20 Haziran 2024 Perşembe

Huzur ve Sükûnetin Adresi, Fethi Sekin MTAL (3)

Perşembe ve pazar günlerinden ibaret ilk yarım dönemim, okula alışma dönemimdi. Kendi halimde gidip geldim okula. Pek kimseyle muhatap olmadım. Öğretmenler odasına da nöbet defterini imzalamanın ve ders kitabı alıp koymamın dışında pek girmedim. Girmek istesem de nöbetçiyim. Nöbet yerinde olmam gerekti. 

Bir diğer husus da ilk gittiğim yere çabuk intibak sağlayamam. Çünkü asosyal bir yapım var. Girerken utana sıkıla girdim hep. 

Öğle arası soluklanmak üzere girdiğim zaman okulun kadın öğretmenlerinin ziyafetleriyle karşılaştım. Her perşembe bu ikramı alışkanlık haline getirmişler. Almam için ısrar ettiler. Teşekkür ederim dedim ise de ucundan, kıyısından tadarak başladım yemeye. Öğretmenler odasına gitmediğim zaman bazı öğretmenler, öğretmenler odasına davet ettiler ikram için. 

Okula başladığım ikinci yarım dönemim çok fazla teşriki mesaide bulunmadan bu şekil geçti. 

İki aylık bir yaz tatilinden sonra 2023-2024 öğretim yılına başladık. Bu sene ders yüküm de fazla idi. Rehberlik dahil 29 saat derse girdim. Bu derslerin 19 saati yüz yüze, geri kalanı ise uzaktan idi. Salı, cuma ve pazar günleri gittim okula. Gün bazında dersimin yoğun olduğu gün salı günleri idi. Sabah 9'da başlayan dersin 9 saati örgün, geriye kalan 4 saati uzaktan olmak üzere dersim akşam 20.30'a kadar sürdü. Salı bitti mi benim için o hafta bitmiş sayıldı.

Haftanın dört günü saat 17.00'de uzaktan bağlandım yine. 

Okul 2022-2023 ikinci döneminde olduğu gibi yine sessiz, sakin idi. Yine huzur ortamı vardı. Ama bu sene benim için daha bir farklı idi. Bunda asosyalliğimin 'a' sını atmamın, daha fazla derse girdiğim için okulda daha fazla bulunmamın; idarecisiyle, öğretmeniyle, öğrencisiyle, yardımcı personeliyle okulu evim gibi hissetmemin payı var. Özellikle kadın öğretmenlerin doğallığının, hasbiliğinin, ikramının, hal hatır sormalarının, ilgi ve alakalarının, idarecilerin bir idarecilik kompleksine sahip olmamalarının payı büyük. Açıldıkça açıldım. Espriler gırla gitti. Güzel bir muhabbet ortamı oluştu. Şakalaşma eksik olmadı. Öğretmenler odasında tek eksiklik dedikodu idi. Bunu yapan öğretmen görmedim. Bu konuda ders vermek istedim. Benim branşım el vermiyor, siz bari yapın, ben çok severim dedim ama bizim o taraklarda bezimiz olmaz modunda oldular hepsi. 

İdarecisinde de öğretmenden ve başkasından dert yananı görmedim. Her biri kendi işinde idi. Bu okulun idarecilerinin en büyük eksiği de kaprisli yönetici profilinden yoksun olmalarıydı. Beceriksizler vesselam. Niye geç kaldın, dersine niye girmedin, şu evrakı niçin gününde getirmedin, niye nöbet yerinde değilsin, senin nöbetinde şurada şu oldu, bir daha olmasın diyeni görmedim. Öğretmenlerinde olduğu gibi yüzlerinde hiç güler yüzleri eksik olmadı. Zaten görevini aksatan öğretmen de görmedim. 

Erkek öğretmenlerin çoğu meslek öğretmeni idi. Onlar da genelde kendilerine ait bölüm odasında teneffüslerini geçirdikleri için onlarla çok diyalog ortamım oluşmadı. Çay alırlarken, nöbet tutarlarken selam, kelam ve hal hatırdan öteye geçmedi diyaloğumuz. Ama hepsi iyi insanlardı vesselam. 

Diyaloğumuz kültür dersi öğretmeni olan iki, üç erkekle oldu. Geriye kalanı kadın öğretmenlerle oldu. Sağ olsunlar ilgi, alakalarını, güler yüzlerini ve de ikramlarını hiç esirgemediler. Bir sene boyunca salı ve cuma günleri, evinden cep telefonu dışında bir şeyle gelmeyen biz erkek öğretmenlere babalarına baktıkları gibi baktılar. Boşuna söylememişler, bakarsa kız evladı bakar diye. Allah onlardan razı olsun. 

Zaman zaman teneffüslerde  öğretmenler odasında tek erkek kalmak suretiyle kendimi Temel'e benzettiğim oldu. Allah o meslekçi erkekleri bildiği gibi yapsın, alacakları olsun dediğim oldu. 

Temel olmam şu yönüyle: Hani Temel hacca gitmiş. Namazları hep kadınlar arasında kılarmış. Polis kaç defa Temel'i kadınlar arasından derdest ederek çıkarmış. Ama Temel bu. Karadeniz inadı da var kendisinde. Yine her defasında kadınlar içinde namazlarını kılmaya devam etmiş. En sonunda Suud polisi, tercüman vasıtasıyla bu adam niye kadınların içinde namaz kılmakta ısrar ediyor sorusunu sormuş. Temel'in cevabı, "Tabi kadınlar içinde kılacağım. Çünkü ben hacca anamın yerine geldim" demiş. Benimki de o hesap oldu. (Devam edecek)

Huzur ve Sükûnetin Adresi, Fethi Sekin MTAL (2)

Benim 34 günlük yıllık izin 6 Şubat depremiyle uzadı. Hayatım boyunca yapmadığım kadar izin yapmış oldum. 

Okulun açıldığı ilk gün (20 Şubat) okula toplantıya gittim. Toplantı sonrası ders programını ilgili müdür yardımcısından aldım. Benden önce derse giren öğretmenin ders programını vermişlerdi bana. 

Programa göre tek perşembe günü dersim vardı okulda. Bir de pazar günü iki saatlik bir seçmeli ders için gidecektim. Diğerlerine uzaktan bağlanacaktım akşamları. 

Az dersen diğer öğretmenden ders alabiliriz dedi yardımcı. Kimseden ders almayayım. Dersini eksiltmeyeyim. Bu bana yeter dedim. 

Ders yüküm azdı ama üç tip öğrencinin dersine girdim. Bunlar: Örgün, MESEM ve Diploma Telafi Programı. 

Örgün, okula her gün gelen ve yüz yüze öğrenim gören mesleki ve teknik Anadolu lisesi (MTAL) öğrencileri. 

MESEM, eskinin çıraklık eğitim öğrencileri. Bunlar haftada bir gün gelip diğer günler bilişim, gıda ve muhasebe sektöründe çalışan öğrenciler. 

Diploma Telafi Programı (DTP) ise örgün eğitimin dışına çıkmış, değişik sektörlerde çalışan ve ustalık belgesine sahip öğrenciler. Bunlar pazar günü yüz yüze görüp diğer günler uzaktan bağlanan kişiler. Bu yol ile bir yıl okumak suretiyle Mesleki ve teknik Anadolu lisesi diplomasını elde ediyorlar. 

Emeklilik öncesi emeklilik yaşayacaktım 18 saatlik dersle. Çalışıyorum ama emekli gibiydi benim çalışmam. Rehberlik saatim, nöbetim hepsi aynı gün idi. Daha ne isterdim Allah'tan.

İlk perşembe gittim okula. 11 Gıdanın rehberliği, 9, 10 ve 11 MESEM'lerin ve 11 muhasebenin din kültürü derslerine girdim. 

Perşembe günleri ilk başlarda arabamla gittim. Giderken okulu bulmak için Navigasyon yardımıyla gittim okula. 

Bir defasında otobüse bindim. Kalabalıktı otobüs. Uzun saçlı bir erkek çocuğu yer verdi. Öğrenci de bizim okuldan dersine girmediğim bir öğrenci imiş. O kadar yolu bana yer verdiği için ayakta gitti okula. Mahcup oldum. Bir daha da otobüse binmedim ilk yarım dönem. Hep arabamla gittim. Dönüşte de benden sonra benim gibi soruşturma ile okulumuza gelen iki öğretmeni çarşıya kadar getirdim. 

Okulun uzaklığının yanında bir başka handikabı, sınıflarda etkileşimli tahtanın olmayışı idi. MESEM'lerde ders kitabı da yoktu. Bir diğer eksiklik MESEM sınıf mevcutlarının 60-70 mevcutlu oluşu idi. 

Bu kadar kalabalık sınıflarda sınıf hakimiyeti kurmak da zordu elbet. En kalabalık 9 ve 10 MESEM'lerde ilk başlarda sınıf hakimiyeti konusunda zorlanmadım desem yalan olur. 

Akıllı tahta olmadığı için ders notlarını cep telefonuma aktararak dersleri cep telefonu marifetiyle işledim.

Akşamları büyüklere uzaktan bağlandım. Uzaktan dersi güzelleştiren büyüklerin soru sorması idi. Pazar günleri de koşa koşa okula geldiler. Yüz yüze derslerimiz de dersin dışındaki sorularla daha bir güzel geçti. (Devam edecek)

Huzur ve Sükûnetin Adresi, Fethi Sekin MTAL (1)

Barbaros ULU müstear ismiyle yazdığım yazılardan biri, birine dokunmuş. Bu yazıdan bir şey çıkmayacağını anlayınca müflis tüccar eski defterlere sarılır misali, eski yazılarıma bel bağlamış. O kadar yazımdan altı tanesini seçip hakkımda şikayetçi olmuş. 

İnceleme ve soruşturma sonucunda muhakkikler altı yazının beşinde suç unsuru tespit edince üzerimdeki idarecilik görevi sona erdi ve il emrine atandım.

İkisi aynı binada, biri İHO, diğeri ortaokul, öbürü de bir meslek lisesi idi. Seç beğen, elimizde bunlar var dendi. 

Her iki mevki de şehir merkezine uzaktı. Hangisini seçeyim diye pek düşünmedim. Zaten düşünmek için elde fazla seçenek yoktu. Hiç meslek lisesinde çalışmadım. Bir de o ortamı göreyim deyip meslek lisesi olsun diye dilekçe verdim.

Tercih ettiğim meslek lisesini duyan, keşke ortaokulları tercih etseydin, ne işin var meslek lisesinde dedi. Okulun ismini duyan da neredeymiş bu okul, böyle bir okul var mıymış dedi. Okulu tanıyan da olumsuz bir şey söylemese de yüz hattından memnuniyetsizliğini belli etti. 

Edindiğim intiba, tanıyanlar ve tanımayanlar gözünde okulun iyi bir imajının olmamasıydı. 

27 Aralık 2022 olsa gerek. Hangi otobüs gider diye baktım. 124 ve 125 numaralı otobüsler geçermiş okuldan. Mehil müddetini beklemeden otobüse binip okula gittim. 40-45 dakika sürdü dur kalk şehir içi toplu taşıma aracıyla okula gelişim.

Alakova gibi Konya'nın uzağında, kırın yüzünde üç binadan ibaret bir okul kompleksi ile karşılaştım. Sağlı-sollu zemin artı üç katlı iki ayrı bina, ortadaki bina ise zemin artı dört kattan ibaret idi. 

Okulun adı ise Konya Şehit Fethi Sekin Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi. 

Ana binaya yöneldim. Kapının önüne gelince kafamı kaldırıp yukarıdaki tabelayı bir kez daha okudum. Adeta Şehidimiz, ismim Fethi ile aç (açma, yol gösterme) bu kapıyı, soyadım Sekin (sükunet içerisinde sakin ve suskun olma) ile sekinet bul bu okuldan der gibiydi. Çünkü sekinetin olduğu yerde huzur ve mutluluk olurdu. 

Girişin solunda, Okulun adını alan Şehidimizin fotoğrafı ve kısa bir özgeçmişi vardı. Burası tam sana göre. Nicelerinin başka başka yerlerde huzuru bozularak buraya geldi. İstemeye istemeye geldi ama huzur bularak gitti bu ırak, uçsuz, bucaksız okuldan der gibiydi. 

Üst kattaki müdür odasına çıkarken bir sıcaklık hissettim içimde. Okul uzak olmaya uzaktı ama yeter ki insanın huzuru olsun. Uzaklar yakın olurdu. 

Üst kattaki müdür odasına çıktım. Daha önce birlikte okul müdürlüğü yaptığımız okul müdürünün odasına girdim. Sağdan, soldan, havadan, sudan konuştuk. Çaylarımızı yudumlarken göreve başladım. Geri kalan yıllık iznimi kullanacağım, ikinci döneme başlarım deyip çıktım odadan. 

Karşısındaki öğretmenler odasının kapısından, içerideki öğretmenlere selam verip kendimi tanıttım. Hayırlı olsun sesleriyle okuldan ayrıldım. (Devam edecek)

18 Haziran 2024 Salı

Bu İnat Niye?

Her kurban bayramında kurban kesme esnasında yaralananlar haber değeri taşımıyor artık. Çünkü her bayramda o kadar çok kişi yararlanıp soluğu hastanelerin acillerinde alıyor ki bu tür yaralanmalar vakayiadiyeden oldu artık. 

Bu bayramın ilk gününde yaralanıp sağlık kuruluşlarına müracaat edip tedavi olanların sayısını Sağlık Bakanı yaklaşık 16.000 olarak açıkladı. Bu sayının dışında, öyle zannediyorum, yaralandığı halde hastaneye gitmeyip elini, kolunu sarmak suretiyle kendi kendine tedavi olan kaç on altı bin vardır.

Bayramlarda kurbanlıkların kaçması, kurban kovalamaca da olağan haberlerden.

Bu haber de Konya'dan. Videoya çekmişler. Bir büyükbaş evin çatısına çıkmış. Çatıdan dama derken, damdan yere atladı hayvan. Ayağa kalkması zor derken, baktım kalktığı gibi yine koşmaya devam etti kurbanlık. Videoya alınmayan daha nice kaçan kurbanlıklar vardır. 

Yine piyasa resmi kasapların dışında amatör kasaplarla dolu. 

Daha bir de hacca kasap olarak giden görevli kasaplarımız var. Bunlar da amatör kasaplara dahil değil. Bunlar da bencileyin daha hayvanı yatırıp eline bıçağı almamış kişiler. 

Yetkililer o kadar uygun yerlerde, ehil insanlara kestirin kurbanınızı demesine ve yaralanan o kadar kişiye rağmen yine kendimiz kesmeye devam ediyoruz. Sanki kurbanlık hayvan yerine kendimizi kurban ediyoruz. 

Kurbanda hem yaralanma hem hayvanı kaçırma riskine rağmen niye ehil yerlere değil de kendimiz kesmeye kalkıyoruz?

Bu bir cahil cesareti mi? Her şeyden anladığımız gibi kasaplık da bizim için çocuk oyuncağı mı? Öyle ya toplum olarak anlamadığımız yok. Bize göre en zor iş kendi yaptığımız iş. Bunu da bizden başka kimse yapamaz.

Hepimiz kurbanımızı bayramın ilk günü kesmek istememizin bir aceleciliği olabilir mi? Çünkü hiçbirimiz ikinci, üçüncü güne kalsın istemiyoruz. İlk günü kurban kesim yerleri çok kalabalık. Sıra var. Kimse o kadar sırayı kim bekleyecek, kendimiz hallederiz diyoruz. Kendimiz kasap aramaya kalksak zaten kasap bulamayız. Çünkü tüm kasaplar kesim yerlerinde yevmiyeli çalışıyor. Zaten kasap bulsak bile kasap kesim bedelini de gözümüzde büyütüyoruz. O zaman iş başa düşüyor. Hele içimizde az buçuk ben anlarım diyen olursa kalkıyoruz kendimiz kesmeye.

Kendi kesip evimize kadar getiren firmalara zaten pek sıcak bakmıyoruz. Çünkü kasaptan et almaya benzetiyoruz bunu.

Hasılı aceleciliğimizin, inadımızın ve cahil cesaretimizin tipik bir örneği bizim kendi kendimize kurban kesmeye kalkmamız.

Kendi kendimize kurban kesmeye kalktığımız yerlerin çoğu da kurban kesmeye çok müsait olmuyor.

Sonuç olarak bayramın ilk günü azımsanmayacak bir sayı soluğu hastanede alarak bayramı kendine ve ailesine zehir ediyor.

Ne yapıp ne edip profesyonel kurban kesim yerleri dışında ister büyükbaş ister küçükbaş kurban kesimine son vermemizde fayda olduğunu düşünüyorum. Hele kasaplık belgesi olmayanların kesimine izin vermemek gerekir diyorum. Kurban kesecek herkes, resmi izinli kurban kesim yerlerine kestirmeli. Kesim, parçalama, bölme ve dağıtım buralarda yapılmalı.

13 Haziran 2024 Perşembe

Her Doğru Bir Şekilde Söylenmeli

Eski zamanlarda bir kralın  çok sevdiği bir atı varmış. O atı o kadar çok severmiş ki sadece o atın bakımı için özel adamlar görevlendirmiş.

Vezirine de “Bu atıma hiçbir şey olmayacak. O kadar iyi bakacaksınız ki asla ölmeyecek. Şaşar yanılır da biriniz bana öldüğünü söylerse bilsin ki onun da kellesi gider.” demiş.

Başta vezir olmak üzere herkes atın sağlığıyla  yakından ilgilenir olmuş.

Aradan yıllar geçmiş. Her canlı gibi at da hastalanmış. Ne yaptılarsa hayvanı iyileştirememişler ve hayvan ölmüş.

Vezir durumu krala nasıl bildireceğini düşünmeye başlamış. Krala atınız öldü dese, vezir  kellesinin gideceğini biliyor. Söylemese kral atım nerde derse ne yapacak. Vezir düşünmüş, taşınmış, sormuş, soruşturmuş. Sonunda atının öldüğünü krala haber vermeye karar vermiş.

Kralın huzuruna çıkmış. Kralla aralarında şöyle bir konuşma geçmiş:

Kralım sizin atınız var ya

-Eee var.

Sizin atınız ahırda yere yattı.

Tabi ki ahırda yatacak. Bunda ne var?

At ayaklarını uzattı ama toplamıyor.

-Canı istediğinde toplar vezir.

Gözlerini kapattı ama açmıyor.

Olsun belki uykudadır. Uyanınca açar.

Hiç  nefes de almıyor.

-Desene vezir, bizim at ölmüş.

-Haşa kralım! Ben öyle bir şey demedim. Siz dediniz.

Der ve kralın gazabından kurtulmuş olur.

Bildiğiniz bir hikayeyi anlattım. Kıssadan hisse çıkarmak istersek, etkili ve yetkili makam sahiplerinin hoşuna gitmeyen bir haberi vermek için onun gazabından korkarız endişesiyle olumsuzlukları gizlemenin alemi yok. Bunu bir şekilde bu makam sahiplerine duyurmak gerek. Güzel bir üslup birçok şeyi çözer. Nitekim vezir ilmi siyaseti bilen biri imiş. Kendi usulünce gazaba uğramadan çözmüş.

Burada “Her doğru her yerde söylenmez” sözüne gelmek istiyorum.  Bu söz de geçen gün bana söylendi bir yerde. “Yazdığın doğru. Ama bu yazılamaz. Bunun için bedel gerek. Bu bedele de herkes gelemez. Ama her doğru her yerde söylenmez” dedi. İyi de kim söyleyecek dedim. Kimse dedi.

Tamam, her doğru her yerde söylenmesin. Adamın anası, babası ölmüştür. Zamanlama ve ortam gözetilmeli. Kişinin bir yanlışı olur. Bu yanlış ulu orta düzeltilmez ve doğru budur denmez. Kimsenin olmadığı bir ortamda bu yanlış söylenmeli.

Yine bir kimse, geçmişte bir yanlışa imza atmış, suç işlemiş. Bu suçundan dolayı pişmanlık duymuş ve hatırlatılmasından da mahcubiyet duyuyor. Bu kimsenin suçunu da ifşa etmenin bir gereği yok.

Ama kişinin suçları katlanmış, yaptığı yanlışlar başkalarına da zarar veriyor, sürekli U dönüşü yapıyor, dünkü ayıpladıklarına bugün imzasını atıyor. Tüm bunlar sağır sultan tarafından da duyulmuş. Kısaca herkesin bildiği, umuma mal olmuş şeyleri gizlemenin bir anlamı yok. Böylelerine sessiz kalındıkça her yaptığını doğru biliyor. Buna da mı bir şey söylenmeyecek ve etrafta dillendirilmeyecek? Burada suç ortağı olmamak için her doğru her yerde söylenmez sözünü askıya alıp gerçeği haykırmak gerek. Haydi haykırma da olmasın. Vezirin izlediği yol ve yöntem gibi bir yol izlenerek bu doğrular bir şekilde söylenmelidir.

Batı'da İki Güzel Hareket

Belçika Başbakanı, ülkesinde yapılan seçimlerde beklediği sonucu alamaz ve seçim sonuçlarını hayal kırıklığı olarak görür ve sorumluluğunu üstleniyorum açıklamasının ardından istifa eder. Kral da istifasını kabul eder.

Burada iki güzel hareket var. İlki başbakanın seçimde başarısızlığını kabul etmesi. İkincisi de tek taraflı bir mekanizma olan istifa müessesini işletmesi. Koltuğuna çakılıp kalmıyor. 

Bizde ise ardı arkasına onlarca seçime girip başarılı olunamadığı halde ne başarısızlık kabul edilir ne de istifa düşünülür. Delegeleri tarafından tekrar seçilmeyince büro tutup çalışmasına devam eden ve siyasetten bir türlü kopmayan insanlarımız var. Hala koltuğu nasıl elde ederim hesabı yapılıyor.

Bir başka haber, Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yeter kadar sandalye elde edemeyince, meclisi feshederek erken seçim kararı alır.

Bizde ise genel seçimlerin ardından mahalli seçimler yapılır. Halk desteğini çekmesine ve rakiplerine karşı bir mağlubiyet yaşanmasına rağmen asla seçim kararı alınmaz. Seçimin son gününe kadar herkes yerinde oturur.

Hem Belçika Başbakanı'nı hem de Fransa Cumhurbaşkanı'nı bu medeni cesaretlerinden dolayı tebrik etmek lazım. Koltuğa çakılıp kalmamak böyle bir şey.

Kısaca Batı'da başarısız olan bir parti lideri koltuğunda kalmaz. Ya istifa ya da seçim kararı alarak demokrasi kültürüne altın harflerle adlarını yazdırıyorlar.

Bizde olmayan bu iki güzel hareket herhalde Batı'da bir kültür. Bu kültür nedense bizim semtimize hiç uğramaz.

Bizde siyaset yeterince ve kıvamında yapılmaz. Mezara kadar sürer. 

Hatta siyaset yapmasının ve yeniden aktör olmasının önünde Anayasal bir engel varsa Anayasa değişikliği yapılarak yola devam edilir. 

Batı’da istifa veya başka sebeplerle siyasetten uzaklaşan bir daha devletin herhangi bir mekanizmasında görünmezken bizde devletin vereceği her türlü göreve hazırım beyanatı verilir.

Başkalarında bir kültür olan istifa veya erken seçim kararı bizim ülkemizde mücadeleden kaçma olarak görülür. 

İstifa mekanizması işlemediği gibi biz kağıt üzerinde kalan istifanın adını bile değiştirdik. Buna af talebi der olduk nicedir. 

Batı’da en ufak bir şayiada bile istifa müessesesi işlerken bizde asla düşünülmez.

Bizde normal vatandaş, 65 yaşından sonra akıl sağlığı ve iradesi yerinde mi diye birtakım prosedürlere tabi tutulurken iş siyasilerimize gelince, ülke yönetimi söz konusu olmasına rağmen 70’lik ve 80’lik siyasiler böyle bir teste tabi tutulmaz.

Bizde 65 yaşına gelmiş bir devlet memuru için artık işimize yaramazsın denerek devletin kapıları kapanırken bir ülke yönetimi olan siyasetçiler için böyle bir yaş sınırlaması yoktur.

Bu durumda vatandaşın para yönetimi, tapu devri ve kamuda görev yapması, ülke yönetiminden daha önemli görünüyor.

Öyle görünüyor ki birileri için bu ülke babadan miras kalan bir mülk. Bundandır ki bu mülk terk edilmiyor ve her hal, vaziyet ve şeraitte devam ediyor.

Vah ki benim ülkeme vah...

Karpuzlar Bir Çeşit Bu Sene

Babam iyi karpuz seçer, alırsa en iyisini alır der çocuklarım benden için. Verilen bu gazdan sonra kim tutar beni. Koşarım markete karpuz almaya.

Babam iyi karpuz seçer, alırsa en iyisini alır der çocuklarım benden için. Verilen bu gazdan sonra kim tutar beni. Koşarım markete karpuz almaya.

Marketin karpuz reyonuna gelir, o değilden bir bakarım karpuzun fiyatına. Çünkü benim için önce fiyatı gelir. Karpuzun iyiliği de fiyatıdır. 

Fiyatını makul görürsem, gözüm karpuzlara kayar. Önce gözümle seçer. Ardından sol elime alır, sağ elimle karpuza şaplak atarım. Tın tın öttü mü benim için bu karpuz iyi karpuzdur. Öyle ya fiyatı iyi ise üzerine bir de tın tın ötüyorsa daha ne isterim.

Üzerine elimle taşıyabileceğim birkaç kalem daha bir şey aldıktan sonra elime sağlı sollu alır, sonra evin yolunu tutarım. Çünkü genelde arabasız alışverişe giderim. Dinlene dinlene yol alırım. Mübarekler, yürüdükçe kurşun gibi olur.

Evde "Niye bu kadar büyüğünü aldın? Dolaba nasıl sığacak” muhabbeti olur. Alışkın olunca ninni gibi gelir.

Karpuz birkaç gün mutfakta bekledikten sonra kesilir. Karpuzun rengini görüp tadı da sulu ve tatlı olunca tüm yorgunluğum gider, büyük karpuz aldığımdan dolayı evin kızması da geçer. Afiyetle yeriz. Yedikçe ve böyle karpuz yemedim deriz. Ama birden bitiverir. Sonra tekrar marketleri aşındırırım. Çünkü yaz günü karpuz da yemeyecektik de ne yiyecektik. 

Bir böyle, iki, beş böyle. Taşı babam taşı. Bu karpuz nasıl taşınır, bu karpuz neyle alınır, bu paranın suyu nereden denmez. Baba getirecek, ev yiyecek. Nasılsa baba iyi karpuz seçiyor. 

Karpuz seçiminde karpuzun püf noktasını iyi bildiğim anlaşılmasın. Tek kriterim var. Karpuz gözüme güzel görünecek, bir de vurdukça tın tın ötecek. Tın tın ötmezse tın tın öttürünceye kadar vururum. Parası zaten iyi olacak. Bir de Adana karpuzu olacak. Çünkü başka yerlerin karpuzu pek ötmüyor. Ötmeyince benim sihir bozuluyor. 

Böyle böyle geldim 2024 karpuz sezonuna. Aynı yol ve yöntemle üçüncü karpuzumu aldım. İkinci hariç 1. ve 3. iyi çıkmadı. Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar dedikleri bu olsa gerek. Bakalım aldığım 4.karpuz nasıl çıkacak? 

Kötü karpuzun bir iyi yönü var. Bereketli olması. Birden bitmemesi. Dolaptan çıkarıp çıkarıp sofraya koyuyorsun. Herkes buyur ye diye birbirine ikram ediyor. Birkaç dilimden sonra tekrar dolaba kaldırıyorsun. Karpuz bitmeyince markete karpuz için gitmiyorsun ve yorulmuyorsun. Param da cebimde kalıyor. 

Sahi bu seneki karpuzlarım niçin böyle çıktı. Aynı bildik yöntemimi denemedim mi? Denemez olur muyum? Ben muhafazakar biriyim. Öyle eski yöntemleri bırakacak biri değilim. Aynı yöntemle karpuzu elime alıp sonra arka arkaya vuruyorum. Kulağımı da hafifçe karpuza yaklaştırıp sesini dinlemeye koyuluyorum. Ama bu seneki karpuzların hangisini elime alırsam, hepsi tın tın ötüyor.

Şaşırtıcı değil mi bu seneki tüm karpuzların ötmesi ve ben iyiyim, al beni demesi. 

Düşünüyorum düşünüyorum, tek aklıma gelen, bu karpuz yetiştiricilerinin ya da kabzımalların bizim karpuz seçimindeki bildik yönteme tedbir almaları. Bu millet karpuza şak şak vuruyor. Biz de bu karpuza öyle bir şey yapalım ki tın tın ötsün diye karpuza bir şey yapmaları ya da karpuzun, anamdan doğdum doğalı insanoğlu beni dövüyor. Bari tın tın öteyim de vurup durmasınlar demiş olabilir. Öyle ya bu kadar dayağa hangimiz dayanabilir. Akşama kadar gelen vuruyor, giden vuruyor gariplerime.

Olur mu böyle şey demeyin. Hani adam buzağısını satmak için pazara götürmüş ya. Gelen müşteri, kapak atmış mı, bundan kurban olur mu diye kontrol için hayvanın ağzını açıp bakıyormuş. Bir böyle beş böyle. Hayvanın akşama kadar ağzı yara olmuş. Sonunda hayvan bunun bir yolunu bulmuş. Yeni müşteri gelir gelmez buzağı bak ağzıma dercesine ağzını iyice açar olmuş. Böylece kimse gelip hayvanın ağzını açmak için uğraşmamış.

Sanırım karpuzlarınki de aynı hesap.

Yoksa dış güçlerin bir oyunu bu? 

Of... Gel de düşünme.