin içinde.
Nerede bu şelale derken baktık herkes sıra ile fotoğraf çekiniyor bu şelalenin önünde.
Bir şelaleye baktım, bir fotoğraf çekinenlere baktım bir de üç kişi için verdiğim 90 liraya. Bir şok bir şok. Ana len ben bu şelale için mi o kadar kuyruk bekledim güneşin altında, bura için mi 90 lira verdim. Böyle şelale mi olur, buraya şelale demek için bin şahit lazım. Çünkü benim bildiğim şelale doğal olur. Yüksekçe bir yerden aşağı doğru sular akar. 
Adına şelale denen bu Manavgat Şelalesi dümdüz bir yerde, şehrin içinde, yukarıdan akan bir derenin üzerinde kurulu. Doğallığından ziyade insan yapımı geldi bana. Yukarıdan akıp gelen derenin bir yerinde biraz çukur oluşturulmuş. Akan su şelaleyi andırıyor.
Gelmişken şelaleyi görecek şekilde biz de birkaç poz verdik. Sonra kendimizi dışarı attık.
Caddeye çıkınca arabaya giderken baktık piknik yeri var. Pis ve bakımsız. Şurada soluklanalım
istedik. Otururken şelaleye giden suyu gördük. Daha doğruyu gitmeyen suyu gördük. Yan tarafta gördüğünüz görüntüyü videoya aldım. Şelaleye giden su da görmedim. Acaba şelalede akan su devridaim mi yapıyor diye aklıma gelmedi değil.
Uzatmayayım, Manavgat Şelalesinin şelale ile bir alakası yok. Şelalelikten düşürülmeyi çoktan hak etmiş. Ayrıca şelalenin ve böyle bir şelalenin paralı olması da bir garip. Manavgat Belediyesi de fırsatçılık yapıyor. Belediyelerin bu başına buyruk tasarrufları mercek altına alınmalı ve gereği yapılmalı.
Bu arada şelaleye girmek için sıraya girdiğimizde önümüzdeki kız daha önce gitmiş bu şelale olmayan şelaleye. Be kızım görmüşsün daha önce şelale demeye bin şahit lazım şelaleyi. Bir daha niye sıraya girip güneşin altında yanıyorsun, kalabalık diye homurdanıyorsun. Tamam paranı mezara götürme de daha önce gördüğün şelaleye bir otuz daha bayılma. Biz neyse cehaletin kurbanıyız. Bir daha Manavgat'a yolumuz düşerse, Manavgat Şelalesi benim için bir Davos'tur artık. Yok hükmündedir.
Not: Bu yazıyı okuyup da ardından bu ilçeye gelip bir de şelaleye girerseniz, sonra da beni görünce şelale dediğin gibiymiş derseniz, hatırınızı yıkarım. Mübarek ben bu yazıyı niye yazdım değil mi? 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde