Ana içeriğe atla

İnsanın En Tehlikelisi

Eve giren adam, evde eşini ağlar bulur,  ağlamasının sebebini sorar.

Eşi, “Evimizin önündeki ağaca konan kuşlar beni türbansız görebiliyor. Bu durumda Allah'a karşı günah işlemiş olabilirim; onun için ağlıyorum” der.

Adam, karısının Allah korkusu duyarlılığından çok etkilenir. Karısını kucaklar, alnından öper. Ardından, kazma, küreği eline alır, karısını rahatsız eden kuşların konduğu ağacı kökünden söker.

Adam çalışan biri. İşe gidiş dönüş saatleri belli. Gözü arkada kalmaz, gönül rahatlığı içinde işine gider.

Günlerden bir gün çalıştığı yerde doğan bir arızadan dolayı eve erken gelir. kapıyı açar, karısına sürpriz yapmak için sessizce içeri girer ve hayatının sürpriziyle karşılaşır.

Kuşların onu türbansız görmesinin iffetine halel getireceğini düşünen eşini, aşığının koynunda gününü gün ediyor görür.

Adam gördüğü durum karşısında şaşkındır. Eşi ve aşığına hissettirmeden ihtiyaç duyabileceği birkaç parça eşyasını alır, evden çıkar. Önüne çıkan ilk yoldan dönmemek üzere yaşadığı şehri terk eder.

Uzun bir yolculuktan sonra kendisini; kalabalık bir halk topluluğu içinde bulur. Kalabalıkta herkes şaşkındır ve anlaşılmaz bir uğultu var. Adam birine yaklaşır ve kalabalığın nedenini sorar.

Kalabalığın nedeni; kraliyet hazinesi çalınmış ve fail bulunamamış. Bunun üzerine kral, sarayının önüne halkı toplamış ve fail bulununcaya kadar herkesin sarayın önünde kalmasını emretmiş.

Kalabalıkta adamın ilgisini biri çeker. Çünkü adam ayak parmakları üzerinde yürüyor. Bu ayak parmakları üzerinde yürüyen adamın kim olduğunu sorar.

Ona, bu adamın kraliyetin din adamı olduğunu, ayağını tam basarsa, istemeyerek karınca ezebileceği endişesiyle ayak parmakları üzerinde yürüdüğünü söylerler.

Adam, “Allah’ım! Hırsızı buldum, beni krala götürün” diye çığlık atar. Adamı krala götürürler. Adam krala, hazineyi çalan hırsızın, kraliyetin din adamı olduğunu, şayet o değilse benim başımı vurun, der.

Kraliyetin din adamını getirirler. Kısa bir sorgudan sonra karıncaları ezmemek için parmakları üzerinde yürüyen din adamı, hazineyi çaldığını itiraf eder. Yalnız kralın kafasında bir soru işareti kalır. Hazineyi çalanın din adamı olduğunu söyleyen, daha önce hiç görmediği bu şahsa, din adamının hazineyi çaldığını nereden bildiğini sorar.

“Ey kral! Bunu bilemeyecek bir durum yok. Çünkü sevap kazanmak iddiasıyla, davranışlarında Allah korkusunu abartanlar, abartılarını başka suçlarını örtmek için yaparlar şeklinde açıklar”.

Sosyal medyada dolaşımda olan bu hikayeden, WhatsApp üzerinden mesaj olarak gönderen Rıza Bozdağ sayesinde haberdar oldum.

Hisse çıkarılsın diye bu tür hikayeler anlatılır. Bu hikaye de Libya Edebiyatına ait olduğu belirtiliyor. Ben bu hikayeden şu hisseyi çıkardım demeye de gerek yok. Zira hikayenin vermek istediği mesaj açıktır. Bu tipleri derviş elbisesi giymiş kişilere benzetebiliriz. Dünyada ve insanlık tarihinde en tehlikeli tipler de bunlardır. 

Hikayenin vurucu cümlesini tekrar yazıp bu yazıyı nihayete erdirmek istiyorum: “Sevap kazanmak iddiasıyla, davranışlarında Allah korkusunu abartanlar, abartılarını başka suçlarını örtmek için yaparlar”.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde