Ana içeriğe atla

Gazze Dersliği

Bir önceki "Eğitim ve Öğretimde Temcit Pilavı" başlıklı yazımda, Milli Eğitime bağlı bir lisede, bir dernek tarafından açılan yaz kursuna değinmiş. Haftalık ve günlük seçilen derslerin hiç pedagojik olmadığına işaret etmiştim. Yine o yazımda aynı yaz kursu yapılan okulda, her sınıfa Gazze, Kudüs, Filistin gibi isimlerin verildiğini, buna da bu yazımda değineceğimi belirtmiştim.

Ortaokul seviyesindeki öğrencilerin öğretim gördüğü yaz kursunda, dersliklere Filistin ve Gazze gibi isimlerin verilmesini siz nasıl görürsünüz bilmiyorum. Doğrusunu isterseniz, ben dersliklere bu tür isimlerin verilmesini de doğru bulmuyorum. Meseleye yine çocuk psikolojisi, çocuğun seviyesi ve pedagojisi yönünden bakıyorum.

Kursu bir derneğin düzenlemesini zaten hiç anlamıyorum. Gören de Milli Eğitimde bu kursu düzenleyecek kimse yok sanır. Merak ediyorum, okulda derneğin ne işi var? Bu da ayrı bir sancı. 

Bu konuyu değerlendirmeden önce eskilerin eğitim ve öğretimin nasıl olması gerektiğine dair anlattıkları bir hikayeyi kısaca anlatmak istiyorum: Eskiden her şehirde okul ve medrese yok. Muhitinde medrese olmayan bir öğrenci okusun diye gurbete gönderilir. O günün şartlarında kaç yıl okuması gerekiyorsa okuyacak. Yaz tatili falan yok. Okumaya gittiği zaman hoca oluncaya kadar gittiği yerde kalıyormuş.

Öğrenci okumaya gittiğinin ilk ayında bir mektup alır. Tam açacakken belki kötü bir havadis alırım da eğitim ve öğretimim yarım kalır deyip mektubu açmaktan vazgeçer. Yatağının altına koyar. Belirli periyotlarla böyle mektuplar gelir, hepsini açmadan yatağının altına koyar.

Bir zaman gelir ki öğrenci eğitimini tamamlamış, hocası kendisine icazet vermiş. Memleketine dönecek artık. 

Medreseden ayrılmadan, şu gelen mektuplara bir bakayım. Memleketimde ne havadisler varmış, öğreneyim deyip mektupları teker teker açmış. Her mektup felaket tellalı gibi. Birinde annen öldü, öbüründe baban öldü, diğerinde şu akraban öldü gibi havadisler. Haliyle üzülür, etkisinden uzun süre kurtulamaz.

Hikayenin sonunda hocalarımız bize kıssadan hisse derlerdi ki eğer bu çocuk ilk mektubu açsaydı, acısından duramayıp memleketine dönecek ve hoca olamayacaktı. Eğitim ve öğretimde olay ve meselelerden uzak kalınacak ki öğrenci eğitimine kendini verip başarılı olabilsin. Hatta Osmanlının yaptığı medreseleri örnek verirlerdi. Duvarları kalın. İçeriden dışarıya ses gitmez, dışarıdan da içeriye gürültü gelmez. Okullar böyle olacak ki okuyan kimsenin dışarıda gözü olmayacak derlerdi. 

Hocalarımızın eğitim ve öğretimde olması gerektiğine dair anlattıkları bu anekdotun ne derece pedagojik olduğu da tartışılır ama konum bu değil. En azından doğru veya yanlış bir metot olarak görülmüş veya uygulanmış eskiden.

Gazze, Filistin, Kudüs gibi isimlerin dersliklere isim olarak verilmesine gelirsek, bu isimler özellikle İsrail’in orantısız güç uygulamasıyla Gazzelilere uyguladığı soykırımı göz önüne getiriyor ve akla kan, göz yaşı, ölüm, katliam, açlık ve susuzluk gibi olumsuzlukları hatırlatıyor.

Bu kursta okuyan ortaokul talebesi, sınıfa girerken ismi görür görmez morali bozulacak, belki de kendini derse veremeyecek. Çünkü bugün Gazze’de bir insanlık dramı yaşanıyor. Daha çocuk diyebileceğimiz ortaokul seviyesindeki çocuklar olumsuz etkilenecektir. Ne oluyoruz, savaşta mıyız, derste miyiz diyecek belki de.

Çocuk bu yaşta iken bu dramı öğrensin ve İsrail’i tanısın, ağaç yaş iken eğilir, bu yaşta öğrenmese ne zaman öğrenecek diyebilirsiniz. Elbette öğrensin. Buna diyeceğim yok. Yalnız çoğu film, dizi ve TV programlarında 7 yaş için uygun değildir, 18 yaş altı için uygun değildir gibi uyarılara RTÜK gereği televizyonlar tarafından ekranın sağ üst köşesinde yer verilir. Çocukları uzak tutun, şiddet içerir uyarısı yapılır. Bizim de bu küçük yumurcakları bu atmosferden bu yaşta uzak tutmamızda fayda var. Bu demek değildir ki çocuklara hiç bu katliam ve soykırımdan bahsedilmeyecek. Pekala derslerde yeri geldiği zaman İsrail’in bu yaptıklarına değinilir. Bu dramı anlatan kısa spot veya filmler etkileşimli tahta aracılığıyla sınıf ortamında gösterilebilir ve bir bilinç oluşturulmak istenebilir. Kimse kusura bakmasın, sabahın ilk saatinden, teneffüslerde koridor ve sınıfa girerken çocuğun katliam ve soykırımı çağrıştıran isimleri görmesi, çocuğun psikolojisini olumsuz etkileyebilir. Çocuk derse girdi mi tek amacı derse odaklanmak olmalı, ders boyunca dışarıyla bağı olmamalı.

Bu demek değildir ki dersliklere isim verilmesin. Pekala tartışmadan uzak, herkesin kabul ettiği, ülkeye hizmet eden önemli tarihi şahsiyetlerin isimleri dersliklere isim olarak verilebilir. Hatta yanına o tarihi şahsiyetin özgeçmişini anlatan bir çerçeve de asılabilir. Şahsiyetin kim olduğuna, öneminin nereden geldiğine dikkat çekilebilir.

Kısaca, dersliklere acısı taze ve sıcak yer ve şahsiyetlerin isim olarak verilmesini pedagojik yönden uygun bulmuyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde