22 Temmuz 2024 Pazartesi

Giyim Kuşamda Abartı

Açık lise sınavlarında iki farklı oturumda iki ayrı kız öğrenci ile müşerref oldum. Daha doğrusu giyim ve kuşamlarıyla.

Birbirini kopyası olan kızlar tepeden tırnağa siyah çarşaf giyinmiş. Başlarında da yine siyah bir başörtüsü. Yüzlerinde de peçe var. Gözlerini de görmek mümkün değil. Çünkü taktıkları renkli gözlükle gözleri de görünmüyor.

Bu şekil sınava gelmişler. Kimdir, necidir belli değil. 

Kimlik, giriş belgesi ve bunlardaki fotoğraf ile yüz birbirini tutuyor mu diye kontrol edeceksin. Daha kimliğine bakarken girişte baktılar diyorlar. Yüzüne bakmadan giriş belgesi ve kimliğine bakarak yetiniyorsun. 

Girişte bakmış olabilirler. Zaten kontrol edilmeden geçmeleri mümkün değil. Ama salonlara dağılırken bu şekil giyimli olanlar pekala birbirinin yerine farklı salonlarda sınava girmeleri mümkün mü? Mümkün. Çünkü giysileri buna müsait. 

Tepeden tırnağa hiçbir yerleri görünmeyecek şekilde bu şekil giyinenler öyle zannediyorum, dini hassasiyetlerinden dolayı böyle giyiniyorlar. Güya dinin gerçeklerini yerine getiriyorlar.

Peki, din ne diyor bu konuda? Bildiğim kadarıyla kadının el, yüz ve ayaklarının dışındaki yerlerini kapamasını istiyor. El ve ayaklarından geçtim. Bari yüzlerini açsalar. Sadece sınavda değil, toplum içinde yüzü açık olmalarından fayda var. Öyle ya sınavlarda ve toplum içinde insan muhatabının kim olduğunu bilmek ister. Özellikle günümüzde güvenlik yönünden bunda bir zaruret var.

Çarşı ve pazarı da geçtim. Mübarekler sınava giriyorsunuz, salona geliyorsunuz. Kim olduğunuz, necisiniz, ins misiniz, cin misiniz belli değil. Nasıl davranacağını, neye tepki göstereceğini kestiremiyorsun.

İnanın, kimsenin giyim ve kuşamında değilim. Nasıl ki zevklerle renkler tartışılmaz ise giyim ve kuşam tercihi de tartışılmaz. İsteyen çarşaf giysin isteyen manto giysin isteyen başını örtsün isteyen açsın. İsteyen istediği gibi giyinsin ama abartmasın, işi çığırından çıkarmasın.

Bu işin dinle, takvayla, takva elbisesiyle de alakası yoktur. Dinim böyle emrediyor diye hayatı kendilerine zindan ettikleri gibi muhataplarına da zindan ediyorlar. Ki din ifrat ve tefritten kaçınmayı ve mutedil yani ortası olmayı emreder.

Siz nasıl görürsünüz bilmem ama bana böyle giyim garip geliyor.

Varsın kapansın, gözün kapalıları mı görüyor, o kadar açık ve saçık var demeyin. Nasıl ki anormal açıklar bir tepkiyi hak ediyorsa aşırı kapanmalar da bir tepki ve eleştiriyi hak ediyor.

Bereket çarşı, pazar ve sınavlarda gördüğümüz bu tür aşırı kapananların sayısı fazla değil.

Dinle, değerle ve örf ve adetle alakası olmayan bu tür aşırı kapanma, öyle zannediyorum, merdiven altı dini anlatımların bir mahsulü. Çocuklarımızı bu tür merdiven altı yerlerden uzak tutmakta fayda var.

Hasılı, açığıyla kapalısıyla ortak yaşamın ortak ve makul yollarını bulmamız ve bunlara riayet etmemiz gerekir. Kimsenin giyim ve kuşamıyla başkasını az veya çok rahatsız etmeye hakkı yoktur.

21 Temmuz 2024 Pazar

Sen Neymişsin Be FETÖ!

Övdüm, işim rast gitti

Nimetlere gark oldum

Zirveler benim oldu

Sen neymişsin be FETÖ


Ati bunlarda dedim

Ne istedilerse verdim

Hiç doymak bilmediler

Sen neymişsin be FETÖ


Övdükçe şımardılar

Verdiklerim etti yüz

Astar da istediler

Sen neymişsin be FETÖ


Başlarda onu bizler

Hoca efendi bildik 

Derviş gibiydi çünkü

Sen neymişsin be FETÖ


Bir güce ulaşınca

Dedi göstermeliyim 

Hanya'yı ve Konya'yı

Sen neymişsin be FETÖ


Kalkışınca isyana

Başladım kötülemeye 

Yine ben zirvedeyim

Sen neymişsin be FETÖ


Onu bir güzel övdüm

Sonra bir güzel yerdim

Baktım hep zirvedeyim 

Sen neymişsin be FETÖ


Övsem de bir yersem de

Hep kazanan ben oldum

Ne kârlı bir kazanç bu

Sen neymişsin be FETÖ


Bunun için sen sen ol

Önce hocaefendi

Sonra terörist başı

Sen neymişsin be FETÖ

19 Temmuz 2024 Cuma

Bir Mobbing de Bana Uygulandı Sanmıştım

Bir ilçe belediyesinde çalışan bir işçinin kendini ağaca asarak intihar ettiğini gazeteler yazdı. Niye intihar ettiğine dair elde bir yazı, bir şahit olmadığı halde bir partinin bir vekili de intiharın, uygulanan mobbingten kaynaklandığını açıkladı.

İşçiye mobbing uygulanıp uygulanmadığı inceleme, soruşturma, tahkikat ve yargılama sonucu ortaya çıktığında işin gerçeğini öğrenmiş olacağız. 

Gerçek ne çıkarsa çıksın orta yerde canına kıymış bir işçi geri gelmeyecek. Ailesine sabırlar dilemekten başka elimizden bir şey gelmez. 

Mobbing uygulandığı öne sürülen belediye daha önce X partisinde iken son mahalli seçimle birlikte belediye el değiştirerek Y partisine geçmiş. Mobbing uygulandığı için intihar etti iddiasında bulunan da X partisinin milletvekili.

İşin iç yüzünü bilmiyoruz ama belediye el değiştirdiğinde bir işçiye mobbing nasıl uygulanır? İşçi olmasına rağmen önceki yönetim zamanında masa başında iş yapan bir işçi temizlik işine verilir. Çünkü genelde temizlik işinde kimse çalışmak istemez. Torpili olan işçiler de burada pek çalıştırılmaz. Başka ilçe belediyesinde ne olabilir? Zaten büyükşehir statüsündeki illerdeki ilçe belediyelerinin belki de tek görevi şehrin çöpünü almaktır.

İntihar edip canından olan işçi kardeş ile daha önce görüşmüş olsaydım, ona intihar yerine "Belediyeden falan kimse ya da belediye başkanı mobbing uyguluyor. Araştırılıp gereğinin yapılmasını arz ederim" şeklinde bir dilekçe yazarak CİMER'e şikayet etmesini önerirdim. CİMER ne yapar ne eder, konuyu araştırır, gerekirse sorumluları hakkında inceleme ve soruşturma açılıp ceza alması için o ilin valiliğin görevlendirirdi. Sonucundan da şikayetçi kimseyi bilgilendirirdi. İntihar eden böyle yapsaydı, ondan sonrasını mobbing uygulayan belediye düşünecekti. 

Bunun için yani pireye kızıp yorgan yakmadan önce bir bilene yani eşekten düşene sorsaydı canına da kıymamış olurdu.

Nereden biliyorum. Bir ara bana da mobbing uygulamıştı bir amir. Daha doğrusu bana mobbing uyguluyor sanmışım. Gelen cevabi yazıda “Şahsınıza mobbing uygulandığına dair bir bilgiye ulaşılamamıştır” deniyordu. Bu araştırma sonucunu görünce ben de kendimi bir şey sanıp kendime mobbing uygulandı zehabına kapılmışım. Halbuki öyle bir şey yokmuş. Bereket devletin ilgili kurumları var ki gerçek ortaya çıktı. Ya değilse ne yapardım. Haliyle mobbing uygulanmadığına dair inceleme sonucunu alınca sevindim. Bir taraftan da bana mobbing uyguladı diye amirin günahını aldığıma üzüldüm. Allah beni affetsin.

Öyle ya baktığım bölümlerle ilgili mevzuat gereği komisyon başkanı olarak ismimin geçtiği tüm onayları geri çevirmesi, yazının altında ismimi görünce “İsmini görmeye bile tahammül edemiyorum” demesi hiç mobbinge girer mi? Bir defa amir bu kadar düşer, işleyişi engeller mi? Şimdi düşünüyorum da boşu boşuna mobbing uyguluyor diye kendi kendime gelin güvey olmuşum. Amir değil mi ismime de tahammül edemeyebilir cismime de. Koskoca amir bana tahammül etmek zorunda mı sonra? Ayrıca iş bu raddeye gelinceye kadar dur bakalım ne yaptım ben ona? İtici bir ismim, cins bir simam varsa, ismim ve cismimi amirin içi götürmüyorsa amir ne yapsın burada?

Bereket CİMER vasıtasıyla araştırıldı da mobbing yapmadığı anlaşıldı. Bu arada boşu boşuna da CİMER’i meşgul ettim. Aslında amire mobbing uyguluyor diye iftira attığım için ceza bile verebilirlerdi ama muhakkiklerin merhameti beni kurtardı.

Bu arada mobbing uyguladı iddiam gerçekleşmediği ayan beyan ortaya çıkınca haliyle yalancı oldum.

Nasıl oldu bu derseniz? CiMER’e şikayetim gereği bir mülki amir görevlendirilmiş. Mülki amir bana mobbing uyguluyor dediğim mülki amire bu durumu sormuş. O da şahit olarak gösterdiğim kişileri çağırarak bir araya toplamış. Onlara ben böyle bir şey yaptım mı demiş. Beş vakit namazındaki mümin kardeşlerim de sosyal demokrat kardeşim de bizim bir şeyden haberimiz yok demişler. Sonuçta ortada baskı da yok mobbing de yok sonucu ortaya çıkmış. Zira amirin altında çalışanın beyanı değil, amirin beyanı esas olur bu durumlarda ve her durumda. Kısaca suç da yok, suçlu da. 

Hasılı mobbing uyguluyor diye kendimi asmadım ama bu iftira ve bu yalanımla beni assalar yeriydi. Öyle ya şahitler ve amir yalan söylemeyeceğine göre yalanı ben söylemiştim, iftirayı ben atmıştım, devletin ilgili kurumlarını da ben boşu boşuna meşgul etmiştim.

Kısaca bu dünyada yatacak yerim yok bilesiniz.

Kadın ve Erkeğin Takva Elbisesi *

19 Temmuz 2024 tarihli cuma hutbesi, "Müslüman takva sahibidir" başlıklı yazı idi.

Müslümanın takva sahibi olması gerektiği işlendikten sonra takva elbisesinden bahsedildi.

Ardından kadın ve erkeğin ne şekil giyinmesi gerektiği açıklandı: "Kadınlar için yabancı erkeklerin yanında ve evlerinin dışına çıkarken örtülmesi gereken yerler; yüz, eller ve ayaklar hariç bedenin tamamıdır. Erkeklerde ise göbek ile diz kapağı arasıdır. Uzuvları belli eden dar ya da açık elbise giymek, Rabbimizin emaneti olan bedenin saygınlığını ihlal etmektir. Şu husus unutulmamalıdır ki, tesettür her şeyden önce Allah’ın bir emridir, kişisel bir tercih değildir...".

Buna göre dışarı ve başkasının yanına çıkıldığı zaman kadın için el, yüz ve ayak dışındaki organlarının örtülmesi, erkek için ise göbekle diz kapağı arasının kapatılması kıstas olarak belirlenmiş.

Hutbede bu kısmı hatip okurken zihnim dışarı çıktı. Dışarıdakilerin giyim kuşamı gözümün önüne geldi. Adeta fıkhın belirlediği kıstasın zıddı bir durum vardı dışarıda. İstisnalar kaideyi bozmamakla beraber kadın erkeğin giyinmesi gerektiği gibi giyiniyor, erkek de kadının giyinmesi gerektiği gibi giyiniyor. Tek fark erkeklerin başı açık.

Ufak tefek farklılıkla beraber erkekler genelde aynı giyinirken yani örtünürken, kadınlar yeknesak değil.

Kimi tepeden tırnağa, göbek dahil açılıp saçılmış, 

Kimi el, yüz, ayak ve göz dahil tepeden tırnağa örtünmüş,

Pek azını el, yüz ve ayak açık gördüm.

Görünen o ki ayet, hadis, fıkıh ne diyorsa tersi bir durum söz konusu. Erkek açılıp saçılması gerekirken giyinmiş, örtünüp giyinmesi gerekirken kadın açılıp saçılmış. Genel tablo bu.

Bugün erkek fıkhın dediği gibi göbekle diz kapak arasını kapatıp çarşı, pazara çıksa garipsenir. Kadınların farklı farklı giyim tarzına ise artık gözler alıştı. 

Hutbeyi dinlerken zihnim dışarıda gezindim durdu. Kendi kendime, erkeğe açıl denmiş fakat kapanmış. Kadına kapan denmiş ama kadın açılmış.

Hatip hutbeyi okuya dursun. Amma aksi bir durum dedim ve aklıma Nasrettin Hocanın fıkrası geldi.

Hani Hocanın aksi bir oğlu varmış. Oğlu, her dediğinin tersini yaparmış.

Bir gün baba, oğul un öğütmek için değirmene giderler. 

Unu öğütürler ve eşeğe yükü yüklerler.

İhtiyarlıktan olsa gerek. Hoca geride kalmış. Oğlu ise eşekle beraber önde. 

Tam dere kenarına varmışlar ki un çuvalı eşekten düştü düşecek. 

Koşsam yetişemem. Oğlana söylesem aksi mi aksi. Ya Rabbi, bana bir akıl ver derken, Hocanın aklına, en iyisi tersini söyleyeyim. Oğlan da doğrusunu yapsın gelir ve oğluna seslenir.

Oğlum, çuval dereye düştü düşecek. Kakala gitsin dereye diye seslenir. 

Oğlu arkaya döner, babacığım, ilk defa bir dediğini yapacağım diyerek ne emekle öğüttükleri unu derenin sularının içine itekler.

Bu hesap din kadına örtün demiş, kadın aksini yaparak açılmış, erkeğe açıl demiş, erkek de tersini yapmış. 

Acaba diyorum, din erkeğe kapan, kadına da açıl deseydi, erkek ve kadın, ya Rabbi, ilk defa bir dediğini yapacağım deyip erkek açılır, kadın da örtünür müydü?

Hasılı bu dünyada kadın da aksi, erkek de tıpkı Hocanın oğlu gibi.

Hutbe de bitti bu arada. 

*22.07.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Gayriahlaki Olmayan Alım

Bir siyasinin kızı TBMM'de programcı olarak işe başlamış. 

Hangi baba istemez ki çocuğunun okuduktan sonra bir işte çalışmasını. Bir sevinmiş bir sevinmiş. 

Öyle ya çocuğu iş bulan her baba gibi bu baba da kızı iş buldu diye sevinecek. Elbette hakkıdır. 

Ama gel gör ki milletin ağzını büzemezsin. Bazı TV'ler ve gazeteler ağzına dolamış bu kızın Mecliste işe girmesini. 

Takdir edersiniz ki babanın sevinci kursağında kalmış. 

Sorsalardı halbuki kızının Mecliste işe nasıl girdiğini kendisine. Bugüne kadar hiçbir soruya cevap vermekten kaçınmayan bir siyasetçi olarak bu soruya da cevap verirdi. Çünkü alnı ak, işi pak kendisinin. 

Belli ki birileri "Babası nüfuzunu kullanarak kızını Mecliste işe koyduğu" şeklinde lanse etti bu alım işini. Yani kızını torpille işe koyduya getiriyorlar. 

Halbuki bu alım işinde, "gayriahlaki, gayri vicdani, gayri yasal bir durum söz konusu değildi”. 

Bir defa Mecliste 5 binden fazla personel çalışıyor. Bu beş bin kişi Meclise "hangi usul hangi kanun hangi yönetmelikle girmişse evladı da o usulle girmişti". Yani işin içinde torpil yoktu. Herkes gibi kızı da aynı usule tabi olmuş aynı usulle işe girmişti.

Üstelik "kızını daha yüksek rakamlara özel sektörde ve farklı kurumlarda çalıştırabilirdi ama bu baba, "Evladının Mecliste çalışmasının, orayı tanımasının, orada yetişmesinin daha doğru olacağını düşünmüş". Yani kızı da babasının yolundan gidecek, yol yordam öğrenecek. Belki de babası vekil olmadan önce Mecliste çalışmadığı için ilk vekil olduğunda acemilik çekmişti. Kendi acemilik çekti diye kızı da mı acemilik çeksindi ileride vekil olduğunda.

Buldular bir gariban baba. Üstüne üstüne gidiyorlar. Gitmekle kalmayıp uyduruyorlar bir de. Güya kızı 100 bin lira alıyormuş. İnsaf ki insaf.

Halbuki, kesintiler düşüldükten sonra kızı 37 bin lira alıyor. Bereket bordro diye bir şey var. İstemiş kızından bordrosunu. Gösterdi cümle aleme kızının aldığı maaşın miktarını.

Merak ediyorum 100 bin rakamını telaffuz edenler bu bordrodaki miktarı görünce utanmışlar mıdır?

Sanırım birileri gündem saptırmaya çalışıyor. Ortada Filistin meselesi varken bu gündemi saptırıyorlar.

Tamam, gündem saptıracaklarsa saptırsınlar ama bunu yapacağız diye saygın bir siyasetçiyi de emellerine bu şekil alet etmelerini doğru bulmuyorum. Üstelik siyasetçi Meclise alım yapan biri değil. Alan başkası. Hesabı, gelip buna soruyorlar.

Bir de kızınız istifa edecek mi diye soruyorlar. Eğer kız torpille alınmış ise bir an için istifası doğru olur diyelim. Halbuki ortada torpil yok. Başkası nasıl girdi, hangi usule tabi oldu ise kızı da öyle girmiş. Bu durumda niye istifa etsin değil mi? Bir baba ve kızının üzerine bu derece gitmek hakkaniyete sığmaz bilesiniz.

İşin bir diğer yönü kızın işe girdiği yer demokrasinin kalbi Meclis, üstelik düşük rakamla çalışıyor. Buraya ne idüğü belirsiz kişileri almak mı daha doğru yoksa anası, babası, soyu ve sopu belli birilerinin çocuğunu mu almak doğru? Takdir edersiniz ki Meclis Dingo’nun ahırı değil. Elbette buraya alımlarda hassas olmak gerekir ve referansa dikkat edilmeli.

Bence babayı eleştirirken insafı elden bırakmamak lazım. Siyasetçi bu defa Mecliste olmasa da yıllardır Meclisin gediklisi. Üstelik bir ittifakın ortağı. Böyle bir değerin kızı Meclise girmesin de terörle bağını kesmemiş birilerinin çocuğu mu girsin buraya?

Ayrıca unutmayalım ki ülke birliği, aile birliğinden geçer. Ülke birliği ne kadar önemli ise aile birliği de önemli. Ki kanunlarımız aileleri birleştirmek için eş durumunu mazeret kabul ediyor. Bırakalım da bu siyasetçimiz de Mecliste aile birliğini sağlasın.

Bir diğer husus, babayı da anlamak lazım. Kısaca biraz empati lütfen. Düşünün ki kızı babasına, “Yıllardır siyasetin içindesin bir partinin genel başkanısın bir ittifakın ortağısın, yıllarca vekillik yaptın. Kızına Mecliste bir iş bulamadın, olmaz olsun senin gibi baba dese, babanın o anki hâletiruhiyesini ve çizilen karizmasını gözünüzün önüne bir getirin. Hasılı zor bir durum. Lütfen baba ile kızın arasını açmayın. 

18 Temmuz 2024 Perşembe

Çağın İmamı Azam'ı Olabilmek

Asıl adı Numan b. Sabit olan Ebu Hanife, büyük imam anlamında İmamı Azam diye meşhur olmuştur. Başkasına da bu ünvan verilmemiştir.

Kumaş tüccarı bir babanın oğlu. Kendisi de kumaş işiyle uğraşmıştır. Aynı zamanda okuyup kendini geliştirmiştir.

Daha sonra kendisi de çok sayıda talebe yetiştirmiştir. Yetiştirdiği talebeleri arasında İmamı Ebu Yusuf, İmamı Muhammed (İmameyn) ve İmamı Züfer meşhurdur.

Aklı ön planda tutmasıyla ve kısası çok uygulamasıyla ünlüdür. Rey ehli olarak bilinir.

Hem Emeviler hem Abbasîler döneminde yaşamıştır. 

Tüm ısrar, baskı ve şiddete rağmen devlette görev almamıştır. 

Hapishanede işkence edilerek vefat ettiği belirtilir. 

Serbest çalışmasından mıdır, gücün yanında yer almamıştır.

Gücün şakşakçılığını yapmamıştır. 

Kimseden emir almamıştır. 

Kimseye eyvallahı olmamıştır. 

Sipariş üzere fetva vermemiştir. 

Doğru bildiğini söylemekten kaçınmamıştır.

O kadar baskı ve şiddete rağmen hiç rızık endişesi yaşamamıştır. Bunda serbest çalışmasının, devletten maaş almamasının payı büyük olsa gerek. 

Bedelini de canıyla ödemiştir. 

Belki de büyük imam lakabı verilmesinde; fikrinde özgür olmasının, kimseden talimat almamasının, bir güce yaslanmamasının, devletten maaş almamasının, baskı ve şiddete boyun eğmemesinin payı büyük olsa gerek.

İmamı Azam’ın hayatından pay çıkarmak istersek;

İster Diyanette görev alsın ister Milli Eğitimde öğretmen olarak çalışsın, din görevlisi diyebileceğimiz kesim İmamı Azam’ı kendilerine örnek almalıdır.

Bu kesim siyasetten uzak durmalıdır.

Güce yaslanmamalıdır.

Güçten beslenmemelidir.

Gücün şakşakçılığını ve yalakalığını yapmamalıdır. Gücün trolü olmamalıdır.

Rutin işler dışında emir ve talimat almamalıdır.

Fikir, görüş ve fetvasında özgür olmalıdır.

Rızık endişesi yaşamamalıdır.

İcra ve ifa ettikleri görev ve vazifenin itibarını korumalıdırlar.

Haksızlık karşısında seslerini çıkarmalıdırlar.

Cami cemaati dışında herhangi bir cemaat, oluşum ve tarikatın içinde ve yanında yer almamalılar.

Makam, mevki, şöhret ve paraya teşne olmamalıdırlar.

İmamı Azam gibi bilgili ve donanımlı olmak için çok okuyup çok araştırmalıdırlar. Çağı okuyacak bilgi, birikim ve analize sahip olmalılar. Geçmiş müktesebatın üzerine bir şey koymanın çabası içinde olmalıdırlar.

Bulundukları makam ve statüyü bir siyasi partiyi desteklemek ve bir cemaate adam kazandırmak için kullanmamalılar.

Sözlerinin dinlenilmesi ve ifa ettikleri mesleklerinin itibarını her şeyin üstünde tutmalıdırlar.

Unutmayalım ki her meslek kutsaldır ve işini iyi icra ettiği müddetçe itibarını korur. Kimse mesleğe itibar veremez. İtibar elbisesi giydirmez. Mesleğin itibarını koruyan da düşüren de o meslek erbabıdır.

Herkes İmamı Azam olmayabilir ama onun yolundan gidebilir. 

17 Temmuz 2024 Çarşamba

Kök Emekliliğin Keyfini Çıkarmak

Kök maaşlarına yapılan iyileştirmeyle, maaşlarına 2.500 lira artış sağlanan bir emekli bulur muyum diye soluğu çay ocağında aldım.

Öyle ya böyle günde de kendilerinden çay içmeyip de ne zaman içecektim.

Hem çaylarını içeyim hem de kendilerini tebrik edeyim istedim.

Baktım sağa sola. İstedim ki bugün çaylar bizden desinler.

Ne diyen oldu ne çay içer misin diye gürleyen ne de yüzüme bakan.

Dertten midir, zevkten midir anlayamadım.

Belki de gittiğim çay ocağında en düşük emekli maaşı 12.500 olan yoktu.

Sonunda bir başıma kaldım. Kendi içtiğim çayın parasını vermek bu garibana düştü.

Ava giderken avlandım.

Zormuş zor. Zira evdeki hesabım çarşıya uymadı.

Halbuki ne ummuştum ne buldum.

Alacakları olsun kök maaştan maaş alan emeklilerin.

Yoksa kök maaştan çay umanlar, zıkkımın kökünü içsin mi dedi bu emekliler.

Burada gelen ne ki sana çay içirsinler demeyin.

Bir defa çay ocaklarında bir çayın beher fiyatı 10 lira olduğuna göre 2.500 liraya 250 bardak çay eder.

7.5 lira olan çay ocakları da var. Bu durumda 333,33 âdet çay içilir.

Kişi kendi içtiği gibi eşine dostuna da ikram edebilir. Zira iç iç bitmez.

Diyelim ki kökümüze gelen bu zam kökümüze incir dikti, ocağımıza kibrit suyu döktü. Bu zamanda bu zam edişimizin kovuğunu bile doldurmaz. Bu durumda biz nasıl bonkörlük yapalım da çay ocağında çay söyleyelim dedi bizim bu emekliler.

Mübarekler, illaki çay ocağında söyleyin diyen kim size? Alırsınız bir paket çay. Herhalde 170 TL’ye alabilirsiniz paketini. Unutmayın ki bu bir paketten 350-400 bardak çay çıkar.

Çağırırsınız evinize eşinizi, dostunuzu. Hepsini bir kilo çayla çaya boğarsınız. Yeter ki aldığınız zammın zekatını vermek ve cömertliğinizi göstermek isteyin.

Bu arada aldığınız maaş farkıyla maaşınıza dokunmadan, 14,70 kg çay alabiliyorsunuz. Neredeyse ayda günlük yarım paket çay alım gücüdür bu. Fakirin çayı varsa daha ne ister değil mi? İçiniz dışınız çay olur hem de.

Bence birilerinin moral bozucu sözlerine aldırmayın, bu zamma burun kıvıranlara kulak vermeyin. İçin ve içirin çayları. Emekli yılınızın keyfini çıkarın.