14 Aralık 2023 Perşembe

Birileri Sanatını İcra Ediyor

Efendim, çok başarılısınız. Bugüne kadar kimse elinize su dökemedi. Öldü bitti kül oldu dendiği zamanlarda bile bu işi kotardınız. Üstelik tek kişisiniz. Başarı hep sizin eseriniz. İstese de istemese de herkes bükemediği elinizi öptü. Nasıl başarıyorsunuz bunu?

Allah vergisi diyelim. 

Efendim, ondan da öte. 

Tesadüf diyelim. 

O kadar da tevazu göstermeyin. Görünen bir gerçek var. 

Tek kişi değilim bir defa. 

Nasıl? 

Tek kişi görünsem de aslında tek değilim. Bana çalışan, başarım için ter döken binler var etrafımda. Bunların kimi yanımda görünür kimi de rakibim olarak görünür. 

Anlamadım. Biraz açık konuşsan. 

Çok fazla deşeleme. 

Lütfen efendim. Geldiniz gidiyorsunuz. Başarının her türlüsüne ulaştınız. Daima zirveye oynadınız ve hep zirvede kaldınız. Bu işi de zirvede bırakacaksınız. Bari biraz kopya verin de bu işin künhünü öğrenelim. 

Ustanın iyisi işin püf noktasını söylemez ve öğretmezmiş. Yine de söyleyeyim. Bir defa ben bir sanat icra ediyorum. Filmlerdeki başrol oyuncusu ne ise ben de oyum. Oyunu kurgulayan, pişiren başkası. Ben sadece rolümü oynuyorum. Benim en büyük payım, rolümü iyi oynamak ve sahici görünmektir. 

Yani? 

Filmlerdeki rakip başrol oyuncusu ve ona çalışan etrafındakiler hep başrol oyuncusunun yani benim figüranımdır. Filmin içinde bana acı çektirseler de sonunda hep ben kazanırım. Çünkü senaryo böyle. Ne ben ne rakiplerim senaryonun dışına çıkabilir. Hepsi bana, ben de beni başrol oyuncusu yapanlara çalışırım. Alternatif görünen rakiplerim aynı makinenin dişlileridir. O makinenin dönmesi için her birinin görevleri vardır. Yani aynı çarkın dişlileriyiz. Kısaca yalnız değilim. Başrolde ben görünürüm sadece. Rakiplerim, yurtiçi ve yurtdışı, sermaye, güçler hep bana yatırım yapar. Ben de gereğini yaparım. Onların yüzünü hiç kara çıkarmadım bugüne kadar. 

Ama rakipleriniz ve yurtdışı sana ve sana inanan kitlelere göre hep senin aleyhinde. 

Öyle tabii. Görünürde ben onlara, onlar bana düşman. Ben onlara, onlar bana düşmanlık yaparak kotarıyoruz bu işi. Bakmayın düşman ve rakip göründüklerine. Bakmayın beni istemez göründüklerine. Kısaca ben mücadele eder göründüğüm güçlerle iş yapıyorum. Onlara çalışıyorum. Sonunda da hep ben kazanıyorum. İşin aslı ben bana verilen görevi icra eden bir sanatçıyım.

Bu işin sırrı ne? Sırrını öğrenemedim.

Amma da kalın kafalıymışsın. Daha ne anlatayım? Sevdirmek efendim sevdirmek. Kendini sevdirdin mi bu iş tamam. Bir de kendini bulunmaz Hint kumaşı olarak pazarlamak ve alternatifsiz olduğun algısını oluşturmak. Ondan sonra işler kebap.

Örnek verir misin?

Bana falan kişi veya ülkeyle bozuş diyorlar. Sahici bir rol ile bozuşuyorum. Sonra arayı düzelt diyorlar, gidip düzeltiyorum. Şuna karşı çık diyorlar. Karşı çıkıyorum. Sonra tersini söyle, karşı çıktığının tersini yap diyorlar, yapıyorum. Yani başarı için her yol mubah bana.

Ama İsrail’i eleştirme konusunda samimisin sanırım.

Samimi görünmek zorundayım. Bakma İsrail’i yerden yere vurduğuma, onlar aleyhine miting yaptığıma. Onlarla ticaretimiz hız kesmeden devam ediyor.

İyi de nasıl beceriyorsun bunu?

Dedim ya ben sanatçıyım. Sanatımı da bugüne kadar hep sahici olarak icra ettim, hala da icra ediyorum. Bu can bu tende durduğu müddetçe de bu icra işleri hız kesmeden devam edecek. Çünkü ben bir sanatçıyım.

İki Yüzlü Siyaset *

Timsah, sıcak bölgelerdeki akarsularda yaşayan, Timsahgiller takımından iri yapılı, kalın ve kabuksu derili sürüngen türlerinin genel adıdır. Uzaktan bakıldığında kertenkeleye benzerler. Vücutlarının üzeri, sert kemiksi plakalarla örtülüdür. Ön ayaklarında beşer, arka ayaklarında dörder parmak bulunur.” (wikipedi)

Balık, kuş ve suya gelen memelilerle beslenirler. İnsanlara da saldıranları vardır. Timsahlar avına saldırmadan önce yaklaşık 2 metrelik bir alana girmesini beklerler. Avı saldırabileceği kadar yakına gelen timsah, yaklaşık 12 m/s bir hız ile avını yakalar. Bu hıza; vücutlarının yapısı, arka bacakları ve de en önemlisi kaslı kuyrukları sayesinde ulaşırlar. Avlarını güçlü çeneleri arasına sıkıştırıp suya çekerek boğarlar. Kendilerinden büyük olan avlarını 200 kg bir kuvvet uygulayabildikleri ve avını ağzı ile kavrayıp kendi etrafında birkaç kez dönerek gerçekleştirdikleri ölüm dönüşü adı verilen yöntemle daha küçük parçalara ayırırlar. Çeneleri sağa sola hareket etmediği için besinleri çiğneyemeden büyük parçalar hâlinde yutarlar. Sindirim için çakıl ve taş da yutarlar. (wikipedi)

Niyetim, timsahı anlatmak değil. Halk arasında timsah gözyaşları deyimi kullanılır. Gözyaşı denince bizde içten gelen bir ağlama, bir samimiyet göstergesidir. Kişinin bir olay esnasında çektiği acı ve üzüntüyü ifade eder. Bakalım timsahlarda gözyaşı ne anlama geliyormuş?

İkiyüzlü bir kişinin sahte acı gözyaşları dökmesi gibi sahte, samimiyetsiz bir duygu gösterisidir . Bu ifade, timsahların avlarını yerken gözyaşı döktüğüne dair eski bir inançtan türemiştir. Timsahların gözyaşı kanalları olmasına rağmen, genellikle uzun süre sudan uzak kaldıklarında ve gözleri kurumaya başladığında gözlerini yağlamak için ağlarlar. Ancak kanıtlar bunun beslenmeyle de tetiklenebileceğini gösteriyor.” (Wikipedia)

 Timsahlar avlarını yiyecekleri sırada ağzını çok açtığı zaman gözlerinden sıvı gelir. Ancak salgılanan bu sıvının gözyaşı ile herhangi bir ilgisi yoktur. Bu durumdan başlamak suretiyle timsah gözyaşı, bir şeye üzülmediği halde üzülmüş gibi görünen insanlar için değerlendirilir.” (Milliyet)

Timsah gözyaşları deyimi Türk Dil Kurumu üzerinden direkt olarak insanlar için ifade edilir. Bu doğrultuda herhangi bir durum karşısında üzülmemesine rağmen üzülmüş gibi görünen insanlar için timsah gözyaşları deyimi kullanılır. Yani gerçek olmayan bir üzüntü göstergesi timsah gözyaşları şeklinde anlatılır.” (Milliyet)

Tüm bu alıntılar, timsahtan ziyade insanlar için kullanılan timsah gözyaşı deyiminin ne anlama geldiğini anlatmaya yeter de artar bile. Yine iki anekdota daha yer vereyim.

28 Şubat sürecine giderken televizyonlarda ilk defa gördüğümüz Fadime Şahin şovunu izledik. Öyle konuşuyor, öyle gözyaşları döküyordu ki bu kadar gözyaşı döken bir kadın yalan söylemez. Çünkü gözyaşı samimiyettir dedim. Sonra anlaşıldı ki Fadime Şahin’in düzmece, döktüğü gözyaşlarının ise kitleleri inandırmak ve bir amacı yerine getirmek için sahte gözyaşı olduğu ortaya çıktı. Ama atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmişti.

Tanıdığım bir zabıta daire başkanı anlatmıştı: Bir esnafın, “Dükkanımın önünde seyyar satıcı var. Elektrik, su ödüyoruz. Kira veriyoruz. Bunlara niye bakmıyorsunuz” şikayeti üzerine belirtilen yere ekip gönderdim. Ekip seyyar satıcıya işlem yaparken içeriden dükkan sahibi çıkıyor. “Evine üç beş kuruş ekmek parası götürmeye çalışan şu Allah’ın garibinden ne istersiniz? Sizde Allah korkusu yok mu” deyince ekibim şaşırıp kalır ve işlemden vazgeçer. Çünkü seyyardan şikayetçi olan ile seyyarı koruyan kişi aynı kişi idi dedi.

Son örnek de İsrail mallarına uyguladığımız boykot olsun. Halk boykot uyguladı. Bunda da samimi idi. Devlet de en üst perdeden İsrail’e tepki gösterdi. Üzerine miting yaptı. Sonra anlaşıldı ki halk boykot ile uğraşırken etkili ve yetkili kişiler, İsrail ile gemi ticaretine ara vermeden devam etmişler. Üstelik ortakları da etkili ve yetkili kişilerin kendisi ya da çocukları imiş.

Şaşırtıcı olan insanlar nasıl iki yüzlü olabiliyor? Nasıl iki kalp taşıyabiliyor? Gözyaşı dökerek nasıl ticarete devam edebilir? Nasıl karşıymış gibi davranabiliyor? Nasıl Bağırıp çağırır ve mangalda kül bırakmaz? Mağdurun yanında görünüp nasıl mağrur ile iş çevirir?

Nasıl ki timsah, gözyaşı dökerek avını tüm tüm götürüyorsa öyle zannediyorum, bazı insanlar da gözyaşı dökerek malı götürüyor.

Vay be nasıl bir dünyada yaşıyoruz böyle?

*22/12/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır. 

Timsah Gözyaşıymış Meğer

Gazze üzerinden Yahudi mallarına uygulanan bir boykot daha sona erdi. En azından sosyal medya üzerinden Yahudi malları şunlar, bunlara boykot uygulayın paylaşımlarını görmüyoruz.

Boykot niçin kesilmiş olabilir?

Ya İsrail Gazze'ye saldırıyı kesmiştir.

Ya Yahudi malları zarara uğratılmıştır. 

Ya bir anlık kızgınlık sonucu ortaya çıkan bir heves idi. 

Ya da halkın gazını almak için pompalanan bir yöntem idi. 

İsrail'in Gazze'ye saldırısı devam ediyor. Boykot uygulanan bir Yahudi markasının zarar ettiğine ya da battığına dair ortaya çıkmış bir bilgi yok. Üstelik boykot uygulanan ürünler tereklerde satışta.  

Olsa olsa boykot halkın gazını almak, Gazze'nin yanında olduğumuzu göstermek amacıyla servis edilmiş geçici bir hevestir. Hevesler saman alevi gibidir. Birden parlar, ardından söner. Bizim boykot da böyle oldu. Üstelik bu tür boykot ne ilkti ne de son olacak. Böylece bir başarısız boykota daha imza attık. Attığımız onca taş bir kurbağayı ürkütseydi bari. Hepsi bir acziyet sonucu ortaya çıkan ve sonuç almayan yöntemlerdi. 

İşin garibi boykot uyguladığımız ürünler ihtiyaç olmasa hepsi bir anlık zevk içeren ürünler olsa değer dersin. Piyasada ve evlerimizde ne kadar kullandığımız zaruri ürün varsa hepsi boykot listesinde. Daha kalitelisini üretmeyi bırakalım, emsal ve muadilini üretebilsek hiç gam yemeyeceğim. Alternatif diye verilen ürünlerden birkaçı dışında ürettiğimiz hiçbir ürünün kalitesi yok, marka değeri yok. Hoş, yerli ürün denen ürünlerin ne kadarı yerli, bu da düşündürücü. 

İşin bir başka yönü, "Siz bizim malları istemiyor, boykot mu uyguluyorsunuz. Biz de çekiliyoruz bu piyasadan" deseler, onca insanımız işsiz kalacak ve bu kalite başka ürün bulamayacağız. Kısaca onlar bize değil, biz onlara muhtacız. Hamaset yapmaya gerek yok. 

Başarısız da olsa halkımız boykot uyguladı ve çoğu boykot uygulayanın boykotta samimi olduğunu düşünüyorum. Ya yetkililerimiz bu samimiyet sınavının neresinde? Gördük ki yetkililerimiz hep İsrail yönetimine veryansın etti, bağırdı çağırdı. İş değil yaptığın dedi. Üzerine milyonları toplayarak Gazze'nin yanında, İsrail'in karşısında olduğumuz gösterildi. Kısaca öyle bir görüntü verildi ki Hamas'tan daha Filistinli, Gazzeliden daha Filistinli profili çizdik. Gören de Gazze ve Filistinlinin tek hamisi der. Diyelim ki tüm bu yaptıklarımızda bir samimiyet var. Çünkü samimiyet içten gelen bir şey ve o içi biz okuyamayız. 

Gazetelerin yazıp çizdiğine ve Mecliste gündeme geldiğine göre limanlarımızdan İsrail'e her gün kaç tane ticari gemi kalkıyormuş. İsrail'in yakıtı bizden gidiyormuş. Gazze ve İsrail arasında tek taraflı savaş devam etmesine rağmen Yahudi mallarına boykotun uygulandığı dönemde bile İsrail’e aylık 350 milyon dolar ticaretimiz devam etmiş. 

Savaş anında dahi İsrail'e ticaretimizin devam etmesi ne yaman çelişki. Bir yandan mangalda kül bırakmayacağız, diğer taraftan ticaretimiz devam edecek. Bunun izahını yapmak benim kapasitemi ve çapımı aşar. Çünkü bu çelişki ve çifte standardın savunulur ve tutulur tarafı olamaz. Verilen bu görüntünün ne dinde ne ahlakta ne etik değerlerde ne insanlıkta ne yönetim anlayışında yeri vardır. Samimiyet zaten yoktur. Bağırıp çağırma olsa olsa timsah gözyaşlarıdır. Sen yapacağını yap. Ben halkın gazını alayım. Ne şiş yansın ne kebap demektir. 

Beni en çok üzen de ülkemin bu çifte standardı ayan beyan ortaya çıkmasına rağmen büyük ve güçlü taifenin sesinin çıkmamasıdır.

13 Aralık 2023 Çarşamba

Dinler ve Ahlak

İster ilahi ister beşeri olsun, tüm dinlerde inanç, ibadet ve ahlak ilkeleri var. İnanç ve ibadetleri farklı farklı olsa da hepsindeki ahlak ortaktır. Her din inananlarına ahlaklı olmayı önerir.

Her dinin önemsediği ahlakın kaynağı ilahi veya din midir ya da beşeri midir? Bu soruya ilahidir veya beşeridir cevabını vermek mümkün. Ahlakın kaynağının beşeri olduğunu, doğuştan geldiğini düşünüyorum. Dinler iyi ve güzel olan şeyleri tavsiye etmişler, kötü ve çirkin olan şeyleri de yasaklamışlardır. Yani din bir şeyi iyi dediği için o şey iyi olmuş değildir. Aynı şekilde din bir şeye kötü dediği için o şey kötü kabul edilmiş değildir.

Şu bir gerçek ki ahlak ve etik değerler için kaynağın ilahi veya dini olması gerekmiyor. Çünkü nice dinsiz ve dine mesafeli insanlar içerisinde ahlak ve etik değerlere riayet eden kişilerin olduğu muhakkak. Bu demektir ki bir dine inanmadan da bir insan ahlaklı olabiliyor. Aynı şekilde bir dine inandığı halde ahlak ve etik değerler konusunda sınıfta kalan dindarların sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Bu da dinlerin inananlarını ahlaklı yapamadığını gösteriyor. Üstelik emir ve yasaklarına, ahlak ve etik değerlerine uymadığı için inananlarına dinlerin bir yaptırımı yok. Yaptırım ve denetim olmayınca, dinlerin emir ve yasakları, inananlarının vicdanlarına hitap eden bir tavsiyeden öte geçemiyor. 

Ahlak ve etik değerler ister ilahi ister beşeri olsun, toplumlarda mutlaka olmalıdır. Toplumlarda esas olan herkes tarafından bilinen ahlak ve etik değerler uygulandığı zaman ahlak ve etik değerler bir anlam ifade eder. Bu ahlak ve etik değerler bilindiği halde uygulanmıyorsa -ki bilinmemesi mümkün değil o dinin mensuplarının çoğu dinlerine rağmen ahlaksızlık bataklığına saplanmışsa, bu duruma da o dinin mensupları tepki göstermiyorsa, o dinin tavsiye ettiği ahlakın bir anlamı olur mu? 

Tüm dinler gibi İslam dini de ahlaka çok büyük önem verir. İslam’ın güzel ahlak olduğunu, Hz Muhammed’in yüce bir ahlak üzere bulunduğunu, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı isteyenler için Hz Muhammed’in güzel bir örnek olduğunu, Hz. Muhammed’in güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildiğini belirtir. Müslümanı, elinden ve dilinden başkasının emin olduğu kimse olarak tanımlar.

Dinlerin inanç ve ibadetlerini bir tarafa bırakalım. Çünkü inanç ve ibadet, kişi ile inandığı varlık arasında cereyan eden bir ilişkidir. İnandığı ve yaptığı ibadet, kişi ile Mabud’u arasındadır. Topluma lazım olan ise o dinin inananından toplum içinde ahlak ve etik değerlere uymasıdır. Halk bunu görmek ister. Çünkü ibadet ve ibadetlerin amacı da inananını ahlaklı yapmaktır. Bunu da çoğu inananda görmek mümkün değil. Hatta çoğunda ahlak yerlerde sürünüyor denebilir. Halbuki dinin göstergesi, o dinin müntesipleri üzerinde görünür ve topluma da o dinin ahlakı gerekli. 

Kimin ne yaptığının görünüp izlendiği; dinlerin inanç, ibadet ve buyruklarının sorgulandığı bu devirde, dinleri tekellerine alanlar oturup bir sorgulama yapmalı. Dinlerinin ihtiyaç olacağına inanıyorlarsa, her din savunucusunun görevi, ahlaklı insan ve etik değerleri içinde özümseyen inanan tipi için tedbir almak olmalıdır. Dine mesafeli olan bile şu dinin mensupları çok ahlaklı, inanırsam, bu dine girerim diyebilmeli. Bir dine inanan ile inanmayan arasında ahlaki yönden belirgin bir fark yoksa dine mesafe koymuş insan niçin bir dine girip sorumluluk alsın? Öyle değil mi?

 

 

 

 

 

 

 

Alkışlar Hakemlere *

Sorunu, şiddet ve kaba kuvvetle çözme yolunu tercih ederek sorun çözeceğiz derken geriye bir yığın sorun üreten bir toplumuz. Bu konuda üstümüze yoktur. Yeter ki dövebileceğimize gözümüz kessin ve gücümüz yetsin. 

Şiddet toplumuyuz vesselam.

Bu ülkede;

Çocuk şiddete maruz kalır. Çünkü gücü yoktur. 

Kadın şiddete uğrar. Çünkü korumasızdır. 

Öğretmen dayak yer. Çünkü öğretmenin elinde sadece kalemi var. Bir de sayısı çok ve arkası yok. 

Hekimlerin eli yok dili yok. Çünkü elleri ve idrakleri hastaya teşhis koyma ve tedavi etmeye odaklı. Kavgaya hiç meyilli değiller. Çünkü tıp eğitimi alacağız derken karate öğrenmek hiç akıllarına gelmemiş. 

Kadına şiddet uygulamak bu ülkede ayyuka çıktı. Meclis kanun üzerine kanun çıkarmak suretiyle kadına şiddeti minimuma indirmeye çalışıyor. Kadına dokunan en az iki ay uzaklaştırılmayı göze alması gerek. Avukatlar ve kadın dernekleri şiddete uğrayan kadını korumada pervane oluyorlar. 

Öğretmen ve doktorlara şiddet son yılların vakayıadiyesi. Doktorların bağlı olduğu dernek ve birlikler şiddet konusunda duyarlı. Herhangi bir hekim şiddete maruz kalsa tüm hekimler birlik olup basın açıklaması, protesto yürüyüşü, iş bırakma gibi eylemler için çabucak organize olabiliyor. Sağlık Bakanlığı da işin takipçisi. 

Öğretmenlere gelince, yukarıda dediğim gibi öğretmenin sahibi yok. Sendikalardan cılız açıklamalar ve sosyal medya üzerinden şiddete hayır pankartlarıyla iş geçiştiriliyor. Öğretmenlerin iş bırakması diye bir durum söz konusu olmaz. Her bir öğretmen aksatmadan dersine girer. Kısaca şiddete maruz kalan öğretmenin yanında meslektaşları bile yok. 

İster doktora ister öğretmene şiddette, şiddet uygulayan kişi ya da kişiler ifadesi alınıp adli kontrol şartıyla serbest bırakılıyor. Bu kesimlere uygulanan şiddetin kesilmemesinde, bu adli kontrol şartının payı büyük. Çünkü adli kontrol, bir nevi "Delikanlı! Uyguladığın bu şiddet yeterli değil. İşini iyi yap ve sonuca git diye seni serbest bırakıyorum" demektir. 

Son şiddet Ankaragücü-Rizespor maç bitiminde Ankaragücü kulüp başkanı tarafından maçın hakemine yapıldı. Hakemler verdikleri kararlarıyla çok eleştirilse de bugüne kadar hakeme şiddet pek görülmüş değil. 

Şiddetin hemen akabinde yumruk atan ve tekmeleyen iki kişi tutuklanıyor. Hakemler, maçlara çıkmayacağız açıklaması yapıyor, federasyon maçların süresiz ertelendiği kararını alıyor. Kısaca şiddet en aşağıdan en tepeye kadar lanetleniyor. Hakemler hastanede tedavi altına alınan mağdur hakemin durumuna göre karar alacaklarını beyan ediyorlar. 

Doğrusunu açıklamak gerekirse hakemleri takdir ettim. Birden organize olup karar aldılar ve gösterdikleri tepki ile sonuç aldılar. Helal olsun hakemlere. Bir meslektaşlarına yapılan saldırıyı kendilerine yapılmış kabul edip kenetleniverdiler. Bugüne kadar böyle sonuç alıcı tepkiyi ne öğretmenlerde gördüm ne de hekimlerde. 

Hakemlerdeki bu birlik ve beraberlik hem öğretmen hem de sağlık çalışanlarına örnek olsun. Meslektaşlarına yapılan en ufak bir saldırı ve şiddet için birlikte hareket etmenin sonuç alıcı olduğunu görmüş oldular.

*15/12/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

12 Aralık 2023 Salı

Camiler Ticarethane mi?

Hafta sektirmeden her cuma namazı sonrası camilerde sergi açık para toplamak değişmez adetlerimizden oldu.

Eskiden şu cami, bu cami derken yardım toplamanın adı "Muhtelif cami ve Kur'an kursları" oldu. Kazara bir hafta boş geçse, caminin görevlisi "Bu hafta kendi camimizin ihtiyaçları için yardım toplayacağız" duyurusu yapıyor.

Arada bir de Kur'an kurslarında okumakta olan öğrencilerin ihtiyaçları için toplanıyor.

Olağanüstü afet durumları için toplanan yardımları saymıyorum.

Görünen o ki yardımsız cuma yok. 

Vatandaş camiye ibadet için mi geliyor yoksa sergiye para atmaya mı anlayamadım gitti. 

Cami ve Kur'an kurslarının ihtiyaçlarını karşılamak için yetkililerin aklına başka bir şey gelmiyor mu? Her hafta yardım istetip görevlinin bir, vermeyenin iki yüzünü karartmaktan ne zaman vaz geçeceğiz?

Camiye cuma için gelen cemaat, cemaatten ziyade bir müşteri olarak mı görülüyor? Ne koparırsak kar mantığı mı güdülüyor?

Diyanet bu görüntüsüyle cami önlerinde her cuma dilenen, camiden çıkan cemaate avuç açan müdavim dilencilerden ne farkı var? Ha biri gayri resmi dilenci, Diyanet ve müftülükler ise resmi dilenci. Hiçbir farkı yok.

Diyanet bu yardım dilenciliğiyle milletin sabrını mı ölçüyor?  Buraları rant kapısı mı görüyor? Milletimizdeki yardımseverlik duygusunu istismar mı ediyor? Bir hafta toplamazsak milletteki yardım etme duygusu körelir diye mi düşünüyor? İnan, sebep her ne ise bilmiyorum. Bildiğim, yardımın cılkını çıkardığıdır ve insan psikolojisini anlamadığıdır. Cami dendi mi din hizmetinden ziyade Diyanetin dininin, imanının para olduğudur.

Diyanet bu görüntüsüyle, dini hizmetlerini yerine getirmekten ziyade cami ve Kur’an kursu inşaat işleriyle uğraşıyor. Böyle yapmaya devam edecekse Diyanet’in adı “Yardım Toplama Derneği” ya da “Camileri Yapma ve Yaşatma Derneği” olarak değiştirilsin.

Diyanet ne yapıp ne edip cemaatin cebine göz dikmekten vazgeçmelidir. Asli görevine dönmelidir.

Cami ve Kur’an kursu ihtiyaçlarını gidermek için kaynak bulma ve üretme yoluna gitmelidir. Mesela;

Zengin vakıflarımızdan olan Diyanet Vakfı’nın gelirlerinden belli bir oranı, cami ve kurs yapımına ve buraların giderini karşılamaya ayırabilir.

Tüm cami lojmanları tek çatı altında toplanabilir. Lojmanlardan kira alınır. Kira fiyatları muhitinin piyasasına göre belirlenir. Buradan gelen kaynak başta cami ihtiyaçlarına ve cami inşaatlarında kullanılabilir.

Çoğu caminin eskiden kalma vakfiyeleri var. Bu vakfiyelerin gelirlerinden bir kısmı camiye, bir kısmı da hala imama verilmektedir. Yeni bir fetva ile bu caminin gelirlerinin hepsi başta bu cami olmak üzere fonda toplanmalı ve camilerin ihtiyaçları için harcanmalı.

Gayrimenkulü ve geliri bol camilerin vakfiyeleri tek elde toplanmalı. Fazlası ihtiyaç olan camilerde kullanılmalı.

Hac ve umre organizasyonundan elde edilen gelirin belli bir yüzdesi Diyanet fonuna aktarılmalı.

Her caminin ve kursun bir akarı olsun parolasıyla, muhitin zengin hayırseverlerinin gelir getiren gayrimenkul bağışlaması teşvik edilebilir. Burada her caminin kendi kendine yeten olması amaçlanmalıdır.

Yeni muhtelif cami ve kurs yapımına bir sınırlandırma ve kriter getirmelidir. Her arsa bağışlanan yere cami kondurulmamalıdır.

Mahalle veya cemaate devam edenlerden gönüllülük esasına dayalı olarak aidat alınabilir.

Cami ve Kur’an kursu ihtiyaçları için Diyanet’te görev yapan görevlilerin maaşlarından belli bir yüzde kesinti yapılmalıdır.

Şartlı Dindarlık

İnanan bir insanın dindar olması kadar doğal bir şey yoktur. Ki ondan da inandığını yaşaması beklenir. Söz ve eylem birlikteliği de bunu gerektirir. 

Kişi dindar olabilir, kindar olmamak şartıyla.  Çünkü dindarlık ile kindarlık aynı kaba girmez. İkisi birlikte bir kalpte taşınmaz. İkisini bir arada götürenin dindarlığı sahtedir.

Kişi dindar olabilir, dini dar olmamak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, dinin ticaretini yapmamak, dini emellerine alet etmemek şartıyla.

Kişi dindar olabilir, kaba ham softa olmamak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, dindarlıktan önce insan olmak şartıyla. Çünkü insan olmadan hiçbir şey, özellikle dindar olunamaz. Olursa da o biçim olur.

Kişi dindar olabilir, dinci olmamak şartıyla. 

Kişi dindar olabilir, fikrini ve zikrini başkasına dayatmamak şartıyla. 

Kişi dindar olabilir, söz ve eylem çelişkisi yaşamamak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, çevresine güven vermek şartıyla.

Kişi dindar olabilir, ahlakıyla örnek olmak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, çevresine eliyle ve diliyle zarar vermemek şartıyla.

Kişi dindar olabilir, karıncayı bile incitmemek şartıyla.

Kişi dindar olabilir, makam ve mevkilere yapışıp kalmamak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, nazik ve kibar olmak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, adabımuaşerete riayet etmek şartıyla.

Kişi dindar olabilir, kabalık yanına uğramamak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, güce yaslanmamak  ve güçten beslenmemek şartıyla.

Kişi dindar olabilir, çağı okumak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, insan psikolojisini bilmek şartıyla.

Kişi dindar olabilir, zamanın ruhuna uygun yaşamak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, çağa uygun davranmak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, haksızlık karşısında dilsiz şeytan olmamak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, güçsüzün yanında yer almak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, yaptıklarıyla dinini insanlara nefret ettirmemek şartıyla.

Kişi dindar olabilir, ezikliğinin hıncını başkasından çıkarmamak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, etrafına huzur ve selamet vermek şartıyla.

Kişi dindar olabilir, kafasını kuma gömmemek şartıyla.

Kişi dindar olabilir, muhafazakar olmamak ve modern olmak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, yaşadığı çağda yaşamak şartıyla...

Bu şartları yerine getiremiyorsan, Allah rızası için dindar olma.