14 Ağustos 2024 Çarşamba

Yokuz Yok

Olimpiyatta yokuz.

Şampiyonlar Liginde yokuz.

Düşünüyorum, biz neyi iyi yapıyoruz diye.

Aklıma bir şey gelmiyor.

Avrupa bizim için lüks hem spor hem futbol hem diğer alanlarda.

Bizim için en iyisi kendi ligimiz.

Burada birbirlerine horozlanmak, birbirlerini yenmek, birbirimize karşı kedi köpek misali olmak yeterli bizim için.

Biz, birbirimizin maçına bakarak pozisyonları değerlendirmeye devam edelim.

Şu takımı şunlar kolluyor yaygarasını yapalım.

Birbirimize aslan kesilelim.

Mangalda kül bırakmayalım.

Biz büyük takımız, köklü kulübüz kibrini yaşayalım.

Bilelim ki bizim takımların büyüklüğü ülke sınırları dışında yok. Avrupa bize kaç beden büyük gelir.

FB de aynı, GS de aynı, BJK de aynı, TS de aynı.

Hepsi bu milletin aklıyla dalga geçiyor.

Hepsi bizimle oyun oynuyor.

Aralarında yaptıkları mücadele bir kayıkçı kavgasından ibaret.

Sahi bizim yaptığımız, başarılı olduğumuz bir alan var mı?

Bir hakkı teslim edeyim. Tek başarımız her alanda başarısız olma istikrarı. Bu da hiçbir ülkeye nasip olmaz. Hiçbir ülke bu kadar uğraşsa bizim gösterdiğimiz başarısızlık başarısını gösteremez.

Boşu boşuna biz şöyleyiz, böyleyiz diye övünmeye kalkmayalım.

Yazık ki yazık.

Oturup biz neyiz, niçin böyleyiz, hangi alanda nasıl başarılı oluruz üzerine kafa yoralım. Yanlışlardan ne çabuk dönersek kârdır diyelim. Hiçbir mazeret ve gerekçenin  arkasına sığınmayalım.

Hâlâ bize gaz vermeye kalkan, hamaset yapan, slogan atan olursa kes lan sesini. Yeter bu ninnilerle uyuttuğunuz diyelim.

13 Ağustos 2024 Salı

İsraf ve Keriz

Yan taraftaki görüntüyü bugünlerde paylaşan paylaşana. İlkokul mezunundan, fakülte mezununa varıncaya kadar her yaştan insanımız bunu paylaşıyor. Yeter ki bu işi yapan ekmeklerine yağ sürsün. Kendilerine malzeme versin. 

Paylaşımlarıyla, "Siz bu adamı seçtiniz. İşte bu da gününü gün ediyor" ve sizin paranızı çatır çatır yiyor demeye getiriyorlar. 

Baştan söyleyeyim, işim siyaset yapmak falan değil. Siyasetle zaten işim olmaz. Sosyal olaylardan insanımıza dair söz, eylem ve paylaşımları gözlemleyip değerlendiriyorum.

Bu açıklamanın ardından paylaşımı değerlendirmeye geçeyim. 

Paylaşım doğru mu, değil mi, abartı var mı bilmiyorum. Çünkü gündemi takip etmiyorum. Bir an için doğru kabul edelim. 

Paylaşım, bir israfı öne çıkarıyor. Bu yönüyle haklı bir eleştiri söz konusu. Vatandaş olarak israfa karşı çıkılması kadar doğal bir şey olamaz. Yalnız israfa karşı çıkarken israfı yapanın bir kısmını görüp bir kısmını görmemek olmaz. Kim yaparsa yapsın. Olmadı demek lazım. İtibar ve tasarruf denmez. Çünkü israf israftır. Ali yapsa da israf, Veli yapsa da israftır. Hele harcanan kamu malı ise yetim malıyla eşdeğer görmek lazım. Vatandaş, kim yaparsa yapsın, gök kubbeyi inletmeli.

Sanırım, bu masrafı sponsorlar çekiyormuş. Külahıma anlatsınlar bunu. Masrafı sponsorun çekmesi demek gaz gelecek yerden tavuk esirgenmez demek. O yüzden sponsor demek kamu malı demektir. Sponsorun bir de reklam yapması ve caka satması da sponsorun lehine bir durum. 

Paylaşımda oteli anlarım. Otelde yeme, içme, yatma vs. dahildir. Rakı, şarabın öne çıkarılması garip. Bu paylaşımı yapanlar, gidip gördüler mi ki rakı ve şaraptan bahsediyorlar. Belki istavrit de vardır menüde. Belli ki bu paylaşım algı oluşturmaya yönelik olsa gerek. Haber izlemiyorum. Rakılı, şaraplı görüntü verdilerse paylaşıma eyvallah derim ve haklılar. 

Şu var ki 16 günlük değil, beş yıllık da olsa böyle bir harcama yapmam. Buna bütçem el vermez. Bütçem el verse de böylesi lüks yerlerde kalmam. Hele ki bu para kamunun parası ise zaten işim olmaz. Birileri sponsor olmaya kalkarsa hadi oradan derim.

Anladığım kadarıyla Olimpiyat için belediye başkanları çoluk çocuk orada imiş. Başkanlar bu masrafı ceplerinden karşılıyorsa buna da israf derim ama kendi paralarıdır derim.

Anlaşılan o ki hangi parti ve düşünceden olursa olsun partiler israfta yarışıyor. Bunu yaparken de milleti tınmıyorlar. Hangisi hangisinin hocası dersek, öyle zannediyorum, birbirlerinin hocası olurlar. Ellerine su dökemeyiz.

Paylaşıma dönersem tekrar. Otel masrafının 5 milyon avro olduğunu yazan kimse dolar ve avroya o kadar aşina ki birden TL'ye çevirmiş.

Paylaşımın en garip cümlesi de "keriz parası da yenir ha!" denmesi. Burada keriz kim? Sanırım İstanbullulara deniyor. Koca bir şehrin insanına keriz denmesi çok ayıptır. Ayrıca niye sadece İstanbullu keriz oluyor? Merkezi bütçeden belediyelere para aktarılıyor. Yani tüm Türkiye insanının vergisinden para İstanbul'a da gidiyor. Bu durumda keriz Türkiye insanı olmuş olur ki buna kimsenin hakkı yoktur.

Bu arada "keriz parasıda" derken buradaki "da" ayrı yazılır. Bir diğer yanlış "Ekremin" derken Ekrem özel isim. Kesme işaretiyle ayrılır. Diyelim ki bunu yazan bu iki kuralı bilmiyor ya da gözünden kaçtı. O kadar üniversite mezunu aynı paylaşımı yaparken bu "da"yı ayırmayı ve kesme işareti ile Ekrem'i ayırmayı düşünemedi mi? Yoksa bunlar da mı bu "da" nın ayrı yazıldığını ve özel ismin kesme işaretiyle ayrılacağını bilmiyor? Aynı yanlışı binlerce kişi paylaşınca yanlışa göz aşina oluyor. Lütfen Türkçeyi katletmeyelim. 

Paylaşımda bir başka ayıp "Ekremin 16 günlük" derken Ekrem Bey'den okul veya mahalle arkadaşı veya akranı gibi bahsediyor. Bu üslup da hoş değil. Ekrem denilen kişi bir belediye başkanı. Sevelim veya sevmeyelim, överken veya eleştirirken saygıyı elden bırakmamak lazım. 

Araç Muayenesinden İzlenimlerim

08 Ağustosta, 13 yıldır bende olan 24 yaşındaki 2000 model aracımın muayenesi vardı. Tamirciye gidip şu aracın muayenesi var. Bir bak bir eksiği var mı demedim. Çünkü ne zaman tamirciye, yola gideceğim ya da aracın muayenesi var. Eksiği var mı bir bak dediğimde, arabanın neyi var sorusuyla karşılaşıyorum. Siz şurasına bakın derseniz biz oraya bakarız. Araba çalışıyorsa bizim için sorun yok diyorlar. Yahu şu yağına, suyuna bari bakın dersen, lütfedip bakıyorlar. Hasılı nazarımda çoğu tamir ustası doktor gibi. Doktorlar nasıl ki hastanın derdini dinleyip ona göre muayene edip teşhis ve tedavi uyguluyorsa tamircilerin çoğu da öyle. 

Bu ustaları görünce nasıl aramazsın ilk arabayı aldığımda arabayı gösterdiğim Hüsamettin ustayı dedim. Bir tanıdık götürmüştü oraya. Biraz tuzlu yapar ama iyi ustadır demişti. 

Usta bizi arabadan indirdi.  Arabaya binip ada içinde bir tur attı geldi. İndi arabadan. Arabanın şurası, burası, orası değişecek. Şurası ile burasından şüpheliyim. Aracı kaldırınca belli olur. Şüphe ettiklerim de değişirse fiyat 130 olur. Değişmezse fiyat düşer. Paranız yoksa parça parasını parçacıya kartla ödersiniz, benim el emeğimi sonra verirsiniz dedi. Bu dediğim Ashabı Kehf zamanından pardon 2000 öncesi.

İyi yap dedik. Bugün cuma, cuma günleri çalışmıyorum. Arabayı bırakın, yarın şu saatte alın dedi. Kafasına Kur’an öğretiyormuş cuma günleri.

Şimdi ustaların çoğu bizim Hüsamettin usta gibi olmayınca, araç muayenesine gitmeden tamirciye uğramıyorum. TÜVTÜRK muayene etsin bir güzel. Şurası, burası ağır kusurlu desin. Araba ağır kusurlu olarak muayeneden geçemesin. Ben de gözüm kapalı tamirciye gideyim. Tamirci neyi var demeden, arabanın şurasını, burasını yap diyeyim düşüncesindeyim iki muayenedir. 

Öyle ya TÜVTÜRK bu kadar da kahrımı çeksin. Ne de olsa muayeneye nakit 1822 TL para ödüyoruz. Bu kadar da hizmeti olsun.

Nicedir arabadan ses geliyor. Ne de olsa 24 yaşında. Tamirciye bir ara göstermiştim. Bu ses normal dedi. Yakıtını benim aldığım sadece sürmesi kendisine ait oğluma göre ise bu ses anormal. TÜVTÜRK muayenede bir de bu sesi tespit ederse yaşadım demektir. Oğlan da sevinecek bu anormal çıkan sesin tespitine. 

Oğlan dört gözle araç muayenesini bekliyor. Araba muayeneden geçmeyecek, babam da paraya kıyıp arabayı yaptıracak diye. 

Muayene günü geldi çattı. Randevuyu aldım. 

Muayene günü yola çıkacağım. Oğlana haydi gidelim dedim. Çünkü randevu aldığımda gitmeye pek hevesliydi. Kargom olmasaydı gelirdim dedi. Ben buna ayarlama, plan derim. Belki de bu sesten bu araç geçmez. TÜVTÜRK yetkilisi babasına, bu aracı bu haliyle niye getirdin amca derse mahcup olacak. Sadece bu aracın geçeceğine ümidin var mı dedi. Hayır dedim. Sanki bir ki yolda kaldı bu araçla. Kargonun randevu gününe ayarlanması aklıma başka bir şey getirmedi. Bu niyet okumayı sosyal medyadaki bazı niyet okuyucularından öğrendim. Ustam onlar. Sağ olsunlar, var olsunlar. Ego tatmininde işe yarıyor ve insana ben kaçın kurasıyım dedirtiyor.

Çıktım bir başıma yola. Açtım yol haritasını. Sağ, sol, düz derken beni getirdi istasyona. Arabadan inmeden kemerleri bağladım. Sıra almak için TÜVTÜRK'ün yeni icadı programından sıramı aldım. Ayrıca sıramatiğe gitmedim.

Ben vezneye varıncaya kadar sıram geldi. Kimlik ve ruhsatı uzattım. Veznecinin bir gözü de TV ekranındaymış. Boksör kızımızın maçını izliyormuş. Tüh yenildi dedi. Hayırlısı, buraya kadarmış. Erkekle nasıl başa çıksın dedim. 

Kredi kartına çekim yapıyor musunuz dedim. Çekiyoruz ama 77 lira farkı var dedi. O zaman nakit vereyim dedim. 1822 lira uzattım. Hiçbir yerde geçmeyen iki, üç bozuk para uzattı. Cebime koydum. İmzamı aldıktan sonra dışarıdan sırayı takip edin dedi. Çıktım.

TÜVTÜRK kredi kartına fark alıyor şikayetleri üzerine “Kredi kartı veya banka kartı ile yapılan ödemeler, 6493 sayılı Kanun ve ilgili mevzuat uyarınca, müşterilerimize tek seferlik ödeme hizmeti sunan bir hizmet sağlayıcı firma üzerinden gerçekleştirilmekte ve sunulan tek seferlik ödeme hizmeti karşılığında, hizmet sağlayıcı firma tarafından müşterilerimizden bir “hizmet bedeli” tahsil edilmektedir. 

TÜVTÜRK olarak tarafımızca araç muayene ücret bedellerinin ödenmesinde alternatif ödeme aracı olarak sunulan banka kartı ve kredi kartı ile yapılan ödemelerde, muayene ücreti haricinde herhangi bir ek ücret alınmamaktadır. 

Basında yer alan “TÜVTÜRK’ün kredi kartı ile yapılan ödemelerde komisyon aldığına” dair haberler gerçeği yansıtmamaktadır, kamuoyunun bilgilerine sunulur.” (TÜVTÜRK 6 Haziran 2024) açıklaması yapa dursun. Vatandaşa göre alınan bu 77 lira bir farktır. Veznedeki kendi görevlisi de aynı kanaatte. TÜVTÜRK’e göre ise “hizmet bedeli” imiş. Bir de bunun yasal mevzuatı varmış. TÜVTÜRK’ün bu hizmet bedelini bir esnaf veya bir özel sektör yapsa yani kredi kartı ile çekime hizmet bedeli alsa, bunun yasal mevzuatı var dese müşteri bu duruma ne der? Bunu kamuoyunun vicdanına bırakıyorum bir de TÜVTÜRK’ün vicdanına. Bari görevlilerine, hizmet bedeli deyin dese daha iyi olur. Çünkü fark başka, hizmet bedeli başka. Nasıl ki şu ürüne zam geldi dendiğinde moralimiz bozuluyor, ürüne güncelleme veya ayarlama yapıldı dendiğinde rahatlıyorsak, fark yerine hizmet bedeli denmesi de hoşumuza gider.

Neyse biz devam edelim muayeneye. Dışarı çıktığımda bir yenilik daha gördüm TÜVTÜRK'te. Artık plaka ile anons etmiyor. Vezneye giderken aldığın sıra numarası ile anons yapılıyor.

Randevu saatini bir yarım saat geçtikten sonra üç numaralı bölüme davet edilince, aracımı getirdim. Bir güzel muayene etsin diye gence teslim ettim. Genç, amca arabada bir şey var mı dedi. Bir an için tamirciler gibi bunlar da mı neyi var diye sormaya başladılar diye düşündüm. Anlamadım dedim. Kıymetli bir şey var mı dedi. Yok dedim. Tamam o zaman arka tarafa geçebilirsiniz dedi.

Arka tarafa dolanırken ne olsun aracımda kıymetli bir şey. Evde yok ki arabada olsun. Garibimin en kıymetlisi bu 24 yaşındaki aracı. Onu da sana teslim ettim  dedim kendi kendime.

Arka taraftan arabamın muayene yapılışını izledim. Bölüm bölüm arabayı yürüterek altına, üstüne bir güzel baktı elindeki aletle. 

En son çıkışa gelmeden kapıda durdurdu. Farların hepsi baştan açıktı zaten. Kapının yanında duran aletle farları kontrol etti. Sonra çıkışa getirdi arabayı. (Bu arada neyle bakıyorlarsa, nazarımda hepsi alettir. Tüm bildiğim bu).

Arabadan inip hemen geliyorum diyerek içeriye geçerken var mı delikanlı sorun dedim. Yok amca. Şurayı bir imzalar mısın dedi. O daha gelmeden, cebime "... plakaya ait muayene ONAYLANDI. Muayene 08/08/2026 tarihine kadar geçerlidir. Rapora ... adresinden ulaşabilirsiniz" mesajı geldi. Sadece 10 âdet hafif kusur varmış. Bu kadar kusur kadı kızında da olur. Bu arada onaylandı belgesi vermeyerek kağıttan da tasarruf ediliyor. Buna da sevindim. Boşu boşuna ruhsatın içinde taşır dururdum.

Hasılı bir 20 dakika sürdü bu muayene.

Bu yazdıklarımı hepiniz biliyorsunuz ama bana yazdırdınız yine. Alacağınız olsun.

Araç muayenesinin onaylanmasına şaşırdım mı? Evet. Üç yıldır tamirci yüzü görmeyen araç nasıl geçerdi, öyle ya.

Sevindim mi? Evet. Bir ay içinde tekrar muayene tekrarına gelmeyeceğim.

Üzüldüm mü? Evet. Cıvıtma demeyin. İyi de bu araçtan gelen ses ne olacak? Oğlana göre bu ses triger zincirindenmiş. Bakalım usta ne diyecek buna? Bu arada oğlanın üzüntüsü benden fazla. Zaten ağabeyleri hayırlı olsun derken bizimki 😓 Terli Üzgün Yüz emojisini göndermekle yetindi. Benimle daha doğrusu arabamla alıp veremediği neyse artık. Halbuki 2002 öncesi pardon 2000 öncesi bu araç yoktu yok.

Halbuki sesin nereden geldiği müjdesini TÜVTÜRK yaptığı bir güzel muayene sonunda belirtseydi gözüm kapalı tamirciye gidecektim.

Hasılı buruk bir sevinç içerisindeyim. TÜVTÜRK iki muayenedir yapıyor bunu. Halbuki iki öncesi muayenelerde ağır kusuru buluyor, ben de nokta atış tamirini yaptırıyordum. İli emekli olmuyordum. Anlaşılan TÜVTÜRK de gözünü açmış. Yok öyle yağma. Ben bulacağım. Sen yaptıracaksın. Yeter senin hazıra konmuşluğun. Aracının sesiyle seni baş başa bırakıyorum diyor.

İş başa düştü. Kendi göbeğimi kendim keseceğim. Başımın çaresine bakacağım. Canı sağ olsun TÜVTÜRK’ün. 

12 Ağustos 2024 Pazartesi

D. Mehmet Doğan *

Öğrencilik ve gençliğimde, yazılarını ve konuşmalarını takip ettiklerimdendi Mehmet Doğan. Bir elin parmakları kadardı ne de olsa fikir dünyamızın örtüştükleri.

"Batılılaşma İhaneti" adlı kitabıyla tanıdım kendisini. 

Türkiye Yazarlar Birliği başkanlığını yaptı uzun yıllar. 

Zaman gazetesinde yazdığı yazılarını okurdum.

Büyük Türkçe Sözlüğü, yazdığı çok eserin içinde öne çıkanlardan. 

Öğrencilik ve gençliğimde Konya'da düzenlenen panel, konferans, söyleşi adı her ne ise bu tür etkinliklere katılmaya özen gösterirdim. Alaeddin Tepesi üzerindeki Alaeddin Keykubat Salonunda yapılırdı bu tür programlar genelde. 

İstanbul ve Ankara'da olanlar panel ve konferans yönünden şanslı idi. Konya ise bu alanda bakir idi. Tek tük panel, konferans düzenlenirdi. 

Kemal Özer bu tür organizasyonlar için Devran Ajans'ı kurmuştu. Binası da sanırım Teksas Durağı diye bilinen yerin Merkez İHL'ye giden yolun sol köşesi idi. 

Genç girişimci Sayın Kemal Özer, konuşmacı olarak Mehmet Doğan'ı getirecekti. Bu programa katılım için yanlış hatırlamıyorsam bilet bastırmış, dinleyici olarak katılmak isteyenlere bilet satmıştı. Aklımda bir beş yüz kaldı. Yanında üç sıfır var mıydı hatırlamıyorum. Paramızdan altı sıfır atılınca, bir de sürekli açık, gizli ve kontrollü devalüasyon olunca rakamlar aklımda kalmıyor. 

Devran Ajans, giriş için niçin ücret alma yoluna gitmişti? İstanbul'dan, Ankara'dan gelecek konuşmacının yol, barınma ve salon kirası vs. masraflarını karşılamak için olsa gerek. Duyuru için afiş de bastırmıştı sanırım. Sponsor yoksa sermayesi olmayan genç bir girişimcinin bunun altından kalkabilmesi mümkün değil. 

Para problem değil, yeter ki bir konuşmacı gelsin. Hele TYB başkanı Mehmet Doğan gelecek. Gitmeye değerdi. 

Biletimizi aldık. Heyecanla Sayın Mehmet Doğan'ın geleceği günü ve yapacağı konuşmayı beklemeye koyulduk. Mevsim kış ya da sonbahar olmalı. 

Belki de konuşmanın yapılacağı gün, belki de salonu doldurup konuşmacıyı beklediğimiz saat, bir duyduk ki Mehmet Doğan gelmiyormuş ya da gelemiyormuş. Sebebini öğrenemedik. Çünkü bir gerekçe de söylenmedi. Hava muhalefeti mi yoksa bir anlaşmazlık mı oldu bilemiyorum. 

Sevincimiz kursağımızda kaldı. Belki ilk organizasyonuydu Kemal Bey'in. Öyle zannediyorum, onun da morali bozulmuştur. Bilet alanların bilet parasını geri iade etti. Afiş, salon kirası gibi masraflar da yeni doğmaya kalkan ajansın belini bükmüştür. Bu ajansın ömrü uzun olmadı. Bir müddet sonra kapandı bildiğim kadarıyla.

Ne zaman Mehmet Doğan ismini duysam bu anekdot aklıma gelir. Hatta öğretmen olup Gaziantep Nizip'te görev yaparken yine Mehmet Doğan gelecek diye Gaziantep'e giderek salondaki yerimi almıştım. Allah vere de buraya gelse dedim durdum. Bereket gelmişti. 

Mehmet Doğan isminin başındaki “D” dikkatimi çekerdi bir de. Niçin kısaltma ve neyin kısaltması derdim. Kendi aramızda doktor olmalı. Herkes Dr. yazarken D şeklinde kısaltıyor olmalı ya da “D”, Derviş’in kısaltması olabilir derdik. Merak edip şimdi baktım. Rahmetli Nurettin Topçu, diğer Mehmet Doğan isimlerinden ayırt etmek için isminin başına “D” harfini armağan edilmiş.

Biyografisine baktım Mehmet Doğan 77 yıllık yaşına birçok eser sığdırmış. Önemli yerlerde görev yapmış. Devlette çalışma yerine serbest çalışmayı yeğlemiş. Belki de bunca eser, serbest çalışma ve serbest düşünmenin bir eseri olsa gerek.

En son Karar gazetesinde yazdığını görünce ya dışlanmış ya kendi tercihi ya da umduğunu bulamamış bir profil görüntüsü verdi bana. Ne alaka demeyin. Çünkü Karar gazetesi, mahallesini terk etmek istemediği halde ana akım gazetelerde yazma imkanı olmayan ya da yazdırılmayan, sol gazetelere de gitmek istemeyenlerin yazdığı gazete izlenimi veriyor bana. En azından çoğunluğu böyle. Belki de bu gazete, diğer basına göre yazarın, istediğini yazdığı, düşüncesini rahatça ortaya koyabildiği, sansüre tabi tutulmadığı bir yer olabilir.

D Mehmet Doğan ömrünü tamamlasa da geride bıraktığı eserleriyle aramızda yaşamaya devam edecek. Allah rahmet eylesin.

*14.08.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

11 Ağustos 2024 Pazar

Pazar Yürüyüşümden Objektifime Takılanlar

Uzun süredir aksi bir durum olmadıkça günlük çarşıya ağır tempo yürüyerek 8-12000 arası bir adım atıyorum.

Bugün pazar pazar rotam Tavus Baba olsun istedim. Öğle vakti çıktım İstasyon'dan yola. Meram Yeniyol üzerinden Tavus Baba'ya çıktım. Tavus Baba Kafenin arkasında, insanların ailecek piknik yaptığı yerde, havanın püfür püfür estiği bir ortamda, bankın üzerinde teşehhüt miktarı oturduktan sonra dönüş vakti deyip kalktım.

Tam Aydın Çavuş'un oraya yaklaşmıştım ki Dere'ye gider levhasını gördüm. Gelmişken Kızlar Kayası'nı da göreyim istedim. Direksiyonu Dere'ye kırdım.

Az gittim uz gitmiştim ki sol tarafta kayalar görünmeye başladı. Onları seyrede seyrede yol aldım. Yolda fotoğraflar çektim ama güneşe doğru denk geldiğinden ne çektiğimi net göremeden kayaları çektim. Meram Belediyesinin kurduğu merdivenlere kadar geldim.

Belediye buraları düzenlemiş. Yukarıya kadar merdiven yapmış. Yolda gelirken kayaları aşağıdan gören, bu merdiven ve seyir tepesi sayesinde kayalara yukarıdan temaşa edebiliyor. 

Belediye, buraya güvenlik koymuş, WC yapmış. Hem nefeslenmek hem de çay ve su veya başka içecek ihtiyaçlarını gidermek isteyenler için küçük bir kafe yapmış. Diğer içeceklerin fiyatını yazmışlar ama en başta yazılı çayın fiyatına baktım. Fiyat çok makul. Tiryakileri için çay 10 lira. Esnaf çay ocaklarında da bu fiyat. Meram Belediyesine turizme yaptığı bu katkısından dolayı teşekkürler. 

Merdivenleri bir bir çıkarak en son seyir tepesine kadar çıktım. Tepede güneşe biraz daha yakınlaştım. Öğle vakti yakmak için tüm ısısını bana doğrulttu güneş.

Tepeden, Dere'yi ve aşağıda kalmış kayalara alıcı gözle baktım. Buraları sana vermezler. Boşu boşuna gözünü eskitme dedi içimdeki ses.

İnerken üç tane kızımızı her üç beş basamakta bir hatıra oluşturmak için birbirlerinin fotoğraflarını çekerken gördüm. Bazen de hep birlikte selfie çektiler. Bu kızlar benden önce merdivenlerden çıkıyordu. O kadar çok foto çektiler ki ben indikten sonra onlar en son zirvede ânı ölümsüzleştirme yarışı içindeydiler.

Çıkış merdivenleri ahşaptan, göze hoş gelen görüntü ve her yaştan insanın rahatça çıkabileceği şekilde yapılmış. İnişte ise her basamağın aynı ebatta olmadığı dikkatimi çekti. Merdiven basamaklarında aynı ebatta üç ahşap yer alırken, iki-üç tane merdivenin son basamaklarının iki ahşap tahtadan ibaret olduğunu anladım. Çıkışta fark edilmeyen bu ayrıntı, inişte ayağının bir kısmının boşlukta kaldığını görünce anlayabiliyorsun. Ha iki ha üç ne fark eder demeyin. Dikkatli inmeyen kişinin inişte düşme riski var. 

Başka ne gördün derseniz, dağ, taş, tepe hepten kaya. Kayalar sanki insan eli değmiş gibi desenli. Kaç yüzyıllardır Meram Dere insanına bu şekil şahitlik yapıyorlar bilmiyorum.

Buranın adı Kızlar Kayası imiş. Gördüğüm kızlardan dolayı mı buraya Kızlar Kayası adını verdiler bilmiyorum. Bildiğim, benim gibi merak edip gezmeye gelen bu kızlardan başka da başka kız görmedim. Yani kızları olmayan kaya burası. 

Konya'nın Kapadokya'sı, peribacaları deniyor buraya. Akşamları sanırım ışıklandırılıyormuş.

Kızlar Kayası ismi ile ilgili hikayeler anlatılır: "Konya’dan Dere’ye bir düğün kafilesi gitmektedir. Gelin, hacet gidermek amacıyla bir çeşit yufka olan şepitle taharetlenir. Allah indinde hoş karşılanmayan bu durum üzerine gelinle birlikte kafiledekiler taş kesilirler. Diğer söylenceye göre de Konya’dan Dere’ye gelin götürülmektedir. Fakat gelinin Konya’da civan bir sevgilisi vardır. Ondan ayırır ve Dereköylü bir gence verirler. Konyalı genç kara sevdalar içinde beddua eder ve: “Bir daha Konya’ya yönünüzü dönerseniz taş olunuz inşallah” der. Tam yarı yolda gelin Konya’ya döner, bir “ah” çeker… İşte bu sırada bütün kafile olduğu yerde taş oluverirler. (Saim Sakaoğlu, “Kızlar Kayası”, Meram Dergisi, Aralık 1999, sayı 2, s. 1819)

Dönüşte Belediye Sosyal Tesislerini soluma alarak Meram Dere içinden Meram Yaka/Meram Yeniyol ışıklarına çıktım. Tekrar Meram Yeniyol üzerinden yürüyerek İstasyon'da yürüyüşümü sonlandırdım. 

Bu arada Meram Yeniyol dar yaya yürüyüş kaldırımlarıyla yürümeye hiç elverişli değil.

Öğle ezanlarıyla başlayan bu yürüyüşüm, telefonumdaki adım sayara göre gidiş ve dönüş 3 saat sürmüş. 18.312 adım atmışım. 11 km yol yapmışım.

Gidişim tempolu idi, dönüşümde tempo düşüklüğü gördüm. Çektiğim fotoğraflar ister istemez tempoyu düşürdü. 

Yazımı sonlandırmadan Meram

Dere içindeki bir otobüs durağına yapıştırılmış, Konya Duası adını verdikleri bu dua metni de dikkatimi çekti. Fotoğrafladım. İlk defa duydum ve gördüm bu Konya duasını. Dua duadır. Niçin Konya duası dediler bilmem. Başlığın yanında da 7BİN7 Dua yazmışlar. İlginç doğrusu.

Not: Yürüyüşüm gibi keşke foto çekimim de iyi olsaydı. Güneşe karşı hiçbiri iyi çıkmadığı için buraya almadım. 

Kimi

İnsanoğlu muamma bir varlıktır ve farklı farklıdır:

Kimi hesap ve kitap yapmayan hasbi biridir. Bu tiplerin sayısı pek azdır. 

Kimi ilgi gösterdiğin ve adım attığın kadar adım atar.

Kimi menfaat üzere hayatını dizayn eder. Kazan kazan üzerine yaşar. 

Kimi kendi yağıyla kavrulur. 

Kimi etliye ve sütlüye karışmaz.

Kimi sorgular. Kimsenin dümen suyuna girmez. 

Kimi aklını kullanmaz. Başkasının aklıyla hareket eder.

Kimi iyi bir dinleyicidir. Bol bol altın biriktirir. 

Kimi boş teneke gibidir. Çenesi hiç kapanmaz. 

Kimi inisiyatif alır, riske girer kimi riskten kaçınır. 

Kimi bir ortamda renk verir. Kimi renk vermez. 

Kimi iyi bir tasdikleyicidir kimi eleştirendir. 

Kimi görüş ortaya koyarken kimi ortaya koyacağı görüşten dolayı mimlenirim korkusu yaşar. 

Kimi olduğu gibidir. İçi dışı birdir. Kimi ise ikircikli davranır. İçi başka, dışı başkadır. Kimi gemileri yakar kimi ise makam, mevki ve şöhret için her kaba girerek kırk takla atar.

Kimi kaba sabadır. Kırar döker. Kimi alabildiğine nazik, kibar ve saygılıdır.

Kimi alıngandır kimi her sözü götürür.

Kimi alındığını belli etmez. İçten içe içerler.

Kimi kin gütmez kimi içten içe kin güder. Kimi kinini dışarı vurur kimi ise belli etmeden öç almak için fırsat kollar.

Kimi inatçıdır kimi uyumludur.

Kimi sinirlidir kimi alabildiğine yumuşaktır.

Kimi kendisine yapılmasını istemediğini başkasına yapmazken kimi kendine Müslümandır.

Kimi içten pazarlıklıdır.

Kimi iyi bir niyet okuyucusudur.

Kimi neyse o iken kimi senden görünürken başkasına çalışır. Kiminin gizli planı vardır...

Hasılı say say bitmez insanın çeşitliliği.

Niçin Bir Sosyal Medyamız Yok?

İnstagram, 8 günün ardından yeniden açıldı.

İnstagram açılınca, yasağı destekleyen, devletimin yanındayım diyen, Tiktok'un da yasaklanmasını istiyorum diyenlerin sevinci kursağında kaldı. 

İlgili sosyal medya platformunun Türkiye'nin şartlarını yerine getirip getirmediğini zaman gösterecek.

İnstagram isteklerimizi yerine getirmezse yeniden kapatırız diye düşünenlerimiz çıkar. Hoş, bu platformun kapatıldığı da tartışılır. Çünkü kısıtlandığı zaman VPN seçeneği ile zaten giriliyormuş. Bu durumda kısıtlamanın çok etkili olacağını sanmıyorum. Yine de VPN seçeneğini işaretlemeyip yasağın kaldırılmasını bekleyenler için olumlu bir gelişme. 

Bu durumda Facebook, X, İnstagram, Tiktok gibi sosyal medya platformlarını açmak, kısıtlamak ve kapatmak gibi bir uğraşımız neye yarar? Çünkü kapatsak bile girmek isteyen girebiliyor.

Gördüğüm kadarıyla bu platformlar çok güçlü. Ülkenin isteklerini pek tınmıyorlar. Sınır, kural ve ülke tanımıyorlar. 

Bu sosyal medya ağları günümüz için vazgeçilmez ve hayatın bir parçası. Reel hayatın nabzı bu platformlarda atıyor. 

Sosyal medya bu çağda madem bir ihtiyaç ise bu durumda bizim ne yapıp ne edip bir veya birden çok milli sosyal platformu kurmamız gerekir. Menşei ülkemiz olduğu takdirde devletin yaptırımı da daha etkin olur. 

Sahi niçin bir sosyal medya platformumuz yok? Çok mu zor bu tür platformları kurmak? Koskoca TC devleti böyle bir platform kurduramaz mı? Bu platformlar çok mu pahalı çok mu emek ister çok mu insan gücüne ihtiyaç var çok mu teknik alt yapı gerekli? Bu ülkenin yetişmiş elemanı yok mu? Bizim insanımız çok mu beceriksiz? 

Bu tür sosyal medya başta olmak üzere her türlü üretim, marka başka ülkelere mi has? Bizim gibi ülkelerin bu tür platforma kurmaları yasak mı? Yapmaya yaparız ama çok mu basit görüyoruz? Kim uğraşacak mı diyoruz? Nasılsa birileri yapıyor, bizler de girip kullanıyoruz mu diyoruz? Bu topraklarda bize içilen rol bu mu? Onlar üretecekler, biz onların pazarı olmaya devam mı edeceğiz böyle?

Hiçbir şey üretmeyip başkalarının ürettiği Facebook, X, İnstagram, Tiktok, WhatsApp gibi platformları kullanmaya devam mı edeceğiz? Dediklerimizi yapmadılar deyip kızacağız, kapatacağız sonra açacak mıyız yine? 

Sahi biz neyi üretip de alın kullanın, made in Turkey deyip dünyaya servis ettik bugüne kadar?

Ne zaman kötü komşu mal sahibi yapar atasözünün gereğini yerine getireceğiz?

Nerede, neyi, niçin eksik yapıyoruz diye hiç kendimizi sorgulamayacak mıyız?

Böyle geldik, böyle mi gideceğiz?