30 Temmuz 2024 Salı

Çiçeği Burnunda Bir Amirin Serüveni (1)

Vergi denetmeni olarak görev yapıyordu. İşi iyiydi ama en büyük hayali bir ilçeye mülkü amir olmaktı.

Bunun için sınavlara girmesi gerekiyordu. 

Sıkı bir hazırlık yaparak sınavlara girdi. Yüksek puan almasına rağmen girmeye hak kazandığı iki mülakatta yeterli puanı alamamıştı. Çünkü mülakatlar "adam gibi" yapılmaya başlanmıştı. 

Ama pes etmek yoktu. Üçüncüsüne girdi mülakatın. Bu sefer olmuştu.

Allah var, hakkıyla kazanmıştı mülki amirlik sınavını.

Torpille girdi diye düşünenlere aldığı yüksek puanları göstermeye hazırdı. (Nitekim görev yaparken kendisinin bölgesel torpille geldiğini ima eden birine,  tüm ilçe müdürlerinin yanında, benim torpille geldiğimi ima ediyorsun. Aldığım puanları gösterebilirim demişti de herkes küçük dilini yuta yazmıştı).

Sonunda bileğinin hakkıyla mülki amir olabildi ve küçük bir ilçeye mülki amir olarak atandı.

İlçe küçüktü ama kendisi ilçenin koca mülki amiriydi. Merkezdeki mülki amirlerle aynı haklara sahipti.

Bugün küçük ilçede başlamıştı ama bu görevde olduğu müddetçe ileride büyük ilçelerde de görev yapacaktı. Çünkü sırayla idi bu.

Üstelik küçük ilçede pişmeliydi ki büyük denizde boğulmasın.

Gerçi bu küçük yerde pişmeden büyük yerde de yapardı bu görevi. Çünkü anasından mükemmel doğmuştu. Ama gel gör ki kıdem aranıyor bu işlerde. 

Madem ki bu göreve hakkıyla atandı. Hakkını vermeliydi bu görevin. Çünkü az beklememişti memlekete hizmet etmek için. 

Çok hızlı girişti yeni işine. Çünkü ilçe ondan hizmet bekliyordu.

Bir de emsallerinden farklı giriş yapmalıydı ki amiri, memuru kaçacak delik aramalıydı ve ne oluyoruz demeliydi. Siz buna kedinin bacağını ilk gece ayırma deyin. Değilse hakkından gelinmezdi memur takımının.

Bir diğer husus her yaptığı konuşulmalıydı, gündem olmalıydı. Öyle şeyler yapmalıydı ki gıyabında konuşulmalıydı. Kimin ne konuştuğunu bilmese de en azından konuşulacağını bilmesi, kişinin kendisinin ne olduğunu bilmesi kadar önemliydi.

Ayrıca kendisi salt mülki amir koltuğunda oturacak biri değildi. Macera, serüven, hareket, gerilim, kaos vs. hepsi olmalıydı. Çünkü kimi ne kadar rahatsız ve huzursuz ederse, huzuru yerine gelecekti.

Başkasının huzursuzluğuyla huzur bulması az şey değildi. Değerdi mutluluk için. Çünkü o da herkes gibi mutlu ve huzurlu olma hakkına sahipti. 

Diğer yazımızda da görevine hızlı başlayan mülki amirin hizmetlerine bir göz atalım.

Not: Yazı hayal ürünüdür. Gerçekle alakası yoktur. 

Burun Ameliyatı Hikayem

Şubat ayında KBB'ye göründüm. Doktor iki taraf da tıkalı. Ameliyat olmanız gerekir dedi. Sol taraf tıkalı olmamalı. Çünkü 1998 yılında ameliyat oldum. Numunede ... doktor yaptı dedim. Tanıyorum o doktoru ama hiç ameliyat olmuşa benzemiyorsun dedi. Şimdi ameliyat olamam. İyileşme süreci biraz sürer. Okulum var deyip teşekkür edip ayrıldım.

Dışarı çıktıktan sonra beni bir düşüncedir aldı. Nasıl ameliyat olmuşa benzemiyordum. Aradan 26 sene geçse de daha dün gibi hatırlıyorum.

Yıl 1998 idi. Numune hastanesinde  sabah erkenden giderek sıra almış, güç bela muayene olmuştum. Ameliyat dedi muayene eden doktor. İyi, olayım demiştim. Ben yapamam, yoğunum, başka bir arkadaşa ol demişti.

Başka bir gün başka bir doktora muayene olup ameliyat olmak istediğimi söyledim. O da ben yapamam demişti. 

Olmayacak böyle poliklinikte muayene olarak dedim. Aynı hastanede memur olarak çalışan bir arkadaştan bir doktorun ismini aldım. Soluğu İstanbul Caddesindeki özel muayenesinde aldım. Ameliyat yapayım. Şu gün uygun mu dedi. Olur dedim. Ameliyat parası ne vereceğim dedim. Namı diğer bıçak parası. Ameliyattan para almıyorum. Yalnız ameliyat için ameliyat sonrası kontrole gelip gideceksin. Bu yüzden iki muayene parası alıyorum dedi.

Bir 60 verdim. 60.000 miydi, 60 milyon muydu bilmiyorum.

Hastaneye giderek falanı gör, ameliyata uygunluk için yapılması gereken konsültasyonları yaptır dedi. İlgili sekreterini bularak yapılması gerekenleri hastanede yaptırdım. 

Ameliyat günü doktor bir sandalyeye oturttu. Lokal anestezi uyguladı. Karşılıklı konuşarak ameliyat yaptı. Ameliyat bitimi her yeri bir güzel diktim dedi. Kaç dikiş attın dedim. Saymadım dedi. Yanında yardım eden hemşiresi, dikiş sayısı önemli değil beyefendi dedi. Bence de önemli değil ama dışarıda kaç dikiş atıldığını sorarlar bana dedim. Doğru, bizim millet dikiş sayısında meraklı dedi. Gülüştük. Ardından burnuma tampon yerleştirdi. Sanırım bir gün mü yattım, iki gün mü şimdi hatırlamıyorum. 

Ameliyatı hastanede olsam da kontroller için özel muayenesine gittim. Tamponları çıkarması bir eziyetti benim için. Ameliyattan zormuş bu tamponları çıkarmak dedim. Öyledir dedi.

Kontrole kaç defa gittim. Tamponları kaç defa çıkarıp yenisini koydu hatırlamıyorum. Hatırladığım, bir kontrol sırasında, hocam senin sağ taraf da tıkalıymış dedi. O tarafı da alaydın dedim. Görmedim. Görseydim alırdım dedi.

En son kontrole gelip tamponları çıkarıp beni uğurladığında, hakkını helal et hocam demişti de ben de helal olsun demiştim.

Gördüğünüz gibi o günden bugüne olduğum ameliyatı, ameliyat sürecini, verdiğim parayı, neler konuştuğumuzu daha dün gibi hatırlıyorum. 

Şimdi düşünüyorum da doktor bana niçin hakkını helal et demişti? Ücret olarak iki özel muayene parası aldığı için mi, iki tarafı da tıkalı olan burnumun sol tarafını ameliyat edip sağ tarafını görmediği için mi, sol taraftan sadece burnumun girişindeki kıkırdağı alıp ileri girmeyip ameliyatı yarım yaptığına mı? Hasılı sebebini bilmiyorum ama bizde alavere olunca genelde helalleşme olur.

Bu arada 2024'te muayene olduğum doktor, burnunun iki tarafı tıkalı, sol taraftan da ameliyat olmuşa benzemiyor, hiçbir izi yok dese de 1998 yılında sol tarafımdan alınan kıkırdak beni rahatlattı. Sık sık nükseden baş ağrım kesildi. Az veya çok nefes alıyorsam sol tarafımdan nefes alıyorum. Eskiden ağzım açık uyurken ağzım kapalı uyuyorum. Zaman zaman başıma gelen burun akıntım kesildi.

Yeni doktorum kabul etmese de gördüğünüz gibi dört dörtlük ameliyat olmasam da 1998'deki ameliyatım beni nispeten rahatlatmış. 

Belki de tam rahatlamayı, cuma günü olacağım burun ameliyatı ile göreceğim. Hazır okullar tatilken bunu da aradan çıkarayım.

27 Temmuz 2024 Cumartesi

Düğün Davetiyeniz Yanınızda mı? *

Bir camide görev yapar. Cemaati nezdinde hatırı sayılır bir itibarı var. Ünü cami cemaati dışına da taşmıştır. Aynı zamanda bir cemaatin de ileri gelenlerindendir.

Sevilip sayılan birisi de olduğu için düğünlere de davet etmişler kendisini. Her birine de gidebildiği kadar gitmiştir. Özel sofralarda ağır misafir olarak ağırlanmıştır.

Gel zaman git zaman bu hocamız da düğün yapacaktır. Çünkü mahdumu evlilik çağına gelmiştir.

Büyük bir titizlikle davet listesini hazırlar. Kimleri çağırıp çağırmayacağı kararını verir. Hazırladığı düğün davetiyelerini de sevenlerine ulaştırır.

Düğün günü düğün salonundaki yerini alır. Davete icabet edenlere hoş geldin demesi gerekir. Çünkü usul böyledir. Hem kız babası hem de oğlanın babası girişin uygun bir yerinde durur. Salona girenleri karşılarlar. Yemeğini yiyip gidenlere de güle güle derler.

Düğün sahibi hoca, kimsenin yapmadığı bir şeye imza atar. Tam salonun kapısında durur. Selam verip hayırlı olsun dedikten sonra salona girmeye kalkanlardan düğün davetiyesini göstermesini ister. İşte burada deyip gösterenleri kapıdan içeri alır. Gösteremeyenleri içeri almaz. Davetiye evde kaldı deseler de nafile. Davetiyeyi gösteremediniz deyip nazikçe geri gönderir.

Bana bu anekdotu anlatan arkadaş da hocanın davetlilerinden. Bu arkadaş da düğüne icabet edenlerden. Ama yanında kartı yok. Üstelik yanında davetli olmayan başkaları da var.

Yolda bu arkadaşı tanıyan biri, S... Abi, davetiyen yanında değilse geri dön. Hocamız almıyor uyarısını yapar.

Altında arabası yok. Evi ta nerede. Evden davetiyeyi alıp gelmesi de mümkün değil. Hocayı tanıyor nasılsa. Hoca da kendisini. Geri dönmek olmaz. Madem buraya kadar geldi. Şansını denemeliydi.

Selamün aleyküm K.... hocam, hayırlı olsun der. Aleyküm selam S...., davetiyenizi görebilir miyim der. Hocam, bana davetiye verdiniz. Davetiye evde. Soracağınızı bilmediğim için getirmedim. Peki. Ya bu yanındakiler kim diye sorar. Yanımdakiler düğün için İstanbul'dan gelen misafirler deyince içeri girmelerine izin verir. 

Düğün sahibinin düğününe gelen misafirlere davetiye sorması, öyle zannediyorum, garibinize gitmiştir. Gitmesi de normal. Çünkü böylesini daha önce görmemiş olabilirsiniz. Hoş, ben de görmedim. Demek ki hoca düğünlere gide gide davetsiz misafirlerden haberdar olduğu için işi baştan sıkı tutmuş olmalı.

Hocanın bu yaptığı garibimize gitse de başka şehirleri bilmem ama Konya’daki salon düğünlerine, davetlilerin yanında bir de davetsiz misafirlerin geldiği de bir gerçektir. Düğün yapanlar daha iyi bilir, misafirleri karşılarken tanımadığı simaları da görür. Düğün sahibi hayırlı olsun diye elini sıkanı bu kimdi diye düşüne dursun, davetsiz misafir oturduğu bir masada karnını güzelce doyurup çıkar.

İkinci düğünde dünürle beraber misafirleri karşılarken selam vermeden içeri giren biri vardı. Selam vermemesi, hayırlı olsun dememesi, bizimle tokalaşmaması garibime  gitmişti. O geçip gittikten sonra dünüre, bu sizden mi demiştim de değil demişti. O zaman bizden de değil deyip gülüşmüştük.

Dersine girdiğim bir sınıf düğün yaptığımı duyunca, Hocam bizi niye çağırmadınız. Haberimiz olsaydı, aramızda para toplar, bir çeyrek alır gelir, takımızı takar, yemeğimizi de yerdik dediler. (O zamanlar da çeyrek ucuzdu. Şimdi olsa takamazlar). Aynı öğrenciler, biz hafta sonu düğün salonlarının olduğu yerlere gider, salona geçer, karnımızı doyururuz dediler.

Hasılı Konya düğün sektöründe davetsiz misafir eksik olmaz. Az veya çok her düğün sahibi bunu tadar. Sadece düğününde kart soran K.... hocadan davetsiz misafir nasibini bulamamıştır diyeceğim ama “İstanbul’dan sizi düğüne gelen misafirler” diyen S....’in yanında, İstanbul’dan gelen misafir harici Konya’dan bu yemeğe katılan davetsiz misafirler de olmuş. S.... kendisi anlatmıştı bir konuşmasında.

Hatta şu da anlatılır düğünler vasıtasıyla. Bir sofrada birbirini tanıyan, tanımayanlar oturur. Birbirlerine kız evinden misin yoksa oğlan evinde mi diye sorarlar. Böyle bir yemekli sofrada yine sormuşlar masadakilere. Biz kız evindeniz demişler. Halbuki yedikleri yemek sünnet düğünü imiş. Bu anekdot genelde her düğünde anlatılır ve gülünür.

*29.07.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

26 Temmuz 2024 Cuma

Kadınla Yatıp Kalkan Bir Profil *

"Üniversitelerin çevresindeki yapılar fuhuş yapılarına dönüyor".

"Anne, babalar, kız ve erkek gençler, sakın ola ki kendi şehriniz dışında bir üniversitede okutmayın ve okumayın. Nefsinize güvenmeyin. Etkilenirsiniz. Bir bakarsınız kendinizi aklınıza gelmeyen hatalar içinde buluverirsiniz. Tedbiri en baştan alın. Aç kurtların sizi ziyan etmek için beklediği başka şehirlere hiç gitmeyin".

"Çocuklarınızı ırz düşmanlarına kurban vermeyin".

"Bu milletin iffetli kızları, ailenizden bağımsız hiçbir erkekle görüşmeyin. Bu erkeklerin % 90'ı sizinle evlenmeyecek".

"Olayın faili anlatıyor: Kampüs yolunda bana el eden, biri başörtülü iki kızı arabama aldım. İli gün sonra biri beni aradı. Tarif ettiği yerde onu aldım. Bu, başörtülü olanıydı. İstediğiniz yere gidebiliriz dedi. Otele gittik". 

“Çocuklarınızı üniversite için başka şehirlere göndermeyin. Engel olamıyorsanız, onunla o şehre siz de yerleşin. Çoğunun, ne giydiklerinden be yiyip ne içtiklerinden, kimlerle düşüp kalktıklarından haberiniz olmuyor. Çocuklarınızı dizinizin dibinden ayırmayın”.

Yukarıdaki sözler, ihtisasını tarih alanında yapmış, halen bir devlet üniversitesinde tarih profesörü olarak görev yapmakta olan bir tarihçinin değişik zamanlarda yaptığı ve yazdığı cümlelerden bazılarıdır.

Bu profili zaman zaman TV ekranlarında görürsünüz. Sosyal medyayı da iyi kullanıyor. Her cümlesi ilginç ve garip olan bu akademisyeni bu ve benzer görüşlerine dolayı eleştirenden çok, savunan sevenleri fazla.

Yukarıda alıntı yaptığım görüşlerinden hareketle siz bu akademisyeni nasıl buldunuz bilmiyorum ama bana göre yaşını, başını almış biri olmasına rağmen daha ergenliğini tamamlayamamış bir genç imajını veriyor.

Ortaya attığı fikirler ve savundukları, bir bilim adamına yakışmayan türden iddialar ve bilimsel araştırmalardan uzak. Birkaç örnekten hareketle tüm üniversite çevresini, özellikle farklı şehirlerde okuyan gençleri töhmet altında bırakıyor.

Bu kişiyi dinleyen de sanır ki üniversiteler ve çevresi ve kendi şehri dışında üniversite okuyan gençlerin çoğu, belden aşağı bir pisliğin içinde.

Son paylaşımlarında temiz kalmış olanları da söylemekle beraber belli ki bu profil tarih alanından ziyade toplumu irdelemeyi meslek edinmiş. Anne, baba ve gençleri uyarmayı kendine misyon edinmiş.

Bu yazdıklarından hareketle bu profili çok ve aşırı korumacı gördüğümü söylemeliyim. Bu aşırı korumacılık sonucunda vardığı sonuç ve alınmasını istediği tedbir, başlarına kötülük gelmesin diye anne babaların çocuklarını dizlerinin dibinden ayırmaması sonucuna varıyor.

Nasıl bir korumacılık nasıl bir kafa yapısına sahipse bu profil, yatıp kalkıp adeta kadınla yatıyor, kadınla kalkıyor. Öyle bir hava oluşturuyor ki adeta okutmayın, evden çıkarmayın, dizinizin dibinden ayırmayın demeye getiriyor.

Bu psikolojideki bir insanın ileride, işe gittiğiniz zaman evdeki çocuğunuzun başına bir şey gelmesin diye kapının önüne bir güvenlik koyun noktasına varırsa hiç şaşırmam.

Merak ettiğim, bu profil bu kafa yapısı ile üniversitede nasıl görev yapıyor, bu görevde nasıl durduruluyor. Hiç anlamış değilim.

Bu akademisyen ve takipçileri bilsinler ki fuhuş insanlık tarihi kadar eskidir. Bu yollu olan bir şekil bu yollara tevessül eder. Unutmayalım ki bozulsun diye gönderirsin, en kötü yerde bir insan düzelir gelir. Düzelsin diye gönderdiğin, en iyi yerde bozulur gelir.

Tedbir alınsın elbet ama aşırı korumacılık ve vesvese kadar kötü sonuç doğuran bir şey yoktur. Çünkü bu yol, çocuklarımıza yapılacak ve onlara özgüven vermeyecek bir yoldur.

Hasılı bu profesör kendi alanıyla adından söz ettirmeli. Böyle konuşmaya devam edecekse susmalı. Ki susacağı yok. Bu durumda etkili ve yetkili birileri buna bir şey söylemeli. En azından sus, Allah rızası için konuşma demeli.

*31.07.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

SFT

Nedir SFT? Bilir misiniz? Görmedi iseniz, başınıza gelmedi ise nereden bileceksiniz? Bu durumda hiç kusura bakmayın da çok cahil kalmışsınız.

Daha da cahil kalmak istemiyorsanız, o zaman karşınızda görmüş, geçirmiş, hakkalyakin başına gelmiş bir alim var. Lütfen iyi dinleyin de başınıza geldiğinde apışıp kalmayın. Bu iyiliğimi de unutmayın. Çünkü bana bu iyiliği yapan olmadığı için acemiliğimin kurbanı oldum.

Göğüs hastalıklarına gittim. Sırtımı dinledi doktor. Sorun yok gözüküyor amca. İyisin. Var mı şikayetin dedi. Sırtüstü yatarken doğrulduğumda sağ omuzun yanından aşağı doğru zaman zaman bir yanma olur dedim. O zaman bir kan tahlili, EKG, röntgen bir de SFT yaptıralım dedi. 

Almıştım başıma belayı. Halbuki muayene olup gidecektim bir güzel. Neyime gerekse bunlar. Üstelik ne güzel iyisin iyisin demişti. İyiliğim, Mülayim Sert gibi mi yoksa Mülayim Ters gibi mi bilmiyorum. Bildiğim, bana göre de bende bir şey yok. O zaman hastaneyi ve göğüs bölümünü niye meşgul ettin demeyin. Burun ameliyatı için göğüsün görüşü gerekiyormuş. 

Önce SFT'den başlayalım dedi bana mihmandarlık yapan oğlum. Bu arada SFT SFT nedir bu demeyin. Az sabır efendim. SFT= Solunum Fonksiyon Testi'nin kısaltması imiş efendim. 

Tam sıra beklerken bu test de zor dedi oğlan. İçime düştü bir kurt. Öyle ya bugüne kadar hangi zorluğun üstesinden gelmiştim de bu zor testi başaracaktım. 

Kapısı açık SFT odasının önünde beklemeye koyuldum. Birinde kız çocuğu, diğerinde oğlan çocuğu aynı testi yapıyordu. Bakalım hangisi boşalacak derken hanım kızın odası boşaldı. Sıradaki ses tonuyla kendimi içeride buldum. Elimdeki barkodu aldı. Beni bir sandalyeye oturttu. Ardından kimliğimi istedi. İlaveten kilo ve boy bilgimi aldı. Önündeki kutudan mavi bir plastik uzattı. Bunu burnundan nefes alamayacak şekilde şöyle burnuna takacaksın dedi. Alıp taktım. Adı neyse artık. Ben onun adını çamaşır mandalı koydum bile. Çünkü nasıl ki düşmesin diye çamaşıra bu mandal takılıyorsa, burundan nefes almamam için de bu alet gerekliymiş. 

Burnu mandallama işi bittikten sonra kızımız, amca şu önüne koyduğum aletin üzerindeki boruyu ağzına alacaksın. Ben derin nefes al deyince alacaksın. Aldığın bu nefesi tutacaksın. Ben sana nefesi ver dediğimde vereceksin. Tamam mı dedi tamam dedim. Boruyu ağzıma aldım. Az sonra nefes al komutuyla nefesimi aldım. Şimdi nefesi ver komutuyla nefesimi borunun içine boşalttım. Tüm nefesi verdikten sonra nefesi tut demez mi. İyi de bende nefes kalmamıştı ki. 

Kızımız baştan aldı. Anlatacağım şekilde önce nefesi alacaksın, komutuyla nefesi vereceksin, nefesi tut dediğimde tutacaksın dedi. Tamam mı amca dedi. Tamam kızım dedim. 

Tekrarladık testi dediği gibi. Olmadı amca dedi. Boru ağzımda iken nefes almayı ve vermeyi becermiştim ama nefesi tutmayı beceremedim. Akacak kan damarda durmadığı gibi ağzım açık nefesi nasıl tutacaktım. Haliyle olmadı. 

Üç mü, dört mü denedik. Her deneyişimde kızımız ne yaptın amca, niye nefesini tutmadın dedi. Beceremeyince beceriksizliğine insan güler mi? Mandal kıskacındaki tıkalı burunla hafifçe gülümsedim. Bazen ağlanacak haline insan güler ya da sinirinden patlama noktasına gelince güler ya benimki de öyle oldu. Kızımız gülmeme hayret etti yine de. Gülünecek bir durum yok amca dedi. Biliyorum ama gel de sen onu o anda bana anlat. Kızımızın o gergin anını görünce bir an için kendimi Müge Anlı'nın programında ve karşısında sandım. Yazık senin bu yaşına der mi diye içimden geçirmedim değil. 

Son bir deneme de olmadı. Sonunda kızımız pes etti. Halbuki benim için sorun yoktu. Nefes alıp verecektim. Ama burası deneme tahtası değildi. Sonunda amca olmadı, burnundakini ve önündeki boruyu çöpe atalım dedi. Atıp çıktım.

At mı devemi varsın SFT de olmasın deyip diğer tahlilleri yaptırdım. Ama SFT ve beceriksizliğim hiç aklımdan çıkmadı. Haliyle gerildim. Bu gerilme başıma ağrı olarak döndü.

Oğlan da SFT için bir kağıt vermediler mi deyince beceremedim ki versinler dedim. Olsa iyi olurdu dedi.

Son tahlili de yaptırdıktan sonra şansımı bir daha deneyeyim. Gideyim SFT’ye. Oradaki görevlilere bir daha deneyelim mi diyeyim dedim.

Gittim tekrar. Niyetim kız çocuğuna görünmeden erkek görevliye girmekti. Baktım sıra bekleyen de yok. Erkeğin odasına yönelmiştim ki kızımız kapıda belirdi. Ona, hanım efendi, sabah bu testi becerememiştim. Mümkünse bir kez daha deneyebilir miyiz dedim. Olur amca dedi. Erkek mesai arkadaşına, amcaya yardımcı olur musun dedi.

Oturdum sandalyeye. Aynı işlemler. İlk iki denemem yine olmadı. Tüm nefesi boşalttım. Üçüncü denemem nihayet oldu. Nefesimi tutabilmiştim bu sefer. Başardığımı genç söyleyince anladım. Bir sevinç bir sevinç. Nasıl sevinmem. Ne de olsa sabahtan beri kedi olalı bir fare tutabilmiştim. Artık test sonucunu çıktı olarak alabilecektim. Öyle ya azmin elinden ne kurtulabilirdi. Demek ki çok beceriksizlikten bir beceri çıkabiliyormuş. Yeter ki pes etmemek lazım.

SFT sonucunu elime alınca tüm yorgunluğum gitti. Hemen fotoğraflayıp oğlana gönderdim. Hem sonucu almama hem de sonucun iyi olmasına oğlan sevindi, ben sevindim. Kısaca tüm aile sevindik.

Şimdi gelelim size. Öyle zannediyorum SFT’nin ne olduğunu öğrendiniz. Aynı zamanda ne menem bir test olduğunu da.

Siz siz olun SFT testi olmayın. Olacaksanız da bu teste girmeden önce biraz egzersiz yapın. Gerekirse profesyonel destek alın. Görevlinin yanına öyle gidin.

Bu arada muayene, test, tahlil ve SFT derken çarşıya geldiğim zaman adım sayara bakınca günlük yürümemi de hastane içinde fazlasıyla kat ettiğimi gördüm. 10.800 adım atmışım. Kısa günün kârı benim için. Ama en iyi kârım SFT testini geçmekti. 

25 Temmuz 2024 Perşembe

Bayram Ziyaretleri veya Körler ve Sağırlar

Ramazan ve kurban bayram ziyaretleri eskiye oranla azalsa da dar çerçevede devam ediyor. Bu ziyaretler çoğu zaman da gelene gitme şeklinde yürüyor. Yani kim bayram ziyaretine gelmişse aynı gün veya ertesi gün iadeyi ziyaret yapılıyor. Kısaca ben sana, sen bana türünden bir ziyaret. Ziyarete giden karşılık alamadıysa diğer bayramlarda gitmiyor. Nedense bu dar çerçeve aşılamıyor.

Tanıdığım Erzurumlu bir hocamız vardı. Bu ise bayram ziyaretlerini farklı yapardı. Arabası da yoktu garibimin. Geleni evinde ağırlar. Bir boşluk buldu mu gelmeyene emanet arabayla ziyaret yapardı. Bir de evinde yokken uğrayana giderdi.

Bayram değil, seyran değil, bayramlar nereden aklına geldi demeyin. Dört veya sekiz yılını doldurduktan sonra okul değiştiren okul yöneticilerinin, birbirlerine hayırlı olsun ziyaretlerini sosyal medya üzerinden görünce, nedense günümüzde dar çerçevede devam eden bayram ziyaretlerini hatırladım.

Bugünlerde okul müdürleri sabahtan akşama ya hayırlı olsuna gelen misafirleri ağırlıyor ya da kendileri başka okullara hayırlı olsuna gidiyorlar. 

Gördüğüm kadarıyla hem hayırlı olsun ziyaretleri hem de iadeyi ziyaretler bayatlamadan sıcağı sıcağına yapılıyor. 

Bazıları okulu kapatıp tüm idareciler gidiyor okul ziyaretine. 

Bazıları başka okul müdürleriyle bir araya gelip okul okul gezerek hayırlı olsun ziyareti yapıyor.

Bazıları sabah ziyaret kabul ediyor. Ziyaretçi ayrılır ayrılmaz, kendisini ziyarete gelenin okulunda alıyor kendini.

Her ziyaret ortamı bir müdür odasında bir de okulun isminin yer aldığı giriş kısmında fotoğraflarla ölümsüzleştiriliyor. 

Belli ki içlerinden biri haydi bu ânı ölümsüzleştirelim deyip fotoğraf çekiyor ya da gelen ve giden misafirlerin fotoğraflarını çekmesi için her okulda bunu görev edinen birileri var. 

Bu fotoğraf kareleri cep telefonunda kalacak değil elbet. Bunu hiç unutmayacak veya unuttuğu zaman seneyi devriyesinde hatırlatması için sosyal medyada sıcağı sıcağına paylaşılıyor. Takipçileri tarafından beğeni de alıyorlar elbet.

Sözün özü, yeri değişen veya değişmeyen okul müdürlerinin birbirlerine hayırlı olsun ziyaretini ve sıcağı sıcağına iadeyi ziyaretini dar çerçevede yapılan bayram ziyaretlerine benzettim. Yani sen, ben, bizim oğlan. Ben sana, sen bana. Birbirlerini bu şekil ağırlayıp duruyorlar. Buna meslektaş dayanışması da diyebiliriz. Bir de teşbihte hata olmasın, körler, sağırlar birbirini ağırlar da denebilir.

Ziyaretçileri arasında bir de farklı kulvarda iş yapanlar olsa fena olmaz. Mesela mahalleli gibi. Belki mahalle eşrafı da geliyordur da sosyal medyada paylaşılmadığı için bizim haberimiz olmuyordur. Mahallelinin ziyaretini paylaşan bir paylaşım gördüm. Bu hakkı da teslim edeyim.

Bu bitmez tükenmez ve bol paylaşımlı ziyaretlerde dikkatimi çeken bir hususu da belirttikten sonra konumu sonlandırmak isterim. Kurum ziyaretinin ardından, kapı önünde merdivenlerde fotoğraf çektirirlerken müdürün yardımcıları da fotoğraf karesinde yerini alıyor hep. Merak ettiğim nokta burası. Müdür mü çağırıyor yardımcılarını yoksa yardımcılar mı koşup poz veriyor birlikte? Acaba tüm görüntülerde tüm idare aynı karede yer alarak ekip ruhunu veya biz iyi ve uyumlu bir ekibiz mesajı mı veriliyor? Bilemediğim için merak hep içimde kalacak.

İnsanın En Tehlikelisi

Eve giren adam, evde eşini ağlar bulur,  ağlamasının sebebini sorar.

Eşi, “Evimizin önündeki ağaca konan kuşlar beni türbansız görebiliyor. Bu durumda Allah'a karşı günah işlemiş olabilirim; onun için ağlıyorum” der.

Adam, karısının Allah korkusu duyarlılığından çok etkilenir. Karısını kucaklar, alnından öper. Ardından, kazma, küreği eline alır, karısını rahatsız eden kuşların konduğu ağacı kökünden söker.

Adam çalışan biri. İşe gidiş dönüş saatleri belli. Gözü arkada kalmaz, gönül rahatlığı içinde işine gider.

Günlerden bir gün çalıştığı yerde doğan bir arızadan dolayı eve erken gelir. kapıyı açar, karısına sürpriz yapmak için sessizce içeri girer ve hayatının sürpriziyle karşılaşır.

Kuşların onu türbansız görmesinin iffetine halel getireceğini düşünen eşini, aşığının koynunda gününü gün ediyor görür.

Adam gördüğü durum karşısında şaşkındır. Eşi ve aşığına hissettirmeden ihtiyaç duyabileceği birkaç parça eşyasını alır, evden çıkar. Önüne çıkan ilk yoldan dönmemek üzere yaşadığı şehri terk eder.

Uzun bir yolculuktan sonra kendisini; kalabalık bir halk topluluğu içinde bulur. Kalabalıkta herkes şaşkındır ve anlaşılmaz bir uğultu var. Adam birine yaklaşır ve kalabalığın nedenini sorar.

Kalabalığın nedeni; kraliyet hazinesi çalınmış ve fail bulunamamış. Bunun üzerine kral, sarayının önüne halkı toplamış ve fail bulununcaya kadar herkesin sarayın önünde kalmasını emretmiş.

Kalabalıkta adamın ilgisini biri çeker. Çünkü adam ayak parmakları üzerinde yürüyor. Bu ayak parmakları üzerinde yürüyen adamın kim olduğunu sorar.

Ona, bu adamın kraliyetin din adamı olduğunu, ayağını tam basarsa, istemeyerek karınca ezebileceği endişesiyle ayak parmakları üzerinde yürüdüğünü söylerler.

Adam, “Allah’ım! Hırsızı buldum, beni krala götürün” diye çığlık atar. Adamı krala götürürler. Adam krala, hazineyi çalan hırsızın, kraliyetin din adamı olduğunu, şayet o değilse benim başımı vurun, der.

Kraliyetin din adamını getirirler. Kısa bir sorgudan sonra karıncaları ezmemek için parmakları üzerinde yürüyen din adamı, hazineyi çaldığını itiraf eder. Yalnız kralın kafasında bir soru işareti kalır. Hazineyi çalanın din adamı olduğunu söyleyen, daha önce hiç görmediği bu şahsa, din adamının hazineyi çaldığını nereden bildiğini sorar.

“Ey kral! Bunu bilemeyecek bir durum yok. Çünkü sevap kazanmak iddiasıyla, davranışlarında Allah korkusunu abartanlar, abartılarını başka suçlarını örtmek için yaparlar şeklinde açıklar”.

Sosyal medyada dolaşımda olan bu hikayeden, WhatsApp üzerinden mesaj olarak gönderen Rıza Bozdağ sayesinde haberdar oldum.

Hisse çıkarılsın diye bu tür hikayeler anlatılır. Bu hikaye de Libya Edebiyatına ait olduğu belirtiliyor. Ben bu hikayeden şu hisseyi çıkardım demeye de gerek yok. Zira hikayenin vermek istediği mesaj açıktır. Bu tipleri derviş elbisesi giymiş kişilere benzetebiliriz. Dünyada ve insanlık tarihinde en tehlikeli tipler de bunlardır. 

Hikayenin vurucu cümlesini tekrar yazıp bu yazıyı nihayete erdirmek istiyorum: “Sevap kazanmak iddiasıyla, davranışlarında Allah korkusunu abartanlar, abartılarını başka suçlarını örtmek için yaparlar”.