7 Aralık 2023 Perşembe

Sessiz Toplumu Oynuyoruz

Hayat pahalılığına alıştık. Artık kimse dert yanmıyor. 

Tencere tavanın karşısında kimse duramaz sözünün de bir geçerliliğinin olmadığı ayan beyan ortaya çıkmış oldu. 

Enflasyon kaç çıkacak beklentisinden de geçtik. Çünkü yüksek enflasyonla yaşamaya alıştık. İnse de fark etmez çıksa da bizim için.

Ürünlere zam gelmesine aldırmıyoruz artık. Bunu da kanıksadık. Kazara biri hayat pahalılığından dert yansa ya dinlenmiyor ya da önemsenmiyor. 

Yüksek zamlı ürünü ikinci gidişimizde aynı fiyata alabiliyorsak şükrediyoruz. 

TL'nin pul olmasını da önemsemiyoruz. 

Akaryakıt fiyatları da gündemimizde değil. Fiyatlar yüksek olsa da elimiz mahkum, binmeye devam ediyoruz. 

Aynı marka ürünün firmadan firmaya fiyat değişikliği garibimize gidiyor şimdilik. Buna da alışırız yakında. Hatta bu fiyat farklılığı hayat pahalılığına sebep olanları perdeliyor diyebiliriz. Sorunun insanımızda olduğunu, fazla kazanma tamahkarlığından kaynaklandığını söyleyiveriyoruz hemen. Bu da hoşumuza gidiyor. Yeter ki sevdiklerimize halel gelmesin.

Bütçe açığını karşılamak için verginin vergisi olarak ek vergi alınıyor. Bir verginin vergisi de alınır mı, siz neyin kafasını taşıyorsunuz diyen yok. Herkes gidip paşa paşa ödemesini yapıyor.

Nassla oynanıyor. Nassa geçiyorum deniyor. Sonra bir bakmışsın, nasstan vazgeçiliyor. Tık yok. Yanlış yapıldı, dinle oynandı bile denmiyor.

Nüfusun aşağı yukarı beşte biri emekli. Bu emeklilerin önemli bir kesimi bugün 7.500 lira emekli maaşı alıyor. Bu maaş, asgari ücretlilerin aldığı ücretten az ve bu ücretle geçinmenin bu hayat pahalılığında mümkün olmadığını herkes bilmesine rağmen ne bu maaşa talim edenlerden ses var ne bu maaşı layık görenler, biz bunları mağdur ettik diyor ne de toplumda bu adamlara reva görülen hoş değil deniyor.

Ekonominin bu gidişatına dair bugünkü ortamı ne savunan var ne de eleştiren.

Durumumuz, ağzı var dili yok, ağzından ekmeğini alsan sesi çıkmaz denir ya öyle bir toplumuz artık.

Verdiğim örneklerden hareketle, toplum hiç olmadığı kadar mevcut durumu kabullenmiş görünüyor. Belki de bu yüzden hiç sesi çıkmıyor. Belki de sesini çıkarmaktan, demokratik tepkisini dile getirmekten korkuyor, mevcut durumumu da kaybederim endişesi taşıyor. Belki de tuzu kuru kesimden nankör, hain damgası yerim, başıma iş alırım korkusunu iliklerine kadar yaşıyor. Çünkü sesi gür çıkan baskın bir güruh var karşılarında.

Hasılı toplum mühendisleri işini biliyor. Kurup dayattıkları sistem tıkır tıkır işliyor. Nasılsa sessiz sedasız, dikensiz ve nizasız ülke yönetiliyor. Öyle zannediyorum, böyle bir toplumu yönetmeyi herkes ister.

4 Aralık 2023 Pazartesi

Din ve Milliyetçilik

Bazı alanlar vardır ki zamanın ruhuna uygun olarak parlar ve söner. Parladığı dönemde birileri sahiplenir, nemalanır. Yıldızı sönünce de yüzüne bakan olmaz. 

Bazı alanlar vardır ki parlayıp sönmez. Bunlar din ve milliyetçiliktir. Bu iki alan toplumlarda her daim geçerli alanlardır. Bu alanlar toplumun hem yumuşak karnı hem kırmızıçizgisi hem de gözbebeğidir. Bu alanlara bitek ve hiçbir zaman yıldızı sönmeyen alan diyebiliriz.

