9 Mayıs 2024 Perşembe

Başka Nasıl Başarılı Olunur?

Hocam, yazılıdan 1 aldım.

2.sınavdan kaç bekliyorsun?

Bundan da 1 bekliyorum.

Niye böyle oldu? Çalışmadın mı?

Çalışmaz olur muyum? Elimden geleni yaptım ama gözetmenler takdir hakkını benden yana kullanmadı.

Yani suçlu gözetmen mi?

Sadece gözetmen değil, kağıdımı okuyan öğretmen de takdir hakkını benden yana kullanmadı. Yabancı gözetmen olsa iyi olur.

Kağıtları da yabancı okusun ister misin?

Hay aklınla bin yaşa. Neden olmasın.

Yahu birlik kağıt vermişsin her ikisinde de. Yabancı gözetmen, yabancı kağıt okuyucu ne yapsın buna?

Olsun, yine de şansımı denemek isterim.

Ne istiyorsun? Onu söyle.

Dersten geçmem mümkün mü?

Sence?

Size bağlı.

Ne yapabilirim?

Benim için takdir hakkınızı kullansanız.

Oğlum, sen ölmüşsün. Haberin yok. Adeta başarılı olmamak için elinden geleni yapmışsın.

Öyle deme hocam. Matematiksel olarak dersten geçme iddiam devam ediyor.

Nasıl olacak bu?

Performans notuma iki tane yüz verirseniz...

Eee...

Eder 202 puan. Böl dörde. Al sana 50,5

Başka isteğin var mı?

Ne gibi?

Mesela astar falan.

O kadar da değil. Yalnız görüyorum ki şimdiden beni bırakmayı kafaya koymuşsunuz.

Nereden çıkardın oğlum? Sonra tekilden nasıl da çoğula geçtin birden? Yoksa diğer derslerin de mi zayıf?

Sizinki gibi genelde.

Diğer öğretmenlerden de yüksek performans göstermesini istedin mi?

Elbette. İstemek ayıp mı sonra. Sonuçta benim sadece bir yüzüm kara olur.

Benim iki yüzüm kararsa da bunu yapmayacağım.

Ama bu haksızlık.

Haksızlık burada nerede?

Hocam, matematiksel olarak sınıf geçme hakkım var. Siz daha karneyi vermeden tüm öğretmenler anlaşmışçasına beni bırakacaksınız. Buna Milli Eğitim Bakanlığı da dahil.

Bakanlık ne yaptı?

O da bir üst sınıfa geçmeyi üç dersle sınırlandırdı. Öğretmenlerin hali zaten ortada. Ben bu durumda kime güveneceğim? Sonra da bu ülkede eğitim kötü diyorsunuz. Söyler misiniz bu anlayışla eğitim nasıl düzelir? Ben okumak istiyorum. Siz ise bana takoz oluyorsunuz. Başarımın önündeki en büyük engel sizsiniz.

Peki evladım. Sen bu kafayla gidersen, daha çok başarılı olur, sınıf geçersin.

Dalga geçmeyelim lütfen.

Ama sen başlattın.

8 Mayıs 2024 Çarşamba

Emir Komuta Merkezi

Üstadım! 

Bazı etkili ve yetkili olan kişilerin bir sözüne bakıyorum bir de eylemine. Çıkan sonucu midem kaldırmıyor. 

U dönüşünü de hayat felsefesi edinmiş. Dün ak dediğine bugün kara diyebiliyor. Bu kişi dünkü mü bugünkü mü, hangisi anlayamadım. 

En son söyleyeceğini ilk başta söylüyor. Kırıp döküyor, mangalda kül bırakmıyor. Meseleyi Filistin-İsrail haline dönüştürüyor. Sonra bir bakmışsın, kızıp bağırdığıyla, ayar vermeye çalıştığıyla bir araya gelmiş, sarmaş dolaş olmuş.

Sözüne bakarsan, yunmuş yıkanmış. Alemin dürüstü. Sanırsın ki dünyada bir iyi o var. Ayet, hadis okuyor. Ben bundan ötesini bilmem. Bunlar benim hayat felsefem. Benden başkasını beklemeyin profili çiziyor. Bir zaman böyle gidiyor. Gören ve duyan da adam dediğin böyle olmalı. Uğruna ölürüm ben diyor. Sonra bir bakmışsın tersi biri olup çıkmış. 

Ha bu demek değildir ki hiçbir şey yapmadı. Peşine takılan kişilerin istediği bazı simge şeyleri yerine getirdi. Alın istediklerinizi, tepe tepe kullanın. Bu iyiliğimi de hiç unutmayın dedi. Peşinden gidenler de bak, dediğini yaptı. Görmedik böylesini. Ölsem de gam yemem. Başımın tacıdır artık deyip destek verdikçe verdi. 

Hasılı simge olan ne varsa elde edildi ama gelinen nokta itibariyle görüldü ki simgelerin içi hep boşalmış ya da boşaltılmış. Anlamını kaybetmiş. Anlamını kaybetmemesi mümkün değil. Çünkü o kadar kullanıldı ki kullanıla kullanıla simgeler, eskidi.

Ezcümle eline ne aldıysa kırdı, döktü, yaptı, yıktı. Şimdi jübileye hazırlanıyor. Tüm bunlar olup biterken sevip sayanı ise ne idik ne oluyoruz, ne umduk ne bulduk demedi. Kokuşmuşluğa ve çürümüşlüğe rağmen gözünü kapattı, burnunu tıkadı ve var bir hikmeti. Bu yol ve uğurda ölmek var dönmek yok dedi ve yoluna devam etti. Kendilerine eşlik etmeyenleri nankör ve hain ilan etti. Nasıl bir mide varsa. Belli ki burunları koku almıyor. Belki de bu koku bağımlılık yaptı. Kokunun farkında değiller.

Geldiğimiz nokta itibariyle amaçlanan ile ulaşılan sonuç, umulan sonuç değil. Artık simgeler serbest ama o simgeler ben değil. Dışı seni, içi beni yakar. 

Tüm bu olup bitenlerden sen bir şey anladın mı? Bu insan ve peşine takılan insanlar hangi kafayı taşıyorlar böyle? Ne dersin bu konuda? 

Ne diyebilirim ki?

Dersin bir şeyler.

Diyeceğim odur ki etkili ve yetkili bir büyüğümüz yolun başında, "Emir komuta merkezim bana papaz elbisesi giy diyorsa giyerim ve görevimi yaparım" şeklinde bir söz söylemişti. Kimsenin içini bilemem elbet. Ancak sonuçları itibariyle diyebilirim ki belki gördüğümüz derviş görünümünün veya sarık ve cübbenin altında papaz elbisesi vardır. Benden görünüp bana vuruyordur. Müslüman mahallesinde salyangoz satıyordur. Alıcısı da varsa niye satmasın değil mi?

O kadar da değildir herhalde.

Hatice’ye değil, neticeye bak. Ben neticeyi böyle okuyorum. Sen ise Hatice’den gözünü alamıyorsun. Dikkat et, bu gözde duygular vardır. Fakat akıl yoktur. Aklın geri plana itildiği yerde pislik paçadan akar. Duygular o pisliği görmez. Görse de eskiden bu pislik bile yoktu dedirtir insana. Gözün olayların perde gerisini görsün. Senarist gibi görünen aktörün, senaryoyu oynayan bir oyuncu, perde gerisinde ise gerçek senarist emir komuta merkezi olabilir. Ben olup biteni ve sonucu böyle okuyorum. Ümit ederim ki bu okumam yanlış çıkar. 

Yokluğa Terk Edilmiş Bir Millet

7 Ekimden bu yana 7 ay geçmiş. 

2,5 milyon insanın üzerine 7 aydır yağmur yağar gibi bomba yağdırıldı. 

Bombalanmayan ne cami ne kilise ne hastane ne meskûn mahal kaldı. 

Ayrım yapılmaksızın 30 bin üzerinde insan öldürüldü. 50 binden fazla kişi yaralandı. 

Sağ kalanların durumu ise ölenlerden beter. Çünkü ölenler en azından kurtuldu gitti. Esas sıkıntı, ne zaman ölüm fermanının geleceğini bilemeden evsiz, barksız, aç ve susuz yaşayan milyonlarda. Bizim ölüm fermanımız ne zaman diye beklemekteler. 

Ölen Filistinli, öldüren İsrail. 

Hasılı yok olmaya ve ölüme terk edilmiş bir millet var. 

Görünen o ki taş üstünde taş bırakılmayan Gazze, tamamen Filistinlilerden arındırılacak. 

Filistinlinin kanıyla yoğrulan Gazze toprağı İsrail'in olacak. 

Bir zaman sonra da İsrail burayı kendi halkına yerleşime açacak. 

Tüm bunlar olup biterken dünya sessizliğini koruyor.

Bu sessizlik, İsrail'e sen işini bitir demektir. 

Elinde gücü ve yaptırımı olduğu halde İsrail'in uyguladığı bu soykırıma ses çıkarmayan ve kılını kıpırdatmayan her devlet bu katliam ve soykırımın ortağıdır. 

Temennim odur ki;

Zulümle abat olanın ahiri berbat ola.

Eden (fazlasıyla) bula.

Mazlumun ahı aheste aheste çıka.

Dünyada huzur bulmaya.

Genişledikçe yalnızlara oynaya.

Başlarına büyük belalar tebelleş ola.

Anam anam dedikçe densin anan ya anan ya.

Yiyip içtikleri burunlarından fitil fitil gele. Yattıkları yer kan ola.

Uykularında kabuslar göre. Hafakanlar basa.

Ölüm bizim kurtuluşumuz nidalarını dünya duya.

Yanlarında bir Allah’ın kulu olmaya.

Herkes desin ki haydin başka kapıya.

Kimse kılını kıpırdatmaya... 

Allah mazlumun yardımcısı ola. 

7 Mayıs 2024 Salı

Yusuf Selim Torun

01.01.2022 tarihinde üçüncü torun dünyaya geldi. 

Yeni yıl ile birlikte hayata merhaba diyerek yılın ilk gününde ben de varım dedi. 

Babası gibi cumartesi günü doğdu.

Güzel ahlak, iffet ve sabrın timsali olsun anlamında Yusuf mu olsun; "Kusuru olmayan, sağlam, doğru olan, tehlikesiz, zararsız, kurtulmuş, samimi, sakin, temiz" anlamlarına gelen Selim mi olsun derken, anne babası, ikisini de birden taşısın diyerek Yusuf Selim adını koydu. 

Dört torun arasında çift isim taşıyan tek torun unvanına sahip. 

İnsan ad aldığına çeker derler. Tüm anlamları üzerinde taşırsa örnek gösterilen dört dörtlük biri olur. Temennimiz ismiyle müsemma olması.

Yusuf Selim doğum tarihi bilinmediği için nüfus memurunun 1 Ocak yazdığı bildiğiniz binlerce çocuktan biri değil. Hem resmi hem de gerçek doğum tarihi 1 Ocak olduğu halde gerçek doğum günün mü sorusuna muhatap olacak. Ama olsun. Doğum tarihi belli. En azından aslında benim gerçek yaşım şu gün demeyecek. 

Her çocuk gibi oyunla büyüyor. Sevdiği oyuncağı gördü mü bıkıncaya kadar kendi halinde oynar. 

Başka akranında sevdiği bir oyuncak görürse bilin ki oyuncağın galibi Yusuf Selim'dir. Ne yapar ne eder. Onu alır ya da aldırır. Ardından, başkasının ağlayıp sızlamasına aldırmadan, elde ettiği zaferin keyfini çıkarır. 

Her şeyi anlamasına rağmen konuşmak için acele etmiyor. Nasılsa önümde koca bir ömür var. Şimdiden çenemi yormayayım. Zamanı gelince bir konuşurum, pir konuşurum düşüncesinde. Şimdilik dağarcığını kelimelerle doldurmakla meşgul.

İleride zaman ne gösterir bilmem. Halihazırdaki görüntüsü, rahatıma düşkün olup hayatın keyfini çıkaracağım der gibi. 

Evin dışında gittiği yerde yabancılık çeker. Hemen topa girmez. O değilden etrafı bir güzel süzer. Sonra yavaş yavaş ısınmaya başlar. 

Gördüğü kişilere ilk başta mesafelidir. Muhatap ilgi gösterse de pek tepki vermez. Ama kimdir, necidir, hırlı mıdır dercesine uzaktan izler. Karşısındaki bir adım atarsa sonraki adımları kendi atar. Elinden tutar götürür, seni oyuna dahil eder.

Memnuniyetini gülümsemesiyle ifade eder.

Haydi şunu getir dediğin zaman üşenmeden gidip alır gelir.

Sosyalleşme yönünden diğer kuzenlerine göre daha şanslı. Evde onunla birlikte oynayan, kendisini koruyup kollayan bir ağabeyi var. Diğer kuzenlerinin ve ağabeyinin böyle bir şansı yok.

İnşallah bahtı ve yolu açık olur.

Sağlıklı, huzurlu ve bereketli ömürler onun olsun.

 

 

 

6 Mayıs 2024 Pazartesi

Melih Torun

Tarihler 22.08.2022'in ilk iş günü pazartesiyi gösterdiğinde, 4. torun dünyaya gözlerini açtı. Babası da amcasıyla birlikte aynı gün doğmuştu. 

Anne babası; güzel, hoş, tatlı ve sevimli anlamına gelen Melih ismini daha doğmadan ona vermişti bile. Estetik ve güzelliği çağrıştıran bu ismi verirken pozitif bir etki bıraksın amacı güdülmüş olmalı. 

Ayak bastığı andan itibaren ailenin neşesi oldu. Her çocuğun büyüklere bıraktığı pozitif etkiyi çevresine vermeye başladı. Hem de fazlasıyla. 

Gittiği ve bulunduğu her yerde ilgi odağı olmayı başardı. 

Her çocuk farklı ve özeldi ama yaptıklarıyla ben daha farklıyım dedirtti. Emeklemesi bile diğer çocuklardan farklıydı. Komando sürünüşü gibi emekledi. Yeter ki ilgisini çeken bir şeyi görsün. Hemen başlıyor komando sürünmesine. İstediğini aldıktan sonra sırada onu test etmek vardı. Test yeri de ağızdı. Bunun için bir dönüşle sırt üstü yapar. Sonra elindekini ağzına götürüveriyor. Hedefine ulaşıp elde ettiğini teste tabi tutması, en büyük mutluluğu. 

Yürümeye başladıktan sonra yerinde durdurabilene aşk olsun. Bir orada bir burada. 

Odadan odaya geçerken dahi geride kalanlara hoşça kalın anlamında elini kaldırması, ağlarken bile bu prensibinden vazgeçmemesi, 

Bir şey yapılırken herkes yapıyor mu diye herkese tek tek göz gezdirmesi, 

Gittiği her yerde sıcaklığını hissettirmesi,

Uyum, anlayış ve söz dinleyişi, 

Gördüğünü ve işittiğini kapışı ve unutmayışı, 

Hayvanların taklidini yapması, 

Çay ve çaydanlık gibi tehlike arz eden şeyleri görünce parmağıyla gösterip cıs demesi,

Müzik ritmine kendini kaptırması, 

Elektrik düğmelerini yakıp söndürmesi, lambanın yanıp yanmadığını başını kaldırıp test etmesi, 

Dişlerini sıkışı, 

Zevkten dört köşe olduğunda katıla katıla gülmesi, 

Sıcakkanlılığı, sevecenliği ve bütün gözleri üzerinde toplaması görülmeye değer. 

Kısaca ailenin neşesi ve mutluluk kaynağı oldu.

Bahtı ve yolu açık, ömrü bereketli olsun. 

Günah Keçisi Hep Seçmen

"Anlamadınız değil, anlatamadım diyeceksiniz." (Süleyman Uğur) 

Yazımın başına Hocamızın bu sözünü almak istedim. Bu söz bir yemek esnasında Hocamızın bize verdiği bir hayat dersi benim için. Hem karnımızı doyurduk hem de hayat dersi aldık. 

Yazıyı siyasete getireceğim. Baştan söyleyeyim. Yazı siyasi yazı ama yazıda siyaset yok. Bir tespit benimkisi. Bir partiyi kötüleme ya da övme gibi bir niyetim hiç yok. Bu açıklamayı yapıyorum ki her seçim sonrası mağlubiyet yaşayan bazı parti taraftarlarının kulağına küpe olsun. Kapasiteleri varsa tabi. Hoş, her şeyden nem kapan, ezik yaşayan ve karnından konuşan savunmacı ve saldırgan kişiler siyasi yazı ile siyaseti pek ayırt edemez. 

Aynı zamanda bu yazı, bir gazete yazısındaki siyasi tespitleri "Siyasi partilerin lehine veya aleyhine bilfiil çalışmış olmak" maddesine girdiren sözüm ona muhakkiklere gelsin. Hoş, sipariş üzere gelen, kalemini üst makama satan kelle avcıları, bir yazının içinde parti isimlerine ve liderlerine yer verilmesinden, pekala önce siyasi içerik bulup ardından siyaset yapma sonucunu çıkarabiliyor. Böyle kelle avcılarından da başkası beklenmez zaten. Adı üzerinde kelle avcısı.

Neyse gelelim konumuza. 

Önce bir hakkı teslim edeyim. Seçimlerde mağlubiyet alan veya beklediği sonucu alamayan siyasi parti temsilcilerinden veya partilerin yetkili organlarından, seçim mağlubiyetini seçmene yıkıp seçmeni suçlayanı pek görmedim. Genelde mesajı aldık, gereğini yapacağız açıklamalarına şahit oldum. Seçmeni suçlayanlar arasında partilerin fanatikleri önemli bir yer kaplıyor. Bunlara göre seçim mağlubiyetinin sebebi hep seçmendir. Bu konuda parti ayrımı yapmıyorum. Yeter ki savunup destekledikleri parti seçim kaybetsin. Günah keçisi hep seçmendir onlara göre. Seçmeni günah keçisi ilan eden bu tip fanatiklerin partisi seçimde başarılı olursa seçmen sağduyulu karar vermiş olur ve seçmeni öve öve bitiremezler. 

Ne demek istediğim anlaşılsın diye hepimizin bildiği bazı örneklere yer vereceğim. 

Bir zamanlar destek verdikleri partilerini iktidara getirmeyen seçmene, "bidon kafalı", "örümcek kafalı", "geri kafalı", "sıkma baş", "cahil", "göbeğini kaşıyan adam", "yobaz" türünden hakaretler yapardı partilerin bazı fanatikleri. 

Seçmene böyle hakaret edince, seçmen bu fanatiklere, "Doğru söylüyorsunuz. Biz hata yaptık" deyip bir sonraki seçimde bu fanatiklerin partisine oy verip o partiyi iktidar yaptı mı? Hayır. Savundukları partiyi sittin sene iktidara taşımadı. Yani fanatiklerin zararı partilerine oldu. 

Gel zaman git zaman o partinin fanatikleri yanlış yaptıklarını anladı ve seçmeni suçlamayı ve hakaret etmeyi bıraktı. İçlerinde aynı düşünce varsa bile bunu alenen söylemiyorlar. Bu bile bir mesafe. Çünkü seçmen suçu kendinde değil de kendisini günah keçisi ilan edeni affetmez. 

Şimdi bu hakaretleri bir başka zihniyet satın aldı. Yıllardır hep destekledikleri ve peşi sıra defalarca iktidar olan partileri ilk defa seçim kaybedince kaybeden partinin yetkililerinde seçmeni suçlama yokken bu partinin fanatikleri, sosyal medya üzerinden seçmene hakaretler yağdırıyor. Hakaretleri akıl hocaları kadar çeşitli olmasa da oy vermeyen seçmene, "nankörler", "satılmışlar", "vatan hainleri" diyorlar. En çok da nankör diyorlar. Önce bir hizmeti yazıyorlar. Altına da bunu görmeyen nankörlere gelsin diyorlar. 

Merak ettiğim, bir zamanlar kendilerine yobaz, gerici, bidon kafalı dendiğinde kızıp köpüren bu insanlar, nasıl olur da düşünce hemen nankör damgası vuruveriyor yıllar yılı savundukları partiyi iktidara taşıyan seçmene? Ne ara önceki hakaret sahiplerini bu konuda hocaları kabul ettiler? Tek kelimeyle ayıptır. 

Bu tipler bilsinler ki seçmeni günah keçisi ilan edenler en büyük zararı savundukları partiye verirler. Hiç mi bu ülkenin geçmiş siyasi tarihinden ibret almazlar da hiç sevmedikleri zihniyetin fanatiklerinden akıl alırlar? Düşmeye görsün bu tipler. İçlerinde sakladıklarını bu şekilde boşaltıveriyorlar. 

Anladım ki seçmen kendilerine oy verdiği müddetçe bir numara. Desteğini çekince tu kaka. Seveyim sizin demokrasi ve sandık sevdanızı. Bu kafa ve bu akılla hiç demokrasi havariliğine soyunayım demeyin. Sizden zarardan başka hiçbir cacık olmaz. 

Yukarıda Hocamdan yaptığım alıntıya gelirsek, seçim kaybeden partilerin sempatizan ve fanatikleri, "Biz kendimizi anlatamadık, seçmeni anlayamadık, seçmeni okuyamadık, şu şu hataları yaptık" türünden bir tevazu örneği gösterseler, savundukları partiye en büyük iyiliği yapmış olurlar. Çünkü seçmeni suçlayıcı dil yarardan ziyade zarar verir. 

Unutmayalım ki ifade ettiğimiz kadarızdır. Kendimizi anlattığımız ve karşı tarafın anladığı kadarızdır. Ne olduğumuz değil, nasıl göründüğümüz ve ne şekil anlaşıldığımız önemli. Bunun yolu da suçlamak değil. Kendimizi anlatamadık demektir. Anlamadılar değil.

Süleyman Uğur Anısına

Süleyman Uğur isminde bir hocamız vardı. Dersleri zevkli geçen bir hocaydı. Başından geçen anekdotları ve özellikle oğlu Hüseyin Avni üzerinden anlattıkları, derse renk katan enstantanelerdi.

Lise üçüncü sınıfta dersimize gelmişti sanırım. Sınavlarda A ve B şeklinde iki grup yapardı. Her sınavda bana iki grubun sorularını da bırakır, ikisini de cevapla derdi. Öğrenciler, Hocam, niye Ramazan abiye iki grubu da yaptırıyorsun dediklerinde, "Her sınavdan sonra B grubu olan öğrenciler, Hocam, B grubunun soruları daha zordu. A grubu olsaydık daha yüksek puan alırdık. Gruplar eşit değildi serzenişini ortaya koyarlar. Ramazan abinize iki grubu da yaptırıyorum. Hangisi yüksek olursa o grubu kabul edeceğim. Aynı zamanda gruplara sorduğum soruların dengeli olup olmadığını bu şekilde test edeceğim" derdi.

Sınıf arkadaşlarım, bir grubun sorularını yaparken ben her iki grubun sorularını da onlardan önce yapar, öğretmene teslim ederdim. 

Öğretmen sınav sonuçlarını okuduğu zaman sınav puanım hep yüz olurdu. Arkadaşlarım, diğer kağıdın puanını merak edip sorarlardı. Hocamız da diğer kağıttan da 100 aldı Ramazan abiniz derdi. Gördüğünüz gibi grupların soruları dengeliymiş. Bir daha B grubu zordu falan demeyin derdi.

Hocamızın hazır cevap olması, espri yeteneğinin yüksek oluşu, ince ve kaliteli espri yapması aklımda kalan yönlerinden. 

Bu vesileyle hayatım boyunca kullandığım, benim için hayat dersi olan, aklıma geldikçe kullandığım, daha doğrusu hiç aklımdan çıkmayan bir anekdotu aklıma geldi. 

Hocamız, ortaokul ve lisede 7 sene kaldığım öğrenci yurdunda aynı zamanda nöbetçi öğretmenlik yaptı bir ara. Her masada on kişinin oturup yemek yediği bir yemekhanemiz vardı. Her yemekte masaları dolaşıp hem derdimizi dinler, hem konuşur hem de güldürürdü bizi.

Yine böyle bir günde Hocamız bizim masamıza geldi. Öğrencilerle bir konuda konuşmaya başladı. Konu neydi hatırlamıyorum. Öğrencilerden A.G. isimli öğrenci bir şeylerden dert yandı ya da soru sordu. Öğretmen de açıklama yaptı veya cevap verdi. Hocanın verdiği cevabı yeterli bulmayan öğrenci, "Hocam, siz anlamadınız" dedi. Öğrencinin bu üslubu Hocamızın hoşuna gitmedi. Yüzündeki her zamanki gülümseme gitti. Morali bozuldu. Sesini yükseltmeden şunu söyledi: "Anlamadınız değil, anlatamadım diyeceksiniz" dedi.

O esnada hiç tepki vermedim ama içimden bravo Hocam. Böyle ince ve anlam yüklü cevabı ancak siz verirsiniz dedim.

Bu cevabı alan arkadaş ise maalesef bu inceliği kavrayamadı. Hocamıza, siz anlamadınız dedi durdu. 

Hiç unutamadığım bu cevabı hayat felsefem edindim. Mümkün olduğunca bu inceliğe dikkat ettim. Muhatabım beni anlamasa da yanlış anlasa da hep anlatamadım dedim. Yani kendimi suçladım. Eksikliği kendimde gördüm. Eksikliği kendimde bulup kendimi suçlamama, Kahta İHL’de çalışırken bazı sınıflar farkına varmış olmalı ki “Hocam, sizin suçunuz yok ki niye kendinizi suçluyorsunuz hep” demişlerdi.

Bu cevaptaki incelik, muhatabı suçlayıcı olmaması, kişinin suçu kendisinde bulmasıdır. Kısaca bir tevazu örneğidir. Bu cevabı alan yani anlatamadım inceliğini duyan, kolay kolay itiraz etmez, kolay kolay tartışma çıkmaz, savunma refleksine bürünmez ve muhatabına karşı saldırıya geçmez. Keşke bu üslubu hayatımıza düstur edinebilsek... 

Yazıya başlarken niyetim, anlamadınız değil, anlatamadım sözüne vurgu yapıp bir konuyu işlemekti. Konu Hocamızdan açılınca gördüğümüz gibi sayfayı onunla doldurdum. Sadede de bir başka yazımda geleyim.

Bu vesileyle rahmetli Hocamı anmış oldum. Mekanı cennet olsun.