20 Haziran 2024 Perşembe

Huzur ve Sükûnetin Adresi, Fethi Sekin MTAL (1)

Barbaros ULU müstear ismiyle yazdığım yazılardan biri, birine dokunmuş. Bu yazıdan bir şey çıkmayacağını anlayınca müflis tüccar eski defterlere sarılır misali, eski yazılarıma bel bağlamış. O kadar yazımdan altı tanesini seçip hakkımda şikayetçi olmuş. 

İnceleme ve soruşturma sonucunda muhakkikler altı yazının beşinde suç unsuru tespit edince üzerimdeki idarecilik görevi sona erdi ve il emrine atandım.

İkisi aynı binada, biri İHO, diğeri ortaokul, öbürü de bir meslek lisesi idi. Seç beğen, elimizde bunlar var dendi. 

Her iki mevki de şehir merkezine uzaktı. Hangisini seçeyim diye pek düşünmedim. Zaten düşünmek için elde fazla seçenek yoktu. Hiç meslek lisesinde çalışmadım. Bir de o ortamı göreyim deyip meslek lisesi olsun diye dilekçe verdim.

Tercih ettiğim meslek lisesini duyan, keşke ortaokulları tercih etseydin, ne işin var meslek lisesinde dedi. Okulun ismini duyan da neredeymiş bu okul, böyle bir okul var mıymış dedi. Okulu tanıyan da olumsuz bir şey söylemese de yüz hattından memnuniyetsizliğini belli etti. 

Edindiğim intiba, tanıyanlar ve tanımayanlar gözünde okulun iyi bir imajının olmamasıydı. 

27 Aralık 2022 olsa gerek. Hangi otobüs gider diye baktım. 124 ve 125 numaralı otobüsler geçermiş okuldan. Mehil müddetini beklemeden otobüse binip okula gittim. 40-45 dakika sürdü dur kalk şehir içi toplu taşıma aracıyla okula gelişim.

Alakova gibi Konya'nın uzağında, kırın yüzünde üç binadan ibaret bir okul kompleksi ile karşılaştım. Sağlı-sollu zemin artı üç katlı iki ayrı bina, ortadaki bina ise zemin artı dört kattan ibaret idi. 

Okulun adı ise Konya Şehit Fethi Sekin Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi. 

Ana binaya yöneldim. Kapının önüne gelince kafamı kaldırıp yukarıdaki tabelayı bir kez daha okudum. Adeta Şehidimiz, ismim Fethi ile aç (açma, yol gösterme) bu kapıyı, soyadım Sekin (sükunet içerisinde sakin ve suskun olma) ile sekinet bul bu okuldan der gibiydi. Çünkü sekinetin olduğu yerde huzur ve mutluluk olurdu. 

Girişin solunda, Okulun adını alan Şehidimizin fotoğrafı ve kısa bir özgeçmişi vardı. Burası tam sana göre. Nicelerinin başka başka yerlerde huzuru bozularak buraya geldi. İstemeye istemeye geldi ama huzur bularak gitti bu ırak, uçsuz, bucaksız okuldan der gibiydi. 

Üst kattaki müdür odasına çıkarken bir sıcaklık hissettim içimde. Okul uzak olmaya uzaktı ama yeter ki insanın huzuru olsun. Uzaklar yakın olurdu. 

Üst kattaki müdür odasına çıktım. Daha önce birlikte okul müdürlüğü yaptığımız okul müdürünün odasına girdim. Sağdan, soldan, havadan, sudan konuştuk. Çaylarımızı yudumlarken göreve başladım. Geri kalan yıllık iznimi kullanacağım, ikinci döneme başlarım deyip çıktım odadan. 

Karşısındaki öğretmenler odasının kapısından, içerideki öğretmenlere selam verip kendimi tanıttım. Hayırlı olsun sesleriyle okuldan ayrıldım. (Devam edecek)

18 Haziran 2024 Salı

Bu İnat Niye?

Her kurban bayramında kurban kesme esnasında yaralananlar haber değeri taşımıyor artık. Çünkü her bayramda o kadar çok kişi yararlanıp soluğu hastanelerin acillerinde alıyor ki bu tür yaralanmalar vakayiadiyeden oldu artık. 

Bu bayramın ilk gününde yaralanıp sağlık kuruluşlarına müracaat edip tedavi olanların sayısını Sağlık Bakanı yaklaşık 16.000 olarak açıkladı. Bu sayının dışında, öyle zannediyorum, yaralandığı halde hastaneye gitmeyip elini, kolunu sarmak suretiyle kendi kendine tedavi olan kaç on altı bin vardır.

Bayramlarda kurbanlıkların kaçması, kurban kovalamaca da olağan haberlerden.

Bu haber de Konya'dan. Videoya çekmişler. Bir büyükbaş evin çatısına çıkmış. Çatıdan dama derken, damdan yere atladı hayvan. Ayağa kalkması zor derken, baktım kalktığı gibi yine koşmaya devam etti kurbanlık. Videoya alınmayan daha nice kaçan kurbanlıklar vardır. 

Yine piyasa resmi kasapların dışında amatör kasaplarla dolu. 

Daha bir de hacca kasap olarak giden görevli kasaplarımız var. Bunlar da amatör kasaplara dahil değil. Bunlar da bencileyin daha hayvanı yatırıp eline bıçağı almamış kişiler. 

Yetkililer o kadar uygun yerlerde, ehil insanlara kestirin kurbanınızı demesine ve yaralanan o kadar kişiye rağmen yine kendimiz kesmeye devam ediyoruz. Sanki kurbanlık hayvan yerine kendimizi kurban ediyoruz. 

Kurbanda hem yaralanma hem hayvanı kaçırma riskine rağmen niye ehil yerlere değil de kendimiz kesmeye kalkıyoruz?

Bu bir cahil cesareti mi? Her şeyden anladığımız gibi kasaplık da bizim için çocuk oyuncağı mı? Öyle ya toplum olarak anlamadığımız yok. Bize göre en zor iş kendi yaptığımız iş. Bunu da bizden başka kimse yapamaz.

Hepimiz kurbanımızı bayramın ilk günü kesmek istememizin bir aceleciliği olabilir mi? Çünkü hiçbirimiz ikinci, üçüncü güne kalsın istemiyoruz. İlk günü kurban kesim yerleri çok kalabalık. Sıra var. Kimse o kadar sırayı kim bekleyecek, kendimiz hallederiz diyoruz. Kendimiz kasap aramaya kalksak zaten kasap bulamayız. Çünkü tüm kasaplar kesim yerlerinde yevmiyeli çalışıyor. Zaten kasap bulsak bile kasap kesim bedelini de gözümüzde büyütüyoruz. O zaman iş başa düşüyor. Hele içimizde az buçuk ben anlarım diyen olursa kalkıyoruz kendimiz kesmeye.

Kendi kesip evimize kadar getiren firmalara zaten pek sıcak bakmıyoruz. Çünkü kasaptan et almaya benzetiyoruz bunu.

Hasılı aceleciliğimizin, inadımızın ve cahil cesaretimizin tipik bir örneği bizim kendi kendimize kurban kesmeye kalkmamız.

Kendi kendimize kurban kesmeye kalktığımız yerlerin çoğu da kurban kesmeye çok müsait olmuyor.

Sonuç olarak bayramın ilk günü azımsanmayacak bir sayı soluğu hastanede alarak bayramı kendine ve ailesine zehir ediyor.

Ne yapıp ne edip profesyonel kurban kesim yerleri dışında ister büyükbaş ister küçükbaş kurban kesimine son vermemizde fayda olduğunu düşünüyorum. Hele kasaplık belgesi olmayanların kesimine izin vermemek gerekir diyorum. Kurban kesecek herkes, resmi izinli kurban kesim yerlerine kestirmeli. Kesim, parçalama, bölme ve dağıtım buralarda yapılmalı.

13 Haziran 2024 Perşembe

Her Doğru Bir Şekilde Söylenmeli

Eski zamanlarda bir kralın  çok sevdiği bir atı varmış. O atı o kadar çok severmiş ki sadece o atın bakımı için özel adamlar görevlendirmiş.

Vezirine de “Bu atıma hiçbir şey olmayacak. O kadar iyi bakacaksınız ki asla ölmeyecek. Şaşar yanılır da biriniz bana öldüğünü söylerse bilsin ki onun da kellesi gider.” demiş.

Başta vezir olmak üzere herkes atın sağlığıyla  yakından ilgilenir olmuş.

Aradan yıllar geçmiş. Her canlı gibi at da hastalanmış. Ne yaptılarsa hayvanı iyileştirememişler ve hayvan ölmüş.

Vezir durumu krala nasıl bildireceğini düşünmeye başlamış. Krala atınız öldü dese, vezir  kellesinin gideceğini biliyor. Söylemese kral atım nerde derse ne yapacak. Vezir düşünmüş, taşınmış, sormuş, soruşturmuş. Sonunda atının öldüğünü krala haber vermeye karar vermiş.

Kralın huzuruna çıkmış. Kralla aralarında şöyle bir konuşma geçmiş:

Kralım sizin atınız var ya

-Eee var.

Sizin atınız ahırda yere yattı.

Tabi ki ahırda yatacak. Bunda ne var?

At ayaklarını uzattı ama toplamıyor.

-Canı istediğinde toplar vezir.

Gözlerini kapattı ama açmıyor.

Olsun belki uykudadır. Uyanınca açar.

Hiç  nefes de almıyor.

-Desene vezir, bizim at ölmüş.

-Haşa kralım! Ben öyle bir şey demedim. Siz dediniz.

Der ve kralın gazabından kurtulmuş olur.

Bildiğiniz bir hikayeyi anlattım. Kıssadan hisse çıkarmak istersek, etkili ve yetkili makam sahiplerinin hoşuna gitmeyen bir haberi vermek için onun gazabından korkarız endişesiyle olumsuzlukları gizlemenin alemi yok. Bunu bir şekilde bu makam sahiplerine duyurmak gerek. Güzel bir üslup birçok şeyi çözer. Nitekim vezir ilmi siyaseti bilen biri imiş. Kendi usulünce gazaba uğramadan çözmüş.

Burada “Her doğru her yerde söylenmez” sözüne gelmek istiyorum.  Bu söz de geçen gün bana söylendi bir yerde. “Yazdığın doğru. Ama bu yazılamaz. Bunun için bedel gerek. Bu bedele de herkes gelemez. Ama her doğru her yerde söylenmez” dedi. İyi de kim söyleyecek dedim. Kimse dedi.

Tamam, her doğru her yerde söylenmesin. Adamın anası, babası ölmüştür. Zamanlama ve ortam gözetilmeli. Kişinin bir yanlışı olur. Bu yanlış ulu orta düzeltilmez ve doğru budur denmez. Kimsenin olmadığı bir ortamda bu yanlış söylenmeli.

Yine bir kimse, geçmişte bir yanlışa imza atmış, suç işlemiş. Bu suçundan dolayı pişmanlık duymuş ve hatırlatılmasından da mahcubiyet duyuyor. Bu kimsenin suçunu da ifşa etmenin bir gereği yok.

Ama kişinin suçları katlanmış, yaptığı yanlışlar başkalarına da zarar veriyor, sürekli U dönüşü yapıyor, dünkü ayıpladıklarına bugün imzasını atıyor. Tüm bunlar sağır sultan tarafından da duyulmuş. Kısaca herkesin bildiği, umuma mal olmuş şeyleri gizlemenin bir anlamı yok. Böylelerine sessiz kalındıkça her yaptığını doğru biliyor. Buna da mı bir şey söylenmeyecek ve etrafta dillendirilmeyecek? Burada suç ortağı olmamak için her doğru her yerde söylenmez sözünü askıya alıp gerçeği haykırmak gerek. Haydi haykırma da olmasın. Vezirin izlediği yol ve yöntem gibi bir yol izlenerek bu doğrular bir şekilde söylenmelidir.

Batı'da İki Güzel Hareket

Belçika Başbakanı, ülkesinde yapılan seçimlerde beklediği sonucu alamaz ve seçim sonuçlarını hayal kırıklığı olarak görür ve sorumluluğunu üstleniyorum açıklamasının ardından istifa eder. Kral da istifasını kabul eder.

Burada iki güzel hareket var. İlki başbakanın seçimde başarısızlığını kabul etmesi. İkincisi de tek taraflı bir mekanizma olan istifa müessesini işletmesi. Koltuğuna çakılıp kalmıyor. 

Bizde ise ardı arkasına onlarca seçime girip başarılı olunamadığı halde ne başarısızlık kabul edilir ne de istifa düşünülür. Delegeleri tarafından tekrar seçilmeyince büro tutup çalışmasına devam eden ve siyasetten bir türlü kopmayan insanlarımız var. Hala koltuğu nasıl elde ederim hesabı yapılıyor.

Bir başka haber, Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yeter kadar sandalye elde edemeyince, meclisi feshederek erken seçim kararı alır.

Bizde ise genel seçimlerin ardından mahalli seçimler yapılır. Halk desteğini çekmesine ve rakiplerine karşı bir mağlubiyet yaşanmasına rağmen asla seçim kararı alınmaz. Seçimin son gününe kadar herkes yerinde oturur.

Hem Belçika Başbakanı'nı hem de Fransa Cumhurbaşkanı'nı bu medeni cesaretlerinden dolayı tebrik etmek lazım. Koltuğa çakılıp kalmamak böyle bir şey.

Kısaca Batı'da başarısız olan bir parti lideri koltuğunda kalmaz. Ya istifa ya da seçim kararı alarak demokrasi kültürüne altın harflerle adlarını yazdırıyorlar.

Bizde olmayan bu iki güzel hareket herhalde Batı'da bir kültür. Bu kültür nedense bizim semtimize hiç uğramaz.

Bizde siyaset yeterince ve kıvamında yapılmaz. Mezara kadar sürer. 

Hatta siyaset yapmasının ve yeniden aktör olmasının önünde Anayasal bir engel varsa Anayasa değişikliği yapılarak yola devam edilir. 

Batı’da istifa veya başka sebeplerle siyasetten uzaklaşan bir daha devletin herhangi bir mekanizmasında görünmezken bizde devletin vereceği her türlü göreve hazırım beyanatı verilir.

Başkalarında bir kültür olan istifa veya erken seçim kararı bizim ülkemizde mücadeleden kaçma olarak görülür. 

İstifa mekanizması işlemediği gibi biz kağıt üzerinde kalan istifanın adını bile değiştirdik. Buna af talebi der olduk nicedir. 

Batı’da en ufak bir şayiada bile istifa müessesesi işlerken bizde asla düşünülmez.

Bizde normal vatandaş, 65 yaşından sonra akıl sağlığı ve iradesi yerinde mi diye birtakım prosedürlere tabi tutulurken iş siyasilerimize gelince, ülke yönetimi söz konusu olmasına rağmen 70’lik ve 80’lik siyasiler böyle bir teste tabi tutulmaz.

Bizde 65 yaşına gelmiş bir devlet memuru için artık işimize yaramazsın denerek devletin kapıları kapanırken bir ülke yönetimi olan siyasetçiler için böyle bir yaş sınırlaması yoktur.

Bu durumda vatandaşın para yönetimi, tapu devri ve kamuda görev yapması, ülke yönetiminden daha önemli görünüyor.

Öyle görünüyor ki birileri için bu ülke babadan miras kalan bir mülk. Bundandır ki bu mülk terk edilmiyor ve her hal, vaziyet ve şeraitte devam ediyor.

Vah ki benim ülkeme vah...

Karpuzlar Bir Çeşit Bu Sene

Babam iyi karpuz seçer, alırsa en iyisini alır der çocuklarım benden için. Verilen bu gazdan sonra kim tutar beni. Koşarım markete karpuz almaya.

Babam iyi karpuz seçer, alırsa en iyisini alır der çocuklarım benden için. Verilen bu gazdan sonra kim tutar beni. Koşarım markete karpuz almaya.

Marketin karpuz reyonuna gelir, o değilden bir bakarım karpuzun fiyatına. Çünkü benim için önce fiyatı gelir. Karpuzun iyiliği de fiyatıdır. 

Fiyatını makul görürsem, gözüm karpuzlara kayar. Önce gözümle seçer. Ardından sol elime alır, sağ elimle karpuza şaplak atarım. Tın tın öttü mü benim için bu karpuz iyi karpuzdur. Öyle ya fiyatı iyi ise üzerine bir de tın tın ötüyorsa daha ne isterim.

Üzerine elimle taşıyabileceğim birkaç kalem daha bir şey aldıktan sonra elime sağlı sollu alır, sonra evin yolunu tutarım. Çünkü genelde arabasız alışverişe giderim. Dinlene dinlene yol alırım. Mübarekler, yürüdükçe kurşun gibi olur.

Evde "Niye bu kadar büyüğünü aldın? Dolaba nasıl sığacak” muhabbeti olur. Alışkın olunca ninni gibi gelir.

Karpuz birkaç gün mutfakta bekledikten sonra kesilir. Karpuzun rengini görüp tadı da sulu ve tatlı olunca tüm yorgunluğum gider, büyük karpuz aldığımdan dolayı evin kızması da geçer. Afiyetle yeriz. Yedikçe ve böyle karpuz yemedim deriz. Ama birden bitiverir. Sonra tekrar marketleri aşındırırım. Çünkü yaz günü karpuz da yemeyecektik de ne yiyecektik. 

Bir böyle, iki, beş böyle. Taşı babam taşı. Bu karpuz nasıl taşınır, bu karpuz neyle alınır, bu paranın suyu nereden denmez. Baba getirecek, ev yiyecek. Nasılsa baba iyi karpuz seçiyor. 

Karpuz seçiminde karpuzun püf noktasını iyi bildiğim anlaşılmasın. Tek kriterim var. Karpuz gözüme güzel görünecek, bir de vurdukça tın tın ötecek. Tın tın ötmezse tın tın öttürünceye kadar vururum. Parası zaten iyi olacak. Bir de Adana karpuzu olacak. Çünkü başka yerlerin karpuzu pek ötmüyor. Ötmeyince benim sihir bozuluyor. 

Böyle böyle geldim 2024 karpuz sezonuna. Aynı yol ve yöntemle üçüncü karpuzumu aldım. İkinci hariç 1. ve 3. iyi çıkmadı. Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar dedikleri bu olsa gerek. Bakalım aldığım 4.karpuz nasıl çıkacak? 

Kötü karpuzun bir iyi yönü var. Bereketli olması. Birden bitmemesi. Dolaptan çıkarıp çıkarıp sofraya koyuyorsun. Herkes buyur ye diye birbirine ikram ediyor. Birkaç dilimden sonra tekrar dolaba kaldırıyorsun. Karpuz bitmeyince markete karpuz için gitmiyorsun ve yorulmuyorsun. Param da cebimde kalıyor. 

Sahi bu seneki karpuzlarım niçin böyle çıktı. Aynı bildik yöntemimi denemedim mi? Denemez olur muyum? Ben muhafazakar biriyim. Öyle eski yöntemleri bırakacak biri değilim. Aynı yöntemle karpuzu elime alıp sonra arka arkaya vuruyorum. Kulağımı da hafifçe karpuza yaklaştırıp sesini dinlemeye koyuluyorum. Ama bu seneki karpuzların hangisini elime alırsam, hepsi tın tın ötüyor.

Şaşırtıcı değil mi bu seneki tüm karpuzların ötmesi ve ben iyiyim, al beni demesi. 

Düşünüyorum düşünüyorum, tek aklıma gelen, bu karpuz yetiştiricilerinin ya da kabzımalların bizim karpuz seçimindeki bildik yönteme tedbir almaları. Bu millet karpuza şak şak vuruyor. Biz de bu karpuza öyle bir şey yapalım ki tın tın ötsün diye karpuza bir şey yapmaları ya da karpuzun, anamdan doğdum doğalı insanoğlu beni dövüyor. Bari tın tın öteyim de vurup durmasınlar demiş olabilir. Öyle ya bu kadar dayağa hangimiz dayanabilir. Akşama kadar gelen vuruyor, giden vuruyor gariplerime.

Olur mu böyle şey demeyin. Hani adam buzağısını satmak için pazara götürmüş ya. Gelen müşteri, kapak atmış mı, bundan kurban olur mu diye kontrol için hayvanın ağzını açıp bakıyormuş. Bir böyle beş böyle. Hayvanın akşama kadar ağzı yara olmuş. Sonunda hayvan bunun bir yolunu bulmuş. Yeni müşteri gelir gelmez buzağı bak ağzıma dercesine ağzını iyice açar olmuş. Böylece kimse gelip hayvanın ağzını açmak için uğraşmamış.

Sanırım karpuzlarınki de aynı hesap.

Yoksa dış güçlerin bir oyunu bu? 

Of... Gel de düşünme. 

Farelerin Dili Olsa (2)

O değilden “Batan gemiyi önce fareler terk eder deyimi hakkında başkası ne demiş diye sanal aleme baktım. X hesabındaki profilinde biri şöyle paylaşmış:

Batan gemiyi önce fareler terk eder. Farelerin korkaklığına vurgu yapan bir deyim.

Yanlış.

Fareler geminin sintinesine yakın yerlerde yaşar.

Gemi batarken ilk onların olduğu yerler suyla dolar. 

Yani korkaklıktan değil.

İlk fark ettikleri için.” Alp Sirman

Burada çarpıtmayalım, bu deyimler kastedilen bu değil diyebilirsiniz. Tamam bu anlamda kullanılmasa da olur olmaz her yerde bu deyimi kullanmayalım. Kişi doğru yolda iken bu uğurda mağdur oldu, başına tehlike geldi diye kaçmayalım. Ama kırdığı yumurta kırkı geçmiş, her yeri kokutmuş, oturduğu koltuğa ben ustayım deyip arkasından o kadar uyarana rağmen gemiyi kayalıklara toslatmaya götürüyorsa, bırakın da bu tehlike anında bu tehlikeyi görenler söz dinlemeyen usta şoförü bir başına bırakıp fareler gibi atlasın. Akıllıca hareket budur.

Anca beraber kanca beraber, biz bu yola beraber çıktık. Uğrunda ölürüz demesin.

Bir yerde, birileri ustalığına güvenerek faydadan ziyade zarar veriyorsa, laftan sözden anlamıyorsa, o kaptanı kendi düşene ağlanmaz deyip bir başına bırakmaktır.

Basiret, feraset, öngörü ve sağduyu budur.

Unutmayalım ki gemiyi kayalıklara toslatmaya götüren kaptanın en büyük destekçisi, tüm bu tehlikeye rağmen arkadan destek veren yolculardır.

Ortada bir suç, bir tehlike varsa ve bu telafisi mümkün olmayan yaralar açıyorsa, bunun en büyük suç ortağı o kaptana destek veren yolculardır. İyilik onu bir başına bırakmaktır. Akıl ve izan bunu gerektirir.

Hasılı “Batan gemiyi önce fareler terk eder” deyimini yerli yerinde kullanalım. Fareleri her daim günah keçisi ilan etmeyelim.

Farelere söz söylenecekse, bir söz de zararı ayyuka çıkmışlara olsun. Adalet bunu gerektirir. Değilse, kimse yola çıktıklarını yolda değiştirmez.

Farelerin Dili Olsa (1)

"Batan gemiyi önce fareler terk eder" deyimi herkesin dilinde pelesenk olmuş durumda. Kullanan kullanana. 

Bu deyim yerinde kullanılırsa cuk oturur. Buna eyvallah. Ama öyle yerlerde kullanılıyor ki iyice kabak tadı veriyor. 

Öbür dünyada herkes birbirinden davacı olunca herhalde fareler bizden davacı olurlar:

Ya Rabbi, ne korkaklığımız kaldı ne ihanetimiz. Buldular bizim gibi küçük ve güçsüz bir hayvanı. Önüne gelen vuruyor, giden vuruyor.

Yaşamak için bir şeyler bulmamız lazım. Nerede bir yiyecek kokusu alırsak, erişmek için aç köpek fırın deler misali deler gireriz.

Bizden yiyeceğini esirgemek için tuzak kurup üzerine peynir koyanı mı aran, bizi yakalasın diye kedi besleyeni mi aran, özellikle sağlık alanında yaptıkları ilacı test etmek için bizi kobay olarak kullananı mı aran...

Hepsinden geçtim. Hepsini yapsınlar. Kabulümüzdür.

En çok zorumuza giden de bizi korkaklıkla itham etmeleri. Evet korkuyoruz. Zira etimiz ne budumuz ne? Zira biz ormanların kralı değiliz. Kendi halimizde evrendeki misyonumuzu yerine getiriyoruz.

Ne ister bu insanoğlu bizden? Görevimizi ifa etmeyelim mi? Kendileri gibi yan gelip yatalım mı? Ölelim mi bu durumda biz?

Bizden tiksindikleri yetmediği gibi tutturmuşlar korkak hayvan diye. Diyorlar ki "Batan gemiyi önce fareler terk eder. İyi de gemi batıyor. Bu durumda ne yapalım? Biz gemiyi terk etmeyiz deyip pisipisine ölelim mi? Bilin ki biz geminin en altında yaşıyoruz. Gemi batarken suyun içine gömülüyoruz. Bu durumda şu her şeyi bildiğini ve korkusuz olduğunu iddia eden ve kendinden başka kimseyi beğenmeyen insanoğluna göre biz tehlikenin ilk farkına vardığımız zaman kaçmayıp boğulup öleceğiz. Bizden bunu bekliyor.

Kendisi ne yapıyor, bizim bu korkusuz korkak insanoğlu. Boğulmamak için gerekirse gemiden atlıyor. Bu gemiden atlayan akıllı oluyor. Biz ise korkak oluyoruz.

Sahi siz insanoğlu, batmakta olan geminin farkına varamadıysanız bu da mı bizim suçumuz? Geminin battığını gördüğü halde atlamayıp biz bu gemide yolculuk yapıyoruz. Gerekirse boğulup ölürüz deyip atlamayacak mı? Bu durumda atlamamak kerizlik değil mi? Ayıpladıkları intihar değil mi?

Birbirinizi boğazlamaktan, dünyayı kana bulamaktan başka bir marifeti olmayan insanoğlu, bizimle uğraşacağına, kendinize baksaydınız ya. Bize taş atacaksanız, içinizde temiz kalan varsa o atsın. Değilse gidin işinize.

Sonra düşünün ki bir deprem olduğu zaman ellerinizle yaptığınız o evlerin enkazında kalmamak için kendinizi dışarı atmıyor musunuz? Bu durumda sizin bu yaptığınız korkaklık olmuyor mu?

Ayrıca depremleri önceden fark eden kedi, köpek vs. hayvanları önceden fark edip kaçtılar diye övmüyor musunuz? O hayvanları yeteneklerinden ve gelmekte olan tehlikenin farkına vardıkları için be kadar da akıllılar demiyor musunuz? Bizim yaptığımız da bu.

Diğer hayvanlar kaçarken onlara korkak demiyorsunuz, siz kaçarken korkak olmuyorsunuz, biz kaçarken korkak oluyoruz. Bu yaptığınız çifte standart değil mi?

Yahu üzerimize o kadar tuzak kuran insanoğluna karşı bu kadar da korkak olalım.

Unutmayın ki bize kurulan tuzakların binde biri size kurulsa, yatağınızda rahat yatamaz, çarşı ve pazarda arkanıza bakmadan yürüyemezsiniz. Müsaade edin de neden, nasıl korkup kaçacağımıza biz karar verelim. 

Herhalde farelerin dili olsa, bizden böyle şikayetçi olurlar. (Devam edecek)