21 Ocak 2024 Pazar

Emekliler Ne Yapmalı? *

Aklı selim olan, siyasi fanatik olmayan, birazcık empati yapabilen herkes, en düşük emekli maaşı olan 10 bin liranın emeklilere yetmeyeceğini kabul eder. 

Bakmayın bazılarının bu düşük alanlar zaten fazla prim yatırmadılar, çok çalışmadılar, genç yaşta emekli olanlar, çoğunun evi var, çoğu ikinci işte çalışıyor dediğine.

En düşük emekli maaşı alan kesim, ister az prim yatırmış ister az çalışmış ister evi barkı olsun ister ikinci işte çalışsın ister bütçeye büyük yük getirsin, bunlara reva görülen bu rakam büyük haksızlık. Emekliyi açlık ve sefalete terk etmek demektir.

Sayılarının çokluğundan dolayı kaderine terk edilen emeklilerin çokluğu emeklinin problemi değildir. Bu sorunu emekliler oluşturmamıştır. Bu sorunu üç beş oy uğruna seçim ekonomisi uygulayan gelmiş geçmiş hükümetler oluşturmuştur. Erken emeklilik istediler, ben de verdim deyip işin içinden kimse çıkamaz. Bütçe imkanları buna el veriyor. Yukarısını kaldırmaz demek de çözüm değildir. Bu sorunu oluşturanlar bunun çözümünü de bulmak zorundalar. 

Ne yapıp ne edip en düşük emekli maaşını asgari ücret seviyesine çıkarmak lazım. Kimsenin onları yok kabul etmesi düşünülemez. Çalışıp çalışıp da emekliliğinde geçim derdi yaşatma, çoluk çocuğunun avucuna baktırma gibi bir ayıbı bu ülke daha fazla taşıyamaz. Bu yılı emekli yılı yaptım demekle hiç olmaz. 

Burada emeklilere büyük iş düşüyor. Evinin köşesinde, çay ocağında, çarşı pazarda, emekli konağında kendi aralarında maaş azlığından dert yanmakla olmaz. Sosyal medyada şu kadar maaş istiyoruz demekle de iş bitmez. Emekliler ne yapmalı? 

Yüksek veya az emekli maaşı alsın tüm emekliler öncelikle kenetlenmeli, birlik olmalı. Her il ve ilçede örgütlenmeli. Türkiye'nin en büyük STK'sı olmalılar. 

İçlerinden temsilciler seçmeliler. Temsilciler Cumhurbaşkanına, TBMM başkanına, vekillere, siyasi partilere vs. giderek dertlerini anlatmalılar. 

Haftanın bir günü her il ve ilçenin hükümet meydanında toplanarak basın açıklaması, miting, yürüyüş yapmalılar. Bunu sonuç alıncaya kadar rutine bindirmeliler. Gerekirse günün bir saatinde bunu her gün yapmalılar. "Emekliyiz. Hakkımızı söke söke alırız", "Kimse bizi yok kabul edemez", "Bizi yok kabul edeni biz de yok kabul ederiz", "Ulufe değil, hakkımızı istiyoruz" türünden belirlenmiş sloganlar atmalılar. 

Sosyal medya aracılığıyla seslerini duyurmalılar. 

İstek ve dertlerini belirtmek için TV kanallarına çıkmalılar. 

Gerekirse Emekliler Partisi adı altında partileşip seçime girmeliler.

Emekliler olarak sandıkta ne yapacaklarına, oylarının renginin ne olacağına dair açıklama yapmalılar. Gerekirse sandığa gitmeme yolunu bile dillendirmeliler. 

Ankara'ya gitmeyi göze almalılar.

İnsanca yaşayabilecekleri bir maaşa kavuşuncaya kadar pes etmemeliler.

Her bir emekli ağlamayana emme verilmeyeceği bilincinde olmalı... 

*24/01/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

Ne Ayak!

Bazılarını anlayamıyorum. Daha doğrusu anlamakta zorluk çekiyorum.

Kimden bahsediyorsun?

İsmin ne önemi var. Önemli olan eylem değil mi?

Ne yapıyor da?

Birilerinin icraatını eleştiriyor. Yerden yere vuruyor. Olmaz bu kadar da diyor. Şöyle yapın diyor. Dediklerini video olarak paylaşıyor. 

Eee, ne var bunda? İcraatı beğenmiyorsa eleştirecek elbet.

Eleştirsin eleştirmeye ama eleştirdiğiyle kalmıyor. Sonra bir bakmışsın, yerden yere vurduğu ile seçimde bir araya geliyor. Seçime birlikte giriyor.

Siyaset bu. Girmesinde ne sakınca var? 

Sakıncası, beğenmediği icraatı bu birliktelik sayesinde yeniden zirvede. Aynı eleştirdiği icraatlar hız kesmeden devam ediyor. Bugün eleştirdiklerinde payı var. Çünkü destek oldu. Büyük çelişki bu. Söz ve eylem çelişkisi.

Kazan kazan politikası güdülmüş olmalı. 

Kazan kazan politikasının da bir omurgası olmalı. Siyasi birliktelik asgari müştereklerde bir araya gelme amacıyla yapılır. 

Hazar asgari müştereklerde anlaşmışlardır. 

Sanmıyorum. Seçim birlikteliği için şunları şunları yaparsanız ittifak yapabiliriz dediler. Öne sürdüğü maddelere tamam dendi. İmzalar atıldı. Fakat gel gör ki şartların hiçbiri yerine getirilmemiş. 

Kısaca kandırılmış. 

Aynen öyle. 

Bir daha seçim ittifakı yapmaz o zaman. Çünkü bir delikten ikinci defa girilmez. 

Sen öyle san. Bir taraftan imza attığımız şartlar yerine getirilmedi diye dert yanıyorlar. Biz seçime kendi adaylarımızı çıkaracağız diyorlar. 

Tamam işte. 

Tamam değil. Zira adaylarını açıklamıyorlar. Seçim ittifakı için göz kırpıyorlar. 

Ne gibi? 

Şu büyükşehri, bu büyük ilçeyi bize verirseniz, ittifakta varız diyorlar. 

Pazarlık için kendilerini ağırdan satıyorlar o zaman. 

Aynen öyle. 

Bu sayede bazı kazanımlar elde etmiş olacaklar. 

Kazanabilirler de böyle giderse inandırıcılıklarını kaybederler. 

Niçin? 

Millet demeyecek mi durmadan eleştir, ardından ittifakında yer al. Bu ne iş bu ne ayak bu ne perhiz bu ne lahana turşusu bu ne yaman çelişki diye. Kısaca yanlışa ortak oluyor. Bu da seçmen nezdinde itibar kaybına uğramak demek. Parlamakta olan partisini intihara sürüklemek demektir. 

20 Ocak 2024 Cumartesi

Kedinin Ciğeri Sevmesi

Falan, bu şehre aşık. Bu aşkını da hep dile getiriyor. Ne dersin?

Bu şehri çok sevdiğini mi söylüyorsun?

Evet. 

Acaba? Nereden biliyorsun? 

İki sözünün biri o şehir. O şehirle yatıp o şehirle kalkıyor. O şehir için çalışıyor. Bugün o şehre kırgın olsa da o şehirden hiç kopamadı. O şehir onu bıraktı ama o, o şehri hiç bırakmadı. 

Niçin kırgın?

İhanete uğradı. O şehir onu yalnız bıraktı. Çünkü sevgisinin ve hizmetinin karşılığını alamadı. 

Anladım. 

Sadece bu kadar mı? Bir şeyler söyle. 

Daha ne söyleyeyim? 

Haksız mıyım? 

Haklı ya da haksızsın diyemem. Ama boş ver birilerinin şehir sevgisini. 

O zaman ne konuşalım?

Bilmem ki. İstersen kedi-ciğer ilişkisini konuşabiliriz. 

Ne alaka? 

Kedi de ciğeri çok severmiş. 

Sevsin. Ne zararı var. Hele sevginin. 

Hatta o kadar severmiş ki olduğu zaman bıkıp usanmadan yermiş. Olmadığı zaman da ciğer hayali kurarmış durmadan. 

İyi de kedi ciğeri seviyormuş. Ne var bunda? Midesi sabah akşam ciğer çekiyorsa varsın yesin. Bunu niye konu edindin?

Ne bileyim, o değilden aklıma geldi. Kedinin ciğeri sevmesi kadar doğal bir şey olamaz. Bir insan da ciğeri sevebilir, bulduğu zaman yiyebilir. Çünkü ciğer yenmek içindir.

Kıssadan hisse?

Kimsenin sevgisini tartamam. Bir şehri ne kadar sahiden ya da sever görünüyor? O şehre hizmet etmekten ne kadar hoşnut oluyor bilemem. O şehri sahiden seviyorsa o ülke ve o şehir hizmete doyar. Korkum, o şehri kedinin ciğeri sevmesi gibi severse. Ciğer nasıl yenerek yok olursa o şehir de yene yene yok olur. Bu yüzden özden sevgi olsun. Bu sevgi, o şehre ihanete dönüşmesin. O şehir siyasi çekişme ve rantlardan uzak bir şekilde, tarihi ve kültürel yapısıyla elle gösterilen, dünyaya örnek ve yaşanabilir bir şehir olsun. O şehre kedinin ciğere baktığı gibi bakılmasın. Kaybeden değil, kazanan ciğer olsun.

Anlamadım.

Pardon! O şehir olsun.

Çalışmak da Bir İbadettir *

Vaaz kürsülerinde ve hutbelerde inanç ve ibadetten dem vuruyoruz. Döner döner anlatırız. Ahlaktan bahsetmeyi de ihmal etmiyoruz. Ama önceliğimiz iman ve ibadet. 

Kur'an ve hadislere bakıyoruz. İman ve ibadet öncelikli.

İlmihallere baktığımız zaman öncelik yönünden iman ve ibadet yine baş sırada ve ana konular. 

Gündelik hayatta insanları tasnif ederken iman ve ibadet yönünden değerlendiririz.

Çocuğumuza eş ararken sorup soruştururuz. Ya namazında, niyazında olup olmadığına bakarız ya da sorduklarımız; namazında, niyazında der. Hoş, bu anlayış şimdilerde biraz geriye itildi. Önceliğimiz kadrolu çalışana yöneldi.

Birine kızıp eleştireceğimizde beynamaz deriz.

Birini methedeceğimizde hiç namazdan kalmaz deriz. 

Kısaca hayatımız iman ve ibadet dense yeridir. Bu kadar üzerinde durulmasına rağmen iman ve ibadetten mesafe aldığımız söylenebilir mi? Haydi diyelim ki imanın bir ölçütü yok. İbadetler ölçülebilir olmasına rağmen ibadetleri yerine getirme konusunda büyük bir zaafın olduğu aşikar.

İbadet dendiği zaman ibadetten kasıt sadece namaz değil dense de bütün örnek ve değerlendirmelerimiz namaz üzerine.

Öğrencilere proje geliştiriyoruz. Namaz üzerine ve sabah namazından başlıyoruz. Namaza gelenlere bisiklet türünden hediyeler veriyoruz.

Burada iman ve ibadet üzerine yapılan konuşmaların gereksiz ve önemsiz olduğunu anlatmaya çalıştığım anlaşılmasın. İslam'ın, iman ve ibadetin yanında ayrılmaz bir parçası olan ahlakın üzerinde yeterince durulmadığını, duruluyor ise de ahlakın uygulamaya geçirilemediğini söyleyebilirim.

Bir diğer husus; iman, ibadet ve ahlakın dışında hayata dair başka konu ve sorunlar üzerinde yeterince durmadığımız. Mesela çalışmak konusunda ne din kültürü kitaplarında yeterince yer ayrılmakta ne de vaaz ve hutbede gereğince üzerinde durulmakta. Şayet değinilse bile "Çalışmak da bir ibadettir" diyoruz. Tırnak içine aldığım cümledeki "da" edatı, burada başlı başına bir sorun. Niçin “Çalışmak ibadettir” demiyoruz da çalışmak da bir ibadettir diyoruz. Niye ibadet dendiğinde sadece dar anlamda namaz, oruç, hac ve zekât geliyor? Niçin "Allah'ın razı olduğu, insanları hoşnut eden her türlü söz ve fiile" ibadet denir şeklinde tarifi yapılan ibadetin geniş alandaki tanımını ön plana çıkarmıyor ve önemsemiyoruz da "Çalışmak da ibadettir" diyoruz. Bundan yani cümledeki ayrı yazılan “da” dan, sen ilk önce iman ve ibadeti yerine getir, sonra vakit kalırsa çalış. Çünkü bu da bir ibadettir anlamı çıkar. 

Elhasıl iman, ibadet ve ahlak üzerinde duralım. Buna eyvallah. Bunlar üzerinde durduğumuz kadar çalışmanın üzerinde de duralım. Teşvik edelim. Çalışıp üretmeyenleri eleştirelim.

Bunun yani çalışma üzerinde hassaten durmuş olsaydık belki de bugün ülke olarak çokça üreten, ürettiğinin fazlasını ihraç eden ve ülkeye katma değer üreten olurduk, topluca ülkeyi kalkındırırdık, ileri ve gelişmiş ülkeler seviyesine yükselir, fakirlik sorunumuz olmaz, fert başına düşen gayri safi millimiz daha yüksek olurdu. Vatandaşından sadaka bekleyen devlet, devletinden sadaka bekleyen halk olmazdık.

İman, ibadet ve ahlak üzerinde çokça durulmasına rağmen bunlar da bile zaafımız çok. Bunları bile yeterince yerine getirmiyoruz. Çalışmak üzerine eğilince mi çalışmaya kendimizi vereceğiz denebilir. Bu endişe haklı bir eleştiri. Yalnız çalışmanın ibadet olduğu konusunda üzerine basa basa tekraren durmuş olsaydık, üzerinde çokça durduk. Yine olmadı derdik ve üzerimizden sorumluluğu atardık.

Heyhat ki heyhat...

*09/02/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır. 

Övünülecek ve Övünülemeyecek Derecelerimiz

1.Fındık, kiraz, incir ve kayısı üretimi ve ihracatında dünya liderliği.

2.Antibiyotik kullanımında Avrupa birinciliği. (NTV, 11.11.2017)

3.Kişi başına düşen ortalama günlük sigara adedi sayısında dünya birinciliği (17.1 adetle). Türkiye’yi 17 sigara ile Yunanistan, 15.7 ile İsrail takip ediyor.

4.2016 istatistikleri göre çay tüketiminde 3,16 kg ile dünya birinciliği. Türkiye’ye 2,19 kg ile İrlanda, 2,94 ile Birleşik Krallık takip ediyor.

5.Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında mobil telefonla aylık en fazla (477 dakika) görüşme yapan ülke konumunda.

6.Enflasyonda Avrupa’da 1.sırada, dünyada 10.sırada.

7.2022 yılında dünyanın en çok turist ağırlayan 4. ülkesi,

8.Sosyal medyada en fazla vakit harcayan ülke sıralamasında dünyada 13. Avrupa’da 1.sırada.

9.İnstagram’da 21.4 saat ile dünya birinciliği. Türkiye’ye 17.6 saat ile Arjantin, 15.4 saat ile Brezilya takip ediyor.

10.Türkiye Avrupa’da hapishanelerdeki mahpus sayısının ve oranının en yüksek olduğu ülke. Türkiye’de 100 bin kişiden 356’sı hapishanelerde bulunuyor. Bu oran Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde ise 106. Buna göre Türkiye’de hapishanelerdeki mahpus oranı AB’nin 3,4 katı. Türkiye aynı zamanda Avrupa'da cezaevlerinin en kalabalık olduğu ülke. (euronews.)

11.İşsizlik oranında Türkiye % 12.1 ile Avrupa üçüncülüğü. 13.2 ile Yunanistan, 14 ile İspanya, Türkiye’nin önünde bulunuyor.

12.Dünyada en fazla camisi olan ülkeler arasında Türkiye 89.259 cami ile beşinci sırada. En fazla camisi olan ülke ise 818.634 ile Endonezya birinci. Bu ülkeyi Hindistan (304.334), Suudi Arabistan (281.494) ve Mısır (111.508) takip ediyor.

13.Seçimlere katılım oranıyla Türkiye, OECD ülkeleri arasında 3. sırada.

14.Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü’nün 2018 verilerine göre dünyada en fazla mülteci barındıran ülke sıralamasında Türkiye dünya birincisi. Türkiye’yi Pakistan ve Uganda takip ediyor.

Tespit edebildiğim Türkiye’nin dereceleri bunlar. Başka da vardır mutlaka. İstatistik yapıldığı takdirde şu alan ve sektörlerde de derecenin olacağını düşünüyorum. Mesela,

Kahvehane ve çay ocağı yönünden dünyada hiçbir ülkenin yanımıza yaklaşabileceğine ihtimal vermiyorum.

Aynı şekilde bir seçimden diğer seçime siyaset konuşan, yediden yetmişe gündemi siyaset olan ülke yönünden de birinciliği kimseye kaptıracağımızı sanmıyorum.

19 Ocak 2024 Cuma

Seçime Beş Kala

Partim tarafından falan şehre aday gösterildim. Ne yapmam lazım?

Kazanmak için seçim çalışması yapman gerekecek.

Onu biliyorum da ilk nereden başlayayım?

Sabah güneş doğmadan yola çıkman gerekiyor. Sabah sabah kimseyi göremem ki.

Camiye gideceksin camiye.

Ama ben belediye başkanlığına hazırlanmam lazım.

Bu da bir çeşit seçim çalışması. Hatta seçim çalışması böyle olur.

Ama ben aday gösterilmeden önce sabah namazına gitmemiştim ki.

Olsun, varsın. Her şeyin bir ilki olur. Ayrıca herkes öyle yapıyor.

Hangi camide kılayım namazı?

Merkezi ve bir anlam ifade eden cami.

Ama birkaç cemaat. Kim görecek beni?

Basını da çağıracaksın basını.

Her gün sabah namazına gidecek miyim?

Seçime kadar değişik camilerde boy göster. Böylece hem dünyalığını kazanırsın hem de ahiretini.

Namazı kıldım. Sonra?

Namaz bitimi cemaatle hasbihal et. Bu arada gittiğin camide çorba dağıtmayı da ihmal etme.

Ben mi dağıtacağım?

Hayır, ekibin.

Sonra ne yapayım?

Sonra tüm şehri akşam sabah dolaş. Daha önce gitmediğin, selam vermediğin yerlere git. Böyle böyle ısınırsın. Unutma, sabah namazını her gün farklı camide kılacaksın. Gideceğin camiyi daha önce haber ver ki partililer camiyi doldursun. Bu vesileyle cami bir cemaat görsün. Namaz bitimi imamla tokalaş. Onunla ayaküstü sohbet et. Cemaatten biri oğluma, kızıma, gelinime, komşuma, damadıma iş lazım derse o iş kolay. Önce beni bir kazandırın de.

Ama her diyeni böyle işe alamam ki.

Olsun varsın. Ne isterlerse tamam de. Sakın ola ağzından hayır çıkmasın.

Sonra?

Sonra kim öle kim kala.

Ama söz?

Söz dediğin nedir ki senin. Başkan olacaksın başkan. Şehrin emini olacaksın. Yetmez mi bu. Sonra söz verip de sözünü yerine getirmeyen ilk siyasi sen olmayacaksın ki...

Yüzü Gülen ve Gülmeyen Emekliler

Emeklinin yüzü gülmüyor. Dertli mi dertli. Çünkü aldığı maaş yetmiyor. Çoğunluğu böyle olmakla beraber yüzü gülen emekliler de var. Bunlar:

Emekli olduktan sonra yüksek maaş almaya devam edenler. Ki bunların sayısı azdır. 

Emekli olduğu halde işinin başında çalışmaya devam edenler. Bunlar için aldıkları emekli parası dişinin kovuğunu bile doldurmaz. Niçin mutlular? Çünkü babadan kalma ya da baba sermayesiyle açtığı veya işlettiği işletmeden ya da zamanında açtığı dükkandan ticaret yapmaya devam ediyorlar. Bu tiplere emekli parası yatırmaya bile gerek yok. Çünkü yaptıkları ticaretten kazançları iyi. Hele fiyatların oturmadığı, uçuk kaçık olduğu bu enflasyonlu dönemde deli para kazanıyorlar. Paraya para demiyorlar. Bunlar da yüksek emekli maaşı alan kesim gibi tuzu kuru insanlar. Yani sadece emekli maaşına talim etmiyorlar.

EYT veya başka yollarla erkenden emekli olduğu halde aynı işyerinde veya başka işletmelerde çalışmaya devam edenler de mutlu. Çünkü çalıştıkları için asgari veya daha üstü maaş alıyorlar. İlaveten emekli maaşı alıyorlar. Diyelim ki asgari ücret alsın. 17.000 artı en düşük emekli maaşını da ekleyince bu emeklinin maaşı 27 bin liraya çıkıyor. Kısaca bu tür çalışan emekliler için aldıkları emekli maaşı kendilerine her ay ek zam gibi gelir.

En düşük emekli maaşı alıyordur ama bankada, kur garantide yüklü parası vardır ya da döviz ve altını vardır. Bankadan bankaya gezerek en yüksek faiz veren bankayı bulurlar. Bankanın verdiği aylık faiz, aldığı en düşük emekli maaşının kaç katıdır. Ana paraya dokunmadan faizle geçimlerini sağlarlar. Bu tür emekliler de mutlu.

Emekli olduktan sonra emlakçılık, araba alım satım gibi gayriresmî iş yapanlar. Araba ve arsa piyasasını takip edip uygun fiyata aldıklarını daha yüksek karla satıyorlar.

Emekli olduğu halde kendisi, eşi, çocuğu hanede kim varsa çalışanlar. 

Hem Avrupa hem de Türkiye'den emekli olanlar.

Avro ile emekli maaşı alıp Türkiye'de bozdur bozdur harcayanlar. 

Emekli olup kirada birden fazla evi olanlar. Emekli maaşına ilaveten gelen kira epey bir yekûn tutuyor.

Emekli olduğu halde siyasette aktif çalışanlar. Bunlar emekli maaşına ilave olarak devletin kurum ve kurullarının yönetim kurulunda görev almak suretiyle birden fazla yerden maaş alanlar.

Emekli vekil olduğu halde fiilen vekil, danışman, bakan yardımcısı ve bakan olanlar.

Hem emekli hem muhtar hem de işine devam eden muhtarlar.

Karı koca emekli olanlar. Bunların maaşları düşse de iki emekli maaşını birleştirince bir çalışan kadar ücret alanlar.

Aklıma gelen mutlu emekliler bunlar. Bir de en asgari seviyede emekli maaşı aldığı ve bu maaşı yetmediği halde sevdiği siyasiye halel gelmesin diye aldığım yetiyor da artıyor diyen, aslında mutlu olmayan ama mutlu görünen emekliler var.

Bir diğer emekli türü daha var. Bunlar ilaveten çalışmaya devam edenler. Bunların özelliği en düşük emekli maaşı alanın ne kadar prim yatırdığını, kaç sene çalıştığını, dünyanın neresinde bu şekil erken emekliliğin olduğunu, halbuki Avrupa’daki emekli 65 yaşına kadar çalışıyor diyen kesim. Düşük emekli maaşına bu şekil gerekçe bulan sanıyor ki emekli emekli olmak için kendi göbeğini kendi kesmiş. Siyasi iradelerin bunda hiç suçu yok. Bunlar savunmacı refleksle konuşanlar.

Yüzü gülen bunca emeklinin yanında yüzü gülmeyen emekli ise en düşük emekli maaşı alan, çalışacak ama alanında iş olmayan ya da yaşı el vermeyen kesim ki işte bunlar için bu yaşta hesap kitap yapmak, kendi kendine yetinmemek çok zor olsa gerek. Esas düşünülmesi gereken ve ilave ücret ödenmesi gereken kesim bu kesim. Çünkü en fazla bunlar mağdur. Maalesef ki bunları gören yok.