Ana içeriğe atla

Bir Zamanlar Öğrencinin Saçı

En sevmediğim yönüm idarecilik. Mizacıma ters olmasına rağmen memlekete gelmek için müdürlük sınavına girerek hiç müdür yardımcılığı yapmadan bir lisede müdür oldum.

Acemiliğin doruğunu yaşadım. Ne yapayım ne edeyim derken öğrenciliğim gözümün önünden film şeridi gibi geçti: 

İdarecilerimiz her sabah içtima alanında kılık-kıyafet, saç-sakal kontrolü yapardı.  Bununla da yetinmezler. Olur ya gözden kaçırdığımız olur diye ellerinde makas bir de sınıf sınıf dolaşırlardı. Büyük saç gördüler mi tren yolu açarlardı. Çünkü saçlar üç numara olmalıydı. Öyle ya disiplin ve okul başarısının yolu bunların kontrolünden geçerdi.

Açılan tren yolundan kurtulmak için saçı üç numaraya ya da sıfıra vurdurmak da yetmezdi. Ancak ustura kurtarırdı saçı.

Okul idaresinin ve nöbetçi öğretmenlerin kontrolünden geçen saçlarım, dersimize giren bir İngilizce öğretmeninin gözüne arardı. Her derste saçların uzamış demesinden usandığımdan ona tepki olsun diye saçımı iki defa usturaya vurdurmuşluğum bile var. 

Her içtimada saçlar üç numara olacak sözlerini bugün bile unutmuş değilim. 

İçtimadan geri döndürülmemek için pazartesiye hazırlık olsun diye cumartesiden berbere gidip saçları kestirirdim. Kesilen bu saç üç numaradan büyük görüldüğü için pazartesi ikinci defa tekrar tıraş olmuşluğumuz var. 

Saçın üç numara olup olmadığının kontrolünü beş parmağı tıraş makinesi gibi saçlara girdirerek yaparlardı. Parmaklar saçın altında kalırsa, bu saçlar kesilmeliydi.

Saçtan kurtulan sakal tıraşı kontrolüne tabi tutulurdu. Sinekkaydı tıraş olup olmadığı eller çeneye konur, bir sağa bir sola bakılır, kıldan eser yoksa haydi geç denirdi. Tüy görünürse git, kes gel bunları derlerdi. Askerde iken bir haftalık sakalla içtimalara çıktım. Hiçbir komutan bu sakallar ne böyle demedi. Ama benim okuduğum okulun idarecileri yakın temas ile benim sarı kılları görürdü.

Kimi öğrenci bakkaldan permatik alır, tuvalete giderek aynanın karşısında alelacele çıkan sakallarını tıraş ederdi. Bunu beceremeyen soluğu berber koltuğuna oturmada alırdı.

Saç-sakal konusundaki bu anlaşılmaz ve bezdiren tutum dolayısıyla o günün öğrencileri burnundan solusa da o günün idarecileri okula yakın berberlerden bol bol hayır dua almışlardır. Çünkü 4.000 öğrenciden çoğu müşterileri olmuştur.

Ortaokul ve liseyi okuduğum yıllarda tek tip okul formaları yaygın olmadığı için forma zorunluluğu yoktu. Aynı renk olmasa da takım veya pantolon ve ceket olmalıydı üzerimizde. Bunlar varsa sorun yoktu. Bir de aynı renk forma kontrolü olsaydı, okulun kapısından girebilen öğrencilerin sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi.

Bütün bunlar müdür olduktan sonra gözümün önüne geldi. Zamanında nefret ettiğim bu uygulamaları nasıl yapacaktım. İmdadıma milli eğitim müdürü yetişti. Bir toplantıda müdürlerden birine, “Hocam, bayram töreninde senin öğrencilerin saç sakalları neydi öyle? Kaymakam ve protokolün önünde hiç olmadı” dedi.

Okula gelen bazı veliler, “Nerede o eski öğretmen ve müdürler. Biz bu saçlarla giremezdik okula. Şimdiki öğrencilere bak. Müdürlerinden de çekinmiyor. Yok yok. Şimdiki müdürlerde iş yok” dedi durdu.

Öpretmen olarak görev yaparken de okul müdürlerinin birinci görevi yine saç-sakal ve kılık-kıyafet idi. Kötülüğün başı idi be de olsa bunlar. 

İyi de benim eski müdürlerden ne eksiğim vardı? Milli eğitim müdürü ve veliler böyle istiyorsa, ben de bir zamanlar nefret ettiğim kılık-kıyafet, saç ve sakal kontrolü yapmalıydım. Ne de olsa insan gördüğünü uygulardı.

Bir sonraki yazımda da “Gördüğünü Uygulama Biz” başlıklı yazımla bir anekdotumdan bahsetmek isterim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde