11 Aralık 2023 Pazartesi

Emeklemek ve Emeklilik

Bu devirde emeklilik tıpkı emekleme dönemindeki çocuğun emeklemesi gibidir. Çünkü;

Emekleyen çocuk da sürünür, düşük emekli ücreti alan da sürünür. 

Çocuk bir başına ayağa kalkıp yürüyeceğim çabası içerisine girer. Çevresindekiler de ayağa kalkıp yürümesi için destek olur. Emekli de hem vücut yönüyle hem de ekonomik sıkıntı dolayısıyla yere kapanmamaya ve düşmemeye çalışır. 

Çocuk dikilip yürümeye başladığında anne babanın desteğine ihtiyacı kalmaz. Emekliyi ise düşmemesi için hem de kendi kendine yetmesi için birilerinin destek olması gerek. 

Çocuğun emeklemesi bir umut ve heyecandır. Emeklininki ise üzüntü verici ve bir ömre bedel pişmanlık.

Çocuk dünyayı kurtaracağım umuduyla yaşar. Emekli ise geldim gidiyorum, sayılı günlerim bitmek üzere der ve dünyayı kurtarmaktan vaz geçer. Hayatı acı ve yaşanmaya değer görmese de ne kadar nefes alsam kâr düşüncesi içerisine girer. Günü kurtarmaya çalışır.

Çocuk kendini evin değerli bir bireyi olarak görür. Emekli ise kendini eve yük görür.

Çocuk eve gelen herkesin ilgilendiği göz bebeğidir. Gözler hep ondadır. Her hareketi büyükler nezdinde puan toplar. Emekliye ise ayıp olmasın diye hal hatır sorulur. Köşesinde oturur durur.

Çocuk evin neşesi, emekli ise ateşi.

Onca şımarıklığına ve yaramazlığına rağmen çocuk hayattır. Emekli ise başlı başına sıkıntı ve dert.

Çocuk sıfır km ve son model bir araç iken emekli miadını doldurmuş, uzatmalara oynayan ve trafikten düşmesine ramak kalmış eski püskü bir araç gibidir.

Çocuk, üşümeye dayalı ortalık hastalığının dışında hastane ve ilaç yüzü görmezken emeklinin poşet dolusu ilacı olur.

Çocuğun ilacı şurup iken emeklinin ilacı tablettir.

Çocuk ilacı içmemek için direnirken emekli sırası gelen ilacı içmek için bekler.

Çocuk ilacı içmeyecek ayakta tutunmaya çalışırken, emekli ise ilaçla ayakta tutunmaya çalışır.

Çocuğun, hastalandığından haberi bile olmaz. Emekli ise hasta mı oluyorum acaba diye kendini dinler durur.

Çocuk eve gelen büyüklerden hediye ve harçlık bekler. Emekli de bekler. Çocuk her defasında bunlara kavuşur. Emekli ise avucunu yalar.

Çocuk dört gözle bayram seyran, çarşı Pazar ve doğum gününü bekler. Mutluluktan uçar. Emekli için ise her bayram seyran ve çarşı dert ve üzüntüdür.

Çocuğun her yediği kendisine yarar. Emeklininki ise dokunur. Çocuğa ye kuzum, yarar denir. Emeklinin ise yeter artık diye gözüne bakılır.

Çocuk istediği her şey için yapılacak masrafı düşünmez. Emekli ise her istek ve ihtiyaca kara kara düşünür.

Çocuk alışveriş yapacağında gördüğü market ve bakkala girer. Emekli ise malı nasıl daha ucuza alırım düşüncesiyle market market dolaşır.

Çocuk için hayat gelecektir. Emekli için ise koskoca bir pişmanlık ve hayattan umudu kesmektir.

Hasılı hayat, emekleyen ve emeklemeyi geride bıraktıktan sonra çocuğa güzeldir. Çünkü hayat onun baharıdır. Emeklinin ise hayat kıştır hep hem de öyle böyle değil, kara kıştır.

Ha Emekliyorsun Ha Emekli Olmuşsun

Emeklilerin yaklaşık 6 milyonu bugün en düşük maaş olan 7.500 lirayla geçiniyor. Yapılan zamlar da kök maaşlarına yapıldığı için çoğu 7500’ü geçemiyor. Ocak 2024’de gelecek zamla birlikte 10-11 bin lirayla geçinmenin yoluna bakacaklar.

Çalışanların yüzde 37’i asgari ücretten ücret alıyormuş Bakanın açıklamasına göre. Bu demektir ki çalışanların üçte birinden fazlası 11.400 lira ile geçiniyor.

Bir devlet bankasından memur olarak emekli olan ön lisans mezunu bir emekli 13 bin lira emekli maaşı aldığını söyledi.

31 yıl üzerinden emekli olan lisans mezunu bir öğretmenin emekli olduğunu öğrenen yanındakiler, öğretmene ne kadar aldığını sordular. 16 bin lira dedi.

İşsiz insanların oranı ise Ekim 2023 itibariyle yüzde 8.5 dolaylarında imiş. Bu demektir ki nüfusa oranla bu toplumun her on kişiden biri işsiz.

Verdiğim örneklerden hareketle bu toplumun en zor durumda olanları işsizler olsa gerek. Çünkü işsizler geliri olmadığı için ellerine bir şey geçmiyor.

En düşük maaş alan emekliler ile asgari seviyede ücret alanların bu ekonomik şartlarda geçinebilmeleri mümkün değil.

En düşük emekli maaşına talim edenlerin evi var ve evde çocuk kalmamışsa bile geçinmeleri yine mümkün değil ama kısarak belki geçinebilirler.

Asgari ücretle çalışanların çoğu genç nüfus, evli ve çocuk sahibi. Oturdukları ev kira değilse, kıt kanaat geçinebilirler.

Hem en düşük emekli maaşı alanlar içerisinde hem de asgari ücretle çalışanlar arasında evi kira olanların 7500 ve 11400 lira ile geçinmeleri mümkün değil. Çünkü ellerine geçen para kiralarına bile yetmez.

13 ve 16 bin emekli maaşı alan emekli memur ve öğretmenin de geçinmesi zor.

Verdiğim emekli ve çalışan örneklerini topladığımız zaman bu ülke insanının kahir ekseriyeti düşük ücrete mahkum. Yani alt gelir seviyesindeler.

Sen otuz-otuz beş sene çalış. Köşene çekildiğinde sana 7500, 11400, 13000, 16000 gibi alt gelir maaşı bağlansın. Yazık bu ülke insanına.

Bugünün şartlarında hem çalışan hem de emeklinin insanca yaşayabileceği maaş 20 binden aşağı olmamalı. Altında kalan rakam kişinin sürünmesi için yeter de artar bile.

Özellikle emeklilere verilen maaş onları ölüme terk etmek, ölmesini istemek, onları angarya görmek demektir.

Emeklilerin bu durumu, çocuğun yürümeye başlamadan önceki emekleme dönemine ne çok benziyor. Emekleyen kişi küçükken de başkasına muhtaç, ömrünün sonuna doğru da başkasına muhtaç. Emekleyenin dizleri acır, emeklinin ise vicdanı ve bir ömürlük pişmanlık.

Tek kelimeyle ayıptır, günahtır, vebaldir bu insanımıza reva görülen muamele.

Ezik İnsanın Özellikleri

TDK'ye göre ezik;
"çarpma, dövülme vb. sebeplerle vücutta oluşan bere",
"ezilmiş veya yassılmış",
"olaylar ve hayat şartları karşısında güçsüz ve sıkıntılı duruma düşmüş olan", "pısırık", "üzüntülü bir biçimde." anlamlarına geliyormuş.
Çarpma vb. sebeplerle oluşan bere zor iyileşir ama vücut er geç sağlığına kavuşur.
Üzüntülü bir biçimde hali ise bir sevindirici haberle mutluluğa dönüşebilir ya da o üzüntülü hal özümsenir kabullenilir.
Olaylar ve hayat şartları karşısında güçsüz ve sıkıntılı duruma düşmüş, pısırık kimse için biraz kalem oynatalım.
Zamanında itilip kakılıp değer verilmemiştir. Kendisini ifade etmek için hep alttan almıştır. Nezaket ve zarafeti elden bırakmamıştır. Tüm çabası, kendisini ezmeye çalışanların kendisini anlamasıdır. Ah elimde bir imkan olsa, bunların bana yaptığını ben onlara yapmam demiştir.
Gel zaman git zaman devir kendisinin devri olur. Ya güç olur ya da güce yaslanıp güçten beslenen.
O pısırık adam gider, geçmişini ve geldiği yeri unutan biri gelir.
Bir eline dini bir tarafa gücü alır. Ne oldum delisi olur çıkar. Öyle ya din ve gücün karşısında kim durabilir.
Naziklik ve kibarlığı ve alttan alması gider.
Tepeden bakmaya başlar.
Buyurgan olur.
Ağzını bozar. Yakışır mı desen, onlara anladığı dilden konuşacaksın. Karşısında pısırık insan yok der.
Ezmeye başlar.
Fikrinin karşısında farklı fikre tahammülü yoktur.
Saldırma ve had bildirme asıl mesleğidir artık. Devleti ve devletin organlarını göreve çağırır.
En büyük endişeleri, bir gün yine ezilen duruma düşmeleridir. Bunun için en ufak bir serzenişi dahi yok etmeleri gerekir ve güç daima yanlarında olmalıdır. Yoksa maazallah eski günler çekilir gibi değil.
Tüm bunları ve daha fazlasını bunlara yaptıran geçmiş ezik ve pısırık halidir. Bugün eziklikten ve pısırıklıktan eser kalmasa da onlara bunu yaptıran geçmiş eziklik psikolojisidir.
Hasılı, eziklik ve pısırık hali güçlüyken bile ruh ikizi gibi kendilerinde devam eder. Bunu hal ve hareketlerinden, jest ve mimiklerinden, kazanmak ve gücü elde tutmak için her şeyi mubah görmelerinden, durmadan söz ve eylem çelişkisi içerisine girmelerinden anlayabiliriz.
Kısaca huzuru huzur bozmada bulurlar. Böyle huzur da geçici ferahlamadır. İçleri huzursuz oldukça yine huzur için yeni huzursuzluk gerek bu tipler için.

9 Aralık 2023 Cumartesi

Hayat Yaşamaya Değer *

Bildiğim kadarıyla kişinin intiharı dince yasaktır. Çünkü vücut kişinin kullanımına verilse de bu vücut kişiye bir emanettir. İntihar, emanete ihanet demektir. Bu yüzden hiçbir haklı gerekçe intiharı makul gösteremez.

Canlı bomba olup kişinin kendisini ve girdiği alandaki insanların ölümüne sebebiyet vermesinin de hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Hele içinde masum olan sivillerin bulunduğu bir ortamda canlı bomba olmak, toplu katliam demektir. Can kaybının olduğu yerde mal kaybının esemesi okunmaz. Geriye bıraktığı dehşet ise belleklerden kolay kolay gitmez. Yaralı kurtulup ömrünün geri tarafını engelli geçirmek ise ölümlerden ölüm beğenmektir.

Savaşlar, uçakla bombalamalar, füze fırlatmalar, bir şehir veya ülkenin altını üstüne getirmek, sivil ve asker demeden insanların üzerine tankla, tüfekle gitmek, üzerlerine bomba yağdırmak; mabet, hastane demeden katliam yapmak, emsaline vahşi hayvanlarda bile rastlanmayan dünyanın en ilkel yöntemidir. Hemcinsini savaş ve terör yoluyla yok etmek, katliama tabi tutmak ancak insanlığından çıkmış, insana özgü bir özelliktir.

Savaşmak bir kaba kuvvet gösterisidir. Gücün orantısız kullanılmasıdır. Bir acziyet göstergesidir. Bunun normal hayattaki şiddetten hiçbir farkı yoktur. Hatta daha beteridir. Bakmayın, insan için akıllı, irade sahibi, düşünen, sorgulayan bir varlık dendiğine. Dünyanın en vahşi yaratığı insandır. Vahşiliğini devlet yoluyla da gösterir.

Savaşlar hiç tasvip edilmese de en son çözüm düşünülse de insanın hakimiyetinden ibaret bir dünya gerçeğidir. Sonucu daima kan, ölüm ve gözyaşıdır.

Dünyanın en kötü hareketi ve en aptalca olanı; bir devletin, bir örgütün, kazanamayacağı ve kazanma ihtimali binde bir bile olmayan bir savaşa kalkışmasıdır. İhtimaller arasında kazanma yok iken savaşa tutuşmak, yok etmeye çalışan güce, gel bizi yok et demektir. Gücü olmadığı halde ya da rakibiyle baş edemeyecek sınırlı bir güçle savaşa kalkışmak, bu uğurda kendi insanını ölüme gark etmek demektir. Bu, bireysel intihardan da canlı bomba olmaktan da beter bir durumdur. Çünkü bireysel intiharın zararı kişinin kendisine ve geride bıraktıklarınadır. Canlı bomba eylemlerine ise toplu cinayet canlı bombanın olduğu yerle sınırlıdır. Savaşlarda ise ülke toprağının her bir yeri her bir meskun mahal bombalama riskiyle karşı karşıya. Etkisi tüm ülkeyi ve çevre ülkelerini içine alır. O yüzden savaşa özellikle kazanamayacağın bir savaşa kalkışmak o ülke insanını toplu intihara sürüklemek demektir. Bunun ise ne akılda ne mantıkta ne de realitede yeri vardır.

Durum bu iken savaşı kazanma şansı olmayanlara “haydi aslanlarım! Haydi yiğitlerim! Sizinle beraberiz hamaseti yapmak, toplu intihara kalkışanlara gaz vermek, sizler mücahitsiniz” demek ise hiç akıl kârı değildir.

Burada yapılması gereken, bir işe kalkışırken önü ve arkasını hesap etmeyenlere, otur oturduğun yerde denmeli. Söz dinlemiyorlarsa araya mesafe koymalı. Maddi ve manevi destek vermemeli. Geriye bıraktıkları kan ve gözyaşı üzerinden kimseye, hiçbir kurtarıcıya prim vermemeli. Çünkü ne kadar acımasız ne kadar haksız olmasına rağmen bu dünya yaşanmaya ve nefes almaya değer.

*13/12/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır. 

8 Aralık 2023 Cuma

Dandikmiş Gerçekten

Kış sezonuyla birlikte gelen misafire teklif etmek için ev terliği ihtiyacı oldu. 5-6 yere baktım. Hepsinde aynı marka terlikler vardı. Her terliğin üzerinde de büyük punto "yerli üretim" yazıyordu. Görüntüleri de pek güzeldi. Her bir renk ve desen al beni, gez dolaş diyordu. Adı sanı duyulmamış birkaç terlik markası daha vardı ki görüntüleri alma beni der gibiydi.

5-6 yere bakmamın sebebi de ayakkabı tamircimin "Fiyatlar çok oynak. Gez dolaş, hangisinde uygun bulursan al" demesiydi. Dediği gibi çıktı gerçekten. Her biri ayrı fiyat çekti. Aynı marka terlikler 70 ila 130 arasında değişiyordu.

Sonunda tekel ürün gibi her bir mağaza ve dükkanda tek marka terliklerden üç kadınlar için üç de erkekler için aldım. Eve getirip teslim ettim. Bir görevi daha layıkıyla yapmanın hazzını yaşadım. Anlatılmaz ancak yaşanır.

Hanım dedi ki bir de benim için alsaydın dedi. Bir tanesini de sen giy dedim. "Bu terlikler ne işe yarar. Hepsi dandik. Ben bu dandikleri giymem dedi. Sesimi çıkarmadım ama şu terliklerin neresi dandik. Görüntü, model, şıklık dört dörtlüktü bana göre. Üstelik Yahudi mallarına boykotun gırla gittiği bir dönemde yerli üretimdi aldığım. Yahudi'ye gitmemişti, Türkiye'de kalmıştı param. Bir de Türkiye'nin bu sahada ekmek yiyen ve at koşturan tek markasıydı. 

Tüm bunları içimden geçirdim bereket. Dışa vursaydım, o terlikler yerde gezmez, kafamda dolaşırdı. Anlayacağınız, şiddet gördüm hem de terlikle diyerek polise de gidemezsin. Nasıl gidebilirim. Bir polis, ne biçim erkeksin derse karizmayı da çizdirmiş olurum. Ondan sonra aile saadeti denen şeyi ara ki bulasın. 

Neyse ben bana söylene söylene içim içime bir güzel dedikodu yaptım. 

Terlik ve dedikodunun üzerinden bir hafta, on gün geçmişti ki misafirler için alınan bu dandik terliklerden biri mecburiyetten giyinilmiş. Giyinilmiş diyorum. Görmedim zira. Herkesin ayağına baksam da ev ahalisinin ayaklarına bakamam. Zira aklımı peynir ekmekle yemedim.

Bir yemek sonrası upuzun şekerlerden, ayakta olması gereken terlik hanımın elindeydi. Bak şu terliğe dedi geldi odaya. Vuracak sandım. Terlik terliktir. Neyine bakacağım demeye kalmadan, güzelim albenili terliklerin çifti birden arka taraftan tabanları yarılmış halini gösterdi. Hem de kaç yerde birden. Baktım yırtık gerçekten.

Şaşırdım doğrusu. Vay anasına, güya marka şu aldığım. Bir de marka olmayan terlik alsaydım, herhalde bir hafta on gün bile gitmeyecekti. Hoş, en tanınmamış, basit bir terlik bile en azından bir sezonu çıkarırdı. Bugüne kadar bu kadar çabuk eskiyen ne terlik gördüm ne de ayakkabı.

Hasılı benim için terlik derdi daha kış sezonuna doğru dürüst girmeden sil baştan yeniden başladı. Yarın beni yeni terlikler için çarşı pazarda dolaşır görürseniz şaşırmayın. 

Benim için esas üzüntü veren, hanımın haklı çıkmasıydı. Çünkü dediği gibi dandikmiş terlikler gerçekten. Bir de ne var bu terliklerde, neresi dandik bunların demiştim. Boşu boşuna günahını almışım. 

Siz siz olun, ilk çıktığında, sağlamlığıyla kendini gösteren, sonra daha fazla kazanma hırsıyla daha ucuza mal ederek kaliteden uzaklaşan bu yerli üretim terlikten uzak durun. Öyle, ayağıma giyer, Gezer dururum falan demeyin. Başka terlik yoksa varsın yalın ayak durun, misafiriniz de üşüsün, siz de. Bulabilirseniz kalitelisini, varsın yabancı marka olsun, alın. Aman ha aman bu yerli üretim terlik türünden uzak durun. Çünkü dandik mi dandik. Size son sözüm budur.

Bu arada dandik dandik diyorum ama iyi bir şey olmadığını bilsem de bunun ne anlama geldiğini bilmiyorum. Size bir iyilik daha yapayım. TDK’de yer verilmiş ise dandiğin ne anlama geldiğini buraya yazayım. Bakalım neymiş dandik? “Düşük nitelikli (uyuşturucu madde vb.), düzmece, kötü nitelikli olan” anlamlarına gelen, sıfat olarak kullanılan argo bir kelime imiş dandik denen şey. Evet bu terlik markasında bu anlamların fazlası var, eksiği yok.

7 Aralık 2023 Perşembe

Fakirin Ekmeği

Bizim maaşlar ne olacak dersin?

Büyükler bilir. 

Yine de bir şeyler söyle. 

Halihazırda ki durumun nasıl?

Hiç iyi değil. Emekliyim demem yeterli. 

Kaç alıyorsun?

7.500 TL.

Bir de defaten 5.000 aldın değil mi?

Evet. Gelmeden gitti.

Yüzde elli bekleniyor sizin için zam. Bu arada kök maaşın kaç liraydı?

5.000'di sanırım.

O zaman senin için 2024'de bir şey değişmeyecek. Yüzde elli zam alırsan, yine 7.500 almaya devam edeceksin.

Ama geçinemem ki bu hayat pahalılığında. Enflasyonun altında kalır bu rakam. 

Enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz deniyor. 

Hep öyle derler. İnandın mı sen de buna?

Hanginize inanacağım bilemedim ki. Bir tarafta sen öldüm, bittim diyorsun. Öbür tarafta emekli, işçi ve memurumuzu enflasyona ezdirmiyoruz diyorlar. 

Sorun da burada zaten. Ne zaman ki enflasyona ezdirmiyoruz diyorlarsa, bil ki o kesim enflasyona ezdiriliyor demektir.

Ama aldığın zam enflasyonun altında kalırsa, enflasyon farkı veriyorlar. 

İyi de ne zaman veriyorlar? Altı ay enflasyonun altında ezildikten sonra.

Deme ya o kadar uzun mu?

Maalesef. O zamana kadar kim öle kim kala. 

Sağda solda biraz birikintin yok mu?

Kaç yıldır o birikintilerle takviye ederek geçiniyorum. O da suyunu çekti.

Bu durumda nasıl geçinmeyi düşünüyorsun?

Bugüne kadar hiç yapmadım ama mecburiyetten herhalde başkasına avuç açacağım. Bunun için utanma duygumu yok etmem lazım. Zira istemek kadar zor bir şey yok. Ayrıca farz et ki dilendim. Kim verir bana? Yeniden çalışmaya kalksam, bu yaşta kim iş verir bana? Bu arada bir şey sorabilir miyim?

Lütfen!

Bana zekât ve sadaka geçer mi?

Demek bu kadar zor durumdasın.

Hem de nasıl.

Zekât da geçer, sadaka da.

İyi o zaman.

Yalnız kim görüp gözetecek seni? Herkes emekli maaşı alıyor gözüyle bakıyor.

Öyle de en azından halden anlayan birinin, cebime zekatını sokuşturur umudunu taşırım. Umut deyip de geçme. Fakirin ekmeğidir zira.

Ahlak ve Etik

Yakın bir gelecekte dinlerin ortadan kalacağına dair görüş ya da öngörüler ikili görüşmelerde ya da YouTube kanallarında birilerince dillendiriliyor.

Dinler ortadan kalkar mı? Kalkmayıp etkisi azalır mı? İnsanlar dinlere mesafe koyup uzaklaşır mı? Tüm bunları zaman gösterecek. Şu var ki gençliğin hiç olmadığı kadar dinlere mesafe koyduğu, biraz ileri gidenlerin inançsızlığını ortaya koyduğu bir gerçek. 

Gençlerin dine mesafe koyması, inançsızlığa giden yolun başlangıcıdır. Bunun bir ileri merhalesi inançsızlığını ifşa etmesidir.

Gençlerin mesafe ve inançsızlığa gitmesinde; dinlerin inanç, ibadet, tarih ve müktesebatlarının dijital ortama aktarılmasının payı büyük. Milenyum gençliği, aktarılan bu bilgilere kolayca ulaşabiliyor. Akıl ve mantığın kabul etmediği görüşleri görüp okuyabiliyor. Bu bilgiler çerçevesinde inandığı dini sorgulamaya başlıyor. Bir diğer husus, kamuoyunda dindar ve mütedeyyin kimlikli görünen etkili ve yetkili çoğu kimsenin tiksinti verici bir görüntü çizmeleri. Gençlik, din bunlar gibiyse, ben o dinden değilim noktasına gelebiliyor. Bu tür ifadeleri gören bazı mütedeyyin ve sosyal medya mücahitleri, "Kişilerin yaptıkları dini bağlamaz. Paranın yüzü kirli diye paradan nefret etmek mi gerekir? Paradan nefret etmediklerine göre bunların niyeti din düşmanlığı. Dine saldıramayınca böyle yapıyorlar" şeklinde bir kıyas, savunma ve saldırma gerekçesi ileri sürse de bu tür gerekçelerin ego tatmininden ve suçu karşı tarafa atmaktan başka bir amaç taşımadığı açık.

Din savunucuları, dinlerinin ileride yok olmasını istemiyorlarsa, dinlerin dijital çağda da varlığını ve etkisini sürdürmesini istiyorlarsa, din ihtiyacının devam etmesini arzu ediyorlarsa, lafı eveleyip gevelemelerine, suçu başkalarının üzerine yıkmalarına gerek yok. Yapılması gereken, dinlerin inanç ve ibadet boyutunu öne çıkarmaktan ziyade dinin etik ve ahlaka dair söylediklerini ön plana çıkarmaları ve öne çıkaracakları etik ve ahlak ilkelerini bizzat hayatlarında uygulamalı olarak göstermeleridir. Dindar ve mütedeyyin insanda dinin emrettiği şekilde güzel ahlakı ve etik ilkeleri görenler de "Şu kimseler çok ahlaklı ve ilkeli. Bunu inançlarından alıyorlar. Ben inanırsam, bu duruşlarından dolayı onların dinine girebilirim. Çünkü haksızlık yapmıyorlar. Söz ve eylem çelişkisi yaşamıyorlar. Hayatlarında torpile, kayırmacılığa yer yok. Çıkarcı ve kendine Müslüman değiller. Emaneti ehline veriyorlar. İnancından ve görüşünden dolayı kimseyi linçe tabi tutmuyorlar. Kimden gelirse gelsin, haksızlığın karşısında durup mağdurun yanında yer alabiliyorlar. Kendilerini iyi ve güzel şeylere adamışlar. Çalışma ve üretmeye yönelmişler. Kendi çaplarında insanlığa fayda verecek katma değer üretiyorlar. Her şeyden öte çok dürüstler. Hayatın her alanında kaçak güreşmiyorlar. Bu dürüstlüklerinden dolayı bunlara çocuğumu, ailemi gözü kapalı teslim edebilirim" türünden şeyler söyleyebilmeli. Bunu söyleyebilmek için derviş görünümlü dindar ve mütedeyyin kişilerin topluma her yönüyle örnek olmaları gerekir. 

Özetle demek istiyorum ki toplumda, dinlerin inanç ve ibadetleri değil, ahlak ve etik yönleri ön plana çıkmalı ve çıkarılmalıdır. Çünkü inanç ve ibadet, kişinin Allah ile kendi arasındaki bir iletişim yoludur. Topluma lazım olan ise o inancın ve ibadetin ahlak ve etik yönüdür. Bir din ancak vazettiği ahlak ve etik değerleriyle reklamını yapar, taraftar kazanır ve varlığını sürdürür.

Kısaca, inananlarında ahlak ve etik değerleri benimseten ve yaşatan din ayakta kalır. Diğerleri tarih sahnesinden silinir gider.