11 Nisan 2024 Perşembe

Camileri Niçin Kur'an Kurslarıyla Birleştirmiyoruz Yazıma Gelen Tepkiler (2)

Bu yazımda da “Camileri Niçin Kur’an Kurslarıyla Birleştirmiyoruz” başlıklı yazıma gelen okuyucu yorumlarına ve verdiğim cevaba yer vermeye devam ediyorum.

Bir başka okurun yazıma getirdiği eleştirisi:

“Bir sorun var doğru. Ama sorunun çözümü noktasında yapılan tespitler öznellik içeriyor. 

Camilerimiz, pandemiden sonra ciddi anlamda cemaat sıkıntısı çekiyor. Evvela camilerin doldurulması noktasında neler yapılabilir bunun tespiti yapılmalı.

Saniyen, her imam hatiplik yapabilen kuran öğretecek, din öğretimi noktasında öğretmenlik yapacak dersek, pedagojik açıdan hata ederiz. Bu işin sabrı ve yetkinliği ayrı bir uzmanlık istiyor.

Nice meslek dersi öğretmeninin vaaz vermekten uzak durması, hutbe irat etmekten hatta namaz kıldırmaktan çekinmesi gibi diyeyim siz anlayın.

Bir de bir imam nasıl olur da bayanlara, 4-6 yaş gibi ayrı bir alan olan çocuklara kuran öğretebilsin?

Camiiler ve Kuran kursları farklı görevleri olan ayrı ayrı yapılardır. Aynı kurum içinde olmuş olmaları aynı vazifeyi yaptıkları anlamına gelmez. Emniyet ve Jandarma kurumları gibi…” (Ramazan Uyar)

Bu eleştirel yoruma verdiğim cevap:

Ramazan Uyar kardeş, eğitim ve öğretim sosyal bir ihtiyaç. Sosyal olaylarda tek doğru olmaz. Birden fazla doğru vardır. Önerim bir projeye dönüştürülebilir. Motamot aynı olacak diye bir şey yok. Bu yazı bir sorunu ele alıyor.

Getirilen öneriler ufuk açıcı olarak görülebilir. Özellikle cami ve Kur'an kursunun ortak mekan olmasını savunuyorum. Allah'ın evinde Kur'an öğretilmesi kadar doğal bir şey olmaz. Mekan birliği Ashabı suffeyi günümüzde diriltmek demektir.

Bahsettiğin sorunlar aşılabilir. Öğrencisi çok olan kurslar müstakil binada eğitim görebilir. 4-6 yaş öğrencileri için de ayrı bina düşünülebilir. Bu proje özellikle öğrencisi az olan kurslar için uygulanabilir.

Cami görevlileri de İHL ve ilahiyat mezunu. Pekala birbirlerinin görevini yerine getirebilir. Meslek dersleri öğretmenleri tıpkı ders verme gibi vaaz da verebilir. İlk başta acemilik elbette olur. Ama zamanla atlatılır. Büyük kurslarda son yıllara gelinceye kadar cami imamları çocuk okutuyordu. Bence her cami imam ve müezzini aynı zamanda kurs hocalığı yapabilir.

4-6 yaş öğrencilerine öğretici olanlar için istisnalar kaideyi bozmamakla beraber İHL ve ilahiyat mezunu olmayı yeterli görmüyorum. Buralar için anaokulu veya ilkokul sınıf öğretmeni seviyesinde ilahiyata benzer fakülteler açılmalı. Bu okullardan mezun olanlar bu çocuklara öğreticilik yapmalı. Ki ilkokul, ortaokul ve lise din kültürü öğretmenleri de her kademe seviyesinde ayrı ayrı branşlaşmalı. Çünkü çocuğun seviyesine inmek önemli.

İmamların kurs hocalığı yapması konusuna tekrar dönersek, verim olmaz derseniz pekala ayrı kurs hocaları çocukları camilerde okutabilir. Böylece mekan birliği sağlanmış olur. Bayanlara bayan hoca, erkeklere erkek hoca ayarlanabilir.

Bu konu proje haline gelirse camilerin cemaati de artacaktır. Çünkü küçük ve büyükler öğle ve ikindi namazlarında yan yana saf tutacaktır.

Pandemiyle birlikte cemaatin azaldığı, tek başına sebep olmasa gerek. Keşke dediğiniz gibi olsa. Bu konu araştırılmaya değer. Zira toplum hiç olmadığı kadar dine mesafeli.

Camileri Niçin Kur'an Kurslarıyla Birleştirmiyoruz Yazıma Gelen Tepkiler (1)

“Camileri Niçin Kur’an Kursları ile Birleştirmiyoruz” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Bu yazıyla, cemaat yönünden garip kalmış camileri yine öğrenci eksikliği çeken kursları aynı çatı altında birleştirmeyi, ayrı ayrı bina, ayrı ayrı görevli atama, cami ve kursların ısınmasında tasarruf edilmesini kastetmiştim. Bu yazımı bir arkadaş sosyal medyasında paylaşmış. Yazının üzerine de kendi yorumunu eklemiş. Bu yazımda bu yazıma gösterilen tepkilerin bir kısmına ve verdiğim cevaplara yer vereceğim.

Ramazan  abim, çuvaldızı kendimize batırarak ülkemizdeki israfın sebeplerinden birini çok güzel tarif etmiş ve buna karşı nasıl bir önlem alınacağını da açıklamış.

Lütfen, "Sadece camilerimiz ve Kur'ân kurslarımız mı israfa sebep oluyor? İsrafa sebep olan başka şeyler yok mu?" diyerek karşı çıkmayın. Siz de kendinize göre tespit ettiğiniz başka israf kanallarını yazın.

Mesela konserlere harcanan devletin paralarını, muhtarlara ödenen asgarî ücret ve sigorta giderlerini, ayrıca muhtarlık binasının tüm masraflarını, Külliye ve makam odaları başta olmak üzere devlete ait binalardaki lüks ve şatafatı, basit bir okul müdürü odasının saray yavrusu gibi olmasını falan ekleyin ama bu yazıda anlatılanlara da lütfen karşı çıkmayın. Çünkü kendisi de hafızlık eğitimi alıp tamamlamış olan bu yazının sahibinin dinî gayretinin itiraz edeceklerin tamamından daha yüksek olacağına kefilim”. (Rıza Bozdağ)

“Ramazan Yüce her ne kadar hafız olsa da olaya hem yüzeysel yaklaşmış hem de kurs ve camilerin işleyişini hiç bilmediği aşikar. Bu tespitlerdeki eksikliklerin nedeni  yazıya konu ettiği bir kurs veya camideki uygulamayı tüm Türkiye’deki isleyişin aynı olduğunu zannettiğinden kaynaklanıyor. Örnek olarak verdiği ve ayakkabılıkta namaz kılınıyor dediği uygulamanın kendisi de yazısında tasarruf demiş bunu niye eleştiriyor ki? Ayrıca ayakkabılık dediği yerler ya imam odası ya da kütüphanelerdir ve sadece sabah namazlarında kullanılır. Tamam belirtilen konularda isleyişlerde bazı eksiklikler olabilir ama bu herkesin ulu orta tam bir bilgi sahibi olmadan tartışmaya açması gerçekçi olmayacaktır, burada olduğu gibi ben de yazdım anlayışında olacaktır. (Mehmet Keser)

Mehmet Bey’in eleştirisine verdiğim cevap:

Mehmet Bey! Yazdığım yazıya getirdiğim öneriler kendime ait görüşlerdir. Tek doğru budur iddiasında değilim. Eleştirin için teşekkür ederim. Ben konu edindim. Siz de anladığım kadarıyla işleyişin içinden biri olduğunuz için eleştiri getiriyorsunuz. Aksayan yönlerinin olacağını belirtiyorsunuz. Ben dışarıdan gören biriyim. Bu vesileyle fikir teatisinde bulunmuş oluyoruz. Bu konuyu laf olsun ve yazmış olmuş olmak için yazmadım. Dert edindiğim için ele aldım. Benim getirdiğim bu önerilere, camiler Mescidi Nebi işlevine kavuşacak. Çok amaçlı kullanılacak. Allah'ın evi ile Kur'an ve çocuklarımız iç içe olacak. Her şeyden öte ısınma problemi ve sorunu çözülmüş olacak. Camilerimiz sabahtan akşama ısı problemi çekmeyecek. Tasarruf sağlanacak. Ayrı ayrı yerlere kurs binası dikilmeyecek. Tek ısınmayla hem kurs öğrencileri hem de cami cemaati ısınmış olacak. Elbette eğitim için masraftan kaçınılmaz ama tasarruf bizlerin en önceliği olmalı ve küçümsenmemeli. Ecdadımız her büyük caminin yanına hamam yaparak hamamda 24 saat sıcak su olduğu için bu sıcak suyu caminin altından geçirerek camilerin ısınmasını sağlamıştır. Günümüzde niçin böyle bir şey düşünmeyelim. Ayrıca başka camileri bilmem ama benim namaz kıldığım camilerin mahfili ayakkabılık. Üstelik sadece sabah namazında değil, cuma hariç tüm vakit babaları kış mevsiminde burada kılınıyor. Neden böyle bir yer seçilmiş. Cemaat az ve ısınma problemini aşmak ve masrafı azaltmak için yapılıyor. Her ısınma masrafı için de boş kalan cumalarda sergi açılıyor. Bir diğer husus, cami ve Kur'an kursu mekan birliğinde camiler aktif olarak kullanıldığında ve buralarda cami görevlileri ders verdiğinde toplumun büyük bir kısmında bu imamlar ne iş yapıyor. Bunların mesaisi ne kadar gibi eleştirilerin de önüne geçilmiş olacağını düşünüyorum.

“Ramazan Yüce! Öncelikle bu kadar güzel üslubunuz ve davranışınızdan dolayı tebrik ve teşekkür ederim. Bunu sosyal medyada kaybolan bir davranış olduğu için söylüyorum.

Ortaya koyduğunuz konu, zaman mekan yer olarak farklılık gösteren bir konu olduğu için herkesin yaklaşım biçimi, dünya görüşüne göre değişeceğinden dolayı farklı bakış açıları olması kaçınılmazdır. Aslında bu konuda müftülükler gereksiz lüzumsuz işlerle uğraşmak yerine hem üzerlerine atılmak istenen suçlamaları ortadan kaldırmak ve hem de doğru davranışları bulmak adına özellikle diyanet camiası dışından katılımlarla sempozyumlar ve seminerler düzenleyebilir. Tekrar teşekkür ediyorum kolaylıklar iyi bayramlar”. (Eleştirisine verdiğim cevaba binaen Mehmet Keser Bey’in cevabı)

(Okuyucudan gelen tepkiye devam edeceğim.)

Gizli Ajandası Olan Misyon Sahipleri

Amme adına iş yapanların bir misyonu olması gerek. Misyonu olmayan kişinin; ülkeye, birlikte iş yaptıklarına ve destekçilerine bir faydası olmaz. Hatta zararı olur. Yalnız misyonu olan kişilerin gizli ajandası olmaması gerek. Neye, kime hizmet ettiği, kimin adına çalıştığı, amaç ve gayesinin ne olduğu net bilinmelidir.

Piyasaya çıkmış insanların ne amaç için çıktığını, gizli ajandası olup olmadığını bilme imkanımız yok. Çünkü kimsenin niyetini okuyamayız. Böyle gizemli kişileri ancak sonuçları itibariyle değerlendirebiliriz.

Ne demek istediğimi biraz açayım. Mesela bir siyasi parti niçin kurulur veya bir kişi niçin parti kurar ya da partiler ittifak için niçin bir araya gelir? Bu soruya herkesin vereceği cevap, bu parti ve ittifak iktidar olmak için kurulur. Partinin başındaki kişi de Cumhurbaşkanı olmak için partinin başında olur denir. Eğer partinin başındaki kişi iktidar olmamak ve Cumhurbaşkanı olmamak için uğraşırsa burada başka şeyler aramak, bu kişinin gizli ajandası olduğunu düşünmek gerek.

Biraz daha açayım. Mesela rakibine karşı bugüne kadar girdiği tüm seçimleri kaybeden bir kişinin, güçlü rakibine karşı denk veya daha güçlü bir rakiple seçime girmesi gerekirken -ki rakibinden daha fazla oy alacak adayları varken- bir kez daha yenileceği ayan beyan ortada iken adaylık için kendisini dayatması ve gayesinin kendisini kazandırmaktan ziyade rakibini kazandırmak olduğu anlaşılmaz mı?

Kurduğu ittifakın bir komedi ittifakı olduğu, kazanmayı değil, kaybetmeyi hedeflediği, ittifakın birbirine yabancı, birbirinin dilinden anlamadığı, ittifak üyelerinden hiçbirinin maçı kotarma gücü ve özelliğinin olmadığı, ellerine kadar gelen iktidar imkanını altın tepsi içinde rakibine sunduğu ortada değil mi?

Rakibinin en zayıf olduğu anda rakibi maçı kotaracak ve oy getirecek partilerle ittifaka girerken getirisi yüzde bir bile olmayan dört partiyi ittifakına alması ve bu partilere kendi partisinden 40 kadar garanti vekillik vermesi neyle izah edilebilir?

İttifakına aldığı parti liderinin seçime ramak kala masadan kalkması, ağzına geleni söylemesi, sonra masaya yeniden oturması oy mu getirdi yoksa mevcut oyları kaçırmadı mı?

İttifaka dışarıdan destek veren parti yetkililerinin ve adı geçen partinin dağ kadrosunun seçim öncesi açıklamaları seçim kazanmaya mı yönelik yoksa kaybettirmeye mi?

İttifaka giren parti yetkililerinin Cumhurbaşkanı yardımcısı olacaklarına dair açıklamaları, ülke yönetiminde oy birliğiyle karar verilecek yoksa kriz çıkar demeleri, İHA ve SİHA gibi göğsümüzü kabartan gelişmelerin eleştirilmesi, önüne gelen herkese makam ve mevki verileceğine dair gizli protokollerin ortaya çıkması, halamı oy vermeye ikna edemiyorum açıklamaları sağduyulu, basiret ve feraset yoksunluğu değil mi?

Hasılı ittifakta yer alan, seçime etkisiz eleman olarak giren, 8-10 vekile tav olan dört partiyi saymazsak, ittifaka oy getirecek büyük ve küçük iki parti liderinin bir misyon için partilerinin başında olduğu açık. Şimdi bu iki lider nerede ve ne yapıyor?

Kendisini aday olarak dayatan lider, partisinin genel başkanlığını kaybetti ve köşesine çekildi. Kendisi liderliği kaybettikten sonra yeni genel başkan daha bir şey yapmadan girdiği ilk seçimde tek başına Türkiye’nin birinci partisi oldu.

Masadan kalkıp tekrar masaya dönen ise eliyle kurduğu partiyi dağıtmakla meşgul. O da köşesine çekilecek. Öyle zannediyorum bu iki lider, 2023 seçimlerinde rollerini en iyi şekilde yerine getiren iki lider olarak tarihe geçecek ve geri kalan ömürlerini huzurla geçirecekler. Nasıl huzurlu olmasınlar? Ne de olsa misyonlarını yerine getirmiş oldular. Haklarıdır huzurlu olmak. Herkes nezdinde olmasa da bu iki misyon insanı hizmet ettikleri kişiler tarafından hep hayırla yad edilecek: Rakip olarak girdiği tüm seçimleri sayesinde kazanan Cumhurbaşkanı, yeni genel başkanı kıyaslarken o daha iyiydi demedi mi? 2024 seçimlerine tek başına girerek büyük oh kaybı yaşadığı için yeniden genel başkan olmayacağını açıklayan kişi için eski genel başkanı, kızım yerinde kal açıklaması yapmadı mı? 

10 Nisan 2024 Çarşamba

Küçük Dünyalarında Başkasına Yer Olmayan Dünyalılar

İticilikte üstlerine yoktur.

Ezik insan psikolojisinden kurtulabilmiş değiller. 

Çağı okuma sorunları var ama bundan haberleri yok. 

Alemin doğrusu kabul ederler kendilerini. 

Pek azı hariç çoğunun elleri cebine gitmez. 

Okumazlar. Tüm okudukları lise ve fakülte kitaplarından ibaret. Bir de bağlı oldukları cemaatten öğrendikleri. Buralardan aldıklarının üzerine bir gram koymadan emekli oluncaya kadar satarlar. 

Yıllardır itilip kakılıp güç olduktan sonra güçten aldıkları destekle pek pervasızlar. Güçten beslenirler. Gücün ellerinin altından kayıp gitmesinden pek korkarlar. 

Araştırma ve incelemeleri yoktur. Yine de her şeyi bilirim havasındalar. Her konuda söz söylerler. 

Aşırı partizandırlar. Aynı zamanda troldürler. Tüm konuştukları ve paylaşımları partizanlık üzerine. Bir partiyi desteklerler. Diğer partileri özellikle kendi partilerine rakip olabilecek partileri durmadan eleştirirler.

Kendi partilerini ve liderini eleştireni hain, nankör, satılmış ve FETÖ'cü diye damgalamaktan geri kalmazlar.

Din tekellerindedir.

Dün devlete daha doğrusu rejime mesafeli ve soğuk bakarlarken bugün devletin kendisi oldular. Devlete tek söz ettirmezler. Aykırı kişilere had bildirmede üstlerine yoktur.

Kendi partilerine oy vermeyenleri, daha önce verdiği halde desteğini çekenleri, sandığa gitmeyenleri, başka partilere yönelenleri, ders vermeye kalkanları ahiretle korkuturlar.

Dün baş tacı yaptıkları emekliler sandığa gitmeyince ve kendi partilerine oy vermeyince, onlara, yarın başörtüsü ile uğraşırlarsa öbür dünyada bu, emeklinin gücü dersiniz paylaşımı yapmaktan geri kalmazlar.

Dinle yatar, dinle kalkarlar. İnsanları dinle korkuturlar. 

Üslupları bozuktur. 

Hucurat 6.ayeti en iyi onlar bilir. Ama uygulamazlar. Bir bilgiyi araştırmadan paylaşmaktan geri kalmazlar. Çünkü onlar için önlerine sipariş olarak gelen sloganın işlerine yaraması önemli.

Emanet, ehliyet ve liyakatten anladıkları, kendi grupları, kendi zihniyetleridir. Sadakat önceliklidir. Torpilin alasını yaparlar.

İsrail malını boykot ederek mücahitlik taslarlar. İsrail ile ticaret yapıldığı ortaya çıkınca, bunlar Gazze’ye gidiyor derler.

Erkek deveye dişi demekten geri kalmazlar. Yeter ki dişi deve diyen kendilerinden olsun. 

Kafa yapılarını anlamak, onları yanlış fikirlerinden vazgeçirmek deveye hendek atlatmaktan zordur.

Kendilerine destek vereni baş tacı, destek vermeyeni tu kaka yaparlar.

Algı üretmede, algıya teslim olmada, gerekçe ve bahane üretmede, savunma ve saldırganlıkta üstlerine yoktur.

Hasılı kendi küçük dünyalarında başkasına yer olmayan bir dünyada yaşarlar.

Enflasyon Ülkesi

Enflasyondan korusun diye hiç döviz almadım. İhtiyaç fazlası artan param olmuşsa sanal altın aldım. Alırken de genelde yüksekten aldım. Bozdururken de düşükten bozdurdum.

Olan ne varsa üzerine de biraz borç alarak ev alırken sattım. 

Borsa ile hiç işim olmadı dense yeridir. 2000 öncesi Tüpraş halka arz olunurken iki arkadaşın ısrarı üzerine bir arkadaşın hesabından üç lot mu yoksa hisse mi aldım. Güya çocukların iş ve düğününe kadar satmayacaktık. Beherini 30 ya da 32'den aldığım hisse düşe düşe 9 liraya kadar düştü. İki arkadaş da satıp kurtulmuş. Benimki kalmış. Üstat ne yapalım senin hisseyi. Biz satıp çıktık dedi. İyi, benimkini de sat dedim. Bölüne bölüne dokuz hisse olmuş. Dokuz liradan satıp hesabıma yatırdı. 

Hasılı parayla imtihanım hiç yüzümü güldürmedi. 

Çocuğun düğününde bir arkadaş düğün hediyesi olarak elli avro getirmiş. Cebimde durdu epey. Bu yabancı para cebimde durmasın deyip gidip bozdurdum. 

Bayram öncesi bir ihtiyaca binaen dolar almam gerekti. Beş âdet yüzlük dolar için 16.150 lira verdim. 16.150 lirayı say say bitmedi. Paranın çoğu da iki yüz lira idi. Para sayma makinesi de olmasa bu kadar parayı saymak ve doğru saymak mümkün değil. Döviz bürosu beş âdet yüz lira uzattı. Karşılığında ise ben her yüz dolara 32 âdet yüz lira verdim. Üzerine de otuz lira saydım.

Kazara İngiliz sterlini alsaydım, herhalde kırk adetten fazla yüz lira saymam gerekecekti. İngiliz sterlininden de bir kanalın alt yazısında bu rakamı görünce bu nedir diye sordum yanımdakine. Ondan öğrendim.

Tekrar beş yüz dolara verdiğim deste deste paraya geleyim. Paramızın 32 adedine bir tane yabancı para alabiliyoruz. Bu da paramızın yabancı para karşısında pul olduğunu gösteriyor.

İş adamı bir arkadaş döviz ihtiyacı için kaç çanta para götürdük. Karşılığında verdikleri doları cebimizde getirdik demişti. Başa gelmeyince kaç dolara kaç valiz para verdiklerini doğru dürüst dinlememiştim.

Yazık paramızın bu durumuna. Öyle böyle değil, baya enflasyonlu bir hayat yaşıyoruz. İşin garibi bu enflasyonlu hayatı aşağı yukarı 2017 yılından beri derinden hissediyoruz. 2017'den bu yana yedi yıl geçmiş. Yaşadığımız ve hissettiğimiz enflasyonun düşeceği falan yok. Sıfırı tüketmiş, ekside yaşayan bir ülkenin de kısa ve orta vadede enflasyon sorununu halletmesi mümkün değil. Hele bu kafayla.  Zaten böyle bir irade de yok. Sadece yapılan altı ay sonra düşecek, yok şu ay düşecek masallarıyla uyutuluyoruz. Aslında bunun Türkçesi aklımızla dalga geçiliyor.

Belli ki enflasyon bu ülkeye biçilmiş ve kaderi kabul edilen bir canavar. İşin garibi bu kadar yüksek enflasyona niçin maruz kaldığımızın doğru dürüst tespiti bile yapılmıyor. Müsebbipler durmadan gerekçe üretiyor. Vay efendim Rusya-Ukrayna savaşı, pandemi, deprem vs. gerekçelerle yaşadığımız enflasyonu izah etmeye çalışıyorlar. İyi ki savaşın içinde değiliz. Bir de savaşan ülke olsaydık, bugünkü enflasyon kaç olurdu, varın siz hesap edin. İşin enteresan tarafı, savaşan taraf Rusya ve Ukranya’da enflasyon bizden kaç kaç düşük. Pandemiymiş. Sanki pandemiyi bir bu ülke yaşadı? Yaşayan ne kadar ülke varsa hepsinin enflasyonu bize göre enflasyon bile değil. Depreme gelince depremden önce enflasyonumuz düşük olsaydı, derdim ki enflasyon sebep. Mübarekler, 2017’den beri biz bu illet ve vebayı çekiyoruz. Uyduracaksanız, başka bir şeyler uydurun. Bu milletin aklıyla dalga geçmeyin. Beceremedik deyin, kabulümdür. Bu da daha erdemlice olur.

Ayakları Uyuşturan Uzun Dualar

Ayağa kalktığım zaman sendeledim. Bir an dengemi sağlayamadım. Ne oluyor derken ayaklarımın karıncalandığını anladım. Bir iki adım atıp durdum. Dururken de dengeyi sağlamakta zorlandım. Ayaklarımın uyuşukluğu ayakkabılarımı alıp dışarı çıkıncaya kadar sürdü. 

Böylesi uyuşukluk yer sofrasında yemek yediğim zaman olurdu. Normal şartlarda ve kendi ev ahalisinin olduğu zamanlarda ayağım karıncalanmaz. Çünkü canı tez biriyim. Sindire sindire yemem. Hızlıca yemeğimi yer, kalkarım. Ayağımın karıncalanması yemek çeşidinin bol ve başka misafirlerin olduğu yer sofrasında uzun süre durduğum zaman olur. 

Demek ki bayram namazı ve hutbesinin ardından yapılan dua epey uzun sürmüş olmalı ki ayaklarım karıncalanmış. 

Dualarımız ayakları uyuşturacak şekilde niçin uzar oldu?

Eskiden dualarımız Arapça idi. İmam dua eder. Anlamını bilmeden hep beraber amin derdik.

Bazıları Allah Türkçe bilmiyor mu, duayı niye Türkçe yapmıyoruz derdi ama bu isteğe pek kulak verilmezdi. 

Son yıllarda Türkçe dua isteyenlerin talebine de cevap verilmeye başlandı. Talebimiz nihayet karşılık buldu diye herhalde sevinmiştir dua edenler. 

Yalnız bir sorun var. Duaların süresi uzadı. Neredeyse iki katına çıktı. Çünkü yarı Arapça yarı Türkçe dua edilir oldu. Haliyle yapılan dualar ve aminler de bitmediği için ayaklar da uyuşur oldu.

Niçin yarı Arapça yarı Türkçe yapar olduk? Toplumun yarısı Türkçe bilmeyen Arap yarısı da Türk olsa dersin ki Arap Türkçeden, Türk de Arapçadan anlamaz. En iyisi her iki taraf da anlasın diye yarı Arapça yarı Türkçe yaparsın. Ama böyle bir ortam olmamasına rağmen hem Arapça hem Türkçe dualar son yıllarda revaç bulmaya başladı. 

Dualarımız hepten Türkçe yapılamaz mı? Bunun dini bir engeli var mı? Yok. O zaman ne diye karışık yapar olduk? Herhalde Arapça dua görevlilerin kolayına gidiyor olmalı. Çünkü Arapça dua ezberledin mi dua yapmaya başlayınca arkası geliyor. Türkçe dua öyle mi? Bunun için emek sarf etmek gerekiyor. 

Kısaca hem uzamaması hem de herkesin anlaması için duaları Türkçe yapmak çok yerinde olur. Uzatmak aynı zamanda ayakların karıncalanmasına da sebebiyet veriyor. Duayı kısa tutmak ayakların uyuşmasının da önüne geçecektir.

Konu duadan açılmışken Türkçe dua yaparken bir hususa daha değinmek istiyorum. Son bir yıldır hutbede Gazze, hutbeyi bitirirken Gazze için dua, dualarımızda Gazze, vaazlarımızda yine Gazze vurgusu çok dikkat çekiyor. Bu da ister istemez dikkat çekiyor. Bu kadarı fazla diye düşünüyorum. Yerinde ve kıvamında yeterince Gazze’yi dillendirmek yeterli. Unutmayalım ki Allah kalbimizde taşıdıklarımızı da dışa vurduklarımızı da bilir ve duyar. Gazze için serzenişimizden, onları dert edindiğimizden de haberdar olur. Çok ısrar bezdirir. Ayrıca çok dua ettik. Artık duaya biraz da icraat eklemek lazım. Bazı ürünlerde İsrail’e kısıtlama getirilmesi gecikilmiş de olsa yerinde bir karar. Başka caydırıcı kararların da arkasından gelmesi lazım. Bir de ikili oynamadan samimiyet gerek. Değilse salt dua edersek Allah demez mi, iyi de kullarım. Hep benden bekliyorsunuz. Siz hiç elinizi oynatmıyorsunuz. Üstelik ticarete de devam ediyorsunuz. Bu ne yaman çelişki demez mi?

7 Ekimden bu yana duaların yanında vatandaş İsrail ürünlerini protesto ederken ihracatçılarımız ve yetkililerimiz de İsrail’e ticari boykot uygulasaydı duadan daha etkili olmaz mıydı?

9 Nisan 2024 Salı

Ne Yaman Çelişki!

İyi günler beyefendi!

İyi günler!

Şu falan firmayla ilgili mücadelen dillere destan. Her platformda bu konuyu gündeme getiriyorsun. Maşallah gözünü budaktan esirgemiyorsun. Olmadı. Kamuoyu oluşturmak için miting yapıyorsun. Garip ve gurebanın hamisisin.  Herkes seninle gurur duyuyor. 

Ben öyleyim. Her zaman mazlumun yanında oldum. 

Destekçilerin de arkanda. Hepsi o firmanın ürünlerini protesto ediyor. Evine almıyor. Alanları da eleştiriyor. O firmanın ürünlerine sayfalarında boy boy yer vererek boykot paylaşımı yapıyorlar. Senin samimiyetin, onların desteği bir araya gelse o firmayı boğar. Yalnız o firma ve ürünleri hala dimdik ayakta. Bunu neye bağlıyorsun? 

Bana daha fazla destek verirlerse o firma bu boykota daha fazla dayanamaz. Mutlaka pes eder. 

Anladım. Yalnız bir durum var. 

Neymiş o? 

Bir taraftan miting, bir taraftan boykot, bir taraftan o firmaya ait yenilir, yutulur cinsten olmaktan söylemler. Öbür taraftan o firmayla ticarete devam ettiğin, en azından devam eden ticarete ses çıkarmadığın, ikili oynadığın, o firmaya can suyu olduğun ve lojistik destek verdiğin söyleniyor. İşin garibi o firma da senin aleyhine yazıp çiziyor ve konuşuyor.

Evet ticaret devam ediyor. Ama o ticaret o firmanın mağdur ettiği kimselere gidiyor. 

O firmaya gittiğine dair yayınlar yapılıyor. 

Tamamen algı. Sen de mi bu algıya teslim oldun yoksa? 

Ama efendim, belgeler var bu konuda. Üstelik emrindeki yetkili orantısız güç kullandığı için ihraç edilen birçok ürüne kısıtlama getirildiğine, bu kısıtlamanın mağduriyet sona erinceye kadar devam edeceğine dair bir açıklama yaptı. 

Evet haberim var. 

Bu açıklamaya göre ticaret yaptığımız ortaya çıktı. Değilse niçin kısıtlama yapılsın. Burada bir çelişki yok mu? 

Seni buraya kimin gönderdiğini biliyorum. FETÖ'cü ağzıyla konuşuyorsun. Görüşme burada sona ermiştir.