Ana içeriğe atla

Sessiz Toplumu Oynuyoruz

Hayat pahalılığına alıştık. Artık kimse dert yanmıyor. 

Tencere tavanın karşısında kimse duramaz sözünün de bir geçerliliğinin olmadığı ayan beyan ortaya çıkmış oldu. 

Enflasyon kaç çıkacak beklentisinden de geçtik. Çünkü yüksek enflasyonla yaşamaya alıştık. İnse de fark etmez çıksa da bizim için.

Ürünlere zam gelmesine aldırmıyoruz artık. Bunu da kanıksadık. Kazara biri hayat pahalılığından dert yansa ya dinlenmiyor ya da önemsenmiyor. 

Yüksek zamlı ürünü ikinci gidişimizde aynı fiyata alabiliyorsak şükrediyoruz. 

TL'nin pul olmasını da önemsemiyoruz. 

Akaryakıt fiyatları da gündemimizde değil. Fiyatlar yüksek olsa da elimiz mahkum, binmeye devam ediyoruz. 

Aynı marka ürünün firmadan firmaya fiyat değişikliği garibimize gidiyor şimdilik. Buna da alışırız yakında. Hatta bu fiyat farklılığı hayat pahalılığına sebep olanları perdeliyor diyebiliriz. Sorunun insanımızda olduğunu, fazla kazanma tamahkarlığından kaynaklandığını söyleyiveriyoruz hemen. Bu da hoşumuza gidiyor. Yeter ki sevdiklerimize halel gelmesin.

Bütçe açığını karşılamak için verginin vergisi olarak ek vergi alınıyor. Bir verginin vergisi de alınır mı, siz neyin kafasını taşıyorsunuz diyen yok. Herkes gidip paşa paşa ödemesini yapıyor.

Nassla oynanıyor. Nassa geçiyorum deniyor. Sonra bir bakmışsın, nasstan vazgeçiliyor. Tık yok. Yanlış yapıldı, dinle oynandı bile denmiyor.

Nüfusun aşağı yukarı beşte biri emekli. Bu emeklilerin önemli bir kesimi bugün 7.500 lira emekli maaşı alıyor. Bu maaş, asgari ücretlilerin aldığı ücretten az ve bu ücretle geçinmenin bu hayat pahalılığında mümkün olmadığını herkes bilmesine rağmen ne bu maaşa talim edenlerden ses var ne bu maaşı layık görenler, biz bunları mağdur ettik diyor ne de toplumda bu adamlara reva görülen hoş değil deniyor.

Ekonominin bu gidişatına dair bugünkü ortamı ne savunan var ne de eleştiren.

Durumumuz, ağzı var dili yok, ağzından ekmeğini alsan sesi çıkmaz denir ya öyle bir toplumuz artık.

Verdiğim örneklerden hareketle, toplum hiç olmadığı kadar mevcut durumu kabullenmiş görünüyor. Belki de bu yüzden hiç sesi çıkmıyor. Belki de sesini çıkarmaktan, demokratik tepkisini dile getirmekten korkuyor, mevcut durumumu da kaybederim endişesi taşıyor. Belki de tuzu kuru kesimden nankör, hain damgası yerim, başıma iş alırım korkusunu iliklerine kadar yaşıyor. Çünkü sesi gür çıkan baskın bir güruh var karşılarında.

Hasılı toplum mühendisleri işini biliyor. Kurup dayattıkları sistem tıkır tıkır işliyor. Nasılsa sessiz sedasız, dikensiz ve nizasız ülke yönetiliyor. Öyle zannediyorum, böyle bir toplumu yönetmeyi herkes ister.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde