İster ilahi ister beşeri olsun, tüm dinlerde inanç, ibadet
ve ahlak ilkeleri var. İnanç ve ibadetleri farklı farklı olsa da hepsindeki
ahlak ortaktır. Her din inananlarına ahlaklı olmayı önerir.
Her dinin önemsediği ahlakın kaynağı ilahi veya din midir
ya da beşeri midir? Bu soruya ilahidir veya beşeridir cevabını vermek mümkün.
Ahlakın kaynağının beşeri olduğunu, doğuştan geldiğini düşünüyorum. Dinler iyi
ve güzel olan şeyleri tavsiye etmişler, kötü ve çirkin olan şeyleri de
yasaklamışlardır. Yani din bir şeyi iyi dediği için o şey iyi olmuş değildir.
Aynı şekilde din bir şeye kötü dediği için o şey kötü kabul edilmiş değildir.
Şu bir gerçek ki ahlak ve etik değerler için kaynağın ilahi
veya dini olması gerekmiyor. Çünkü nice dinsiz ve dine mesafeli insanlar
içerisinde ahlak ve etik değerlere riayet eden kişilerin olduğu muhakkak. Bu
demektir ki bir dine inanmadan da bir insan ahlaklı olabiliyor. Aynı şekilde
bir dine inandığı halde ahlak ve etik değerler konusunda sınıfta kalan
dindarların sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Bu da dinlerin inananlarını
ahlaklı yapamadığını gösteriyor. Üstelik emir ve yasaklarına, ahlak ve etik değerlerine
uymadığı için inananlarına dinlerin bir yaptırımı yok. Yaptırım ve denetim
olmayınca, dinlerin emir ve yasakları, inananlarının vicdanlarına hitap eden
bir tavsiyeden öte geçemiyor.
Ahlak ve etik değerler ister ilahi ister beşeri olsun,
toplumlarda mutlaka olmalıdır. Toplumlarda esas olan herkes tarafından bilinen
ahlak ve etik değerler uygulandığı zaman ahlak ve etik değerler bir anlam ifade
eder. Bu ahlak ve etik değerler bilindiği halde uygulanmıyorsa -ki bilinmemesi mümkün
değil o dinin mensuplarının çoğu dinlerine rağmen ahlaksızlık bataklığına
saplanmışsa, bu duruma da o dinin mensupları tepki göstermiyorsa, o dinin
tavsiye ettiği ahlakın bir anlamı olur mu?
Tüm dinler gibi İslam dini de ahlaka çok büyük önem verir.
İslam’ın güzel ahlak olduğunu, Hz Muhammed’in yüce bir ahlak üzere bulunduğunu,
Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı isteyenler için Hz Muhammed’in güzel bir
örnek olduğunu, Hz. Muhammed’in güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildiğini
belirtir. Müslümanı, elinden ve dilinden başkasının emin olduğu kimse olarak
tanımlar.
Dinlerin inanç ve ibadetlerini bir tarafa bırakalım. Çünkü
inanç ve ibadet, kişi ile inandığı varlık arasında cereyan eden bir ilişkidir. İnandığı
ve yaptığı ibadet, kişi ile Mabud’u arasındadır. Topluma lazım olan ise o dinin
inananından toplum içinde ahlak ve etik değerlere uymasıdır. Halk bunu görmek ister.
Çünkü ibadet ve ibadetlerin amacı da inananını ahlaklı yapmaktır. Bunu da çoğu inananda
görmek mümkün değil. Hatta çoğunda ahlak yerlerde sürünüyor denebilir. Halbuki dinin
göstergesi, o dinin müntesipleri üzerinde görünür ve topluma da o dinin ahlakı
gerekli.
Kimin ne yaptığının görünüp izlendiği; dinlerin inanç, ibadet ve buyruklarının sorgulandığı bu devirde, dinleri tekellerine alanlar oturup bir sorgulama yapmalı. Dinlerinin ihtiyaç olacağına inanıyorlarsa, her din savunucusunun görevi, ahlaklı insan ve etik değerleri içinde özümseyen inanan tipi için tedbir almak olmalıdır. Dine mesafeli olan bile şu dinin mensupları çok ahlaklı, inanırsam, bu dine girerim diyebilmeli. Bir dine inanan ile inanmayan arasında ahlaki yönden belirgin bir fark yoksa dine mesafe koymuş insan niçin bir dine girip sorumluluk alsın? Öyle değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder