1 Ağustos 2024 Perşembe

Kaldırılan Sosyal Medya Paylaşımları

Hamas lideri İsmail Haniye'nin İran'ın başkenti Tahran'da, Cumhurbaşkanlığı makamına 150 metrelik bir mesafede konakladığı konutta bir hava saldırısı sonucunda öldürülmesinin ardından, 31 Temmuz 2024 tarihli günün sabahında sosyal medyada İsmail Haniye lehine, İsrail aleyhine paylaşımlar birbiri arkasına geldi.

Çoğu paylaşımcı ikinci bir paylaşım daha yaptı. Bu sefer ki paylaşımları "Şöyle bir paylaşım yapmıştım. Gönderin Kaldırıldı" şeklinde.

Çoğunda kaldırma nedeni olarak "Görünüşe göre tehlikeli olarak tanımadığınız kişi ve kuruluşların sembollerini paylaştın, gönderdin, bunları övdün veya rakip ettin. Bu, tehlikeli kişi ve örgütlerle ilgili Topluluk Standartlarımıza aykırı" gerekçesi yazılmış.

Yazılan paylaşımın kaldırılmasını kızıyoruz kızmaya. Niye kaldırıyorlar diye kızalım. Bunu akşam sabah yapalım. 

Peki, bu kızmamızın faydası var mı? Hayır. Kızdığımızla kalıyoruz. Maalesef yok.

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım.

Kullandığımız sosyal medya platformları Yahudi sermayesi ile kurulmuş, üretilmiş platformlar. Sermayesi ve üretimi Yahudi olmasa bile dünya yüzeyinde hiç kimse Yahudileri karşısına alamıyor. Çünkü baskın güçler. Yaptırımları ağır. Yahudiye rağmen dünyada sermaye olmak, güç olmak ve ayakta kalabilmek mümkün değil.

Tüketici ve üretici olmayan, hep başkasının üretip servis ettiğini kullanan bizler, Yahudi sermayesi ve üretimi ile kurulan bu tür sosyal medya platformlarını kullanarak istediğimiz her şeyi yazalım istiyoruz. İstiyoruz ki bir haksızlık var. Herkes bu haksızlığa karşı çıksın, herkes bizim görüşümüzde olsun ya da bizim görüşümüzde olmasa da biz yazalım, kimse sesini çıkarmasın istiyoruz. Bilelim ki böyle bir dünya yok. Herkes bizim gibi düşünmüyor. Mesela İran'da öldürülen İsmail Haniye bize göre kurtuluş mücadelesi veren bir mücahit iken onlara göre bu aktör bir terörist. Biz öldürülen kimseyi överken onlar yeriyor. Yani bizim mücahitlerle onların mücahitleri farklı. Bizim terörist gördüğümüzü onlar görmüyor.

Şimdi biraz empati yapalım. Bu sosyal medya platformlarını biz kurup herkesin kullanabileceği şekilde dünyaya servis etsek, bu platforma Yahudiler de girse, Haniyye öldürüldüğü için Yahudiler bu platformda göbek atsa, Haniyye aleyhine paylaşımlarda bulunsa, biz bu tür paylaşımlara izin verir miyiz? Herhalde cevabımız izin vermeyiz olur. Hiç kusura bakmayalım da Yahudiler de bunu yapıyor. Terörist gördükleri Haniyye için yazılan övgü dolu sözlere tahammül edemiyorlar ve paylaşımı engelliyorlar.

Sosyal medya hayatın bir parçası olduğu andan itibaren İsmail Haniyye ile ilgili paylaşımlar kaldırıldığı gibi niceleri kaldırıldı. Çünkü platformu kuran, servis eden, sermaye sağlayan onlar. Yani malın sahibi. Kuralları da mal sahibi belirler. O yüzden bırakalım paylaşımlarımızı kaldırıyorlar demeyi, onlara kızmayı ve köpürmeyi.

Düşünelim biz bu durumda ne yapmalıyız sorusunu soralım. Cevap basit aslında. Kendi sosyal medya platformlarımızı kurmak. Kendi platformumuzu kurduğumuz zaman istediğimiz her türlü paylaşımı yapalım. Birilerini överken diğerlerini yerelim. Kim ne diyebilir buna.

Var mıyız böyle bir şeye? Maalesef yokuz. Çünkü biz üretmek için değil, başkasının ürettiğini kullanmak için varız. Böyle bir irade ortaya koyma niyetimiz olsaydı, şimdiye dek kaç tane bu platformlardan kurardık. Ama kurmadık ya da kuramadık veya kurdurmadılar. 

Vakit geç değil, sadece kötü komşu mal sahibi yapar sözünü prensip edineceğiz. Onlar bizim paylaşımları kaldırdı mı? Madem öyle biz de kendi platformumuzu kurduk diyebilmektir.

Hoş, hangi alanda ne ürettik ki kendi sosyal medyamızı kuracağız...

31 Temmuz 2024 Çarşamba

Çiçeği Burnunda Bir Amirin Serüveni (2)

Önceki yazımda bahsetmiştim. Diğer amirlerden farkını ortaya koyacak, kedinin ayağını ilk gün ayıracaktı. Çünkü bu memur ve amir takımı kendi haline bırakılacak bir kesim değildi. 

Mülakatlarda elene elene yapacağı hizmeti sekteye uğrayan çiçeği burnundaki amir gecikmeyi telafi etmek için hızlı giriş yapacaktı. 

Önce bir karşılama töreni yapıldı kendisine. Emrindeki amirlerin yüzüne tek tek bakarak hafızasına aldı. Yukarı çıkın dedi onlara. 

Onlar çıktı. O ise başka bir merdivenden çıktı makamına.

Makamının önünde bekleşen amirleri huzuruna aldı. Onları tek tek süzdü. Bir tanesini karşılamada görmemişti. Ona sen kimsin dedi. Ben falan dairenin amiriyim dedi. İyi de az önce karşılamaya niye gelmedin dedi. Yetişemedim efendim dedi. Olur mu öyle şey. Bir daha olmasın dedi ve korumasına dönerek bunu not al dedi. Öyle ya koskoca mülki amir gelmiş. Amirin yaptığına bak. Zamanında yetişecek efendim. Kısaca ilk günden kara listeye birini almıştı. Haydi bundan sonra biri geç kalsın da göreyim. 

Muhtarları toplamış bir gün toplantı odasına. Öyle ya onların da amiriydi. Verdiği saatte tüm muhtarlar sıra sıra girmişler içeriye. Aradan bir dakika geçer. Geciken bir muhtar huzura gelir. Geç geldin, almıyorum seni toplantıya. Çık dışarı der. Seçilmiş amir kuzu kuzu odayı terk eder. Diğer seçilmişler de hiçbir şey olmamış gibi oturup toplantı yaparlar. Öyle ya onlara dokunmayan yılan bin yaşasın. Amir haklı mı burada? Haklı elbet. Muhtar dediğin zamanında toplantıya gelmeli. Mülki amir değil, o beklemeli mülk amiri. Kimse eski köye âdet getirmesin.

Sabah erken saatte alt katında olan bir amiri çağırtır. Bir, üç dakika geçer amir gelmez. Ardı arkasına zile basar. Nerede bu diye. Ama amir yerinde yokmuş. Amir ilçenin öğleye kadar süren semt pazarına kadar gitmiş. Amacı da bir şeyler alarak yerli üreticiye destek olmak.

Her neyse de mesai saatleri içinde pazara gidilir miydi? Küplere biner. Çağırtır pazardan hemen.

Girer huzura. Nasıl gidersin, niçin gidersin, kimden izin aldın gibi ahiret sorularına muhatap olur. Yerli üreticiye destek dese de mülki amir kaçın kurrası. Yutmaz bunları. Hemen savunmanı ver der. Öyle ya yerel üreticiye destek diye makam mesai saatleri içerisinde terk edilir mi?

Neye uğradığını şaşıran amir savunmasını yazmak için kendi makamına giderken geri çağırtır. Seni bu defalık affediyorum der. Gördünüz değil mi merhameti. Tam idamlık adamı bu merhamet böyle ipten alır. Mülki amir de olsa zira o da bir kalp taşıyor.

Bu uyarıdan sonra bu amir mesai saatleri içerisinde hiç makam odasından çıkmadı. Sigarası bitse sahi dairesinin karşısındaki bakkala giderek sigara bile alamadı. Böylelerinin hakkında ancak böyle biri gelirdi. Siz buna dinsizin hakkından imansız gelir deyin.

Belki güvenliği açısından belki de kullarını denetleme amacıyla farklı merdivenler kullanıyor zaman zaman. Yangın merdiveninden giderken bir amir ve memuru mesai saatleri içerisinde sigara içerlerken görmez mi? Merhamet ve tolerans nereye kadardı böyle? Tahammülün de bir sınırı vardı. Onlara başlarım sizin sigaranıza demez mi? Öyle ya zıkkım içsinler.

İstihbaratı güçlü idi. Belki bu sayede belki de gören gözü, işiten kulağı sayesinde, balkonda içilen sigaranın izmaritinin söndürülmeden kül tablasına atıldığından haberdar idi. Haber gönderir o izmariti söndürün ve kül tabelasını boşaltın diye. İyi de ikinci katın bir köşesinde makamı olan bir mülki amir, birinci katın öbür ucundaki balkonda dumanı çıkan izmaritten ve kül tablası boşaltılmamış kül tablasından nasıl haberi olurdu? Buna ancak şapka çıkarılır. Diyarı Dicle dedikleri böyle bir şey olsa gerek.

Sayfam yine bitti. Ama mülki amirin yaptıkları ve yapacakları hala bitmedi. Biz en iyisi diğer yazımızda da yapılanlara devam edelim ki bu mülki amirin yaptıkları sonraki mülki amirler in kulağına küpe olsun.

Not: Yazılanların hayal mahsulü olduğunu söylememe gerek yok sanırım. İyi bir senaryo yazarı olduğumu bilin yeter. Çünkü senaryo yazmak benim işim. 

İsmail Haniye, İsrail ve İran

Bir saldırıyla üç çocuk ve dört torununu öldürmüştü İsrail. Belli ki esas hedef İsmail Haniye idi. 

Ama İsrail, ona önce evlat ve torun acısını tatsın. Sonra kendisini kaldırırız mesajı vermişti. 

Bunu bilmek için bir istihbarî bilgiye sahip olmaya gerek yoktu. Zira tüm olup bitenler dünyanın gözü önünde göstere göstere geliyordu. 

Esas hedefin kendisi olduğunu öyle zannediyorum İsmail Haniye de biliyordu. Öldürmek için her yolu mubah gören İsrail'i de iyi tanıyordu. Nereye gidip gitmeyeceğine ne yiyip ne içeceğine, hangi ülkenin güvenli olup olmayacağına dikkat etmesi gerekirdi. 

En azından kendisini törene davet eden İran, Haniye’yi güvenlikli bir yerde misafir etmesi ve her türlü tehlikeye karşı güvenlik tedbirlerini almalıydı.

Ülkesine bir tören için davet ettiği Haniye’ye, "Gelme. Ben senin güvenliğini sağlayamam" diyebilirdi. Madem bunu yapmadı. Pekala hava saldırılarına karşın daha güvenlikli bir yerde ağırlayabilirdi misafirini.

Tüm bunlar yapılmamış belli ki.

Geriye, İsrail'e operasyon yapma kalmıştı. İsrail için istihbarata gerek yoktu zaten. Çünkü gölge gibi takip ediyordu öldüreceği kişileri. Öldüreceği kişinin şurada, burada olması da önemli değildi. Zira her yerde operasyon yapabilirdi. Bunun için güç, kuvvet, teknoloji, imkan ve küresel destek vardı. 

Nihayet Haniye’nin misafir edildiği ve İran Devrim Muhafızları Ordusunun koruması altındaki  konuta, gece 02.00'de düzenlediği hava saldırısı ile Haniye’yi öldürdü. Mekanı cennet olsun. 

Suikastın yapıldığı ülke İran. Suikast ülkenin başkenti Tahran'da yapıldı. İran ile İsrail sınır komşusu bile değil.

Belli ki İsrail adım adım izlemiş Haniye’yi. Kalacağı yerin koordinatlarını belirleyerek düzenlediği hava saldırısı ile hedefine ulaşmış. 

Belli ki İran’ın hava saldırılarını bertaraf edecek savunma sistemi yok. Varsa da gece uykuya dalmışlar.

Bu menfur cinayette İsrail'e söyleyecek bir şey bulamıyorum. Çünkü hedefine ulaşmak için her yolu deneyen ve yaptıklarından dolayı dünyadan gelen ve gelecek tepkilere kulaklarını tıkayan bir İsrail var karşımızda. 

Belli ki İsrail yıllarca ne yapacağının hazırlığını yapmış. 7 Ekimden beri Gazze'de taş üstünde taş bırakmadan bir insanlık dramını gerçekleştiriyor. Hakkında soykırım uyguluyor şikayeti üzerine açılan davayı bile iplemiyor. Gazze'yle de yetinmiyor. Kah Suriye'ye kah Lübnan'a kah Irak'a kah İran'a kah Yemen'e nokta atış operasyonlar yapıyor.

Başka ülkeye saldırı o ülkenin bağımsızlığına halel getirirmiş, bu yaptığı diplomatik teamüllere aykırıymış. Tüm bunlar İsrail için vız gelir.

Aslında İsrail’in tek anladığı güçtür. İsrail'in bu orantısız saldırılarına ve maruz bıraktığı katliamlara karşı, karşısında hamaset, slogan ve ürünlerine boykot dışında bir güç yok. 

Burada İran’ı sorgulamak lazım. Koruyamayacağın bir kişiyi ülkene niçin davet ediyorsun? Sınırın bile olmayan İsrail gelip başkentinde nokta atış operasyon yapıyorsa, bu ülke ne için var? Başkenti bile güvenlikli olmayan ve İsrail için yolgeçen hanı olan bu ülkenin bu bölgede varlık sebebi nedir? Ülkesinde cereyan eden menfur cinayet İran’ın acziyetini mi ortaya koyuyor yoksa burada bir Acem oyunu mu var? Bu ülkenin Ortadoğu’da ki rolü, tıpkı İsrail gibi bir çıban başı rolünü üstlenmek midir?

Hasılı İran, olmayan karizmasını bir kez daha çizdirmiştir. Bu görüntüsüyle Filistin’in hamisi falan olamaz. Boşu boşuna devletim diye geçinmesin.

30 Temmuz 2024 Salı

Çiçeği Burnunda Bir Amirin Serüveni (1)

Vergi denetmeni olarak görev yapıyordu. İşi iyiydi ama en büyük hayali bir ilçeye mülkü amir olmaktı.

Bunun için sınavlara girmesi gerekiyordu. 

Sıkı bir hazırlık yaparak sınavlara girdi. Yüksek puan almasına rağmen girmeye hak kazandığı iki mülakatta yeterli puanı alamamıştı. Çünkü mülakatlar "adam gibi" yapılmaya başlanmıştı. 

Ama pes etmek yoktu. Üçüncüsüne girdi mülakatın. Bu sefer olmuştu.

Allah var, hakkıyla kazanmıştı mülki amirlik sınavını.

Torpille girdi diye düşünenlere aldığı yüksek puanları göstermeye hazırdı. (Nitekim görev yaparken kendisinin bölgesel torpille geldiğini ima eden birine,  tüm ilçe müdürlerinin yanında, benim torpille geldiğimi ima ediyorsun. Aldığım puanları gösterebilirim demişti de herkes küçük dilini yuta yazmıştı).

Sonunda bileğinin hakkıyla mülki amir olabildi ve küçük bir ilçeye mülki amir olarak atandı.

İlçe küçüktü ama kendisi ilçenin koca mülki amiriydi. Merkezdeki mülki amirlerle aynı haklara sahipti.

Bugün küçük ilçede başlamıştı ama bu görevde olduğu müddetçe ileride büyük ilçelerde de görev yapacaktı. Çünkü sırayla idi bu.

Üstelik küçük ilçede pişmeliydi ki büyük denizde boğulmasın.

Gerçi bu küçük yerde pişmeden büyük yerde de yapardı bu görevi. Çünkü anasından mükemmel doğmuştu. Ama gel gör ki kıdem aranıyor bu işlerde. 

Madem ki bu göreve hakkıyla atandı. Hakkını vermeliydi bu görevin. Çünkü az beklememişti memlekete hizmet etmek için. 

Çok hızlı girişti yeni işine. Çünkü ilçe ondan hizmet bekliyordu.

Bir de emsallerinden farklı giriş yapmalıydı ki amiri, memuru kaçacak delik aramalıydı ve ne oluyoruz demeliydi. Siz buna kedinin bacağını ilk gece ayırma deyin. Değilse hakkından gelinmezdi memur takımının.

Bir diğer husus her yaptığı konuşulmalıydı, gündem olmalıydı. Öyle şeyler yapmalıydı ki gıyabında konuşulmalıydı. Kimin ne konuştuğunu bilmese de en azından konuşulacağını bilmesi, kişinin kendisinin ne olduğunu bilmesi kadar önemliydi.

Ayrıca kendisi salt mülki amir koltuğunda oturacak biri değildi. Macera, serüven, hareket, gerilim, kaos vs. hepsi olmalıydı. Çünkü kimi ne kadar rahatsız ve huzursuz ederse, huzuru yerine gelecekti.

Başkasının huzursuzluğuyla huzur bulması az şey değildi. Değerdi mutluluk için. Çünkü o da herkes gibi mutlu ve huzurlu olma hakkına sahipti. 

Diğer yazımızda da görevine hızlı başlayan mülki amirin hizmetlerine bir göz atalım.

Not: Yazı hayal ürünüdür. Gerçekle alakası yoktur. 

Burun Ameliyatı Hikayem

Şubat ayında KBB'ye göründüm. Doktor iki taraf da tıkalı. Ameliyat olmanız gerekir dedi. Sol taraf tıkalı olmamalı. Çünkü 1998 yılında ameliyat oldum. Numunede ... doktor yaptı dedim. Tanıyorum o doktoru ama hiç ameliyat olmuşa benzemiyorsun dedi. Şimdi ameliyat olamam. İyileşme süreci biraz sürer. Okulum var deyip teşekkür edip ayrıldım.

Dışarı çıktıktan sonra beni bir düşüncedir aldı. Nasıl ameliyat olmuşa benzemiyordum. Aradan 26 sene geçse de daha dün gibi hatırlıyorum.

Yıl 1998 idi. Numune hastanesinde  sabah erkenden giderek sıra almış, güç bela muayene olmuştum. Ameliyat dedi muayene eden doktor. İyi, olayım demiştim. Ben yapamam, yoğunum, başka bir arkadaşa ol demişti.

Başka bir gün başka bir doktora muayene olup ameliyat olmak istediğimi söyledim. O da ben yapamam demişti. 

Olmayacak böyle poliklinikte muayene olarak dedim. Aynı hastanede memur olarak çalışan bir arkadaştan bir doktorun ismini aldım. Soluğu İstanbul Caddesindeki özel muayenesinde aldım. Ameliyat yapayım. Şu gün uygun mu dedi. Olur dedim. Ameliyat parası ne vereceğim dedim. Namı diğer bıçak parası. Ameliyattan para almıyorum. Yalnız ameliyat için ameliyat sonrası kontrole gelip gideceksin. Bu yüzden iki muayene parası alıyorum dedi.

Bir 60 verdim. 60.000 miydi, 60 milyon muydu bilmiyorum.

Hastaneye giderek falanı gör, ameliyata uygunluk için yapılması gereken konsültasyonları yaptır dedi. İlgili sekreterini bularak yapılması gerekenleri hastanede yaptırdım. 

Ameliyat günü doktor bir sandalyeye oturttu. Lokal anestezi uyguladı. Karşılıklı konuşarak ameliyat yaptı. Ameliyat bitimi her yeri bir güzel diktim dedi. Kaç dikiş attın dedim. Saymadım dedi. Yanında yardım eden hemşiresi, dikiş sayısı önemli değil beyefendi dedi. Bence de önemli değil ama dışarıda kaç dikiş atıldığını sorarlar bana dedim. Doğru, bizim millet dikiş sayısında meraklı dedi. Gülüştük. Ardından burnuma tampon yerleştirdi. Sanırım bir gün mü yattım, iki gün mü şimdi hatırlamıyorum. 

Ameliyatı hastanede olsam da kontroller için özel muayenesine gittim. Tamponları çıkarması bir eziyetti benim için. Ameliyattan zormuş bu tamponları çıkarmak dedim. Öyledir dedi.

Kontrole kaç defa gittim. Tamponları kaç defa çıkarıp yenisini koydu hatırlamıyorum. Hatırladığım, bir kontrol sırasında, hocam senin sağ taraf da tıkalıymış dedi. O tarafı da alaydın dedim. Görmedim. Görseydim alırdım dedi.

En son kontrole gelip tamponları çıkarıp beni uğurladığında, hakkını helal et hocam demişti de ben de helal olsun demiştim.

Gördüğünüz gibi o günden bugüne olduğum ameliyatı, ameliyat sürecini, verdiğim parayı, neler konuştuğumuzu daha dün gibi hatırlıyorum. 

Şimdi düşünüyorum da doktor bana niçin hakkını helal et demişti? Ücret olarak iki özel muayene parası aldığı için mi, iki tarafı da tıkalı olan burnumun sol tarafını ameliyat edip sağ tarafını görmediği için mi, sol taraftan sadece burnumun girişindeki kıkırdağı alıp ileri girmeyip ameliyatı yarım yaptığına mı? Hasılı sebebini bilmiyorum ama bizde alavere olunca genelde helalleşme olur.

Bu arada 2024'te muayene olduğum doktor, burnunun iki tarafı tıkalı, sol taraftan da ameliyat olmuşa benzemiyor, hiçbir izi yok dese de 1998 yılında sol tarafımdan alınan kıkırdak beni rahatlattı. Sık sık nükseden baş ağrım kesildi. Az veya çok nefes alıyorsam sol tarafımdan nefes alıyorum. Eskiden ağzım açık uyurken ağzım kapalı uyuyorum. Zaman zaman başıma gelen burun akıntım kesildi.

Yeni doktorum kabul etmese de gördüğünüz gibi dört dörtlük ameliyat olmasam da 1998'deki ameliyatım beni nispeten rahatlatmış. 

Belki de tam rahatlamayı, cuma günü olacağım burun ameliyatı ile göreceğim. Hazır okullar tatilken bunu da aradan çıkarayım.

27 Temmuz 2024 Cumartesi

Düğün Davetiyeniz Yanınızda mı? *

Bir camide görev yapar. Cemaati nezdinde hatırı sayılır bir itibarı var. Ünü cami cemaati dışına da taşmıştır. Aynı zamanda bir cemaatin de ileri gelenlerindendir.

Sevilip sayılan birisi de olduğu için düğünlere de davet etmişler kendisini. Her birine de gidebildiği kadar gitmiştir. Özel sofralarda ağır misafir olarak ağırlanmıştır.

Gel zaman git zaman bu hocamız da düğün yapacaktır. Çünkü mahdumu evlilik çağına gelmiştir.

Büyük bir titizlikle davet listesini hazırlar. Kimleri çağırıp çağırmayacağı kararını verir. Hazırladığı düğün davetiyelerini de sevenlerine ulaştırır.

Düğün günü düğün salonundaki yerini alır. Davete icabet edenlere hoş geldin demesi gerekir. Çünkü usul böyledir. Hem kız babası hem de oğlanın babası girişin uygun bir yerinde durur. Salona girenleri karşılarlar. Yemeğini yiyip gidenlere de güle güle derler.

Düğün sahibi hoca, kimsenin yapmadığı bir şeye imza atar. Tam salonun kapısında durur. Selam verip hayırlı olsun dedikten sonra salona girmeye kalkanlardan düğün davetiyesini göstermesini ister. İşte burada deyip gösterenleri kapıdan içeri alır. Gösteremeyenleri içeri almaz. Davetiye evde kaldı deseler de nafile. Davetiyeyi gösteremediniz deyip nazikçe geri gönderir.

Bana bu anekdotu anlatan arkadaş da hocanın davetlilerinden. Bu arkadaş da düğüne icabet edenlerden. Ama yanında kartı yok. Üstelik yanında davetli olmayan başkaları da var.

Yolda bu arkadaşı tanıyan biri, S... Abi, davetiyen yanında değilse geri dön. Hocamız almıyor uyarısını yapar.

Altında arabası yok. Evi ta nerede. Evden davetiyeyi alıp gelmesi de mümkün değil. Hocayı tanıyor nasılsa. Hoca da kendisini. Geri dönmek olmaz. Madem buraya kadar geldi. Şansını denemeliydi.

Selamün aleyküm K.... hocam, hayırlı olsun der. Aleyküm selam S...., davetiyenizi görebilir miyim der. Hocam, bana davetiye verdiniz. Davetiye evde. Soracağınızı bilmediğim için getirmedim. Peki. Ya bu yanındakiler kim diye sorar. Yanımdakiler düğün için İstanbul'dan gelen misafirler deyince içeri girmelerine izin verir. 

Düğün sahibinin düğününe gelen misafirlere davetiye sorması, öyle zannediyorum, garibinize gitmiştir. Gitmesi de normal. Çünkü böylesini daha önce görmemiş olabilirsiniz. Hoş, ben de görmedim. Demek ki hoca düğünlere gide gide davetsiz misafirlerden haberdar olduğu için işi baştan sıkı tutmuş olmalı.

Hocanın bu yaptığı garibimize gitse de başka şehirleri bilmem ama Konya’daki salon düğünlerine, davetlilerin yanında bir de davetsiz misafirlerin geldiği de bir gerçektir. Düğün yapanlar daha iyi bilir, misafirleri karşılarken tanımadığı simaları da görür. Düğün sahibi hayırlı olsun diye elini sıkanı bu kimdi diye düşüne dursun, davetsiz misafir oturduğu bir masada karnını güzelce doyurup çıkar.

İkinci düğünde dünürle beraber misafirleri karşılarken selam vermeden içeri giren biri vardı. Selam vermemesi, hayırlı olsun dememesi, bizimle tokalaşmaması garibime  gitmişti. O geçip gittikten sonra dünüre, bu sizden mi demiştim de değil demişti. O zaman bizden de değil deyip gülüşmüştük.

Dersine girdiğim bir sınıf düğün yaptığımı duyunca, Hocam bizi niye çağırmadınız. Haberimiz olsaydı, aramızda para toplar, bir çeyrek alır gelir, takımızı takar, yemeğimizi de yerdik dediler. (O zamanlar da çeyrek ucuzdu. Şimdi olsa takamazlar). Aynı öğrenciler, biz hafta sonu düğün salonlarının olduğu yerlere gider, salona geçer, karnımızı doyururuz dediler.

Hasılı Konya düğün sektöründe davetsiz misafir eksik olmaz. Az veya çok her düğün sahibi bunu tadar. Sadece düğününde kart soran K.... hocadan davetsiz misafir nasibini bulamamıştır diyeceğim ama “İstanbul’dan sizi düğüne gelen misafirler” diyen S....’in yanında, İstanbul’dan gelen misafir harici Konya’dan bu yemeğe katılan davetsiz misafirler de olmuş. S.... kendisi anlatmıştı bir konuşmasında.

Hatta şu da anlatılır düğünler vasıtasıyla. Bir sofrada birbirini tanıyan, tanımayanlar oturur. Birbirlerine kız evinden misin yoksa oğlan evinde mi diye sorarlar. Böyle bir yemekli sofrada yine sormuşlar masadakilere. Biz kız evindeniz demişler. Halbuki yedikleri yemek sünnet düğünü imiş. Bu anekdot genelde her düğünde anlatılır ve gülünür.

*29.07.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

26 Temmuz 2024 Cuma

Kadınla Yatıp Kalkan Bir Profil *

"Üniversitelerin çevresindeki yapılar fuhuş yapılarına dönüyor".

"Anne, babalar, kız ve erkek gençler, sakın ola ki kendi şehriniz dışında bir üniversitede okutmayın ve okumayın. Nefsinize güvenmeyin. Etkilenirsiniz. Bir bakarsınız kendinizi aklınıza gelmeyen hatalar içinde buluverirsiniz. Tedbiri en baştan alın. Aç kurtların sizi ziyan etmek için beklediği başka şehirlere hiç gitmeyin".

"Çocuklarınızı ırz düşmanlarına kurban vermeyin".

"Bu milletin iffetli kızları, ailenizden bağımsız hiçbir erkekle görüşmeyin. Bu erkeklerin % 90'ı sizinle evlenmeyecek".

"Olayın faili anlatıyor: Kampüs yolunda bana el eden, biri başörtülü iki kızı arabama aldım. İli gün sonra biri beni aradı. Tarif ettiği yerde onu aldım. Bu, başörtülü olanıydı. İstediğiniz yere gidebiliriz dedi. Otele gittik". 

“Çocuklarınızı üniversite için başka şehirlere göndermeyin. Engel olamıyorsanız, onunla o şehre siz de yerleşin. Çoğunun, ne giydiklerinden be yiyip ne içtiklerinden, kimlerle düşüp kalktıklarından haberiniz olmuyor. Çocuklarınızı dizinizin dibinden ayırmayın”.

Yukarıdaki sözler, ihtisasını tarih alanında yapmış, halen bir devlet üniversitesinde tarih profesörü olarak görev yapmakta olan bir tarihçinin değişik zamanlarda yaptığı ve yazdığı cümlelerden bazılarıdır.

Bu profili zaman zaman TV ekranlarında görürsünüz. Sosyal medyayı da iyi kullanıyor. Her cümlesi ilginç ve garip olan bu akademisyeni bu ve benzer görüşlerine dolayı eleştirenden çok, savunan sevenleri fazla.

Yukarıda alıntı yaptığım görüşlerinden hareketle siz bu akademisyeni nasıl buldunuz bilmiyorum ama bana göre yaşını, başını almış biri olmasına rağmen daha ergenliğini tamamlayamamış bir genç imajını veriyor.

Ortaya attığı fikirler ve savundukları, bir bilim adamına yakışmayan türden iddialar ve bilimsel araştırmalardan uzak. Birkaç örnekten hareketle tüm üniversite çevresini, özellikle farklı şehirlerde okuyan gençleri töhmet altında bırakıyor.

Bu kişiyi dinleyen de sanır ki üniversiteler ve çevresi ve kendi şehri dışında üniversite okuyan gençlerin çoğu, belden aşağı bir pisliğin içinde.

Son paylaşımlarında temiz kalmış olanları da söylemekle beraber belli ki bu profil tarih alanından ziyade toplumu irdelemeyi meslek edinmiş. Anne, baba ve gençleri uyarmayı kendine misyon edinmiş.

Bu yazdıklarından hareketle bu profili çok ve aşırı korumacı gördüğümü söylemeliyim. Bu aşırı korumacılık sonucunda vardığı sonuç ve alınmasını istediği tedbir, başlarına kötülük gelmesin diye anne babaların çocuklarını dizlerinin dibinden ayırmaması sonucuna varıyor.

Nasıl bir korumacılık nasıl bir kafa yapısına sahipse bu profil, yatıp kalkıp adeta kadınla yatıyor, kadınla kalkıyor. Öyle bir hava oluşturuyor ki adeta okutmayın, evden çıkarmayın, dizinizin dibinden ayırmayın demeye getiriyor.

Bu psikolojideki bir insanın ileride, işe gittiğiniz zaman evdeki çocuğunuzun başına bir şey gelmesin diye kapının önüne bir güvenlik koyun noktasına varırsa hiç şaşırmam.

Merak ettiğim, bu profil bu kafa yapısı ile üniversitede nasıl görev yapıyor, bu görevde nasıl durduruluyor. Hiç anlamış değilim.

Bu akademisyen ve takipçileri bilsinler ki fuhuş insanlık tarihi kadar eskidir. Bu yollu olan bir şekil bu yollara tevessül eder. Unutmayalım ki bozulsun diye gönderirsin, en kötü yerde bir insan düzelir gelir. Düzelsin diye gönderdiğin, en iyi yerde bozulur gelir.

Tedbir alınsın elbet ama aşırı korumacılık ve vesvese kadar kötü sonuç doğuran bir şey yoktur. Çünkü bu yol, çocuklarımıza yapılacak ve onlara özgüven vermeyecek bir yoldur.

Hasılı bu profesör kendi alanıyla adından söz ettirmeli. Böyle konuşmaya devam edecekse susmalı. Ki susacağı yok. Bu durumda etkili ve yetkili birileri buna bir şey söylemeli. En azından sus, Allah rızası için konuşma demeli.

*31.07.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.