Ana içeriğe atla

Ahlak ve Etik

Yakın bir gelecekte dinlerin ortadan kalacağına dair görüş ya da öngörüler ikili görüşmelerde ya da YouTube kanallarında birilerince dillendiriliyor.

Dinler ortadan kalkar mı? Kalkmayıp etkisi azalır mı? İnsanlar dinlere mesafe koyup uzaklaşır mı? Tüm bunları zaman gösterecek. Şu var ki gençliğin hiç olmadığı kadar dinlere mesafe koyduğu, biraz ileri gidenlerin inançsızlığını ortaya koyduğu bir gerçek. 

Gençlerin dine mesafe koyması, inançsızlığa giden yolun başlangıcıdır. Bunun bir ileri merhalesi inançsızlığını ifşa etmesidir.

Gençlerin mesafe ve inançsızlığa gitmesinde; dinlerin inanç, ibadet, tarih ve müktesebatlarının dijital ortama aktarılmasının payı büyük. Milenyum gençliği, aktarılan bu bilgilere kolayca ulaşabiliyor. Akıl ve mantığın kabul etmediği görüşleri görüp okuyabiliyor. Bu bilgiler çerçevesinde inandığı dini sorgulamaya başlıyor. Bir diğer husus, kamuoyunda dindar ve mütedeyyin kimlikli görünen etkili ve yetkili çoğu kimsenin tiksinti verici bir görüntü çizmeleri. Gençlik, din bunlar gibiyse, ben o dinden değilim noktasına gelebiliyor. Bu tür ifadeleri gören bazı mütedeyyin ve sosyal medya mücahitleri, "Kişilerin yaptıkları dini bağlamaz. Paranın yüzü kirli diye paradan nefret etmek mi gerekir? Paradan nefret etmediklerine göre bunların niyeti din düşmanlığı. Dine saldıramayınca böyle yapıyorlar" şeklinde bir kıyas, savunma ve saldırma gerekçesi ileri sürse de bu tür gerekçelerin ego tatmininden ve suçu karşı tarafa atmaktan başka bir amaç taşımadığı açık.

Din savunucuları, dinlerinin ileride yok olmasını istemiyorlarsa, dinlerin dijital çağda da varlığını ve etkisini sürdürmesini istiyorlarsa, din ihtiyacının devam etmesini arzu ediyorlarsa, lafı eveleyip gevelemelerine, suçu başkalarının üzerine yıkmalarına gerek yok. Yapılması gereken, dinlerin inanç ve ibadet boyutunu öne çıkarmaktan ziyade dinin etik ve ahlaka dair söylediklerini ön plana çıkarmaları ve öne çıkaracakları etik ve ahlak ilkelerini bizzat hayatlarında uygulamalı olarak göstermeleridir. Dindar ve mütedeyyin insanda dinin emrettiği şekilde güzel ahlakı ve etik ilkeleri görenler de "Şu kimseler çok ahlaklı ve ilkeli. Bunu inançlarından alıyorlar. Ben inanırsam, bu duruşlarından dolayı onların dinine girebilirim. Çünkü haksızlık yapmıyorlar. Söz ve eylem çelişkisi yaşamıyorlar. Hayatlarında torpile, kayırmacılığa yer yok. Çıkarcı ve kendine Müslüman değiller. Emaneti ehline veriyorlar. İnancından ve görüşünden dolayı kimseyi linçe tabi tutmuyorlar. Kimden gelirse gelsin, haksızlığın karşısında durup mağdurun yanında yer alabiliyorlar. Kendilerini iyi ve güzel şeylere adamışlar. Çalışma ve üretmeye yönelmişler. Kendi çaplarında insanlığa fayda verecek katma değer üretiyorlar. Her şeyden öte çok dürüstler. Hayatın her alanında kaçak güreşmiyorlar. Bu dürüstlüklerinden dolayı bunlara çocuğumu, ailemi gözü kapalı teslim edebilirim" türünden şeyler söyleyebilmeli. Bunu söyleyebilmek için derviş görünümlü dindar ve mütedeyyin kişilerin topluma her yönüyle örnek olmaları gerekir. 

Özetle demek istiyorum ki toplumda, dinlerin inanç ve ibadetleri değil, ahlak ve etik yönleri ön plana çıkmalı ve çıkarılmalıdır. Çünkü inanç ve ibadet, kişinin Allah ile kendi arasındaki bir iletişim yoludur. Topluma lazım olan ise o inancın ve ibadetin ahlak ve etik yönüdür. Bir din ancak vazettiği ahlak ve etik değerleriyle reklamını yapar, taraftar kazanır ve varlığını sürdürür.

Kısaca, inananlarında ahlak ve etik değerleri benimseten ve yaşatan din ayakta kalır. Diğerleri tarih sahnesinden silinir gider.

Yorumlar

  1. 1. Saptamanız:
    "Çünkü inanç ve ibadet, kişinin Allah ile kendi arasındaki bir iletişim yoludur. Topluma lazım olan ise o inancın ve ibadetin ahlak ve etik yönüdür. Bir din ancak vazettiği ahlak ve etik değerleriyle reklamını yapar, taraftar kazanır ve varlığını sürdürür."

    2. Saptamanız: "Kısaca, inananlarında ahlak ve etik değerleri benimseten ve yaşatan din ayakta kalır. Diğerleri tarih sahnesinden silinir gider."

    Yazınızı okuduktan sonra iki değerli saptamanızı tekrar yorum içine taşıyarak vurgulamak istedim. Aslında bir saptama daha vardı ortalarda onu kaçırdım ve tekrar da dönmek istemedim.

    Yazınız gerçekten güzel, anlamlı ve doğru ve mantıklı yakalşımlar içeren gerçeklerden ibaretti. Kaleminize, emeğinize ve gönlünüze sağlıklar dilerim.
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil
  2. As, çok teşekkür ederim Recep Bey ilgi, alaka, dikkat ve hassasiyetiniz için.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde