Ana içeriğe atla

Pazar Yürüyüşümden Objektifime Takılanlar

Uzun süredir aksi bir durum olmadıkça günlük çarşıya ağır tempo yürüyerek 8-12000 arası bir adım atıyorum.

Bugün pazar pazar rotam Tavus Baba olsun istedim. Öğle vakti çıktım İstasyon'dan yola. Meram Yeniyol üzerinden Tavus Baba'ya çıktım. Tavus Baba Kafenin arkasında, insanların ailecek piknik yaptığı yerde, havanın püfür püfür estiği bir ortamda, bankın üzerinde teşehhüt miktarı oturduktan sonra dönüş vakti deyip kalktım.

Tam Aydın Çavuş'un oraya yaklaşmıştım ki Dere'ye gider levhasını gördüm. Gelmişken Kızlar Kayası'nı da göreyim istedim. Direksiyonu Dere'ye kırdım.

Az gittim uz gitmiştim ki sol tarafta kayalar görünmeye başladı. Onları seyrede seyrede yol aldım. Yolda fotoğraflar çektim ama güneşe doğru denk geldiğinden ne çektiğimi net göremeden kayaları çektim. Meram Belediyesinin kurduğu merdivenlere kadar geldim.

Belediye buraları düzenlemiş. Yukarıya kadar merdiven yapmış. Yolda gelirken kayaları aşağıdan gören, bu merdiven ve seyir tepesi sayesinde kayalara yukarıdan temaşa edebiliyor. 

Belediye, buraya güvenlik koymuş, WC yapmış. Hem nefeslenmek hem de çay ve su veya başka içecek ihtiyaçlarını gidermek isteyenler için küçük bir kafe yapmış. Diğer içeceklerin fiyatını yazmışlar ama en başta yazılı çayın fiyatına baktım. Fiyat çok makul. Tiryakileri için çay 10 lira. Esnaf çay ocaklarında da bu fiyat. Meram Belediyesine turizme yaptığı bu katkısından dolayı teşekkürler. 

Merdivenleri bir bir çıkarak en son seyir tepesine kadar çıktım. Tepede güneşe biraz daha yakınlaştım. Öğle vakti yakmak için tüm ısısını bana doğrulttu güneş.

Tepeden, Dere'yi ve aşağıda kalmış kayalara alıcı gözle baktım. Buraları sana vermezler. Boşu boşuna gözünü eskitme dedi içimdeki ses.

İnerken üç tane kızımızı her üç beş basamakta bir hatıra oluşturmak için birbirlerinin fotoğraflarını çekerken gördüm. Bazen de hep birlikte selfie çektiler. Bu kızlar benden önce merdivenlerden çıkıyordu. O kadar çok foto çektiler ki ben indikten sonra onlar en son zirvede ânı ölümsüzleştirme yarışı içindeydiler.

Çıkış merdivenleri ahşaptan, göze hoş gelen görüntü ve her yaştan insanın rahatça çıkabileceği şekilde yapılmış. İnişte ise her basamağın aynı ebatta olmadığı dikkatimi çekti. Merdiven basamaklarında aynı ebatta üç ahşap yer alırken, iki-üç tane merdivenin son basamaklarının iki ahşap tahtadan ibaret olduğunu anladım. Çıkışta fark edilmeyen bu ayrıntı, inişte ayağının bir kısmının boşlukta kaldığını görünce anlayabiliyorsun. Ha iki ha üç ne fark eder demeyin. Dikkatli inmeyen kişinin inişte düşme riski var. 

Başka ne gördün derseniz, dağ, taş, tepe hepten kaya. Kayalar sanki insan eli değmiş gibi desenli. Kaç yüzyıllardır Meram Dere insanına bu şekil şahitlik yapıyorlar bilmiyorum.

Buranın adı Kızlar Kayası imiş. Gördüğüm kızlardan dolayı mı buraya Kızlar Kayası adını verdiler bilmiyorum. Bildiğim, benim gibi merak edip gezmeye gelen bu kızlardan başka da başka kız görmedim. Yani kızları olmayan kaya burası. 

Konya'nın Kapadokya'sı, peribacaları deniyor buraya. Akşamları sanırım ışıklandırılıyormuş.

Kızlar Kayası ismi ile ilgili hikayeler anlatılır: "Konya’dan Dere’ye bir düğün kafilesi gitmektedir. Gelin, hacet gidermek amacıyla bir çeşit yufka olan şepitle taharetlenir. Allah indinde hoş karşılanmayan bu durum üzerine gelinle birlikte kafiledekiler taş kesilirler. Diğer söylenceye göre de Konya’dan Dere’ye gelin götürülmektedir. Fakat gelinin Konya’da civan bir sevgilisi vardır. Ondan ayırır ve Dereköylü bir gence verirler. Konyalı genç kara sevdalar içinde beddua eder ve: “Bir daha Konya’ya yönünüzü dönerseniz taş olunuz inşallah” der. Tam yarı yolda gelin Konya’ya döner, bir “ah” çeker… İşte bu sırada bütün kafile olduğu yerde taş oluverirler. (Saim Sakaoğlu, “Kızlar Kayası”, Meram Dergisi, Aralık 1999, sayı 2, s. 1819)

Dönüşte Belediye Sosyal Tesislerini soluma alarak Meram Dere içinden Meram Yaka/Meram Yeniyol ışıklarına çıktım. Tekrar Meram Yeniyol üzerinden yürüyerek İstasyon'da yürüyüşümü sonlandırdım. 

Bu arada Meram Yeniyol dar yaya yürüyüş kaldırımlarıyla yürümeye hiç elverişli değil.

Öğle ezanlarıyla başlayan bu yürüyüşüm, telefonumdaki adım sayara göre gidiş ve dönüş 3 saat sürmüş. 18.312 adım atmışım. 11 km yol yapmışım.

Gidişim tempolu idi, dönüşümde tempo düşüklüğü gördüm. Çektiğim fotoğraflar ister istemez tempoyu düşürdü. 

Yazımı sonlandırmadan Meram

Dere içindeki bir otobüs durağına yapıştırılmış, Konya Duası adını verdikleri bu dua metni de dikkatimi çekti. Fotoğrafladım. İlk defa duydum ve gördüm bu Konya duasını. Dua duadır. Niçin Konya duası dediler bilmem. Başlığın yanında da 7BİN7 Dua yazmışlar. İlginç doğrusu.

Not: Yürüyüşüm gibi keşke foto çekimim de iyi olsaydı. Güneşe karşı hiçbiri iyi çıkmadığı için buraya almadım. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde