Ana içeriğe atla

Huzur ve Sükûnetin Adresi, Fethi Sekin MTAL (2)

Benim 34 günlük yıllık izin 6 Şubat depremiyle uzadı. Hayatım boyunca yapmadığım kadar izin yapmış oldum. 

Okulun açıldığı ilk gün (20 Şubat) okula toplantıya gittim. Toplantı sonrası ders programını ilgili müdür yardımcısından aldım. Benden önce derse giren öğretmenin ders programını vermişlerdi bana. 

Programa göre tek perşembe günü dersim vardı okulda. Bir de pazar günü iki saatlik bir seçmeli ders için gidecektim. Diğerlerine uzaktan bağlanacaktım akşamları. 

Az dersen diğer öğretmenden ders alabiliriz dedi yardımcı. Kimseden ders almayayım. Dersini eksiltmeyeyim. Bu bana yeter dedim. 

Ders yüküm azdı ama üç tip öğrencinin dersine girdim. Bunlar: Örgün, MESEM ve Diploma Telafi Programı. 

Örgün, okula her gün gelen ve yüz yüze öğrenim gören mesleki ve teknik Anadolu lisesi (MTAL) öğrencileri. 

MESEM, eskinin çıraklık eğitim öğrencileri. Bunlar haftada bir gün gelip diğer günler bilişim, gıda ve muhasebe sektöründe çalışan öğrenciler. 

Diploma Telafi Programı (DTP) ise örgün eğitimin dışına çıkmış, değişik sektörlerde çalışan ve ustalık belgesine sahip öğrenciler. Bunlar pazar günü yüz yüze görüp diğer günler uzaktan bağlanan kişiler. Bu yol ile bir yıl okumak suretiyle Mesleki ve teknik Anadolu lisesi diplomasını elde ediyorlar. 

Emeklilik öncesi emeklilik yaşayacaktım 18 saatlik dersle. Çalışıyorum ama emekli gibiydi benim çalışmam. Rehberlik saatim, nöbetim hepsi aynı gün idi. Daha ne isterdim Allah'tan.

İlk perşembe gittim okula. 11 Gıdanın rehberliği, 9, 10 ve 11 MESEM'lerin ve 11 muhasebenin din kültürü derslerine girdim. 

Perşembe günleri ilk başlarda arabamla gittim. Giderken okulu bulmak için Navigasyon yardımıyla gittim okula. 

Bir defasında otobüse bindim. Kalabalıktı otobüs. Uzun saçlı bir erkek çocuğu yer verdi. Öğrenci de bizim okuldan dersine girmediğim bir öğrenci imiş. O kadar yolu bana yer verdiği için ayakta gitti okula. Mahcup oldum. Bir daha da otobüse binmedim ilk yarım dönem. Hep arabamla gittim. Dönüşte de benden sonra benim gibi soruşturma ile okulumuza gelen iki öğretmeni çarşıya kadar getirdim. 

Okulun uzaklığının yanında bir başka handikabı, sınıflarda etkileşimli tahtanın olmayışı idi. MESEM'lerde ders kitabı da yoktu. Bir diğer eksiklik MESEM sınıf mevcutlarının 60-70 mevcutlu oluşu idi. 

Bu kadar kalabalık sınıflarda sınıf hakimiyeti kurmak da zordu elbet. En kalabalık 9 ve 10 MESEM'lerde ilk başlarda sınıf hakimiyeti konusunda zorlanmadım desem yalan olur. 

Akıllı tahta olmadığı için ders notlarını cep telefonuma aktararak dersleri cep telefonu marifetiyle işledim.

Akşamları büyüklere uzaktan bağlandım. Uzaktan dersi güzelleştiren büyüklerin soru sorması idi. Pazar günleri de koşa koşa okula geldiler. Yüz yüze derslerimiz de dersin dışındaki sorularla daha bir güzel geçti. (Devam edecek)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde