6 Haziran 2024 Perşembe

Futbolumuz Ne Alemde? *

Futbolla çok bir ilgim yok. Süper ligin şampiyonluğa oynayan takımlarla düşme potasındaki takımların özellikle GS'in ve Konyaspor'un sıralamasını takip ederim. Bunun dışında bir merakım yok.

Birkaç defa evde zorunluluktan şampiyonlar liginin bazı maçlarına baktım. Oynanan oyun ve başa baş mücadeleler bir seyir zevki verdi bana. 

Yabancıların oynadığı bu maçları görünce niye benim ülkemde böyle futbol yok diyorum. Niye benim ülkemde Real Madrid gibi oynayan ve her sene Şampiyonlar liginde final oynayan, kupaya doymayan ve kalitesi hiç düşmeyen takımımız yok diyorum. Real Madrid çok mu köklü kulüp, başarısı buna mı bağlı diye bakıyorum. Bizim üç büyükler gibi 1900'lü (1902) yıllarda kurulmuş. Fakat Real Madrid nerede, bizimkiler nerede? Real Madrid olmuş bir marka. Ününü duyurmuş dünyaya. Bizimkilerin ünü ise ülke sınırlarını aşamamış. Sadece GS'in UEFA ve Süper kupası var. Bunun da arkası gelmedi.

Neyi eksik bizim ülke takımlarının, marka olmuş ve her yıl şampiyonlar liginde yer alan takımlardan? Onlarda da yabancı teknik direktörler var, bizde de. Onlarda yabancı futbolcular var, bizde de. Süper ligdeki kulüplerin yerli ve yabancı futbolcularına baksak, bizim ligimizde oynayan yabancı futbolcu sayısı yerli futbolcudan daha çok. FB ve GS'de doğru dürüst yerli futbolcu yok. 

Başka ülke kulüpleri yabancı futbolcuya para veriyor ve karşılığını alıyor. Bizde ise ülke adeta yabancı futbolcu cenneti. Maalesef karşılığı yok. 

Başka ülke kulüplerinde futbolcu transferinde gelir gider dengesi varken bizimkiler borç batağı içinde.

Başka ülkeler, geleceği olan genç futbolcuları alıp faydalandıktan sonra futbolcunun jübile zamanı yaklaşınca elden çıkarıyor, bizimkiler jübilesi gelmiş futbolcuları havada kapıyor. Biz bize gelenlerden doğru dürüst para kazanmadan jübilesini yapıyoruz. 

Başka ülkeler alırken de kazanıyor, satarken de. Biz ise dünyanın parasını verip transfer ediyoruz. Elimizde kalıyor. Yani ölü yatırım yapıyoruz. Sonra da borcu çevireceğiz diye dokuz takla atıyoruz. 

Yaşlı yabancı ağırlıklı ligimizin ne kalitesi var ne de dışarıda başarımız. İstisnalar hariç ne aldığımız futbolcudan kazanıyoruz ne de futbolcuyu satarken. Kulüplerimiz de ülke bütçesi gibi borçla yaşıyor. Daha doğrusu borcun faizini ödeyip duruyor. 

İyi de Türkiye ligi dışında gözle görülür bir başarı elde edemiyorsak, bizim bu takımlar ne için var? 

Başka ülkelerin kulüpleri de çoğunlukla yabancı futbolcu transfer ediyor ama bu ülkelerin milli takımları da başarılı. Çünkü o ülkelerin futbolcuları da başka ülkelerin takımlarında oynuyor. Bizim takımların eme yarar bir başarısı yok. Milli takımın da bir başarısı yok. 

Bizim kulüplerde yabancı futbolcu gani iken bizim başka ülkelerde oynayan futbolcu sayımız bir elin parmaklarını geçmiyor. Oynayanların çoğu da yabancı kulüplerin alt yapısından yetişmiş.

Hasılı her alanda olduğu gibi bir oyun olan futbolu da beceremiyoruz, ağzımıza ve yüzümüze bulaştırıyoruz. Başkası oyunu kuralına göre oynuyor. Bizimki de dostlar alışverişte görsün türünden oyun.

Sahi bizim neyimiz iyi ki futbolumuz iyi olsun. Öyle değil mi?

*14.06.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

5 Haziran 2024 Çarşamba

Huzur ve Mutluluğun İlacı

Ömür dediğimiz bir beklenti, umut  ve hayal kırıklığı ile geçiyor dense yeridir.

Küçüksün. Birçok şeyleri yapmaya gücün yoktur. Tüm yapamadıklarını yapmak için ah bir büyüsem dersin. 

Büyüyünce keşke büyümeseydim dersin. Çünkü büyüdükçe hayatın tüm yükleri ve sorumluluğu biniyor üstüne. Sorumluluk arttıkça hayatın bir anlamı kalmıyor ve hep çocukluğunun özlemini çekersin.

Evliliğe büyük umut bağlarız. Nikahta keramet var. Evlilikte şöyle bir hayatım olacak, böyle mutlu olacağım dersin. Adeta tüm dertlerimiz bitecek.

Evlenirsin. Evlilik umduğun gibi çıkar ve beklentilerine cevap verirse, keyfine diyecek yoktur. Tüm mutluluklar senindir. Ya beklediğin gibi çıkmazsa. İşte o zaman hayal kırıklığı yaşarsın.  

Bu aşamadan sonra kendinize ve eşinize hayatı zehir ederek  evliliği devam ettirirsin. Bu durumda ömrün bu dertle geçecek. Ayrılma yoluna gidersen, umulan mutluluk yakalanabilecek mi? Eskiyle bağını koparabilecek misin? Hele bir de çocuk varsa.

Bir takımı tutuyorsun. Yıllardır her yolu deneyip şampiyon olamıyor. Dünyanın parasını verip dünyaca ünlü bir hoca getirip takımı emanet ediyorsun. Hocaya çok güveniyorsun. Çünkü gittiği her takımı şampiyon yapmış, birçok kupayı çalıştırdığı takımların müzesine götürmüş. Kurtuluşunuz bu hoca artık. 

Hoca, beklentiye cevap verirse ne âlâ. Zevkten dört köşe olunur. Ya işler beklendiği gibi gitmezse, ortaya büyük bir hayal kırıklığı çıkar. Çünkü o kadar ünlü hoca da derdinize çare olamamıştır. Saçtığın büyük para da cabası.

Ülkenin sıkıntısı çoktur. Ah biri gelse de bizi bu dertlerden kurtarsa. İşte şu bizi kurtarır dersin. Desteğini verirsin. O gelen biri beklentilerine cevap verirse tüm dertlerin gider. Ama ya beklediğin gibi çıkmazsa. İşte o zaman yaşanacak olan bir hayal kırıklığıdır.

Çocuğunuz vardır. En iyi okul en iyi hoca en iyi muhit arayışına girersin. Çocuğunun iyi bir şekilde yetişmesi için saçını süpürge edersin. Çocuğun başarırsa o okul o hoca o muhit bir numaradır. Tersi çıkarsa yine hayal kırıklığı yaşarsın.

Örnekleri çoğaltabilirim. Bence fazlasına gerek yok. Tüm bu örneklerden ortaya şu çıkıyor ki yaşadığımız hayat hep bir beklenti bir umut bir mutluluk bir kurtuluş ve hayal kırıklığından ibarettir.

Hayal kırıklığı yaşamamak için hiçbir şeyde fazla beklentiye girmemek, çok umut bağlamamak, azla ve mevcutla yetinmeyi bilmek, azla mutlu olmak, olana rıza göstermek ve kimseyi, hiçbir şeyi kurtarıcı olarak görmemektir. Çünkü ne kadar beklenti o kadar hayal kırıklığıdır. Ne kadar umut o kadar hayal kırıklığıdır. Ne kadar mutluluk o kadar hüsrandır. Ne kadar kurtarıcı peşinde koşmak insanı o kadar yorar, bitap düşürür ve gittikçe insanlara güveni yok eder.

Kısaca, ne kadar az beklenti o kadar çok mutluluktur. Ne kadar az umut bağlamak, insana az hayal kırıklığı yaşatır. Kimseyi kurtarıcı olarak görmemektir. Çünkü kimse de sihirli değnek yoktur. Ayrıca her kurtarıcı önce kendisini ihya eder ve kendisini kurtarır. Kendisi beş kazanmadan sana zırnık koklatmaz.

Hasılı beklentisi olmamak, çok şeye ve her şeye umut bağlamamak, kimseyi kurtarıcı görmemek, insanın kurtuluşudur. Özellikle kurtarıcılardan kurtulmak, onlarda bir hikmet aramamak, bizi bu kurtaracak beklentisine girmemek, en büyük mutluluktur. Bu mutluluk ise yaşanacak hayal kırıklığından iyidir.

Belki de bunların da ötesinde hayatın her alanında, kişilere bağlı olmadan, işleyen bir sisteme sahip olmak, mutluluk ve huzurun yegane kaynağıdır. İşleyen bir sistem yoksa her şeyin sonu hüsrandır vesselam.

Kurbanlıklar Cep Yakıyor *

Her kurbanda olduğu gibi bu sene de kurbanlıklar cep yakacak.

Küçükbaş kurbanlıklar ile büyükbaş hisseler 10 bin ila 30 bin arasında değişiyor.

Yurtdışı kurbanlık fiyatları ile yurt içi kurbanlıklar arasında uçurumlar var.

Yurtdışı kurban fiyatlarını görünce insanın yurt dışında kurban kesesi geliyor.

Kurbanlık bağışında bulunacak olan da fiyatının uygun olması dolayısıyla bağış olarak yurtdışını tercih ediyor. 

Kurban kesecekler şimdiden kara kara düşünüyor. 

Önceki yıllarda olduğu gibi bu sene taksit imkanı da yok. 

İbanı da kabul etmiyor çoğu.

Üstelik çoğu firma nakit istiyor. 25-30 bin liralık bir hisseye giren biri nakit ayarlamak için üç gün ATM'ye gitmesi gerekecek.

Sağda, solda üç kuruş parası olmayan en düşük emekli maaşı alanın, bu durumda kurban kesebilmesi mümkün değil. 

Çalıştığı bir aylık ücreti vermek durumunda kalacak olan asgari ücretlinin de kurban kesebilmesi zor.

Kurban demek hac demektir aynı zamanda. Hacca gidecekler de kara kara düşünenler kervanına katıldı.

Yıllardır hac sırası bekleyip hac çıkanların çoğu hacca gitmekten vazgeçti.

Yedeklerden on binlere sıra geldi. Çünkü hacca gidecek bir kişinin en az 250 bini gözden çıkarması gerekir.

Kısaca bir zamanlar bir zengin ibadeti olan hac ve kurbana, normal geliri olan insanımız hem hacca gidebiliyor hem de kurban kesebiliyordu. İş bu seneye gelince hacca gitmek de kurban kesmek de bedel ister. Tam bir zengin işi oldu artık hem hac hem kurban. 

Parası olmayan hacca gitmesin demek kolay. Adam yıllardır bekliyor. Gel de bu adama gitme. Sana hac farz değil de. Ya da hac çıkmış, parası yoksa borç bul git, bu fırsat bir daha ele geçmez de. Çünkü eskisi gibi borç bulunarak gidilecek bir ibadet değil artık. Kurban da öyle. Haydi deyince her adam kurban kesemez.

Aklıma şu sorular geliyor:

Nasıl tarım ve hayvancılık ülkesiyiz? Niçin yurtdışı kurban fiyatları ile yurt içi kurbanlıklar arasında kaç katı fiyat farklı olur?

Enflasyonun bu ay yıllık zirveyi görmesi de şaşırtıcı. Zira kaç aydır fiyatlar yerinde sayıyor. Döviz ileri gitmediği gibi düşüyor. Altın hakeza. Akaryakıt fiyatlarına indirimler geliyor. Bu durumda enflasyon bu ay nasıl zirveyi görür, fiyatlar niçin makul olmaz? 

Hem kurban ibadetini yerine getirecek hem de çoluk çocuğu bu vesileyle et yüzü görecek kişiler için kurbanlıklara taksit imkanının getirilmesinde fayda var. Çünkü bu vesileyle kurban kesmeyecek bazı insanımız kurbanını rahat kesebilir.

*07.06.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

4 Haziran 2024 Salı

FB Bunu Asla Yapmasın!

On yıldır şampiyonluğa hasret Fenerbahçe, bu susamışlığını gidermek ve kana kana su içmek için dünyaca ünlü teknik direktör Mourinho ile anlaştı. 

FB bu ünlü teknik direktörle anlaşmak için paraya acımadı. Yıllık 20 milyon avro gibi bir miktardan bahsediliyor. 

FB seyircisi ve yorumcular şimdiden önümüzdeki sezon şampiyon havasına girdi. Bir sevinç bir sevinç. 

Meral Hanım gibi kart atıp bence de FB 2024-2025 sezonunda şampiyon olur diyemiyorum. Çünkü bırakın önümüzdeki sezonu, burnumun ucunu dahi göremiyorum. Bir de top yuvarlak. Yine de FB 2024-2025 sezonunun en büyük favorisi. 

Yalnız her zaman favoriler şampiyon olmuyor. Bazen doku uyuşmazlığı da olabiliyor. 

Gördüğüm kadarıyla Mourinho kaprisli yüksek ego sahibi biri. Fenerbahçe başkanlarında da kapris ve yüksek ego eksik değil. Bakalım iki yüksek egodan ortaya bir başarı çıkar mı? Bekleyip göreceğiz.

FB önümüzdeki sezon şampiyon olursa 10 yıllık şampiyonluk hasretine son vermiş olacak. Aynı şekilde son 9 yıldır çalıştırdığı takımlarda kupa kaldıramayan Mourinho da kupa hasretine son vermiş olacak. 

Olur ya işler ters gider şampiyon olunamazsa, ezeli rakibim FB, sakın ola başarısızlığı Mourinho'ya keserek onu göndermeye kalkmasın. Çünkü kazanmadık kupa bırakmayan Mourinho'nun bir diğer özelliği de başarılı olamadığı kulüplerden kovulunca tazminat kazanmasıyla da meşhur. 

İsterseniz, Mourinho'nun tazminatlardan bugüne kadar kazandığı gelirine bir göz atalım da işin vahametini görün isterim:

2007'de Chelsea'den 21 milyon avro,

2012'de Real Madrid'den 20 milyon avro, 

2015'te Chelsea'den 14,5 milyon avro, 

2019'da Manhester United'den 17,5 milyon avro, 

2021'de Tottenham'dan 23,5 milyon avro, 

2024 yılında Roma'dan 3,5 milyon avro kazanmış.

Toplam miktarı toplamaya çalıştım. Beceremedim. Varın siz hesap edin. 

Gönül ister ki FB ile Mourinho arasında bir yol kazası olmasın. Kazandığı tazminatlar listesine bir de FB eklenmesin. Hele bana güvenerek ünlü teknik direktörü göndermeye kalkmasınlar. Zira bu durumda FB'yi ben bile kurtaramam. 

Görünen o ki FB’nin önümüzdeki sezon şampiyon olmaması için bir sebep yok. Şayet olamazsa eski teknik direktör İsmail Kartal’ın ahı tutar diye düşünüyorum. Çünkü kırmadık rekor bırakmayan kendi evlatları İsmail’in üzerine gül koklamak olmadı. 

3 Haziran 2024 Pazartesi

Yeniden Merhaba! *

Gazetenin yabancısı değilim. 09.12.2015 tarihinde "Başlarken" başlığıyla çıkmıştı ilk yazım.

02.01.2021 tarihinde de "Bitirirken" başlıklı yazı ile Ramazan Yüce ismiyle yazmaya veda etmiştim.

2015 ila 2021 yılları arasında haftada pazartesi, çarşamba, cuma ve cumartesi olmak üzere dört gün yazmıştım.

İlk başlarken "Neyi dert ediniyorsam, onu yazacağım" demiştim. Öyle de oldu. Gündem veya gündem dışı neyi dert edinmişsem kendi bakış açımla yazı konusu edinmiştim.

Yazdığım konularda, serdettiğim görüşlerimin tek doğru olduğu iddiasında hiç olmadım. Benimki içimden geçirdiklerimi ve gördüklerimi kaleme dökmekten ibaret oldu hep. Bir nevi içimi kağıda döktüm. 

Hemen hemen her konuda yazdım. Yazarken de kah mizah kah hiciv kah üstü kapalı yazdım. 

İsmimle yazmayı bıraktıktan sonra yazı hayatından hiç uzak kalmadım. Bu zaman zarfında farklı müstear isimlerle yazılarım yine Gazetemizde yer aldı. Ara verdiğim kısa zaman aralıklarında da “dilinkemigiyok.blogspot.com.tr” isimli bloğumda yazılarıma devam ettim.

Bugüne kadar hem kendi ismimle hem de kullandığım iki farklı müstear isimle yazdığım yazıların sayısını hatırlamıyorum. Bir yazı arşivim oldu diyebilirim.

Kısaca Anadolu'da Bugün gazetesi, benim amatörce yazmaya ilk başladığım, başladığım andan itibaren aralıksız yazdığım, bana yazıyı sevdiren, acemiliğimi attığım ve bana tecrübe kazandıran bir okuldur. Bu okulun bana çok şeyler kattığını ifade edebilirim. 

İşte yine karşınızdayım. Kendi ismimle pazartesi, çarşamba ve cuma olmak üzere haftada üç gün karşınızda olacağım.

Kırk yıllık Kani, olur mu Yani misali, yazı hayatına başladığım gibi yine dert edindiğim konulara yer vereceğim. Şimdiden şu konularda yazacağım demeyeceğim. Çünkü hangi konularda hangi üslupla yazacağımı şu anda bilemiyorum. Pek gündemi takip etmesem de herhalde kah gündem kah gündem dışı yazma niyetim var. Önceliğim, toplumsal konulara dair gözlemlerim olacak. Anlatacak anım kaldıysa yazılarımda yine anılarıma yer vereceğim. Hasılı, dağarcığım elverdiği müddetçe her telden çalma niyetim var.

Amacım dokunmak. Dokunurken maksadım bağcı değil, üzüm yemektir. Kişiselleştirme niyetim yok. Zira kişilerle işim olmaz. Kıssadan hisse alınmasının yolunu açmak niyetim. Yine de alınan olmaz mı? Olur elbet. Özellikle niyet okuyucuları ve her şeyden nem kapan yumuşak karınlılar alınır alınmaya. Alıngan, kırılgan ve nem kapanın zaten tedavisi yok ki tedavi önereyim.

Yazılarımı cep telefonu marifetiyle yazmaya devam edeceğim. Çünkü masaya oturup yazmayı sevmiyorum. Kah bir çay ocağında çayımı yudumlarken kah evde uzun otururken yazmaya çalışacağım.

Yazılarımda eleştirel bakış açısı hakim olacak. Sizlerden de olumlu ve olumsuz yönde eleştiriler bekliyorum. Yazacağınız olumlu ve olumsuz yorumlara da fırsat buldukça ve gördükçe cevap yazmaya çalışacağım.

*05.06.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Resim Karesi Ne Çok Şey Anlatıyor

Sosyal medyada bir resim gördüm. Resim iki kareden oluşuyor. Bir karesinde Filistin, Suriye, Yemen, Irak, Afganistan ve Lübnan, diğer karesinde ise Telaviv yer alıyor.

Resmin üst karesinde yer alan ülkeler yıkılmış ve virane halde. Hiçbir canlı yok. Adeta hayalet şehri andırıyor. Buralarda yaşanmak istense bile taş üstünde taş kalmamış bu yerlerde yaşamak mümkün değil.

Resmin alt karesinde yer alan Telaviv'de ise adeta bir canlılık var. Sahil kenarında gezinen insanlar, deniz ve denize paralel yüksek katlı binalar burada bir yaşamın olduğunu gösteriyor.

Üst resimde yaşam belirtisi yokken alt tarafta hayat devam ediyor. 

Üst resimdeki hayat belirtisi olmayan yıkılmış şehirler İslam ülkelerine ait. Buna Libya'yı da eklemek gerek. Alt taraftaki resim ise İsrail'in -eski-başkentine ait.

Resmin üzerindeki ülke isimleri kaldırılsa, insanlara şu fotoğraf karesindeki yerlerin hangisinde yaşamak istersiniz sorusu sorulsa, istisnasız herkes Telaviv görüntüsünün olduğu şehirde yaşamak istediğini belirtecektir.

Görünen o ki İslam ülkeleri huzursuzluğun yerleri. Buralarda kan, gözyaşı, ölüm ve yaralanma hakim. Küçücük İsrail'de ise huzur görüntüsü hakim.

İsrail, gelişmişliğin görüntüsünü verirken İslam ülkeleri geri kalmışlığın görüntüsünü veriyor.

Görünen o ki İsrail’in yakınında hangi ülke varsa, hangisi İsrail’e tehdit potansiyeline sahip ise yerle bir edilmiş. İsrail ise dimdik ayakta. Hoş bazı ülkeler için İsrail’e bile gerek yok. İslam ülkelerinin içindeki bölünmüşlük ve terör İsrail’e rahmet okutur türden. İslam ülkeleri için İsrail gibi bir düşmana ihtiyaç yok. Onlar kendi kendilerine yeter.

Görünen o ki İsrail mutluluk ve huzuru İslam ülkelerinin mutsuzluk ve huzursuzluğuna bağlı. Ne kadar İslam ülkesi yakılıp yıkılır ve İslam ülkelerinde yaşama dair bir istikrar olmazsa İsrail bundan büyük keyif alıyor.

Üst ve alt resim karesindeki ülkeler birine gösterilse, bu konuda ne dersin dense, üsttekiler belasını bulmuş, alttakiler ise cennet hayatını yaşıyor der.

Bu görüntüye göre İsrail mi yani Yahudiler mi gazaba uğramış ve lanetlenmiş, İslam ülkeleri mi?

Tamam, Kur’an’da Yahudilerin lanetlendiğinden bahsedilse de resim karesi böyle demiyor.

Müslüman ülkelerde bu boş vermişlik oldukça, bir araya gelip birlikte hareket etmedikçe, İsrail gibi lobi faaliyetlerine imza atmadıkça, ellerindeki sermayeyi akıllı kullanmadıkça, her alanda İsrail ile boy ölçüşebilir bir seviyeye gelmedikçe İsrail ihya olmaya ve daha da büyümeye devam edecektir. İslam dünyası ise bugünkü yıkık ve virane halini bile arayacaktır.

İsrail ile mücadeleyi boykota indirgedikçe, bol bol protesto mitingi ve yürüyüşü yaptıkça, Yahudi’yi taşlamaktan ibadet yapmaya zaman ayırmadıkça daha doğrusu sadede gelmedikçe İsrail hep gülecek, İslam dünyası ise hep ağlayacaktır. Böyle giderse İslam dünyasının ağlayanı bile kalmayacaktır. 

Boş verelim İsrail'e kızmayı da kızacaksak biz kendimize kızalım. Ki kızarak başarılı olunsaydı, bugüne kadar İsrail'e kızdığı için İslam dünyası bir numara olurdu. 

Boykotlardan Gına Geldi

Görünen o ki bu toplum protesto ve boykot için yaratılmış. Yatıyoruz, kalkıyoruz. Boykot diyoruz.

Boykot kolaylaştıran ve kitlelere ulaştıran en büyük aparatımız ise sosyal medya platformu.

Oturduğumuz yerden bir tuşa basarak boykot başlatabiliyor, firmaları hedef gösterebiliyoruz.

Kısaca boykot hayatımızın bir parçası. Buna bir de sosyal medya mücahitliğini eklemek lazım.

Bir zamanlar Yahudi malı diye Yahudi markalarının listesine yer veriyorduk. Son yıllarda ise buna Yahudi mallarının satışını yapan, onların ürünlerinde indirim yapan zincir marketleri de boykot listesine alır olduk.

Bir ara BİM marketleri boykot ettik. Şimdi de boy boy resimlerle "Bir alana bir bedava" kampanyası düzenleyen A 101 marketleri boykot listesine aldık.

Bununla da yetinmedik. Falan firma çalışanlarını cumaya göndermedi. Şu firma yolda namaz molası vermedi. Bu firma Yahudi ürünlerine sessiz kaldı deyip marka ismi vererek boykot yaptık. 

İşin garibi bugüne kadar kaç yıl olduğunu unuttum kaç ürünü kaç firmayı boykot ettiğimizi de. O günden bugüne ne boykot ettiğimiz ürünlerde bir iflas var ne zarar ne de zincir marketlerde bir geri adım. Marka ürünler de tereklerde, zincir marketler de faaliyette.

Gördüğümüz gibi bugüne kadar ne kadar boykot uygulamışsak hiçbirinde başarılı olamamışız.

İşin garibi, Yahudi ürünlerini boykot ediyoruz. Bu ürünlerin satışını yapan firmaları da. İyi de bu ürünlerin bu ülkede üretilmesine, bu ülkede faaliyet göstermesine ve satışına izin verenlere niye hiç sözümüz yok. Öyle ya elinde güç ve imkan olan birileri, bu Yahudi ürünlerine izin vermezse, tüm ürünlerimiz yerli olsa boykota gerek kalır mı hiç?

Bir şeyde başarı yoksa sonuç alınamıyorsa ne diye aynı eylemleri yapar dururuz. İnanın anlamış değilim. Attığımız her taş bir kurbağaya değse, inanın gam yemeyeceğim. Bence işin kolaycılığına kaçıyoruz.

O zaman boykota ayıracağımız zamanı başka şeylere vermemiz lazım gerektiğini düşünüyorum. Mesela kötü komşu mal sahibi yapar atasözünü her birimiz, özellikle protesto ve boykotta öncü rol oynayanlar kendilerine ev ödevi edinse, bismillah deyip Yahudi ürünleriyle hem kalite hem fiyat yönünden yarışacak ürünler imal edip piyasaya sürsek, yerlisi varken kim gider de Yahudi ürününü alır?

Bunun için akıl, zeka, yetişmiş kadro ve sermaye mi gerek? Akıl da zeka da yetişmiş kadro da var bu ülkede. İstenirse sermaye de bulunur. Son model arabalarımızı satsak, 4+1 evlerde ve villalarda oturmasak, üç kuruş paramızın üstüne dört kuruş borç bularak yeni bir ev almasak, cebimizdeki dövizleri bozdursak, altın hesabımızı ortaya koysak, ortaya ganimet gibi sermaye çıkar. Bu sermaye ile üretmediğimiz ürün ve marka kalmaz.

Bunun için bir araya gelip plan yapmamız ve rahatımızdan ödün vermemiz, bir seferberlik başlatmamız gerek. Aynı şekilde çalışıp kafa yormak için sosyal medya mücahitliğini de bırakmamız lazım. Günübirlik yaşamayı ve küçük düşünmeyi bırakıp büyük düşünmemiz lazım.

Üretelim her bir ürünün emsalini, tereklerde Yahudi malı ile yerli ürünümüz yan yana olsun. Kaç kişi gider de Yahudi malını alır. Biz yeter ki kaliteyi tutturalım.

Hasılı Yahudi mallarını boykota verdiğimiz ömrümüzü üretmeye verelim. Bunun için büyük düşünmek gerek. Var mıyız büyük olmaya yoksa küçük kalalım iyi, biz boykot etmeden yaşayamayız mı diyoruz?