28 Haziran 2024 Cuma

Elektrik Zammına Bir de Bu Gözle Bakalım

Bazılarını anlamak zor. Adeta eleştirmek için fırsat kolluyorlar.

Neymiş de 1 Temmuzdan geçerli olmak üzere evlerde kullanılan elektriğe yüzde 38 zam yapılmış. Bu olur muymuş?

Tabi, bardağın boş tarafından bakınca eleştiri de arkasından geliyor.

Halbuki ne zaman bardağın dolu tarafından bakmayı öğrenirsek bu ülkeyi kimse tutamaz. Belki bazı eksikliklerimiz, olur olmaz eleştirilerden olsa gerek.

Şimdi boş verelim bardağa boş tarafından bakanlara. Biz bardağa dolu tarafından bakalım:

Bir defa 2022 Eylülden bu yana elektriğe gelen ilk zam bu. Bu demektir ki iki seneye yakın zamsız elektrik kullandık. Üstelik yüksek enflasyona rağmen.

Ayrıca bu gelen % 38’lik zam, yüzde 76 olan yıllık enflasyonun yarısı. Halbuki enflasyon oranında artırılmış olsaydı elektriğe en az % 76 zam konması gerekirdi. Bu bile zam koyucunun insafını ortaya koyuyor. Gel de bunu gözü dönmüş, ön yargılı kişilere anlat. Bu tip ön yargılı sayısı az olsa gam yemeyeceğim. Maalesef bu ülkede ganimet gibi. Bu ülke bu kadar ön yargılı ve nankör kişilere rağmen iyi ayakta duruyor.

Bu tiplerde kıyas da yok, insaf da. Kafaları az bir kıyasa çalışsa bu ülkede elektrik daima sudan pahalı gelirdi. İki senedir su fiyatları elektriği solladı geçti. Bu tiplerin kaçı Allah razı olsun, sayelerinde elektriği iki senedir ucuz ucuz kullanıyoruz dedi? Derler mi? Demezler. Halbuki sudan ucuz elektrik kullandık bu zaman zarfında. İnsaf, bu kıyası görmeyi gerektirirdi. Tek kelimeyle insafları kurusun bu tür nankörlerin.

Bu tipler aynı zamanda unutkan.

Ne ara unuttular Bulgaristan’dan elektrik aldığımızı.

Ne çabuk unuttular günlük ve planlı elektrik kesintilerini. Eskiden elektrik kesintileri olurdu. Yeterli gelmezdi çünkü. Doğru dürüst ve planlı elektrik kesintisi var mı şimdi?

Hem hiç elektrik kesilmeyecek hem sürekli aydınlanacağız hem de elektriğe zam gelmeyecek. Aydınlanmanın hiç bedeli olmasın mı? Unutmayın ki aydınlanmanın bedeli ağır olur. Yok öyle yağma. Hem aydınlanacağız hem de az para ödeyeceğiz. Gidin işinize. Elektrik dediğin öyle suya sabuna dokunmayan cinsten değil. Aydınlattığın gibi bazen çarpacak bazen de cebine dokunacak. 

Az daha eskiye gitsek, ya hu bu ülkenin çoğu köylerinde elektrik yoktu elektrik. Gaz lambası ile aydınlanırdık.

Lambaya gazyağı almak için sıraya girerdik. Şimdi kaçınız lamba kullanıyor?

Sonra Gazze kan ağlarken, adamların bırakın elektriği, evi barkı yokken bu küçük zammı mesele edinmenin vicdanla hiç alakası var mı?

Var gör bu tipler Kola boykotuna bile katılmayanlardır. Çünkü bu tür boykotu küçümser bunlar.

Sonuç olarak bu tipler elektrik zammını yüksek görüp eleştiriyor mu? Yakmayın, kullanmayın, aboneliklerinizi iptal ettirin kardeş. Karanlıkta oturun. Bu durumda bir kuruş elektrik parası ödemezsiniz. Size yok yakacaksınız diyen mi var? Bu zorunlu ve makul güncellemeyi kabullenemeyenler bu ülkeyi terk edip daha ucuz elektrik veren ülke varsa hazır yurtdışı çıkış harçları da yükselmeden çekip gitsinler.

Hasılı kaç aydır politika faizi yerinde sayarken, döviz-TL paritesi TL lehine iken, bu aydan sonra enflasyon düşecek iken, uygulanan ekonomik model sayesinde Türkiye önünü görmeye başlamışken, iyi günler bizi beklerken bu tür eleştirileri haksız ve yersiz bulduğumu açıklamayı bir vatandaşlık borcu biliyorum.

Bu yazdıklarıma ciddi misin diyeceklere şimdiden hiç olmadığı kadar diyorum.

Kaliteli Ekmekte Konya *

Bir ara Konya'da meşhur bir ekmek fırınından birkaç defa ekmek aldım. Hiçbirini beğenmedim. Böyle meşhur bir fırın nasıl bu şekil ekmek çıkarır da satışa koyar dedim. Bir daha bu fırına gidip de ekmek almadım.

Dün akşam sabaha hazır olsun diye istemeye istemeye yine bu fırına gittim. Poşetin içinde verilen ekmeğe o değilden elimi bir dokundum. Taş gibiydi ekmek. Sanırım biri böyledir, diğerine bakayım dedim. O da aynı. Öbürüne baktım. Aynı. Sanırım bu işi meslek edinmiş, kaç nesil boyu bu sektörde olan bu fırının ekmekten anladığı bu idi. Öyle ya taş ekmek taş gibi olmalıydı. Birini kafasına atsan silah görevi görmeliydi.

Beyaz ekmeği de böyleydi bu ekmek fırınının, tam buğday ekmeği de.

Yolda eve giderken moralim bozuldu. Vara ekmeği akşamdan bu fırından almayayım da sabah gidip başkasından alsaydım dedim. Aklıma gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni Erhan Bey geldi. Çünkü ne zaman bir ekmek zammı gelse çoğunluk bu ekmek zammından dert yanarken Erhan Bey ise ekmek zammından ziyade ekmeğin kalitesine dikkat çeker. Konya'da iyi ekmeğin çıkarılmadığına işaret eder. Yerden göğe hak verdim Erhan Bey’in bu tespitine.

Eve gelince sabaha kadar yumuşasın diye poşetin ağzını güzelce bağladım. Sabah kalkınca baktım ki poşet bile yumuşatmamış ekmeği.

Genelleme yapmak istemiyorum. Konya'da istisna fırınlar veya ekmek fabrikaları vardır. Buralar kaliteli ekmek yapıyordur. Yalnız bunların sayısının da fazla olduğunu düşünmüyorum. Şu var ki çoğu firmanın ekmeğinde bir kalite sorunu olduğu aşikar. 

Başka şehirlerde ekmekte kalite yakalandığı halde Konya'nın neyi eksik ki Konyalı kaliteli ekmekten mahrum kalıyor? 

İyi ekmek ustamız mı yok? 

Firmalar maliyeti düşürmek amacıyla malzemeden mi kısıyor? 

Konyalı kaliteli olsun veya olmasın, nasılsa alıyor. O zaman kaliteli ekmeğe ne gerek var diye mi düşünülüyor? 

Fırıncılar adımız Hıdır, elimizden gelen budur mu demek istiyor?

Nasılsa peynir ekmek gibi bu şehirde ekmek gidiyor. Ne çıkarırsak gidiyor. Müşteriden de şikayet gelmediğine göre ne gerek var kaliteli ekmeğe mi deniyor?

Ekmeğimiz kaliteli de biz mi kaliteden anlamıyoruz? 

Zaten Konyalının çoğu kilolu. Üstelik hamur işi ve ekmeği de çok yiyor. Çok kaliteli ekmek yaparsak Konyalı daha da fazla ekmek yiyerek kilo alır. O yüzden kaliteyi düşürelim ki Konyalı ekmeğe kendini vermesin dercesine halkın sağlığı mı düşünülüyor?  

Aklımca sorular soruyorum. Hiçbir sorunun da cevabını bilmiyorum. Kalite düşüklüğünün gerekçesini de bilmiyorum. 

Ne derece doğru bilmiyorum. Bir ara Konya’nın ünlü bir fırınında çalışan biri “ekmek daha beyaz görünsün diye bir bardak kireç dökerdik” demişti.

Sebep her ne ise bilinen bir gerçek var ki bu şehir doğru dürüst kalite ekmekten mahrum ve çıkarılan bu ekmekler bu şehre yakışmıyor.

*01.07.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Vicdansız Hoca

Öğretmenliğimin ilk on yılında bir İHL'de çalışıyorum. Kredili sistemin uygulandığı dönem.

Bir sınıfın Kur'an derslerine giriyorum.

Sene başında yüzünden okuma, tecvit ve ezber için yanlış hatırlamıyorsam, şöyle bir kriter koymuştum. Yüzünden okuma 40, tecvit uygulama 20, ezber 40 puan şeklinde. 

Öğrencilere yüzünden okuma ve tecvit ile 60 puan alır geçeriz diye düşünmeyin. Ne kadar iyi okursanız okuyun, ezberleri vermeden sınıf geçemezsiniz uyarısında bulundum. 

Bir öğrencinin yüzünden okuması çok iyi. Ama ezberi iyi değil. Daha doğrusu, ezberi iyi olsa da ihmalkarlığı vardı. Daha okuması gereken üç ezberi var. Kendisine sene sonuna kadar bu üç ezberi getirmezsen kalırsın, haberin olsun dedim. Valla mı hocam dedi. Hiç şakam yok dedim.

Ezberi eksik olan bu öğrenci, ezberini okumak için önüme gelirse, bırak üçünü birden okumasını, bir tanesini dahi okumaya çalışsa, bunu beceremese dahi bu öğrenciye geçer not vereyim dedim.

Bekledim gelmedi. Kendi düşen ağlamaz deyip 44,49 puan ile bu öğrenciyi bırakacak şekilde puanları ayarladım.

O zamanlar çarşaf liste kalkmış. Not defterindeki notları biz okur, ilgili müdür yardımcısı da Bilsa adı verilen programa girerdi.

Bu öğrencinin notlarını okuyunca, sisteme giren müdür yardımcısı, öğrencinin sınırda kaldığını görmüş. Hocam, bu çocuk 44,49 ile kalıyor. Haberin olsun. Düzelt istersen dedi. Dedim düzeltmeyeceğim. Bu notu bile bile verdim. Yalvardım gel çocuğum oku. Bak şakam yok diye. Gelmedi. Benden günah gitti. Yazın geçsin nasıl geçerse. Öğrenci de bu durumunu biliyor zaten dedim. Biliyorsa problem değil dedi.

Bu öğrenciyi istemeyerek de olsa bıraktım.

Ben o lisede ayrıldım. Aradan yıllar yıllar geçti.

Bir gün sosyal medyadan arkadaşlık isteği bir bildirim aldım. İsteği gönderen "Beni hatırladın mı Hocam, notu yazmış. Şu 44,50 ile Kur'an-ı Kerim'den bıraktığım öğrenci değil misin dedim. Ta kendisi dedi. Tanıdığıma ve hatırladığıma sevindi.

Ailecek tanıyordum öğrenciyi aynı zamanda. Bu vesileyle biraz yazıştık. Kızdın mı bana o zaman dedim. Ne kızması hocam. Siz haklıydınız dedi. O zaman önüme gelip okuyamasan bile geçirecektim. Gelmeyince zoruma gitti dedim. Yine valla mı hocam dedi. Kendisine, o zamanlar idealist idim. Şimdiki aklım olsaydı, bırakmazdım, hakkını helal et dedim. Helalleştik.

Baban o zaman kızmış mıydı dedim. Hem de nasıl dedi. Bir dövdü. Ardından burnum sürtülsün diye beni Harran'a çalışmaya gönderdi. Bu arada ezberlerimi de bir güzel yaptım dedi. 

Bu öğrencim ve babasını hiç unutmam. Zaman zaman da görüşürüz. Öğrencim esnaf oldu. Başarılı bir esnaf. Bu öğrencimi gözümde büyüten kin gütmemesi, beni sınırda bıraktın hesabı yapmaması. Öyle ya madem bırakacaktım. 30-35 verip bırakmalıydım. Nasılsa yazılı da değildi ders. Sözlü ya da uygulamadan verdiğim puandı. Hasılı vicdansızlık yapmışım. Kendime vicdansız hoca desem, fena olmaz. 

İşte bir zamanlar benim böyle öğrencilerim vardı. Allah onlardan razı olsun.

26 Haziran 2024 Çarşamba

Kılık Kıyafette Kontrollü Serbestlik

Bir önceki yazımda ilk, orta ve lise öğrencileri için dayatılan tek tip kıyafeti eleştirmiştim. Çünkü okul formasını pedagojik bulmuyorum. Çocukların zihin yapısında ve hayata bakış açısında olumsuzluklara sebebiyet verebileceğini, yine özgür bir birey olan kişiye tek tip elbise giydirmek suretiyle teşbihte hata olmazsa adeta kişinin sürü psikolojisi ile yönetilmesinin murat edildiğini düşünüyorum. Bunun yerine giyim-kuşam ve kılık-kıyafette kontrollü serbestliği savunuyorum ki sürüden ziyade kişilerin birey olarak yetiştirilmesinin ön planda tutulmasının, çocukların gelişiminde daha yararlı olacağına inanıyorum. Nasıl ki farklı renk bir zenginlik ise farklı giyinmek ve farklı düşünmek de bir zenginliktir. Çocukları dar kalıplara sığdırmanın bir gereği yok.

Bu demek değildir ki okula öğrenci istediği şekilde gelsin. Vücut hattını gösterecek şekilde dar giyen ya da yüzünü göstermeyecek şekilde kapalı giyen, saçı ve sakalı aşırı anormal olanlara rehberlik yapmak suretiyle normale dönmesi denenebilir. 

Burada uyguladığım kontrollü serbestliğe dair iki örnek vereceğim. 

Bir lisede çalışıyorum. Formanın dışında serbest kıyafetle gelenlere de geçit verdim. Müdür yardımcılarına da çok anormal olanları çağırıp odamızda gerekli uyarıyı yapalım dedim. 

Bir gün 10/E sınıfının dersine girdim. Konumu anlatırken arka orta sırada bir öğrencinin öne eğilmesiyle birlikte giydiği giyeceğin bolluğundan içinin göründüğüne şahit oldum. Hiç belli etmedim. Dersin bitiminde kız öğrenciye, teneffüste odama gelebilir misin, sizinle bir hususu görüşeceğim dedim. 

Kız öğrenci gelmeden müdür yardımcısını da odama çağırdım. Az sonra kız öğrenci geldi. Uygun bir yere oturttum. Hemen konuya girdim. Niçin böyle giyindiğini sordum. Şaşırdı. Kıyafetinde ne olduğunu sordu. Kızım, eğilince vücudunun içinde ne varsa adeta dışarı çıkacak duruma geliyor. Böyle giyinmesen iyi olur. Yine de kendin bilirsin dedim. Tamam hocam, dikkat ederim diyerek sınıfına gitti. 

Birkaç gün sonra bahçede adımlıyorum. Kapalı bir öğrenci dikkatimi çekti. Kızım, bu okulun öğrencisi değilsin galiba, kimsin dedim. "Hocam, 10/E sınıfından falanım, tanıyamadınız mı” dedi. Kızım, geçen hafta böyle değildin, tepeden tırnağa kıyafetin ve giyim şeklin değişmiş. Ne hayır dedim. "Kapanmaya karar verdim. Bundan sonra böyle giyineceğim" dedi. 

Bu öğrenci, birkaç gün önce çok açık giyindiğinden dolayı odama çağırıp konuştuğum öğrenciden başkası değildi. Vücudunun içi görünmeyecek şekilde tam zıddı bir giyimi tercih etmişti. 

Beş erkek öğrencinin saçları dikkatimi çekti. Kıvırcık saçları orman gibi olmuştu. Yanıma çağırıp gençler, siz belki kendinize yakıştırıyorsunuz ama karşıdan çok farklı görünüyorsunuz ve dikkat çekiyorsunuz. Bu saçları pazartesiye kadar keselim. Gelip saçınızı bana gösterin dedim.

Pazartesi günü dört tanesi gelip saçımızı kestirdik dedi. Sıhhatler olsun gençler. Yakışmış. Tebrik ederim sizi dedim. 

Gelmeyen beşinci öğrencinin sınıfına gittim. Saçını kesmemişti. Delikanlı, niye kesmedin dedim. Hocam, ciddi misiniz? Saçımı kesecek miyim dedi. Aynen öyle genç. Yarın saçlarını kestirmiş bir şekilde odama bekliyorum. Diğer arkadaşların kestirdi. Sen kestirmezsen olmaz dedim. Odama geçtim. 

Ardından öğrenci geldi. Kesemem dedi ise de hiç taviz vermedim. 

Ertesi günü öğrenci saçlarını bir güzel kestirmiş bir şekilde utana sıkıla odama geldi. Aferin, yakışmış, teşekkür ederim deyip sınıfına gönderdim. 

Birkaç gün sonra bir karı koca geldi. Giyim-kuşamlarından, sosyete bir aileye benziyordu. Benimle görüşmek istediklerini söylediler. Odama aldım. Biz falan öğrencinin velisiyiz dediler. Çocuğunuzu tanıyamadım. Hangi sınıftaydı dedim. Sınıfını da söylediler. Çıkaramadım dedim.

Tanıyamamam normal. Çünkü bu lisede 5-6 aydır çalışıyorum. Öğrenci mevcudu da 600'un üzerindeydi. Üstelik dersine gitmediğim bir öğrenci idi.

Aile, çocuklarını tanıtmak için hani saçları orman gibi olan var ya dediler. Ha, o orman saçlardan eser kalmadı. Kestirdim. Şimdi tanıdım dedim. Biz de o yüzden geldik dediler. Hayırdır dedim. Biz bir yıldır ne yaptıysak kestirememiştik. O kadar dil dökmüştük. Siz kestirdiniz. Bu yüzden teşekküre geldik dediler. Ben de bana tepki göstermek için geldiniz sanmıştım dedim. Ne tepkisi hocam. Çok memnun olduk. Tekrar teşekkür ediyoruz deyip ayrıldılar. 

Okullarda Tek Tip Kıyafet

Bu ülke kılık kıyafet, saç ve sakaldan çok çekti. Ülke az gerilim yaşamadı. Yaptığımız bu anlamsız uygulama dolayısıyla birçok kişiyi mağdur ettik.

Şimdilerde nicedir kılık kıyafet, saç ve sakal gerilimi yaşanmasa da herkes istediği gibi giyinebilse de farklı giyindiği için kimse sıkıntı yaşamasa da ortaokul ve liselerde tek tip okul formaları yaygın.  

Her yıl okul yönetimleri veliye, serbest kıyafet mi okul forması mı istiyorsunuz tercihi sunuyor. Çocukları okul forması istemese de veliler formayı tercih ediyor. Velilerin yüzde ellisi forma deyince, öğrenciler okula formayla gelecek demektir. Böylece sabah sabah öğrenci annesine, bugün ne giyeyim diyemeyecek. İstese de istemese de okul formasını giyinip okulun yolunu tutacak. Forma veliler için bir kolaylık. Hem farklı farklı kıyafet almayacak hem de sabahın köründe çocuk annesini uyandırıp ne giyeyim diyemeyecek.

Forma seçeneğini isteyen bir kesim daha var. Onlar da okul forması satan firmalar. Ömer Dinçer serbest kıyafeti getirince, okul forması satan işletmelerin tüm malları ellerinde kaldı. Bu sektör aralarında organize olup soluğu Ankara'daki aldı. Bakanlıktan veli tercihi seçeneğini getirmesi istendi. Böylece istedikleri oldu. Sektör ayakta ve tam gaz forma satışına devam ediyor.

Serbest kıyafetten yana olmayanlar sadece veliler ve forma firmaları değil. Okul müdürlerinin ve öğretmenlerin çoğu da tek giysi formadan yana. Güya okula yabancı girmeyecekmiş, öğrenci formadan bilinecekmiş. Halbuki okula girmek isteyen yabancı, bir şekil ya formayla ya da formasız girebiliyor.

Bir diğer gerekçe de öğrenciler arasında fakiri var, zengini var. Bazı öğrenciler farklı kıyafet alamayacağı için zengin aile çocukları nezdinde ezilir endişesi var. Herkes tek tip giyerse çocuklar bu ezikliği çekmeyecek. İyi de okul dışında cadde ve pazarda farklı giyinen, giyindiğiyle farklılığını gösteren yok mu? Bir şekil alışılacak farklı kıyafete. 

Veli tercihlerine saygı duysam da zevklere, renkler tartışılmaz sözünde olduğu gibi elbise ve renk seçimimi öğrenciye bırakmadan yanayım. Çünkü tek tip kıyafeti tek tip insan yetiştirme gibi anlıyorum. Herkes her konuda aynı şeyi düşünürse bu kadar kişinin yaşamasına gerek yok. Farklı kıyafet tercihiyle öğrencilerde farklı fikirlerin gelişeceğine inanıyorum.

Ayrıca tek tip elbise veya okul forması çoğu öğrencide bu kıyafet ve bu renge nefreti ön plana çıkardığını düşünüyorum. Öyle öğrenciler bilirim ki okula okul forması dışında bir kıyafetle gelerek tepkisini böyle gösterdiğini seziyorum.

Yine çoğu öğrenci okulun herhangi bir etkinliğinde okul yönetiminin yanına giderek serbest kıyafetle gelebilir miyiz isteğinde bulunuyor. Olumlu cevap alınca mutluluklarına diyecek olmuyor.

Öğrenciler farklı renk tercihini istese de yukarıda bahsettiğim gibi velilerin çoğu tek tip kıyafetten yana. Okul forması isteyen bir veliyle ilgili bir anımı burada paylaşmak istiyorum.

Bir lisede çalışırken Bakan Ömer Dinçer kılık kıyafet ve saç serbestisi getirince oh be dedim. Veliler de serbest kıyafet seçerse çok iyi olacak dedim. Velilerin görüşlerini aldık. Yüzde yetmiş oranında bir veli okul forması istedi.

Okullar açılınca öğrencilere okul formasını duyurduk. Yardımcılara da çok anormal bir giyim ve şekil şemail olmadıkça çocuklara müdahale etmeyelim dedim.

Öğrencilerin kimi okul formasıyla kimi de serbest kıyafetle gelmeye başladı.

Bir gün bir veli geldi okula. “Biz okul kıyafetini seçtik. Niye okul kıyafeti giydirmiyorsunuz” dedi. Velie, şu uzun boylu kızın babası mısın dedim. Evet dedi. Biz sizin okul kıyafeti tercihinizi çocuklarınıza duyurduk. Anne babanızın tercihlerine saygı gösterin. Lütfen okul kıyafetiyle gelin duyurusunu yaptık. Hepsi bu kadar. Anormal bir giyim olmadığı müddetçe çocuklara karışmadık. Sabah okul kapısının önünden geri gönderip moralini bozmadık. Çok anormal giyinen ile özel görüşüp hallettik. Bu arada senin bir çocuğun var burada. Sabah evden nasıl çıktığını bir baba olarak biliyor olmalısın. Niçin evden çıkarken çocuğuna, ben okul forması seçtim. Şu kıyafetini giy demedin de bu şekil gönderdin? Kusura bakma da sen baba olarak bir çocuğuna söz geçiremiyorsun ya da böyle giyindiğine sesini çıkarmıyorsun. Bizim karışmamızı istiyorsun. Böylece siz iyi baba olacaksınız. Biz ise burada sabah sabah polis ve asker rolü oynayacağız. Okula gelen 600 öğrencinin kılık kıyafet kontrolünü yaparak kötü idareci olacağız. Bunu da yapmayacağım. Bırak çocuğun da bu şekil gelsin. Çünkü bu farklı kıyafet bizi rahatsız etmiyor. Bundan sonra benim işim kontrollü serbestlik. Çok anormal bir giyim veya saç sakal görürsem, ikna yolunu deneyip müdahale edeceğim. Unutma ki bu ülke tek tip kıyafetten ve kılık kıyafet şöyle olacak acımasız ve anlamsız kuralından çok çekti. Durmadan mağduriyet ürettik. Bırakalım da çocuklarımız bu sıralarda iken nasıl giyineceğine kendisi karar versin. Çünkü okul forması baskısı çocukta nefret oluşturuyor. Giymemek için direniyor. Çocuk buradan üniversiteye gidince serbest kalıyor ve ne giyeceğini şaşırıyor dedim. Veli haklısın deyip sustu.

Bir sonraki yazımda da giyimini ve saçını beğenmediğim iki öğrenci ile aramda geçen iki anıya yer vererek kontrollü serbestlikten nasıl verim aldığıma yer vereceğim. Başlık da “Kılık Kıyafette Kontrollü Serbestlik" olsun.

Gördüğünü Uygulamada Ben

Acemi müdür olarak başladım işe. Bir iki hafta okulu izledikten sonra eski ezberleri okumaya başladım. 

Her cuma İstiklal Marşı töreninde pazartesiden itibaren farklı kıyafet olmayacak, herkes okul kıyafetiyle gelecek, saçlar uzun olmayacak, sakalı çıkanlar kesip gelecek. Bir de okula özellikle pazartesi İstiklal Marşı törenine zamanında gelinecek konuşmaları yapıyorum. 

Bıkmadan, usanmadan her törende söyledim bunları.

Söylemekle de yetinmedim. Bir zaman sonra günlük kıyafet, saç ve sakal kontrolü yapmaya başladım.

Bununla da yetinmiyorum. Gömleğinin bir düğmesi dışında ilikli olmayanları uyarıyorum. Gömleğini pantolonunun üzerine sarkıtanlara içine koyacaksınız. Okul kıyafetinin üzerine farklı renk giymeyeceksiniz gibi şeyler söylüyorum. 

Bir zaman sonra sabah derse geç gelenlerin, gömleğinin düğmeleri açık ve dışına sarkıtanların okul numaralarını almaya başladım. 

Zaman zaman sınıflara girip kılık kıyafet, saç ve sakal kontrolü sonucu yine okul numaralarını ajandama yazdım. Güya disipline sevk edecektim alışkanlık haline getirenleri. Hoş kimseyi bu yüzden disipline sevk etmedim. 

Böyle böyle öğrencileri yola getirecek, okul disipline girecek ve okulun başarı çıtası yükselecekti. Çünkü başarının önündeki en büyük engel kılık kıyafet ve saç sakal idi. 

Bir gün kapımı çaldı bir kız öğrenci. İçeride misafir olunca sonra geleyim dedi. Gel şimdi söyleyebilirsin dedim. Utana sıkıla "Benim üçüncü kez numaramı aldınız" dedi. Eee dedim. "3. oldu" dedi tekrar. Sizin numaranızı alıyorum, başkasınınkini almıyorum mu demek istiyorsun dedim. Evet dedi. İyi de herkesi uyarıyorum, çoğu kimsenin numarasını aldım. Aldığımla kaldı. Çünkü bundan dolayı da hiçbir şey yapmadım. Görmedin mi dedim. Hayır dedi. Yani sana kafayı taktım öyle mi dedim. Evet dedi. Tamam şimdilik gidebilirsin dedim. 

Ertesi günü tören alanında öğrencilere, bugüne kadar kılık kıyafetinden dolayı uyardığım öğrenciler parmağını kaldırsın dedim. Okulun üçte ikisi parmağını kaldırdı. Kendisine kastımın olduğu imajını edinen öğrenciye, bak arkadaşlarının parmaklarına. Bu kadar kişiyi uyarmışım dedim. Şaşırdı. Kendisine bir kastımın olmadığını uygulamalı olarak bu öğrencime göstermiş oldum. 

Bununla da yetinmedim. Başka ikna yolunu devreye soktum. Çünkü öğrencinin böyle düşünmesi, birine farklı, diğerine farklı muamele anlamına gelirdi. Bir öğrenci de olsa bu imajı yok etmeliydim. 

Kalkmayan parmaklar arasında en ön sağ tarafta son sınıf bir kız öğrencinin parmağının kalkmadığını gördüm. Kızım, bugüne kadar seni de uyardım. Sen niye kaldırmıyorsun dedim. Öğrenci, "Yanlışınız var. Beni hiç uyarmadınız. Tamam sizin hafızanız iyi. Hiç unutmazsınız. Geçmişte olup biteni hatırlarsınız ama bu defa yanıldınız" dedi. İyi düşün dedim ise de öğrenci hep hayır cevabı verdi. 

Bak kızım, mevsim kış günüydü. Dışarıda kar vardı ve hava soğuktu. Sen o zaman 9.sınıf idin. İstiklal Marşı'nı koridorda söyleyecektik. Sizler koridorda sıraya girmiştiniz. Sen elektrik panosunun önünde idin. Üzerinde kırmızı bir giysi vardı. Ben bu giysiden tutup kızım bu ne? Bir daha böyle giymeyeceksin demedim mi dedim. Kız öğrenci, "Evet, şimdi hatırladım. Valla doğru. Aynen öyle olmuştu." dedi. Ardından kızın hayreti gitti. Maşallah, hafızanız aynen duruyor dedi. Gülüştük. 

Her ne kadar bir öğrenci de olsa adaletsiz damgası yememek için verdiğim iki örnekle öğrenciyi ikna edip bundan memnun olsam da nicedir bu ilk müdürlüğümde yaptığım gereksiz kılık kıyafet ve saç sakal kontrolleri gözümün önüne geldikçe yanlış yapmışım. Keşke daha önce gördüğüm kötü örnekleri yapmasaydım dedim. Müdürlüğü bırakmadan kendimi sorguladım.

İlk müdürlük yerim değiştiği zaman diğer okullarda farklı da olsa kılık kıyafete, saç ve sakala çok karışmadım. Tören alanında kıyafet de kıyafet demedim. Çok anormal giyineni görmüşsem, çağırıp odamda rehberlik yaptım. Şöyle giyinsen daha iyi olur dedim. Geri olumlu dönüşler aldım.

Bir diğer yazımda okul forması dediğimi tek tip kıyafet üzerinde duracağım.

Bir Zamanlar Öğrencinin Saçı

En sevmediğim yönüm idarecilik. Mizacıma ters olmasına rağmen memlekete gelmek için müdürlük sınavına girerek hiç müdür yardımcılığı yapmadan bir lisede müdür oldum.

Acemiliğin doruğunu yaşadım. Ne yapayım ne edeyim derken öğrenciliğim gözümün önünden film şeridi gibi geçti: 

İdarecilerimiz her sabah içtima alanında kılık-kıyafet, saç-sakal kontrolü yapardı.  Bununla da yetinmezler. Olur ya gözden kaçırdığımız olur diye ellerinde makas bir de sınıf sınıf dolaşırlardı. Büyük saç gördüler mi tren yolu açarlardı. Çünkü saçlar üç numara olmalıydı. Öyle ya disiplin ve okul başarısının yolu bunların kontrolünden geçerdi.

Açılan tren yolundan kurtulmak için saçı üç numaraya ya da sıfıra vurdurmak da yetmezdi. Ancak ustura kurtarırdı saçı.

Okul idaresinin ve nöbetçi öğretmenlerin kontrolünden geçen saçlarım, dersimize giren bir İngilizce öğretmeninin gözüne arardı. Her derste saçların uzamış demesinden usandığımdan ona tepki olsun diye saçımı iki defa usturaya vurdurmuşluğum bile var. 

Her içtimada saçlar üç numara olacak sözlerini bugün bile unutmuş değilim. 

İçtimadan geri döndürülmemek için pazartesiye hazırlık olsun diye cumartesiden berbere gidip saçları kestirirdim. Kesilen bu saç üç numaradan büyük görüldüğü için pazartesi ikinci defa tekrar tıraş olmuşluğumuz var. 

Saçın üç numara olup olmadığının kontrolünü beş parmağı tıraş makinesi gibi saçlara girdirerek yaparlardı. Parmaklar saçın altında kalırsa, bu saçlar kesilmeliydi.

Saçtan kurtulan sakal tıraşı kontrolüne tabi tutulurdu. Sinekkaydı tıraş olup olmadığı eller çeneye konur, bir sağa bir sola bakılır, kıldan eser yoksa haydi geç denirdi. Tüy görünürse git, kes gel bunları derlerdi. Askerde iken bir haftalık sakalla içtimalara çıktım. Hiçbir komutan bu sakallar ne böyle demedi. Ama benim okuduğum okulun idarecileri yakın temas ile benim sarı kılları görürdü.

Kimi öğrenci bakkaldan permatik alır, tuvalete giderek aynanın karşısında alelacele çıkan sakallarını tıraş ederdi. Bunu beceremeyen soluğu berber koltuğuna oturmada alırdı.

Saç-sakal konusundaki bu anlaşılmaz ve bezdiren tutum dolayısıyla o günün öğrencileri burnundan solusa da o günün idarecileri okula yakın berberlerden bol bol hayır dua almışlardır. Çünkü 4.000 öğrenciden çoğu müşterileri olmuştur.

Ortaokul ve liseyi okuduğum yıllarda tek tip okul formaları yaygın olmadığı için forma zorunluluğu yoktu. Aynı renk olmasa da takım veya pantolon ve ceket olmalıydı üzerimizde. Bunlar varsa sorun yoktu. Bir de aynı renk forma kontrolü olsaydı, okulun kapısından girebilen öğrencilerin sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi.

Bütün bunlar müdür olduktan sonra gözümün önüne geldi. Zamanında nefret ettiğim bu uygulamaları nasıl yapacaktım. İmdadıma milli eğitim müdürü yetişti. Bir toplantıda müdürlerden birine, “Hocam, bayram töreninde senin öğrencilerin saç sakalları neydi öyle? Kaymakam ve protokolün önünde hiç olmadı” dedi.

Okula gelen bazı veliler, “Nerede o eski öğretmen ve müdürler. Biz bu saçlarla giremezdik okula. Şimdiki öğrencilere bak. Müdürlerinden de çekinmiyor. Yok yok. Şimdiki müdürlerde iş yok” dedi durdu.

Öpretmen olarak görev yaparken de okul müdürlerinin birinci görevi yine saç-sakal ve kılık-kıyafet idi. Kötülüğün başı idi be de olsa bunlar. 

İyi de benim eski müdürlerden ne eksiğim vardı? Milli eğitim müdürü ve veliler böyle istiyorsa, ben de bir zamanlar nefret ettiğim kılık-kıyafet, saç ve sakal kontrolü yapmalıydım. Ne de olsa insan gördüğünü uygulardı.

Bir sonraki yazımda da “Gördüğünü Uygulama Biz” başlıklı yazımla bir anekdotumdan bahsetmek isterim.