13 Aralık 2023 Çarşamba

Dinler ve Ahlak

İster ilahi ister beşeri olsun, tüm dinlerde inanç, ibadet ve ahlak ilkeleri var. İnanç ve ibadetleri farklı farklı olsa da hepsindeki ahlak ortaktır. Her din inananlarına ahlaklı olmayı önerir.

Her dinin önemsediği ahlakın kaynağı ilahi veya din midir ya da beşeri midir? Bu soruya ilahidir veya beşeridir cevabını vermek mümkün. Ahlakın kaynağının beşeri olduğunu, doğuştan geldiğini düşünüyorum. Dinler iyi ve güzel olan şeyleri tavsiye etmişler, kötü ve çirkin olan şeyleri de yasaklamışlardır. Yani din bir şeyi iyi dediği için o şey iyi olmuş değildir. Aynı şekilde din bir şeye kötü dediği için o şey kötü kabul edilmiş değildir.

Şu bir gerçek ki ahlak ve etik değerler için kaynağın ilahi veya dini olması gerekmiyor. Çünkü nice dinsiz ve dine mesafeli insanlar içerisinde ahlak ve etik değerlere riayet eden kişilerin olduğu muhakkak. Bu demektir ki bir dine inanmadan da bir insan ahlaklı olabiliyor. Aynı şekilde bir dine inandığı halde ahlak ve etik değerler konusunda sınıfta kalan dindarların sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Bu da dinlerin inananlarını ahlaklı yapamadığını gösteriyor. Üstelik emir ve yasaklarına, ahlak ve etik değerlerine uymadığı için inananlarına dinlerin bir yaptırımı yok. Yaptırım ve denetim olmayınca, dinlerin emir ve yasakları, inananlarının vicdanlarına hitap eden bir tavsiyeden öte geçemiyor. 

Ahlak ve etik değerler ister ilahi ister beşeri olsun, toplumlarda mutlaka olmalıdır. Toplumlarda esas olan herkes tarafından bilinen ahlak ve etik değerler uygulandığı zaman ahlak ve etik değerler bir anlam ifade eder. Bu ahlak ve etik değerler bilindiği halde uygulanmıyorsa -ki bilinmemesi mümkün değil o dinin mensuplarının çoğu dinlerine rağmen ahlaksızlık bataklığına saplanmışsa, bu duruma da o dinin mensupları tepki göstermiyorsa, o dinin tavsiye ettiği ahlakın bir anlamı olur mu? 

Tüm dinler gibi İslam dini de ahlaka çok büyük önem verir. İslam’ın güzel ahlak olduğunu, Hz Muhammed’in yüce bir ahlak üzere bulunduğunu, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı isteyenler için Hz Muhammed’in güzel bir örnek olduğunu, Hz. Muhammed’in güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildiğini belirtir. Müslümanı, elinden ve dilinden başkasının emin olduğu kimse olarak tanımlar.

Dinlerin inanç ve ibadetlerini bir tarafa bırakalım. Çünkü inanç ve ibadet, kişi ile inandığı varlık arasında cereyan eden bir ilişkidir. İnandığı ve yaptığı ibadet, kişi ile Mabud’u arasındadır. Topluma lazım olan ise o dinin inananından toplum içinde ahlak ve etik değerlere uymasıdır. Halk bunu görmek ister. Çünkü ibadet ve ibadetlerin amacı da inananını ahlaklı yapmaktır. Bunu da çoğu inananda görmek mümkün değil. Hatta çoğunda ahlak yerlerde sürünüyor denebilir. Halbuki dinin göstergesi, o dinin müntesipleri üzerinde görünür ve topluma da o dinin ahlakı gerekli. 

Kimin ne yaptığının görünüp izlendiği; dinlerin inanç, ibadet ve buyruklarının sorgulandığı bu devirde, dinleri tekellerine alanlar oturup bir sorgulama yapmalı. Dinlerinin ihtiyaç olacağına inanıyorlarsa, her din savunucusunun görevi, ahlaklı insan ve etik değerleri içinde özümseyen inanan tipi için tedbir almak olmalıdır. Dine mesafeli olan bile şu dinin mensupları çok ahlaklı, inanırsam, bu dine girerim diyebilmeli. Bir dine inanan ile inanmayan arasında ahlaki yönden belirgin bir fark yoksa dine mesafe koymuş insan niçin bir dine girip sorumluluk alsın? Öyle değil mi?

Alkışlar Hakemlere *

Sorunu, şiddet ve kaba kuvvetle çözme yolunu tercih ederek sorun çözeceğiz derken geriye bir yığın sorun üreten bir toplumuz. Bu konuda üstümüze yoktur. Yeter ki dövebileceğimize gözümüz kessin ve gücümüz yetsin. 

Şiddet toplumuyuz vesselam.

Bu ülkede;

Çocuk şiddete maruz kalır. Çünkü gücü yoktur. 

Kadın şiddete uğrar. Çünkü korumasızdır. 

Öğretmen dayak yer. Çünkü öğretmenin elinde sadece kalemi var. Bir de sayısı çok ve arkası yok. 

Hekimlerin eli yok dili yok. Çünkü elleri ve idrakleri hastaya teşhis koyma ve tedavi etmeye odaklı. Kavgaya hiç meyilli değiller. Çünkü tıp eğitimi alacağız derken karate öğrenmek hiç akıllarına gelmemiş. 

Kadına şiddet uygulamak bu ülkede ayyuka çıktı. Meclis kanun üzerine kanun çıkarmak suretiyle kadına şiddeti minimuma indirmeye çalışıyor. Kadına dokunan en az iki ay uzaklaştırılmayı göze alması gerek. Avukatlar ve kadın dernekleri şiddete uğrayan kadını korumada pervane oluyorlar. 

Öğretmen ve doktorlara şiddet son yılların vakayıadiyesi. Doktorların bağlı olduğu dernek ve birlikler şiddet konusunda duyarlı. Herhangi bir hekim şiddete maruz kalsa tüm hekimler birlik olup basın açıklaması, protesto yürüyüşü, iş bırakma gibi eylemler için çabucak organize olabiliyor. Sağlık Bakanlığı da işin takipçisi. 

Öğretmenlere gelince, yukarıda dediğim gibi öğretmenin sahibi yok. Sendikalardan cılız açıklamalar ve sosyal medya üzerinden şiddete hayır pankartlarıyla iş geçiştiriliyor. Öğretmenlerin iş bırakması diye bir durum söz konusu olmaz. Her bir öğretmen aksatmadan dersine girer. Kısaca şiddete maruz kalan öğretmenin yanında meslektaşları bile yok. 

İster doktora ister öğretmene şiddette, şiddet uygulayan kişi ya da kişiler ifadesi alınıp adli kontrol şartıyla serbest bırakılıyor. Bu kesimlere uygulanan şiddetin kesilmemesinde, bu adli kontrol şartının payı büyük. Çünkü adli kontrol, bir nevi "Delikanlı! Uyguladığın bu şiddet yeterli değil. İşini iyi yap ve sonuca git diye seni serbest bırakıyorum" demektir. 

Son şiddet Ankaragücü-Rizespor maç bitiminde Ankaragücü kulüp başkanı tarafından maçın hakemine yapıldı. Hakemler verdikleri kararlarıyla çok eleştirilse de bugüne kadar hakeme şiddet pek görülmüş değil. 

Şiddetin hemen akabinde yumruk atan ve tekmeleyen iki kişi tutuklanıyor. Hakemler, maçlara çıkmayacağız açıklaması yapıyor, federasyon maçların süresiz ertelendiği kararını alıyor. Kısaca şiddet en aşağıdan en tepeye kadar lanetleniyor. Hakemler hastanede tedavi altına alınan mağdur hakemin durumuna göre karar alacaklarını beyan ediyorlar. 

Doğrusunu açıklamak gerekirse hakemleri takdir ettim. Birden organize olup karar aldılar ve gösterdikleri tepki ile sonuç aldılar. Helal olsun hakemlere. Bir meslektaşlarına yapılan saldırıyı kendilerine yapılmış kabul edip kenetleniverdiler. Bugüne kadar böyle sonuç alıcı tepkiyi ne öğretmenlerde gördüm ne de hekimlerde. 

Hakemlerdeki bu birlik ve beraberlik hem öğretmen hem de sağlık çalışanlarına örnek olsun. Meslektaşlarına yapılan en ufak bir saldırı ve şiddet için birlikte hareket etmenin sonuç alıcı olduğunu görmüş oldular.

*15/12/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

12 Aralık 2023 Salı

Camiler Ticarethane mi?

Hafta sektirmeden her cuma namazı sonrası camilerde sergi açık para toplamak değişmez adetlerimizden oldu.

Eskiden şu cami, bu cami derken yardım toplamanın adı "Muhtelif cami ve Kur'an kursları" oldu. Kazara bir hafta boş geçse, caminin görevlisi "Bu hafta kendi camimizin ihtiyaçları için yardım toplayacağız" duyurusu yapıyor.

Arada bir de Kur'an kurslarında okumakta olan öğrencilerin ihtiyaçları için toplanıyor.

Olağanüstü afet durumları için toplanan yardımları saymıyorum.

Görünen o ki yardımsız cuma yok. 

Vatandaş camiye ibadet için mi geliyor yoksa sergiye para atmaya mı anlayamadım gitti. 

Cami ve Kur'an kurslarının ihtiyaçlarını karşılamak için yetkililerin aklına başka bir şey gelmiyor mu? Her hafta yardım istetip görevlinin bir, vermeyenin iki yüzünü karartmaktan ne zaman vaz geçeceğiz?

Camiye cuma için gelen cemaat, cemaatten ziyade bir müşteri olarak mı görülüyor? Ne koparırsak kar mantığı mı güdülüyor?

Diyanet bu görüntüsüyle cami önlerinde her cuma dilenen, camiden çıkan cemaate avuç açan müdavim dilencilerden ne farkı var? Ha biri gayri resmi dilenci, Diyanet ve müftülükler ise resmi dilenci. Hiçbir farkı yok.

Diyanet bu yardım dilenciliğiyle milletin sabrını mı ölçüyor?  Buraları rant kapısı mı görüyor? Milletimizdeki yardımseverlik duygusunu istismar mı ediyor? Bir hafta toplamazsak milletteki yardım etme duygusu körelir diye mi düşünüyor? İnan, sebep her ne ise bilmiyorum. Bildiğim, yardımın cılkını çıkardığıdır ve insan psikolojisini anlamadığıdır. Cami dendi mi din hizmetinden ziyade Diyanetin dininin, imanının para olduğudur.

Diyanet bu görüntüsüyle, dini hizmetlerini yerine getirmekten ziyade cami ve Kur’an kursu inşaat işleriyle uğraşıyor. Böyle yapmaya devam edecekse Diyanet’in adı “Yardım Toplama Derneği” ya da “Camileri Yapma ve Yaşatma Derneği” olarak değiştirilsin.

Diyanet ne yapıp ne edip cemaatin cebine göz dikmekten vazgeçmelidir. Asli görevine dönmelidir.

Cami ve Kur’an kursu ihtiyaçlarını gidermek için kaynak bulma ve üretme yoluna gitmelidir. Mesela;

Zengin vakıflarımızdan olan Diyanet Vakfı’nın gelirlerinden belli bir oranı, cami ve kurs yapımına ve buraların giderini karşılamaya ayırabilir.

Tüm cami lojmanları tek çatı altında toplanabilir. Lojmanlardan kira alınır. Kira fiyatları muhitinin piyasasına göre belirlenir. Buradan gelen kaynak başta cami ihtiyaçlarına ve cami inşaatlarında kullanılabilir.

Çoğu caminin eskiden kalma vakfiyeleri var. Bu vakfiyelerin gelirlerinden bir kısmı camiye, bir kısmı da hala imama verilmektedir. Yeni bir fetva ile bu caminin gelirlerinin hepsi başta bu cami olmak üzere fonda toplanmalı ve camilerin ihtiyaçları için harcanmalı.

Gayrimenkulü ve geliri bol camilerin vakfiyeleri tek elde toplanmalı. Fazlası ihtiyaç olan camilerde kullanılmalı.

Hac ve umre organizasyonundan elde edilen gelirin belli bir yüzdesi Diyanet fonuna aktarılmalı.

Her caminin ve kursun bir akarı olsun parolasıyla, muhitin zengin hayırseverlerinin gelir getiren gayrimenkul bağışlaması teşvik edilebilir. Burada her caminin kendi kendine yeten olması amaçlanmalıdır.

Yeni muhtelif cami ve kurs yapımına bir sınırlandırma ve kriter getirmelidir. Her arsa bağışlanan yere cami kondurulmamalıdır.

Mahalle veya cemaate devam edenlerden gönüllülük esasına dayalı olarak aidat alınabilir.

Cami ve Kur’an kursu ihtiyaçları için Diyanet’te görev yapan görevlilerin maaşlarından belli bir yüzde kesinti yapılmalıdır.

Şartlı Dindarlık

İnanan bir insanın dindar olması kadar doğal bir şey yoktur. Ki ondan da inandığını yaşaması beklenir. Söz ve eylem birlikteliği de bunu gerektirir. 

Kişi dindar olabilir, kindar olmamak şartıyla.  Çünkü dindarlık ile kindarlık aynı kaba girmez. İkisi birlikte bir kalpte taşınmaz. İkisini bir arada götürenin dindarlığı sahtedir.

Kişi dindar olabilir, dini dar olmamak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, dinin ticaretini yapmamak, dini emellerine alet etmemek şartıyla.

Kişi dindar olabilir, kaba ham softa olmamak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, dindarlıktan önce insan olmak şartıyla. Çünkü insan olmadan hiçbir şey, özellikle dindar olunamaz. Olursa da o biçim olur.

Kişi dindar olabilir, dinci olmamak şartıyla. 

Kişi dindar olabilir, fikrini ve zikrini başkasına dayatmamak şartıyla. 

Kişi dindar olabilir, söz ve eylem çelişkisi yaşamamak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, çevresine güven vermek şartıyla.

Kişi dindar olabilir, ahlakıyla örnek olmak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, çevresine eliyle ve diliyle zarar vermemek şartıyla.

Kişi dindar olabilir, karıncayı bile incitmemek şartıyla.

Kişi dindar olabilir, makam ve mevkilere yapışıp kalmamak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, nazik ve kibar olmak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, adabımuaşerete riayet etmek şartıyla.

Kişi dindar olabilir, kabalık yanına uğramamak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, güce yaslanmamak  ve güçten beslenmemek şartıyla.

Kişi dindar olabilir, çağı okumak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, insan psikolojisini bilmek şartıyla.

Kişi dindar olabilir, zamanın ruhuna uygun yaşamak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, çağa uygun davranmak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, haksızlık karşısında dilsiz şeytan olmamak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, güçsüzün yanında yer almak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, yaptıklarıyla dinini insanlara nefret ettirmemek şartıyla.

Kişi dindar olabilir, ezikliğinin hıncını başkasından çıkarmamak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, etrafına huzur ve selamet vermek şartıyla.

Kişi dindar olabilir, kafasını kuma gömmemek şartıyla.

Kişi dindar olabilir, muhafazakar olmamak ve modern olmak şartıyla.

Kişi dindar olabilir, yaşadığı çağda yaşamak şartıyla...

Bu şartları yerine getiremiyorsan, Allah rızası için dindar olma.

11 Aralık 2023 Pazartesi

Mehmet GÖRMEZ'den Notlar

Bu yazımda, kendisinde farklı bir devlet ve din adamı kimliği gördüğüm, hadis alanında uzmanlaşmış, entelektüel birikime sahip, görüşlerine değer verdiğim, naif mi naif Mehmet Görmez’den alıntılara yer vereceğim:

Pakistan’da bir hadis enstitüsünü ziyaret ettim. Binlerce öğrenci Ebû Davud’dan taharet (temizlik) konulu hadis ezberliyor, sular seller gibi okuyor. Lakin enstitüde abdest alacak temiz bir yer bulamadım.

Abdest alınan yerin tavanında misvaklar sallanıyordu. Dehşete düştüm.

Hac sırasında, kızımın fotoğrafını çekerken birkaç polis geldi, makineyi aldı, filmi çıkarıp attı. Neden yaptınız, dedim. Haram dedi, hadis var, dedi. Her resim haram mı, dedim; evet dedi. Cebimden riyal çıkardım Kral Fahd’ın resmini gösterdim. “O başka” dedi.

Hadis ve sünnet bir taklit ve kopyalama değildir. Peygambere tâbi olma meselesidir. Şekli olarak taklit etmenin bir kıymeti yoktur.

Hadis ve sünneti bir külliyat olarak değerlendirecek vasıfta olmayanların değerlendirmeleri, ilmen muteber değildir. 

Bilgiye ulaşmanın kolaylaşmasıyla ve dijital imkanların etkisiyle, bir sokak fıkhı oluştu. Akademisyenler bile artık sokak baskısı altında yorum ve değerlendirme yapıyor.

Risaleti rivayetle, Resulü râvi ile bir tutmamak lazım.

İncili çoğalınca, Hristiyanlığın başına gelenler, oryantalistler için ilham kaynağı oldu. Hadis ve sünnet işine girdiler. Bu mevzudan ümmet içinde ihtilaflar yeşertmeyi planladılar. İngiliz şirketleri Hindistan’da hadis kitabı basmaya ciddi para aktardı.

Hadisler, 3 asırlık hafızasıdır İslam tarihinin. Peygamberi, ashabı, tabiini; olayları, mekanları, toplumsal faaliyetleri bulursun orada. Bu, muazzam bir birikimdir. Hadisi devre dışı bırakınca, hafızamızdan da oluruz.

Hadis usulü öğrenmeden hadisleri değerlendirmek sakıncalı bir durumdur. Ciddi bir “usul” sorunu var.

• IŞİD, fiten hadislerinden ortaya çıkmıştır.

Prof. Dr. Mehmet GÖRMEZ

Gassal Önünde Meyyit Olmak

İmam hatiplilerin ve ilahiyatçıların hakim olduğu, her konuda söz sahibi olduğu, devletin tüm kurumlarında bu okul mezunlarının öncelikli olarak atandığı ve üst yönetici olarak görevlendirildiği bir dönemi yaşıyoruz. Kısaca her bir köşe başında ya bunlar var ya bu kaynaktan beslenmiş insanlar var ya da zamanın ruhuna uygun görünenler var. 

İçlerinde aldığı görevi hakkıyla yerine getirenler olduğu gibi ağzına yüzüne bulaştıranların da sayısı azımsanmayacak kadar çok. 

Bu kesim sosyal medyada da çok aktif. İçlerinde güzelce yazıp çizenler olduğu gibi trollük yapan, millete ayar veren, farklı düşünce sahiplerini mimleyen, onları jurnalleyen bir kesim de var. 

İçlerinde nazik ve kibar olanlar, görüşlere saygı gösterenler olduğu gibi büyük çoğunluğunun ağzı bozuk. Yazıp çizdiğini ve paylaştığını gören, önceleri şok üstüne şok yaşadı. Sonra şaşkınlıkları gitti. Bunların her bir yaptığına şaşırmıyorum ve her şeyi bekliyorum diyenlerin sayısı arttıkça arttı. 

Kısaca imam hatip ve ilahiyat mezunlarının genelini tenzih ederek bu iki okul mezunları arasında şımarıklığı ve had bilmezliği gözlerden kaçmayan, güce sırtını dayayan bir kesim türedi. 

Tutmuşlar köşe başlarını. Almışlar ellerine gücü ya da yaslanmışlar güce. Geçmiş ezikliklerini, horlanmışlıklarını insanların üzerine boca ediyorlar. 

Sanırsın ki tüm doğru kendi savundukları fikirden ibaret.

Hayata at gözlüğüyle bakıyorlar.  

Kendilerini mükemmel görüyorlar. 

Gücün yaptığı, yapamadığı her ne var ise onu savunmayı, gerekçelendirmeyi, karşı çıkanlara saldırmayı marifet biliyorlar.

Buraya kadar tamam. Ama burada kalmıyorlar. Diğer imam hatip ve ilahiyat mezunlarının da kendileri gibi olmasını, kendileri gibi düşünmesini, kendileri gibi tercih yapmasını istiyorlar. Çünkü onlara göre bir imam hatipli, bir ilahiyatçı farklı düşünemez, farklı bir siyasi partiye yönelemez, dini konularda geleneği çiğneyemez, yeni fikirlere yönelemez, bir eleştirisi varsa bunu kol kırılıp yen içinde kalacak şekilde yapmalıdır ya da vardır bir hikmeti demelidir. Asla başkasına prim vermemelidir. Çünkü maazallah bu güç ve imkan başkasının eline geçerse, neler yapmazlar neler. O yüzden elleri mahkum kendileri gibi olmaya.

Yine bunlara göre kazanımlar yok olmamalı.

Daima ve ölümüne destek vererek dik duruş sergilenmeli.

Herkese anladığı dilden konuşmalı. Çünkü eski pısırık kişiler değiliz. Biz bir gücüz artık. Karşımıza çıkanı ezip geçecek güçteyiz. O yüzden karşı tarafa şirin görünmeye hiç gerek yok.

Çoğunluğun antipatisini kazanan bu kesim, ne olup bittiğini, dışarıya nasıl bir görüntü verdiklerini bilmiyorlar mı?

Kafalar kuma gömülü olduktan sonra kendilerini mükemmel gördükten sonra hayata at gözlüğüyle baktıktan sonra kendilerini bu davanın yılmaz savunucusu gördükten sonra nasıl görebilsinler, değil mi?

Gassal önünde meyyit olmanı istiyorlar kısaca.

Bu tipler de bilsinler ki toplumun önemli bir kesimi nezdinde yaptıklarınızla ve verdiğiniz görüntüyle karizmayı çizdirdiniz hatta sıfırlandınız. Ama bunu görmeniz mümkün değil. Çünkü görecek göz yok. Zira basiret ve ferasetinizi kaybettiniz. Kısaca intihar ettiniz. 

Susam ve Tahin *

TL'nin pul olması ile birlikte ithal edilen susam da tüm ithal ürünler gibi dövize bağlı olduğu için haliyle tahin fiyatları bir türlü yerinde durmuyor. Aşağı yukarı her ay tahin fiyatlarına zam geliyor. Hem de öyle böyle değil, baya katmerli geliyor.

Ne zaman tahin almaya gitsem, fiyat değişiyor. Bir önceki tahin ihtiyacımı 150 lira ile gidermişken son gidişimde fiyatın otuz lira birden artarak 180 lira olduğunu gördüm.

Bir zamanlar tahin fiyatları pekmez fiyatlarıyla paralel idi. Üzüm bu sene az olmasına rağmen pekmez fiyatları 140-150 lira civarında iken tahin, pekmezi de kuru üzümü de sollayıp geçtiği gibi aradaki farkı açıyor.

Tahinin yükselmesinde sorun, tek başına dövizde de değil. Çünkü kaç aydır döviz yerinde sayıyor.

Bu susam dediğimiz bitki ülkede yetişmese, ülkenin iklimi müsaade etmiyor, ürün de ithal olunca mecbur pahalı yiyeceğiz dersin. 

Biliyorsunuz, tahinin ham maddesi susamdır. Susam bitkisinin tohumundan yapılmakta.

Ülkemizde susam Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yetişmekte.

Türkiye'de üretilen susam, susam ihtiyacının yüzde 20'ini karşılarken yüzde 80'ini dışarıdan ithal ediliyor. 

İhtiyaç içeriden karşılanamayınca, tahinde kullanılmak üzere susam dışarıdan ithal ediliyor. Bu da ülkenin parasının dışarıya gitmesine sebebiyet veriyor.

Ülkemizde yetişen bir ürün olmasına rağmen üstelik üç bölgenin iklimi susam üretmeye elverişli iken ülkemiz bir tarım ülkesine iken susam ihtiyacımızın yüzde 80'inin ithal edilmesi, bu ülkenin her alanda olduğu gibi tarım alanında da bir planlamasının olmadığını gösteriyor.

Merak ediyorum, Tarım Bakanlığı ne iş yapar? Görünen o ki ülkenin ihtiyacı olan susamı ektirme planlaması dahi yapamıyor. Çok mu zor, susam yetişen bölge tarımcısına susam ekmeyi, susam yetiştirmeyi teşvik etmek, bunun için çiftçiye teşvik vermek?

Güya iki sözümüzden biri yerli üretim deriz. Nedense susamı dahi kendi kendimize yetiremiyoruz.

Bir de ekimi, dikimi, uğraşısı meşakkatli ise niye üretelim değil mi? Bastırırız parayı başka ülkelerden alırız. Zaten her alanda yaptığımız bu.

Gelir gider sorunumuz varmış. Hiç önemli değil. Yer içeriz, borç yaparız. Kazandığımızı faiz ödemeye veririz. Borç yapacağız diye rahatımızdan ödün mü verelim. Öyle değil mi?

Sonra pahalılıktan şikayetçi isek, tahin yemesek de olur. Ayrıca tahin yememekle ölmeyiz. O yüzden bunun için moral bozmaya gerek yok vesselam.

Bu konuda başka ne diyeyim dedim. Aklıma masaldaki “Açıl susam açıl” geldi. Söyleyeceksin bu parolayı. Hiç ekip toplamadan, önüne susam dökülecek. Al istediğin susam olsun diyecek. Aslında bu yöntem, üretmeyi sevmeyen toplum için ve planlamadan nefret eden kurumlarımız için bu yöntem bulunmaz bir fırsat... Aman neyse ne? Susam yerine en iyisi susmak.

*25/12/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır