Ana içeriğe atla

Futbolumuz Ne Alemde?

Futbolla çok bir ilgim yok. Süper ligin şampiyonluğa oynayan takımlarla düşme potasındaki takımların özellikle GS'in ve Konyaspor'un sıralamasını takip ederim. Bunun dışında bir merakım yok.

Birkaç defa evde zorunluluktan şampiyonlar liginin bazı maçlarına baktım. Oynanan oyun ve başa baş mücadeleler bir seyir zevki verdi bana. 

Yabancıların oynadığı bu maçları görünce niye benim ülkemde böyle futbol yok diyorum. Niye benim ülkemde Real Madrid gibi oynayan ve her sene Şampiyonlar liginde final oynayan, kupaya doymayan ve kalitesi hiç düşmeyen takımımız yok diyorum. Real Madrid çok mu köklü kulüp, başarısı buna mı bağlı diye bakıyorum. Bizim üç büyükler gibi 1900'lü (1902) yıllarda kurulmuş. Fakat Real Madrid nerede, bizimkiler nerede? Real Madrid olmuş bir marka. Ününü duyurmuş dünyaya. Bizimkilerin ünü ise ülke sınırlarını aşamamış. Sadece GS'in UEFA ve Süper kupası var. Bunun da arkası gelmedi.

Neyi eksik bizim ülke takımlarının, marka olmuş ve her yıl şampiyonlar liginde yer alan takımlardan? Onlarda da yabancı teknik direktörler var, bizde de. Onlarda yabancı futbolcular var, bizde de. Süper ligdeki kulüplerin yerli ve yabancı futbolcularına baksak, bizim ligimizde oynayan yabancı futbolcu sayısı yerli futbolcudan daha çok. FB ve GS'de doğru dürüst yerli futbolcu yok. 

Başka ülke kulüpleri yabancı futbolcuya para veriyor ve karşılığını alıyor. Bizde ise ülke adeta yabancı futbolcu cenneti. Maalesef karşılığı yok. 

Başka ülke kulüplerinde futbolcu transferinde gelir gider dengesi varken bizimkiler borç batağı içinde.

Başka ülkeler, geleceği olan genç futbolcuları alıp faydalandıktan sonra futbolcunun jübile zamanı yaklaşınca elden çıkarıyor, bizimkiler jübilesi gelmiş futbolcuları havada kapıyor. Biz bize gelenlerden doğru dürüst para kazanmadan jübilesini yapıyoruz. 

Başka ülkeler alırken de kazanıyor, satarken de. Biz ise dünyanın parasını verip transfer ediyoruz. Elimizde kalıyor. Yani ölü yatırım yapıyoruz. Sonra da borcu çevireceğiz diye dokuz takla atıyoruz. 

Yaşlı yabancı ağırlıklı ligimizin ne kalitesi var ne de dışarıda başarımız. İstisnalar hariç ne aldığımız futbolcudan kazanıyoruz ne de futbolcuyu satarken. Kulüplerimiz de ülke bütçesi gibi borçla yaşıyor. Daha doğrusu borcun faizini ödeyip duruyor. 

İyi de Türkiye ligi dışında gözle görülür bir başarı elde edemiyorsak, bizim bu takımlar ne için var? 

Başka ülkelerin kulüpleri de çoğunlukla yabancı futbolcu transfer ediyor ama bu ülkelerin milli takımları da başarılı. Çünkü o ülkelerin futbolcuları da başka ülkelerin takımlarında oynuyor. Bizim takımların eme yarar bir başarısı yok. Milli takımın da bir başarısı yok. 

Bizim kulüplerde yabancı futbolcu gani iken bizim başka ülkelerde oynayan futbolcu sayımız bir elin parmaklarını geçmiyor. Oynayanların çoğu da yabancı kulüplerin alt yapısından yetişmiş.

Hasılı her alanda olduğu gibi bir oyun olan futbolu da beceremiyoruz, ağzımıza ve yüzümüze bulaştırıyoruz. Başkası oyunu kuralına göre oynuyor. Bizimki de dostlar alışverişte görsün türünden oyun.

Sahi bizim neyimiz iyi ki futbolumuz iyi olsun. Öyle değil mi?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde