11 Mayıs 2024 Cumartesi

Kaybettiğimiz Değerlerimizden Biri Anısına (1)

Milli Eğitim Bakanlığının çıkardığı mevzuat ile beş yılını dolduran okul müdürleri o yıl rotasyona tabi tıtuldu. 

Kelli felli müdürlerin yanında fazla puanım yoktu. Haddimi bilerek hem çalıştığım ilçeden kurtulmak hem de merkeze kendimi atmak için Meram'ın en uç mahallelerini gözü kapalı tercih ettim.

Toplam on tercihli tercihimin onuncu sırasına yerleştim. Merkezin sobalı tek okulu diyeyim, nasıl bir okulu tercih ettiğim daha iyi anlaşılır. 10.tercihi de yabana atmayın. 10.köy gibi bir şey.

Geldiğim anda okulun üç bin lira ödeneği varmış. Öğretmenleri topladım bu paraya ne yapalım diye. Yağmur yağınca pencerelerden içeri su giriyor. Bilgisayar laboratuvarındaki bilgisayarlar ıslanmasın diye öne çekiyoruz. Önceliğimiz pencerelerin değişmesi olsun dediler.

Öncelik bilgisayar laboratuvarı olmak üzere çok eski pencerelerin değişimine karar verdik. Bir de öğretmenler odasının üstü akıyormuş. Odada tavan da yok. Çirkinliği yok edecek bir tavan yaptıralım dedik. Yanlış hatırlamıyorsam 6 pencere değiştirdik. Bir de tavanı yaptırdık. İki de hayırsever bulduk birer pencereyi de siz üstlenin diye.

Ardından ilçeye okulun tamir, kalorifer, boya ve badana ihtiyaçlarının giderilmesi için yazı yazdım. Hem de kaç kere. Üzerine hem milli eğitim müdürü hem de inşaattan sorumlu şube müdürüyle görüştüm defalarca.

İl göndermiyor ödenek dedi sorumlu şube müdürü. Bunu da lütfetti. Çünkü yazısı gazetede çıkmış. Yazdığı köşeyi okudu ben yanında otururken. Koskoca yazar kırık dökükle mi uğraşacaktı değil mi?

Sonra inşaat işlerine aynı odayı paylaştıkları partneri baktı. Her ikisi de yaralı parmağa işemedi bu iki dava adamlarının. İşleri çoktu zira. Biri hem okul müdürü gem sendika temsilciliği hem de şube müdürlüğü yapıyordu. Diğerinin ağabeyi milletvekili imiş. Ulvi görevlerinin yanında deruhte ettikleri bu geçici şube müdürlüğünde kenar ve köşedeki benim virane okulumla uğraşacak zamanları yoktu. Sendika temsilcisine, madem ki temsilcisin. Okulumda şu kadar üyeniz var. Buyur gel, bir tanışın. Aranızda aidiyet duygusu oluşsun dedim ise de zamanım yok. Ah olsa dedi. Benimki de laf tabi. Böyle iki güzide insan iki koltuk bulmuşsa koltuktan kalkıp benim okula niye gelsin değil mi? Kermes gibi bir etkinlik olursa, kaçırmazdı ama muhteremler. Olmayan zamanları da ortaya çıkıveriyordu. Öyle ya doyurulmayan mide aç be aç oynar mıydı? Yerinden kalkabilir miydi? Bilemedim vesselam.

Yerine kadrolu biri gelince yazar olan başka bir müdürlüğe geçti. Arkasında ağabeyi olduktan sonra ha bura ha ora koltuk. Çok fark etmezdi onun için. Diğeri de şube müdürü iken rotasyona tabi oldu. İlçe değiştirmesine rağmen gittiği ilçenin sendika temsilciliğini yapmaya devam etti bir süre. Okul müdürlüğü zaten baki idi. Çünkü müdür olarak doğmuşlardı analarından. Bir de zamanında davanın yükünü ve çilesini çekmişlerdi. Bu kadar da olsun. Bir koltuğu çok görmemek lazım beyefendilere.

Köşe yazarı makam sahibinin yabancı uyruklu bir kadınla adı çıktı. Hem de ne ayyuka. Yenilir yutulur cinsten değildi yaptıkları. İddiaları bir bir yazanın yazıları yok edildi önce. Sonra sessiz sedasız emekli oldu makamdan makama atlayan muhterem. Yazık oldu tam hizmet edecek tecrübeye sahip iken iş üstünde yakalanması.

Diğeri de sendika temsilciliğinin ardından müdürlerin bir bir elendiği süreçte en gözde okula müdür oldu. (Devam edecek) 

Öğrencilerin Hayır Duasını Alan Kaymakam

2010-2011 yılları olsa gerek. Meram'da bir okulda çalışıyorum. Şube müdürü aradı bir gün öncesinden. Yarın Kaymakam ile okuluna geleceğiz dedi.

Ertesi gün öğleye doğru mahallede elektrikler kesildi. Haliyle okul telefonu da çalışmıyor. Şube müdürü cepten aradı, yoldayız geliyoruz diye. 

Öğleye doğru misafirlerimiz geldi. Kapıda Kaymakam'ı karşıladım. Odama almak istedim. Kaymakam, odaya girmeyelim. Öğretmenler odasına geçelim. Öğretmenleri topla dedi.

Bir ders boyunca 10 kadar öğretmenle hasbihal etti Kaymakam. Her öğretmenle tek tek tanıştı. Her biriyle tek tek ilgilendi. Daha önce çalıştıkları il, ilçe, okulları, nereli, kimin kızı ve oğlu olduklarını sordu. Kaymakam'ın Konyalı olması, uzun süre Meram'da Kaymakamlık yapması tanışma faslının da uzamasına sebep oldu. Konyalı olanlardan bazılarına falan neyin olur, köyünüzün eski ismi şu. Değişen bu isimleri köylerin yeniden almasına imkan sunduk. Köyünde şu var, bu var dedi durdu. Konyalı olmayıp da uzak illerde çalışan ve başka şehirden olan öğretmenlere ise oraların tarihi ve kültürel yerlerini ziyaret edip etmediğini sordu. Falanın türbesine ziyarete gittin mi dedi. İsim ve soy isimlerinin anlamlarına da indi. Yuvarlak cevap verenlere, sen oraya gitmemişsin. Bir daha git dedi. Malyemez soy adını taşıyan öğretmene, yemeyip durmadan mal mı biriktirdiklerini sordu. Kaç çocukları ve kaç yaşında olduklarını sordu. Hasılı tüm öğretmenlerin şeceresini ortaya koydu. Sıra bana geldi. Ramazan'a bir şey sormaya gerek yok. Girişte bana üniversitede okuyan iki başarılı çocuğu olduğunu, kendisinin de hafız olduğunu araya sıkıştırdı dedi. 

Sonra sadede geldi. Öğretmenlere Ramazan'ı burada yok kabul edin. Bir isteğiniz, müdürden bir şikayetiniz var mı dedi. İsterseniz ben çıkayım dedim. Buna da Kaymakam izin vermedi. 

Sonra mahallede yeni yapılacak okul yeri konusuna geldi. Belli ki Kaymakam bu konuyla ilgili görüşümüzü öğrenmek için gelmiş. İnce uzun mahalle, okul yeri konusunda şuraya olsun, buraya olsun diye ikiye bölünmüştü. Ayrılığın başını da muhtar ve bakkal çekiyordu. Sen ikisinin tarafını da tutma. Neresi daha uygun onu söyle dedi bana. Ben de görüşümü ortaya koydum. 

Yarı şaka, yarı ciddi muhabbet bu şekil epey sürdü. Kaymakam bol bol güldürdü. 

Kaymakam'ın ilgi, bilgi, donanım, hafıza ve zekasına ve mütevazılığına hayran kaldım. Bu arada girişte Kaymakam'a, kendim ve çocuklarım hakkında hiç bilgi vermemiştim. Nereden, nasıl öğrendiyse artık. Ama hoşuma gitmedi değil. Sakın ola söylemiş, unutmuşsundur demeyin. Aradan bir saat geçmiş. Unutmuş olamam. Ben ki 1974 veya 1975 olmalı. Ablamı istemeye gelen eniştemin ağabeyinin kız isteme esnasında ne şekilde su içtiğini hatırlıyorum. 

Bu kadar muhabbetin ardından Kaymakam ayrılmak istedi. Öğretmenlere, "Sizi bu kadar tuttum. Dersinizden de kaldınız. Kusura bakmayın. Belki bana kızmış olabilirsiniz ama şundan eminim ki sizi burada tuttuğumdan dolayı dersler boş geçtiği için tüm öğrencilerin hayır duasını aldım. Bu bana yeter. Çünkü öğrenciler boş dersi çok sever" dedi. Gülüştük. 

Aslında bu yazı ile anlatacağım, boş derslere öğrencilerin çok sevindiği konusu idi. Gördüğünüz gibi buraya gelinceye kadar dallanıp budaklandım. Epey bir yere girip çıktım. Ama olsun. Bu vesileyle bir anekdotu da hatırlayıp kayda geçirdim. Bir sayfalık yazım da bitmiş oldu. Çünkü benim için esas amaç sayfayı doldurmaktır. 

Sayfa dolmuş olsa da anekdotun devamını da getireyim. 

Ertesi veya birkaç gün sonra ilgili şube müdürü ya telefonla aradı ya da ilçede yüz yüze görüştük. Ramazan Bey, sizin okula gelirken size haber vermek için telefona davrandım. İsmin bir türlü aklıma gelmedi. Telefonla uğraştığımı gören Kaymakam Bey, müdür bey, arayıp durma. Okul müdürünün adı şu. Numarası da bu dediğini söyledi. 

Bunu da duyunca pes dedim Kaymakam için. Bu kadar da olmaz dedim. Sürekli haşır neşir olduğumuz, görüştüğümüz zaman saatlerce konuştuğumuz (daha doğrusu o konuşur, ben dinlerdim. Konuşmayı da bitirmezdi. Söylediğini bir daha bir daha söylerdi.) eğitim ve inşaat işlerinden sorumlu şube müdürünün ismimi, cismimi hatırlamaması garip. Aslında ismi kaydederken okul ismiyle kaydetseydi, isim ve numara arayışına girmezdi. Bir de çok konuşan karşıdan bir şey almaz.

Şube müdürü, Ramazan Bey derken Kaymakam’ın Ramazan demesi ilginç. Normalde kaymakamlar müdür bey diye hitap eder. Ama bu Kaymakam diğer mülki amirler gibi değildi. Daha doğaldı. Biraz bağlantı kurarsa aradan beyi kaldırırdı. Kaymakam ile ilk görüşmemi de bir başka yazımda yazı konusu edinmek isterim. Ne de olsa hatıralar, yaşlıların değneğidir diyor Cenap Şahabettin. 

Allah'a Şükür, Bugün Dersler Boş!

İstanbul'da bir özel lise müdürünün, okuldan atılan yabancı uyruklu bir öğrenci tarafından öldürülmesinin ardından, 10 Mayıs 2024 günü eğitim çalışanları bu cinayete tepki göstermek amacıyla bir gün iş bırakma eylemi yaptı. Eyleme katılan eğitimci oldu, katılmayanı da. Ne kadarı katıldı bilmiyorum ama tüm Türkiye'de öğretmenlerin çoğu bu eyleme destek verdi.

Eyleme katılan eğitimcileri tebrik ederim. İnşallah sonuç alınır. Sadece eğitimciler değil, hiçbir meslek erbabı ne şiddet görsün ne de cinayete kurban girsin. Sosyal bir varlık olarak isterim ki tüm sorunlarımızı diyalogla, kanun ve nizam çerçevesinde çözelim. Ne kadar haklı olursak olalım, sorunumuzu şiddet ve cinayetle çözmeye kalkmayalım. 

Eğitime şiddet yasası veya başka meslek gruplarına dair şiddet yasası çıksa da verilen cezalar ağır olsa da bu ülkede sorunlar maalesef konuşmakla çözülmeyecek. İşi, kanun ve nizama da bırakmayız. Bildiğimiz usul dağ kanunudur. Çünkü öfke kontrolü yapamayan, yaptığı işin sonunu düşünemeyen şiddet yanlısı insanların elindeki tek sermayesi şiddettir. Herkes anladığı dilden konuşur bu ülkede. Başka sermayesi olmayandan da başkası beklenmez.

Unutmayalım ki bu toplum şiddet toplumudur. Şiddetle büyür ama evde ama okulda ama sokakta. Hiç şiddet görmeyen başkası üzerinde uygulanan şiddeti görerek belleğime bu şiddeti istemeyerek de olsa yerleştirir. Zamanı gelince de devreye sokar.

Herkesin ufak veya büyük sorununu şiddetle çözmek istemesinde yerli ve yabancı film ve dizilerin de payı büyük. Başroldeki oyuncular polis ve askerden bağımsız bir şekilde kendisine ve ailesine yapılan haksızlıkları dayak atarak ve öldürerek çözer filmde. Başrol oyuncu tüm kötülerin cezasını kendi elleriyle verdikten sonra polis ve asker olay mahalline lütfeder. Özellikle Türk filmlerinde bu sahneler yoğun bir şekilde işlenir. Filmi izleyen bizler de bu oyuncunun yaptığı kanunsuz ve hukuksuz demeyiz. Film boyunca idolümüz başrol oyuncusunun tüm kötüleri temizlemesinde en büyük destekçi de bizleriz. Filme kendimizi kaptırıp izlerken oğlana destek veremesek de gönlümüz onunladır. Aslında bu filmler de bilinçaltımıza siz de sorununuzu böyle çözün mesajını yerleştiriyor.

Neyse gelelim biz tekrar eyleme. Ayıplar veya ayıplamazsınız. Eylemin faydasına inanmadığımdan eyleme katılmadım. Okula gidip öğrencilerin hoşuna gitmese de ders de işledim. 

Ben faydasına inanmadığımdan eyleme katılmasam da eylemin hiç faydası yok diyemem. Özellikle öğrenciler çok sevindi.

Sabahın ilk dersinden itibaren öğrenciler hangi öğretmenler yok yoklaması çekti. okulumuzdan. Adını duyduğu öğretmene sevindiler. Üç öğretmen katılmıştı eyleme.

İlk dersin teneffüsüne çıktım. Yanıma, geçen sene sınıfta kalmış, bu sene aynı sınıfı ikinci kez okuyan 9.sınıf bir öğrenci geldi. Aklında kötülük olmayan saf bir çocuk. İlk saat dersine girdim. Teneffüsün ardından tekrar aynı sınıfa gireceğim. "Hocam, Allah'a şükür, bugün dersler boş" dedi. Bunu o kadar içten söyledi ki görülmeye değer.

İşin enteresan tarafı bu öğrencinin iki saat dersine ben girdikten sonra 3.saatine yine okulda olan bir öğretmen girecek. 4.saat yine dersine ben gireceğim. Yani öğrenci daha boş dersi görmeden 5.saatten itibaren boş gelecek derslere sabahtan şükrediyor.

Öğrencinin baharıdır boş ders. O yüzden sevinmesi kadar doğal bir şey yoktur. Bu monologda garibime giden, çocuğun şükretmesi. Boş derse öğrencinin sevinmesini bilirim bilmeye de şükredenine ilk kez rastladım.

Aynı öğrenci aynı zamanda cuma namazlarına da giden bir öğrenci. Efendiliğini ve sorumluluğunu takdir ederim. Yine cuma çıkışı gördüm. Mutluluk yüzünden okunuyordu. Nasıl sevinmesin. Mübarek cuma günü cuma namazını eda etmiş. Dersler de boş. Zaten ertesi de bir haftanın yorgunluğunun ardından hafta sonu tatili. Bu eyleme bu günde sevinmesin de ne ne zaman sevinsin. Öyle zannediyorum, namazın ardında ellerini kaldırıp ya Rabbi, ne mübarek ne bereketli gündü bugün. Sana şükürler olsun. Eyleme katılan öğretmenlerimizden de Allah razı olsun diye dua etmiştir.

Hasılı, eyleme katılan öğretmenlerimiz, sakın ola bizim eylem işe yaramadı demeyin. Öğrencinin hayır duasını aldınız. Ona şükrü bir kez daha hatırlattınız bu vesileyle. 

10 Mayıs 2024 Cuma

Bir Öğretmen Cinayeti de Benden

İstanbul'da özel bir lisede yabancı uyruklu bir öğrencinin, okuldan atılmasına sebep olduğu iddiasıyla okul müdürünü iki kurşunla öldürmesi haberini duyunca, ilk göreve başladığımda çalıştığım okulda cereyan eden bir cinayet gözümün önüne geldi. Cenap Şahabettin’in “Hatıralar, yaşlıların koltuk değneğidir” sözü gereği ben de yaşlı olduğuma göre unutmaya yüz tutmuş bu anıyı sizlerle paylaşmak isterim.

1991-1992 öğretim yılının ikinci yarısı. Nizip İHL’de çalışıyorum. Okula aynı branşta atanan son öğretmen olduğumdan, Nizip Ticaret Meslek Lisesindeki öğretmen ihtiyacını gidermek için beni görevlendirmişlerdi.  Yani iki okulda derse giriyorum.

Bir pazartesi günü idi. Ticaret Meslek Lisesindeki derslere girip evin yolunu tutmuştum.

Kadromun bulunduğu okuldan bir öğretmen aradı. Okulda cinayet işlendi diye.

Okulun edebiyat öğretmeni, lise bir veya lise 2.sınıf öğrencisi tarafından öldürülüyor. Cinayet, okul çıkışı, okulun bahçe kapısının önünde, öğrencilerin gözünün önünde işleniyor. Öğrenci, sinsice öğretmenin arkasına yanaşıyor, boynuna silahı dayayıp tetiğe basıyor. Tek çocuğuyla yaşayan, kendi halinde sessiz, kimseye zararı olmayan Yugoslav göçmeni öğretmen, genç yaşta böyle bir cinayete kurban gidiyor.

Cinayet bir ramazan ayında işlenmişti. O günün gazeteleri, “Oruç tutmadığı için öğrencisi tarafından öldürüldü.”, “Aşkına karşılık vermediği için öğrencisi tarafından öğretmen öldürüldü ” şeklinde haber verdi. Cinayetin ne oruçla ne de aşkla alakası vardı halbuki. Bir disiplin olayı idi. Çoğu okul müdürüne ibret olması bakımından bu disiplin sürecine kısaca değinmek istiyorum.

Edebiyat öğretmeni, öğrencinin dersin akışını bozduğundan dert yanmış kadın öğretmenlere. Ders işleyemiyorum demiş. Öğretmenlerden biri, disipline ver aklını vermiş öğretmene. Öğretmen de dilekçe vererek öğrencisinden şikayetçi olmuş. Okul disiplin kurulu, üç gün okuldan uzaklaştırma cezası vermiş öğrenciye.

Sıra gelmiş cezanın öğrenciye tebliğine. Okul müdürü öğrenciyi odasına çağırmış. Çocuğa, “Bu ceza siciline işlendi. Bundan sonra senin hayatın bitti. Ne memur olabilirsin ne de başka bir şey” türünden bir şeyler söylemiş.

Müdürün bu konuşmasına morali bozulan öğrenci, okuldan çıkar, eve gider. Evden babasının tabancasını alır. Bu öğretmen benim hayatımı nasıl söndürdü ise ben de onun hayatını söndüreyim der ve okula gelir ve yukarıda anlattığım cinayeti işler.

Yaşı on sekizin altında olduğu için çocuk ödül gibi bir ceza aldı. Islahevine kondu. Öyle zannediyorum az cezanın hepsini yatmadan çıktı. Olan da bir öğretmene ve geride bıraktığı çocuğuna oldu.

Olayın ardından okul müdürü soruşturma geçirdi. Suçlu bulundu. Üzerindeki müdürlük görevi alındı. Hatay’ın bir ilçesine öğretmen olarak ataması yapıldı. Müdür için bu bir ceza olsa da kendi ilçesine gitti. Adeta ödül gibi bir ceza oldu.

Nizip İHL’de cereyan eden bu menfur olayda, cinayeti işleyen çocuk birinci derecede suçlu olsa da bu suçun gerisinde, çocuk ve insan psikolojisinden anlamayan okul müdürünün suçu küçümsenemez. Çünkü müdür bu süreci yönetememiştir. Halbuki müdür, “Yavrum, okul disiplin kurulu sınıfın ahengini bozduğundan bu cezayı verdi ama bunun telafisi var. Bundan sonra sınıfın ahengini bozmazsan, davranışlarını olumlu yönde değiştirirsen aldığın bu ceza sene sonu öğretmenler kurulunda kaldırılır. Halihazırdaki olumsuz sicilin de silinir, yeniden tertemiz olursun. Böyle olursan cezanın kaldırılmasında ben de yardımcı olurum” şeklinde çocuğu teskin etmeliydi. Ne demek öldün, bittin.

Bu şekilde çocuk psikolojisinden anlamayan, çocuğu tahrik eden müdürler bugün de çıkabiliyor. Zaten disiplin adından ve disipline gitmekten korkan çocuk için öldün, bittin gibi sözler hazırda çocuğu bu tür menfur yollara itebiliyor. Okul idarecilerinin bu tür disiplin sürecini iyi yönetmesinde fayda görüyorum.

Bir söz de şiddet ve cinayet üzerine söz söyleyeyim. Toplum olarak hangi meslek grubuna gelirse gelsin, olayı hep sonuçları üzerinden değerlendiriyoruz. Biz bu tür olayları sonuçları üzerinden okumaya devam edersek şiddet ve cinayetlerin sonu kesilmeyecek, belki de artarak devam edecektir. Hep birlikte şiddet ve cinayete giden sebeplerin üzerine kafa yormamız gerekir. Eğer böyle yaparsak belki de birçok şiddet ve cinayetin önüne geçmiş olabiliriz. Mesele, şiddet ve cinayete gitmeden tehlikeyi sezip süreci iyi yönetmektir.

9 Mayıs 2024 Perşembe

Teksas Olma Yolunda İlerliyoruz

Bu ülke şiddet ülkesi. Genelde öğretmen ve sağlık çalışanları olmak üzere makam, mevki, meslek, cinsiyet ve statü gözetilmeden herkes şu ya da bu şekilde bu ülkede şiddete maruz kalıyor. Yani kimin gücü kime yeterse. 

Şiddetle kalsa iyi. Sonu ölümle bitenleri bile var. Konya'da bir kalp doktoru hasta yakını tarafından kurşun yağmuruna tabi tutulmuş. Yakın mesafeden aldığı kurşunlarla doktor oracıkta öldürülmüştü. Şimdi de yabancı uyruklu bir öğrencinin, okuldan atılmasının suçlusu olarak gördüğü okul müdürünü öldürmesi gündemde.

Şiddet ve cinayete başvuranların çoğu, sonu çözümsüzlük olsa da kendi çözümünü kendi buluyor ve kendince cezalandırma yoluna gidiyor. İzlenen bu yolda ise maalesef akıl devre dışı kalıyor. Akıl devre dışı kalınca bir anlık sinirle gözü hiçbir şeyi görmüyor.

Gündemdeki okul müdürünün Irak uyruklu bir yabancı tarafından öldürülmesi bana manidar geldi. Çünkü şiddet ve cinayet haberleri şu ana kadar hep bu ülke insanından gelmişti. Tek eksiğimiz, bir yabancı uyruklunun öldürmediği kalmıştı. Bunu da görmüş olduk.

Garibime giden;

Bu yabancı öğrenci bu ülkeye ne ara geldi?

Özel okula gidecek parayı nereden, nasıl buldu?

Hangi cesaretle okul müdürünü planlayarak taammüden cinayete yeltenebiliyor?

Sorunlu olduğu için okuldan atılan bu öğrenci, belinde tabancasıyla elini kolunu sallayarak okula nasıl girebiliyor?

Okul müdürünün odasına kadar nasıl gidebiliyor?

Kapıda güvenlik falan yok mu? Hoş olsa kaç yazar. Ben şununla görüşeceğim diyen içeriye rahatça girebiliyor. Gerçi okul kapısından içeri girmek zor olsa bile çoğu okullar Nasrettin Hocanın türbesi gibidir. İhata duvarından atlanarak pekala okula girilebiliyor.

Çoğu okullarda güvenlik zaten yok. Okulların güvenliği, cebinde kaleminden başka malzemesi olmayan nöbetçi öğretmenler aracılığı ile sağlanıyor. Dışarıdan okulu basmaya gelene, elinde bıçak, belinde tabancası olana bunlar ne yapabilir?

Bu yönüyle bakıldığı zaman okullar, bu tür sorunlu öğrenci ve bazı problem veliler yönünden tehlike arz ediyor. ABD’de zaman zaman okula makineli tüfekle gelip rastgele ateş açıp onlarca kişinin ölümüne sebep olan cinnet hali bizim okullarımızda da olmaması için bu tür hasta ruhlu insanların önünde hiçbir engel yok. Çünkü okullar yol geçen hanı gibi.

Güvenlik yönünden bu durum, sadece okullara mahsus değil. Hastanelerimiz de okullar kadar güvenliksiz. Her ne kadar hastanelerde güvenlik görevlisi olsa da güvenlik görevlileri çok etkili değil. Etkili olsa da bir polis gibi onları pek ciddiye alan yok. Çoğu hastanede X-Ray cihazı yok. Olsa da hastaneye giren, bu cihaza girmeden içeri girebiliyor. Bunu gören güvenlik görevlisi de sesini çıkarmıyor. Bildiğim kadarıyla günlük binlerce hasta ve hasta yakınının girdiği Konya Şehir hastanesinde X-Ray cihazı yok. Nitekim bir güvenlik görevlisi, belinde tabancasıyla bu hastaneye girip kurşun yağdırdığı doktorun ölümü belleklerde hala tazeliğini koruyor.

Bugün hastane, okul vb. yerlerde bireysel olan şiddet ve cinayet olaylarının, yarın daha büyük menfur olaylara zemin hazırlayacak tehlike ve potansiyel bu ülkede var. Tabiat boşluk kabul etmez ve tedbir almada da ihmal büyük olaylara gebe olabilir. Ne yapıp ne edip şiddet ve cinayeti minimuma indirecek caydırıcı tedbirlerin zamanı geldi geçiyor. Bir yabancı uyruklu öğrencinin işlediği müdür cinayeti, bu işin tuzu ve biberi oldu.

Belki de bu olup bitenler daha bir başlangıç. Yabancıların uyguladığı şiddet ve cinayetlere belki de bundan sonra daha fazla şahit olacağız. Çünkü Türkiye her bir kıtadan, özellikle gelişmemiş ülkelerden gelen düzenli ve düzensiz göçmenler cenneti olma yolunda hızla ilerliyor. Böyle giderse Teksas ya da Beyrut olmamız hiçten değildir. Sonra biz ne ara Teksas olduk deriz de o zaman ağlayanımız olmaz.

Başka Nasıl Başarılı Olunur?

Hocam, yazılıdan 1 aldım.

2.sınavdan kaç bekliyorsun?

Bundan da 1 bekliyorum.

Niye böyle oldu? Çalışmadın mı?

Çalışmaz olur muyum? Elimden geleni yaptım ama gözetmenler takdir hakkını benden yana kullanmadı.

Yani suçlu gözetmen mi?

Sadece gözetmen değil, kağıdımı okuyan öğretmen de takdir hakkını benden yana kullanmadı. Yabancı gözetmen olsa iyi olur.

Kağıtları da yabancı okusun ister misin?

Hay aklınla bin yaşa. Neden olmasın.

Yahu birlik kağıt vermişsin her ikisinde de. Yabancı gözetmen, yabancı kağıt okuyucu ne yapsın buna?

Olsun, yine de şansımı denemek isterim.

Ne istiyorsun? Onu söyle.

Dersten geçmem mümkün mü?

Sence?

Size bağlı.

Ne yapabilirim?

Benim için takdir hakkınızı kullansanız.

Oğlum, sen ölmüşsün. Haberin yok. Adeta başarılı olmamak için elinden geleni yapmışsın.

Öyle deme hocam. Matematiksel olarak dersten geçme iddiam devam ediyor.

Nasıl olacak bu?

Performans notuma iki tane yüz verirseniz...

Eee...

Eder 202 puan. Böl dörde. Al sana 50,5

Başka isteğin var mı?

Ne gibi?

Mesela astar falan.

O kadar da değil. Yalnız görüyorum ki şimdiden beni bırakmayı kafaya koymuşsunuz.

Nereden çıkardın oğlum? Sonra tekilden nasıl da çoğula geçtin birden? Yoksa diğer derslerin de mi zayıf?

Sizinki gibi genelde.

Diğer öğretmenlerden de yüksek performans göstermesini istedin mi?

Elbette. İstemek ayıp mı sonra. Sonuçta benim sadece bir yüzüm kara olur.

Benim iki yüzüm kararsa da bunu yapmayacağım.

Ama bu haksızlık.

Haksızlık burada nerede?

Hocam, matematiksel olarak sınıf geçme hakkım var. Siz daha karneyi vermeden tüm öğretmenler anlaşmışçasına beni bırakacaksınız. Buna Milli Eğitim Bakanlığı da dahil.

Bakanlık ne yaptı?

O da bir üst sınıfa geçmeyi üç dersle sınırlandırdı. Öğretmenlerin hali zaten ortada. Ben bu durumda kime güveneceğim? Sonra da bu ülkede eğitim kötü diyorsunuz. Söyler misiniz bu anlayışla eğitim nasıl düzelir? Ben okumak istiyorum. Siz ise bana takoz oluyorsunuz. Başarımın önündeki en büyük engel sizsiniz.

Peki evladım. Sen bu kafayla gidersen, daha çok başarılı olur, sınıf geçersin.

Dalga geçmeyelim lütfen.

Ama sen başlattın.

8 Mayıs 2024 Çarşamba

Emir Komuta Merkezi

Üstadım! 

Bazı etkili ve yetkili olan kişilerin bir sözüne bakıyorum bir de eylemine. Çıkan sonucu midem kaldırmıyor. 

U dönüşünü de hayat felsefesi edinmiş. Dün ak dediğine bugün kara diyebiliyor. Bu kişi dünkü mü bugünkü mü, hangisi anlayamadım. 

En son söyleyeceğini ilk başta söylüyor. Kırıp döküyor, mangalda kül bırakmıyor. Meseleyi Filistin-İsrail haline dönüştürüyor. Sonra bir bakmışsın, kızıp bağırdığıyla, ayar vermeye çalıştığıyla bir araya gelmiş, sarmaş dolaş olmuş.

Sözüne bakarsan, yunmuş yıkanmış. Alemin dürüstü. Sanırsın ki dünyada bir iyi o var. Ayet, hadis okuyor. Ben bundan ötesini bilmem. Bunlar benim hayat felsefem. Benden başkasını beklemeyin profili çiziyor. Bir zaman böyle gidiyor. Gören ve duyan da adam dediğin böyle olmalı. Uğruna ölürüm ben diyor. Sonra bir bakmışsın tersi biri olup çıkmış. 

Ha bu demek değildir ki hiçbir şey yapmadı. Peşine takılan kişilerin istediği bazı simge şeyleri yerine getirdi. Alın istediklerinizi, tepe tepe kullanın. Bu iyiliğimi de hiç unutmayın dedi. Peşinden gidenler de bak, dediğini yaptı. Görmedik böylesini. Ölsem de gam yemem. Başımın tacıdır artık deyip destek verdikçe verdi. 

Hasılı simge olan ne varsa elde edildi ama gelinen nokta itibariyle görüldü ki simgelerin içi hep boşalmış ya da boşaltılmış. Anlamını kaybetmiş. Anlamını kaybetmemesi mümkün değil. Çünkü o kadar kullanıldı ki kullanıla kullanıla simgeler, eskidi.

Ezcümle eline ne aldıysa kırdı, döktü, yaptı, yıktı. Şimdi jübileye hazırlanıyor. Tüm bunlar olup biterken sevip sayanı ise ne idik ne oluyoruz, ne umduk ne bulduk demedi. Kokuşmuşluğa ve çürümüşlüğe rağmen gözünü kapattı, burnunu tıkadı ve var bir hikmeti. Bu yol ve uğurda ölmek var dönmek yok dedi ve yoluna devam etti. Kendilerine eşlik etmeyenleri nankör ve hain ilan etti. Nasıl bir mide varsa. Belli ki burunları koku almıyor. Belki de bu koku bağımlılık yaptı. Kokunun farkında değiller.

Geldiğimiz nokta itibariyle amaçlanan ile ulaşılan sonuç, umulan sonuç değil. Artık simgeler serbest ama o simgeler ben değil. Dışı seni, içi beni yakar. 

Tüm bu olup bitenlerden sen bir şey anladın mı? Bu insan ve peşine takılan insanlar hangi kafayı taşıyorlar böyle? Ne dersin bu konuda? 

Ne diyebilirim ki?

Dersin bir şeyler.

Diyeceğim odur ki etkili ve yetkili bir büyüğümüz yolun başında, "Emir komuta merkezim bana papaz elbisesi giy diyorsa giyerim ve görevimi yaparım" şeklinde bir söz söylemişti. Kimsenin içini bilemem elbet. Ancak sonuçları itibariyle diyebilirim ki belki gördüğümüz derviş görünümünün veya sarık ve cübbenin altında papaz elbisesi vardır. Benden görünüp bana vuruyordur. Müslüman mahallesinde salyangoz satıyordur. Alıcısı da varsa niye satmasın değil mi?

O kadar da değildir herhalde.

Hatice’ye değil, neticeye bak. Ben neticeyi böyle okuyorum. Sen ise Hatice’den gözünü alamıyorsun. Dikkat et, bu gözde duygular vardır. Fakat akıl yoktur. Aklın geri plana itildiği yerde pislik paçadan akar. Duygular o pisliği görmez. Görse de eskiden bu pislik bile yoktu dedirtir insana. Gözün olayların perde gerisini görsün. Senarist gibi görünen aktörün, senaryoyu oynayan bir oyuncu, perde gerisinde ise gerçek senarist emir komuta merkezi olabilir. Ben olup biteni ve sonucu böyle okuyorum. Ümit ederim ki bu okumam yanlış çıkar.