Ana içeriğe atla

Farelerin Dili Olsa (1)

"Batan gemiyi önce fareler terk eder" deyimi herkesin dilinde pelesenk olmuş durumda. Kullanan kullanana. 

Bu deyim yerinde kullanılırsa cuk oturur. Buna eyvallah. Ama öyle yerlerde kullanılıyor ki iyice kabak tadı veriyor. 

Öbür dünyada herkes birbirinden davacı olunca herhalde fareler bizden davacı olurlar:

Ya Rabbi, ne korkaklığımız kaldı ne ihanetimiz. Buldular bizim gibi küçük ve güçsüz bir hayvanı. Önüne gelen vuruyor, giden vuruyor.

Yaşamak için bir şeyler bulmamız lazım. Nerede bir yiyecek kokusu alırsak, erişmek için aç köpek fırın deler misali deler gireriz.

Bizden yiyeceğini esirgemek için tuzak kurup üzerine peynir koyanı mı aran, bizi yakalasın diye kedi besleyeni mi aran, özellikle sağlık alanında yaptıkları ilacı test etmek için bizi kobay olarak kullananı mı aran...

Hepsinden geçtim. Hepsini yapsınlar. Kabulümüzdür.

En çok zorumuza giden de bizi korkaklıkla itham etmeleri. Evet korkuyoruz. Zira etimiz ne budumuz ne? Zira biz ormanların kralı değiliz. Kendi halimizde evrendeki misyonumuzu yerine getiriyoruz.

Ne ister bu insanoğlu bizden? Görevimizi ifa etmeyelim mi? Kendileri gibi yan gelip yatalım mı? Ölelim mi bu durumda biz?

Bizden tiksindikleri yetmediği gibi tutturmuşlar korkak hayvan diye. Diyorlar ki "Batan gemiyi önce fareler terk eder. İyi de gemi batıyor. Bu durumda ne yapalım? Biz gemiyi terk etmeyiz deyip pisipisine ölelim mi? Bilin ki biz geminin en altında yaşıyoruz. Gemi batarken suyun içine gömülüyoruz. Bu durumda şu her şeyi bildiğini ve korkusuz olduğunu iddia eden ve kendinden başka kimseyi beğenmeyen insanoğluna göre biz tehlikenin ilk farkına vardığımız zaman kaçmayıp boğulup öleceğiz. Bizden bunu bekliyor.

Kendisi ne yapıyor, bizim bu korkusuz korkak insanoğlu. Boğulmamak için gerekirse gemiden atlıyor. Bu gemiden atlayan akıllı oluyor. Biz ise korkak oluyoruz.

Sahi siz insanoğlu, batmakta olan geminin farkına varamadıysanız bu da mı bizim suçumuz? Geminin battığını gördüğü halde atlamayıp biz bu gemide yolculuk yapıyoruz. Gerekirse boğulup ölürüz deyip atlamayacak mı? Bu durumda atlamamak kerizlik değil mi? Ayıpladıkları intihar değil mi?

Birbirinizi boğazlamaktan, dünyayı kana bulamaktan başka bir marifeti olmayan insanoğlu, bizimle uğraşacağına, kendinize baksaydınız ya. Bize taş atacaksanız, içinizde temiz kalan varsa o atsın. Değilse gidin işinize.

Sonra düşünün ki bir deprem olduğu zaman ellerinizle yaptığınız o evlerin enkazında kalmamak için kendinizi dışarı atmıyor musunuz? Bu durumda sizin bu yaptığınız korkaklık olmuyor mu?

Ayrıca depremleri önceden fark eden kedi, köpek vs. hayvanları önceden fark edip kaçtılar diye övmüyor musunuz? O hayvanları yeteneklerinden ve gelmekte olan tehlikenin farkına vardıkları için be kadar da akıllılar demiyor musunuz? Bizim yaptığımız da bu.

Diğer hayvanlar kaçarken onlara korkak demiyorsunuz, siz kaçarken korkak olmuyorsunuz, biz kaçarken korkak oluyoruz. Bu yaptığınız çifte standart değil mi?

Yahu üzerimize o kadar tuzak kuran insanoğluna karşı bu kadar da korkak olalım.

Unutmayın ki bize kurulan tuzakların binde biri size kurulsa, yatağınızda rahat yatamaz, çarşı ve pazarda arkanıza bakmadan yürüyemezsiniz. Müsaade edin de neden, nasıl korkup kaçacağımıza biz karar verelim. 

Herhalde farelerin dili olsa, bizden böyle şikayetçi olurlar. (Devam edecek)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde