27 Ağustos 2024 Salı

Seviyesizlikte Yarış *

Kaba ve sabalıkta, hakaret ve küfürde, çirkeflik ve belden aşağı vurmada bazıları çok iyi yarışıyor. Bu tür yarışanları hayret ve ibretle izliyorum.

Sen bana veya benim sevdiğime şunu dedin, al sana. 

Sen benim değerlerime hakaret ettin, al senin değerine. 

Bunu sen başlattın, al sana...

Bu tür söz ve hakaret düellosu maalesef bu toplumda diz boyu. Dindarı, dinsizi, dine mesafelisi, ahlaklısı ve ahlaksızı, okumuşu ve cahili bu konuda adeta yarışıyor. Özellikle kelli felli, etkili ve yetkili ve sorumluluk sahibi kişiler yapıyor bunu. Halbuki topluma örnek olma gibi bir misyonları var bu tiplerin. Merak ediyorum böyle mi örnek olacaklar?

Güya altta kalmayacaklar. Hakarete daha büyük hakaretle karşılık verecekler. 

Ben buna seviye yoksunluğu diyorum. Kısaca seviyesizlik. 

Halbuki rakibin seviyesine inmek, kişi dilinin altında saklıdır. Konuşunca kendini ele verir sözünü haklı çıkarmaktır.

Merak ediyorum bu seviyesizlikte kim kimin hocası. Öyle ya bu şekilde yarışanların bir hocası olur.

Hepiniz bilirsiniz, yine de hatırlatayım. "Sırplarla savaşırken bir komutan Aliya’ya gelir ve şöyle der: 'Efendim, Sırplar bizim kadınlarımıza tecavüz etti. Çocuklarımızı öldürdü. Köylerimizi yaktı. Şimdi biz de Sırpların bir köyünü kuşatma altına aldık. Biz de onlara bize yaptıklarının benzerini yapacağız.'

Aliya şöyle cevap verir: 'Onlar gibi davranamayız. Çünkü onlar bizim öğretmenimiz değildir.”

Öyle ya Sırpları öğretmen kabul eden Sırpların yaptığını yapar ve Sırpların seviyesine düşer. Başka türlü nasıl davransın.

İyi de Sırplar bize kötülük yaptı, şimdi sıra bizde. Biz de onlara aynısını yapacağız demek, aradaki farkı kaldırır. Bu durumda ha Sırp olmuşuz ha Türk ya da Müslüman. Ne fark eder değil mi? 

Rakibinin dilini kullanmak, onun seviyesine düşmek, kendinde cacık olmayan herkesin işi. Halbuki rakibin yaptığı ağza alınmayacak kötü söz ise önemli olan onun seviyesine inmemektir. Hatta bu tiplere senin seviyene düşmeyeceğim demek bile yeterlidir. İşte adamlık budur.

Hasılı seviyesizliğin dibini yaşayanları, bu seviyede yarışanları, söylediklerinde haklı olsalar bile onları örnek almamak, yapılana destek vermemek ve tasvip etmemek en güzeli. Bırakalım bu tipler seviyesizliğin dibini yaşamaya devam etsinler. Çünkü işini kaba kuvvet, hakaret ve belden aşağı vurarak yapanların bize verebileceği bir şey yoktur. Bizler iyi, güzel ve hayır olan işlerde yarışalım.

*30.08.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Yazılarıma Geri Dönüşler

Karşılaştığım tanıdıklarımdan yazılarımı takip edenlerden geri dönüşler:

"Çok keskin yazıyorsun",

"Çok sivri yazıyorsun", 

"Çok eleştiriyorsun", 

"Hep eleştiriyorsun", 

"İyi dokunduruyorsun",

"İyi vuruyorsun", 

"Baya vuruyorsun", 

"İnce ince dokunduruyorsun", 

"Konuşur gibi yazıyorsun", 

"Çok farklı konulara değiniyorsun", 

"Günde kaç yazı yazıyorsun? Takipte zorlanıyoruz", 

"Bu kadar yazıyı yazmaya nasıl vakit buluyorsun?", 

"Zor olmuyor mu cep telefonuyla yazı yazmak?", 

"İyi eleştiriyorsun. Ben bu kadarına cesaret edemem", 

"Güzel yazıyorsun ama ne olur ne olmaz diye beğenemiyorum", 

"Yazdığının bir getirisi var mı?", 

"Yazılarını niye kitap haline getirmiyorsun?", 

"Çok akıcı yazıyorsun", 

"Yazılarını beğenmediğimize bakma. Doğru yazıyorsun", 

“Yazdıkların doğru da her doğru her yerde söylenmez”,

“Biz okumakla baş edemiyoruz. Bu kadar yazıyı nasıl yazıyorsun?”,

"İyi, güzel, hoş yazıyorsun da yazıların çok uzun. Oku oku bitmiyor. Biraz okuyup gerisini okuyamıyorum. Çünkü ben uzun yazıları sevmem" vs.

Yukarıdaki geri dönüşlerin hepsine eyvallah. Tüm eleştiri ve tespitleri değerli buluyorum. Hepsine evet böyleyim ya da değilim diye cevap vermeyeceğim. Yalnız yazıların uzun diyenlere cevap yazmak isterim:

Yazılarım bazen bir sayfayı geçse de genellikle bir sayfa ile sınırlandırıyorum. Çünkü yazılarımdan seçtiklerimi yayımlanması için gazeteye de gönderiyorum. Gazete yazıları da genellikle bir sayfa olur. Bir konuyu işlemek için bir sayfa da uzun sayılmaz. Çünkü kırmadan, dökmeden meram anlatmak kolay değil. Bazen netameli alanda yazdığım da olur. Elbette meram ne kadar kısa anlatılırsa iyi olur ama unutmayalım ki hakikat ve gerçekler uzun yazıların satır aralarında saklıdır.

Filistin için Ne Yapabiliriz?

Efendim, Filistinlilerin durumu malum. İsrail kana doymak bilmiyor. Biz bu konuda ne yapabiliriz? Bu kan nasıl durdurulabilir? 

Hiçbir şey yapamayız. 

Olur mu öyle şey. Bir şeyler yapmalıyız. 

Eğri oturup doğru konuşalım. Etimiz ne budumuz ne? 

Yapacaklarımız olmalı. 

Yapalım da bir acziyet hali var ortada. 

Olsun, yine de bir şeyler yapmalıyız. 

O zaman milletin yaptığını yapacaksın.

Ne gibi? 

Yahudilere ait ürünleri boykot edeceksin. 

Boykot ürünlerini paylaşacaksın. 

Yahudi ürünlerini satanları ve alanları sosyal medyada paylaşacaksın. 

Filistin'e destek ve İsrail'i telin için yapılan miting, yürüyüş ve protestolara katılacaksın. 

Cinayete kurban giden Filistinliler için düzenlenen gıyabi cenaze namazlarını kılacaksın.

İsrail için hep beddua edeceksin ve lanet okuyacaksın. 

İsrail'in uyguladığı orantısız gücü sürekli gündemde tutacaksın. 

Bir yerde başka konular konuşulurken "Filistin kan ağlarken şu konuştuğunuz şeye bakın" diyeceksin. 

Filistin için düzenlenen kermeslere katılacaksın. 

Maddi yardımda bulunacaksın. 

Hutbe ve vaazlarda Filistin için dua edeceksin. 

Çarşının belli yerlerinde açılmış stantlara katılarak Filistin davasını konuşmacılardan dinleyeceksin vs.

İyi de bunlar yapılıyor zaten.

Dedim ya milletin yaptığını yapacaksın diye.

Ama bunlardan bir sonuç alınmıyor.

Alınmaz zaten.

O zaman ne diye yapıyoruz bunları?

Dedim ya acizlik böyle bir şey.

25 Ağustos 2024 Pazar

Çiçeği Burnunda Bir Amirin Serüveni (5)

Çiçeği burnunda mülki amir yaptığı hizmetlerine hizmet katmaya devam ediyor. Yalnız ilçenin her şeyinden sorumlu mülkü amir mi yoksa sadece ilçe milli eğitimle uğraşmakla yükümlü bir mülki amir mi bilinmez. Çünkü yatıyor kalkıyor ya ilçe milli eğitimle uğraşıyor ya da soluğu köyde alarak okulun eksiklikleriyle ilgili ilçe milli eğitimi hesaba çekiyor. Çünkü eğitim olmazsa olmaz. Zira eğitim her şeyin başı. İlçe düzelecekse eğitimle düzelecek. 

Yine köy okulunda sabah sabah. Sorar okulun tek öğretmenine. Temizliğini kim yapıyor bu okulun diye. Öğretmen kendim yapıyorum dediyse de olmaz. İlçe milli eğitim planlama yapacak, belli periyotlarla okulunu temizleyecek. Telefonla ilçe milli eğitim müdürünü aratarak talimatını verir. 

Sonrası günlerde de hangi okula gitmişse ilk işi ilçe temizlik ekibi gönderdi mi diye soruyor. Göndermediyse niçin göndermedin diyor. Gönderdiyse kimden onay aldınız diyor. 

İlçe milli arabamız eski model. Adeta benzini yutuyor. Bizim yakıt ödeneğimiz yok. İlçe merkezinde görev yapan Toplum Yararına Çalışan (TYP) elemanlarını köylere gönderme yetkimiz yok. Köy okulları tek öğretmenlik, tek sınıflı, yedi-sekiz öğrencilik yerler. Buranın temizliklerini köyün öğretmeni bir şekil hallediyor dese de mülki amir dinlemez. O köy okulları temizlenecek. Yakıtınız yoksa başka bir kurumdan araç alın. Hizmetliniz yoksa diğer okullarda çalışanları haftada bir veya iki gün görevlendirin talimatını verir. 

Emir demiri keser hesabı başka bir kurumdan araç alınır, kurumdan bir memur şoför olarak seçilir, ilçe okullarındaki TYP çalışanları sırayla temizliğe gidecek şekilde onay alınır. Ekip belirlenen gün okullara giderek içeride ders gören öğrencileri dersten çıkartarak temizliğini yapıp geliyor. 

Kış yaklaşıp kaloriferlerin yanma zamanı gelince yine köy öğretmenlerine sorar. Kaloriferinizi kim yakar diye. Kimi kendisinin yaktığını kimi mahalleden birini tuttuğunu söylüyor. Olmaz öyle. Ben size kaloriferci bulayım der. 

İlçe milli eğitime talimat vererek her gün ilçeden bir kaloriferci götürülüp kaloriferleri yakıp gelecek der. Köy öğretmeni her gün gelmesine gerek yok dese de gelecekler der. İlçe, kaloriferden anlayan bir görevlisini kalorifer yakmaya gönderir köylere. Köye giden kaloriferciye yine şoför ve araba ayarlanır.

Milli eğitim kalorifer yakmaya geldi mi diye koruması aracılığıyla her gün okula telefon açtırır. 

İlçe milli eğitime de güvenmeyerek her gün köy öğretmenlerini arayıp ilçe eleman gönderdi mi diye de sorduruyor.

Mülki amir hem temizlik hem de kalorifer yakma işini iyi düşünse de köylerde çalışan öğretmenler iyi bilir. Köy öğretmeni velilerle bir şekil çözüyor temizlik ve kalorifer işini. Mülki amir böyle yapmakla, ilçede görev yapan TYP’liler kendi okulunun işini aksatıyor. Köylere araç göndererek giden yakıtın hesabını yapmıyor. Üstelik taşıma su ile değirmen dönmez. Çünkü haftada bir temizlikle okulun temizliği bitmez. Okul günlük temizlik ister. Ne edersin ki emir emirdir. Mantık aranmaz.

Neyse biz gelelim yine hizmete. O seneyi taşıma suyla çözen mülki amir, ertesi yıl farklı bir çözüm bulur. TYP’den birer hizmetli görevlendirtir köylere. Öyle ya devletin parası çok. Bir sınıflık okula bir hizmetli lüks olur demez, itibardan hiç tasarruf etmez. Yeter ki dediği olsun.

Not: Yine hayal mahsulü bir yazı. Ne edersiniz ki siz inanmasanız da durum bu.

Kota *

Market ve pazardan alışveriş yapan tüketiciler ürün bolluğundan yeterince faydalanamasa da görünen o ki bu sene mahsul çok. İhracat da olmayınca üretilen mahsul iç piyasaya fazla geliyor. Komisyon ve hal esnafının verdiği rakam çok komik kaçınca bu da üreticiyi kara kara düşündürüyor. 

Ekip kaldırdığı para etmeyen çiftçiler kara kara düşünmeyi bir tarafa bırakıp seslerini duyurmak için endi çaplarında eylem yapmaya başladılar.

Sosyal medyada gördüğüm kadarıyla toprağa ekilip biçilen hiçbir şey çiftçinin yüzünü güldürmeyince;

Kimi maliyeti kurtarmıyor kimi işçi parasını karşılamıyor diye mahsulünü tarladan kaldırmıyor. 

Kimi, hal, maliyetin çok altında fiyat verince tonlarca ürününü hayrına dağıtıyor.

Kimi yetiştirdiği karpuzun üstüne düğün davetiyesi yapıştırarak davetlilerine karpuz hediye ediyor. 

Kimi yol kenarlarına döküyor mahsulünü. 

Kimi seneye ekersem iki olsun diye pişmanlığını ifade ediyor. 

Kimi sinirinden ağacını kesiyor. 

Kimi emek sarf edip ürettiği mahsulü eline alarak yere fırlatıyor.

Kimi traktörleriyle zincir oluşturarak ana yollar üzerinde tepkisini dile getiriyor.

Tüm bunlar gösteriyor ki bir tarım politikamız yok. Vatandaş istediği tarlaya istediği mahsulü dilediği kadar ekebiliyor ve ekmiş.

Biri tarlasına bir şey ekince diğer çiftçi de aynısını ekmiş. 

Ekerken, kimse herkes aynı türden ürün ekerse ürünümüz para etmez, elde kalır, zarar ederiz, içinden çıkamayız, biz bari farklı ürün ekelim diye düşünmemiş. Düşünemez de. Çünkü çiftçi sadece ektiğini ve tarlasından alacağı mahsulü bilir. 

Halbuki ihracat olmadığı müddetçe bir ülkenin iç piyasasında hangi üründen kaç tona ihtiyaç olduğu hususunda yetkililerin bilgisi vardır. 

Tarım, ziraat odaları, il ve ilçe müdürlükleri, Tarım Bakanlığı, kısaca bu işin etkili ve yetkili sorumluları niçin bir planlama ve yönlendirme yapmaz insanımızı. Hangi bölgeye, ne kadar hangi üründen ekileceğini belirlemez. Çok mu zor şu üründen şu şu bölgelere şu kadar tarlaya bu kadar ekilecek demez.

Tüm bu olup biten ve elde kalan mahsul, devletin ürünlerde kota uygulaması gerektiğini düşündürüyor.  Pekala kota konur. Bir üründe bu ülkenin ihtiyacının yüzde yirmiden fazlasının ekilmesine izin verilmez. Böylece çiftçinin ürünü elinde kalmaz. 

Bir diğer husus, tarladaki mahsul ile tereklerdeki fiyat uçurumu. Tarlada bir lira etmeyen ürün market ve pazarlarda en az 25 lira etiketle satılıyor. Arada bu kadar uçurumun olması da garip.

Tamam, marketlerde elektrik, su, kira, personel, fire, nakliye ve otoban ücreti gözetilir fiyatları belirlerken. İyi de çiftçinin bu giderleri yok mu? Üzerine gübre, ilaç gibi maliyetleri var.

Bunun için de yetkililer bir şeyler yapabilir. Mesela, çiftçiye ürün başına destek verebilir. En azından maliyetini karşılasın. Tereklerde ürünün daha uygun fiyata satılabilmesi için firmalara nakliye ve yakıt indirimi sağlanabilir...

Kısaca başta kota olmak üzere bu ülkede tarıma dair planlama ve düzenleme şart.

*02.09.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Bir Güzel Örnek

"Yolcuyuz, feribot saatini beklerken mecburen camiye sığındık. Çocuğumuz hasta olduğu için prizi kullanarak hava verdik, sıcaktan dolayı da klimaları kullandık. Kullanım ücreti olarak bir miktar para bırakıyorum. Hakkınızı helal edin."

Bu notu, ailesiyle KKTC’ye gidecek bir vatandaş, feribotun hareket saatini beklerken Silifke'de bir camiye girip caminin klimasını bir müddet kullanmasının ardından camiden ayrılırken yazmış ve  kullandığı priz ve çalıştırdığı klima karşılığında 200 TL bırakıp gitmiş. 

Bırakılan bu not ve para haberlere konu oldu. Ki olması da gerekir. Çünkü güzel bir örnek. Bu örneğe ve yazılan nota da duygulanmamak mümkün değil. 

Örneklerine basında fazla rastlamasak da bu tür güzel örnekler bu ülkede oluyor. Bir ara yakacak odunu kalmayan bir üniversite öğrencisinin ısınmak için caminin odunluğundan aldığı odun için de bu şekil para bıraktığını okumuştuk gazetelerde. 

Yine "Çöpte bulduğu şu kadar parayı emniyete teslim etti" haberleri de bize yabancı değil. 

Tüm bu ve daha fazlası örnekler bu toplumda oluyor. Bu örneği okuduğumuzda, bir taraftan duygulanırken bir taraftan da küçüklüğümüzde sıkça duyduğumuz "Askerimiz savaşa giderken girdiği bağın üzümünü yiyip yediği üzümün karşılığını üzüm çubuklarına iliştirirdi. İşte biz böyle bir milletiz" örneğini hatırlatıyor bize. Yine çoğu zaman anonsla ya da bir dükkanın camına yazmak suretiyle bir miktar para bulunmuştur. Müracaat şuraya gibi örnekleri de görüyoruz.

Evet biz böyle bir milletiz. Yalnız hep mi böyleyiz? Keşke böyle olsak. Çünkü böyle güzel örneklerin yanında öyle kötü örneklerini okuyoruz ki biz ne ara böyle bir millet olduk şeklinde hayıflanıyoruz. Şu tür haberleri de çok okuruz: “Taksisine aldığı kişi tarafından öldürüldü. Yaşlı kadının evine girip altınlarını aldıktan sonra kadını öldürdü. ATM'den parasını çeken yaşlı, kapkaççı tarafından soyuldu. Kadının çantasını almak için kadını sürükledi. Depremde enkaz altında imdat çığlığı atan kadının kolundaki bileziği almak için bileği kesildi. Caminin halısı çalındı. Caminin muslukları söküldü. Camiden tayini çıkınca lojmanı balyozla yıktı, caminin ağaçlarını kesti.” gibi.

Maalesef kötü örnekler çok. Bu kadar kötü örneklerin içinde az sayıdaki iyi örnekler göğsümüze su serpiyor. Bu az sayıdaki güzel örneklik bu toplumun mayasının temiz olduğunu gösteriyor. Aileden alınan bu güzel örnekliklerin okul, çevre, basın, etkili ve yetkili kişilerin kötü örnekliğiyle sümen altı olduğunu düşünüyorum. Çünkü üzüm üzüme baka baka kararır. Kötü örnekler etrafımızı o kadar sarmış ki iyi örnekleri mumla arar olduk.

Hasılı iyi örneklerle, kötü örnekler arasında iki zıt toplum veya insan örnekleriyle aynı toplum içinde yaşayıp gidiyoruz.

Temennimiz fıtrattan gelen temizliğimizin ve aile terbiyesinin ön plana çıkarılması ve iyi örneklerin haber değeri taşımayacak kadar çoğalmasıdır.

Bunun için bu güzel örneklerin derlenip  toparlanması, okullarda okutulan adabımuaşeret,  din kültürü, hayat bilgisi ve sosyal bilgiler gibi derslerde işlenmesi. Çocuklara biz buyuz, daha doğrusu siz busunuz imajının verilmesi. Bize ait olmayan şeylere el uzatılmaması, amme malına göz dikmememiz gerektiği bu şekil güzel örneklerle işlenmesi gerekir. Gazete kupürlerinin kitaplarda yer alması sağlanmalıdır.

Buradan, her ne kadar cep telefonları şimdilerde toplansa da boşluk doğduğu zaman öğrenciler, okul idaresine cep telefonlarını teslim etmemesi konusuna gelelim. Öğrenciler teneffüs ve öğle arası cep telefonlarından oyun oynamak suretiyle telefonlarının şarjı dayanmıyor. Çoğu öğrencinin şarj aleti de yanında oluyor. Fırsatını bulduğu zaman prize takmak suretiyle telefonunu şarj ediyor. Bir öğrenciyi gördüm. Okulun son haftası üçlü ile gelmiş okula. Sınıfın prizinden oturduğu yere kadar seyyar üçlüyü uzatmış. Hem oyun oynuyor hem de telefonunun şarj ediyor. Bir şarjdan ne kadar elektrik gider diye düşünmemek lazım. İstersen bir kuruş elektrik harcasın. Böyle okul prizini kullanan öğrenci, hocam, telefonumu şarj ettim. Şu kadar parayı okula veriyorum diyebilmelidir. Pekala bu duyarlılık oluşturulabilir. Çünkü kullanılan elektrik bir kamu malıdır. Küçük şeylerde duyarlılığı kaybedersek büyük şeyleri götürürken hiç duyarlılığımız kalmaz.

Hangi Tipsin? *

Nevzat Tarhan'a göre kaygıyı yönetme açısından A, B, C olmak üzere üç insan tipi vardır:

A tipi insanlar: Sünger tipi insanlar da deniyor. Özellikleri:

Aceleci, sabırsız, pervasız hareket ederler. 

Bunlarda kaygı çok yüksektir. 

Hedefe ulaşmak için her şeyi yaparlar ama kendilerini yer bitirirler. 

Bütün stresi alırlar. Stresi aldıkları için sünger gibi emerler, çökerler ve tükenmişlik duygusu yaşarlar. 

Psikiyatri ofislerine, iç hastalıkları ofislerine çok giden kişilerdir. 

C tipi insanlar: Teflon tipi insanlardır. Özellikleri:

Gamsız, duyarsız, umursamazdır. 

Başkasını yakar, kendi yanmaz. 

Acı çektirir. Kendisi gamsızdır. 

Etkilemez, etkilenmez. 

Bencildirler, rahattırlar, parazittirler. 

Hep başkasının sırtından beslenirler. 

Elinde güç varken o insanların etrafında insan vardır. Ama güç yokken yalnız kalırlar. 

B tipi insanlar: Kauçuk tipler, elastik tipler denir.

A ve C tipi insan tipi arasında denge sağlayan kişilerdir.

Olaydan bir şey öğrenirler ve tekrar eski hallerine gelip yollarına ve hayatlarına devam ederler.

B tipi olursanız, hayatta stresi de yönetirsiniz.

Bu tiplerin ortalama ömrü de uzun oluyor bu kişilerde.

Bu üç insan tipinden hangisi olmak isterseniz, seçin beğenin birini diyeceğim ama sanırım seçim insanın kendi iradesinde değil. Öyle olsaydı, herkes B tipi yani kauçuk ve elastiki tip olmak isterdi. Sayıları az olsa da bu tip şanslı insanlar var.

A tipi insan ile C tipi insan sayısı öyle zannediyorum toplumda çok. Ya çok acelecidir ya da çok gailesiz. A tipi kendini yer bitirirken etrafına da pozitif enerji vermez. Ortamı germede üstlerine yoktur. C tipi insanlar ise Sayın Tarhan söylememiş ama o rahatlıklarıyla etrafına saç baş yoldururken kendileri çok uzun yaşarlar.

*28.08.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.