Başka ülkeler için de geçer akçe olan din ve milliyetçiliği Türkiye özelinde ele alalım.

Türkiye'de bir zamanlar dört eğilim vardı. Bunlar: merkez sağ, merkez sol, milliyetçilik ve İslamcılık. Bu dört eğilim toplumda taban bulan eğilimlerdir. Bu tabanlara hitap eden bir veya daha fazla parti siyaset sahnesinde her daim olmuştur. 

Bu dört eğilim halen varlığını sürdürse de merkez sağ ve merkez sol eskisi kadar güçlü değil. 2000'den sonra ortaya çıkan muhafazakar ve İslamcı parti merkez sağın tek temsilcisi olmuştur. Bu hareket 15 Temmuz 2016'dan itibaren milliyetçilik ile birlikte hareket etmektedir. Karşısında ise sol, seküler, laik ve Atatürkçü kesim var. Bunların dışında aldığı oy oranıyla üçüncü ya da dördüncü parti olma özelliğini koruyan bir parti daha vardır. Bu da kamuoyunda Kürt partisi olarak bilinmektedir. Laik ve seküler tarafa yakın olan bu parti de milliyetçi parti kategorisinde yer alır. Kürt ve Türk milliyetçilerinin aldığı oylar birbirine yakın oylardır. Birbirinden beslenirler.

Atatürkçülük laik ve seküler eğilimin tekelinde. Ege ve sahiller sol ağırlıklı.

Karadeniz ve İç Anadolu bölgeleri muhafazakarlığa yakın Türk milliyetçilerinin tekelinde.

Güneydoğu Anadolu ve metropol şehirlerde Kürt milliyetçilerinin ağırlığı var.

Marmara, İç Anadolu, Karadeniz bölgelerinde İslamcılık ve muhafazakarlığın ağırlığı var.

Seküler ve laik ulusalcı milliyetçiler ise ağırlıklı olarak sahillerden oy alıyor.

Hasılı bu ülkede bu dört eğilim olsa da bu ülkenin hakim unsuru İslamcılık ve milliyetçiliktir.

İslamcılık ve milliyetçilik geçer akçe olunca haliyle bu iki yıldızı tekeline alan partiler bu eğilimleri tepe tepe kullanmakta. Bu membadan ekmek yemektedirler. Bu iki alan o kadar bitek bir alandır ki kullan kullan bitmiyor. Kullananlar tıka basa doyuyorlar. Kimse bu parlayan yıldızları söndüremiyor.

Bir kurşun atılsa, bir terör vuku bulsa bir şehit haberi gelse milliyetçilik tavan yapar. Ondan sonra gelsin oylar. Dini bir oluşum, bir hareketinden dolayı eleştirilse bunların esas amacı İslam’dır söylemiyle, eleştiri getirenler din düşmanı, savunanlar ise dinin yılmaz savunucusu olarak olaya müdahil oluyor. Ondan sonra gelsin oylar.

Kısaca İslamcılık ve milliyetçilik bu ülkenin sürekli gündeminde olan, gündemden hiç düşmeyen iki parlayan yıldız. Bunları tekellerine alanların karşısında kimse duramaz. Çünkü bunların karşısında durmak demek, din ve milliyetçilik düşmanlığı gibi görülür. Bu iki yıldızı tekellerine alanlar maçlara daima bir sıfır önde başlarlar.

3 Aralık 2023 Pazar

Çin Olacağız Artık

Doğuluyuz. Daha doğrusu Doğulu idik.

Olmayacak böyle, Batılı olalım dedik.

Hani şu muasır medeniyet dedikleri.

Bu uğurda çok didindik. Batılı da olamadık.

Bari eski kimliğimize dönelim, dedik. Baktık, biz ona da yabancılaşmışız.

Kendimiz olalım dedik. Bu da olmadı. Zira biz kim, kendimiz olmak kim.

Ne yapacağız böyle? Biz hiçbir şey olamayacak mıyız? Çünkü ne Batılı olabildik ne de Doğulu kalabildik.

Biz hiçbir şey olamayacak mıyız derken yani iki arada bir derede iken şükür ki bir şey olmaya karar verdik:

Bahtımıza Çin çıktı.

Artık bundan sonra Çin gibi olmaya karar verdik. Talih kuşu demek bu.

Bahtımıza Etiyopya, Kenya da çıkabilirdi.

Buna ancak şükredilir. En azından bir şey olacağız çünkü.

Bir kesere sap gibi bir şey bu. Fena mı?

Artık bu aşamadan sonra kimse bize, siz kimsiniz diyemeyecek. Derse de ağzının payını alacak.

Evet, biz Çin gibiyiz. İleride gibiyi de kaldırır, Çin oluruz.

Bize bu imkanı veren ve bir şey olmamıza karar veren yetkililerden bu aşamada istediğim, Çin olacaksak olalım aman yeni bir harf devrimi yapmayalım.

Mevcut alfabemiz kalsın.

Çünkü ben Çince ne yazar ne de okurum.

Bu aşamadan sonra bir Çinceyi sökemedi densin istemem. 03.12.2022

1 Aralık 2023 Cuma

Bana Bir Fon Bulun!

Parasızlık başa bela. Çünkü parasız hayat dönmez. Bu yüzden tüm mücadelemiz hayatı döndürecek paraya sahip olmak.

Parasızlık böyle de ya paralı olmak. Bu da bela. Çünkü para fazla olunca, ne yapacağım bu parayı diye düşünüp taşınırsın.

En iyisi, kararınca olmalı para. Ne eksik ne fazla. Gelir gideri karşılasın yeter.

Ağzımdaki baklayı çıkarayım. Benim de kötü günler için ayırdığım bir on beş bin lira fazlalığım var. Kaç gündür kara kara düşünüyorum. Nasıl değerlendireyim bu parayı diye. Bu para ne ki demeyin. Beğenmediğiniz para bugün iki emeklinin birer aylık maaşı.

Hasılı, cebimde iki emekli parası var. İstiyorum ki bu parayı değerlendireyim. Ama nerede, nasıl?

Altın alsam, altın fırlamış. Yanına yaklaşamam.

Döviz alsam. Bugüne kadar dövizle hiç işim olmadı.

Borsaya zaten yabancıyım.

Kur garantili mevduat da kalktı.

Finans kurumlarına yatırıp kar payı alsam...bu finans kurumlarına dair şüphelerim hiç dağılmadı.

Yüksek faiz veren bir bankadan mevduat hesabı açtırıp oraya yatırsam...bu iş de hiç bana göre değil.

Kumar oynasam, hiç şansım yok. Ütülürüm. Ütülmekten de geçtim. Gören ve duyan ne der sonra.

O zaman ne yapmalıyım bu parayı? En iyisi yüksek kar getirici bir fonda değerlendireyim. Ama nasıl? Zira bugüne kadar bu konuda hiç tecrübem yok. Fon diye bildiğim, Özal zamanında kaymakamlıklar bünyesinde Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma Vakfı adı altında kurulan vakfın halk dilindeki adının Fak Fuk Fon olduğudur.

Of... Başa bela bu zenginlik. Gel de çık işin içinden.

Yine de en iyisi fon. Ama bu fon, Fak Fuk Fon gibi haftalık dağıtan bir yer olmalı. Bir farkla. Fak Fun Fon, ihtiyaç sahiplerine dağıtırken bu fon benim zenginlere hitap etmeli. Bir defa bana özel ve de çok gizli olmalı. Öyle olur olmaz herkes bu fondan faydalanma yoluna gitmemeli. Bu tür fonla ilgili her türlü ayak varsa sizde, lütfen benimle iletişime geçiniz. Bu tarakta beziniz yoksa kulağınız deliktir sizin. Bildiğiniz fona yönlendiriniz beni.

Adıma açılacak fonlara itibar etmeyiniz. Başkası adına açılan fonlar tercihimdir. Çünkü onların sırtı hiç yere gelmedi.  

Bu arada beni yeterince tanımayanlar için kendimi kısaca tanıtayım. Gözlük takıncaya kadar futbol oynamışlığım var. Yani ayağım iyi. Mahalleler arası müsabakalarda ilk on birde yer almışım. Tek eksiğim milli olamamak, bir de bu işi amatörce yaptım. Yalnız bunların sorun olduğunu sanmıyorum. Şimdi param var ya siz ona bakın. Ayrıca mahalle takımında yer almak da bir nevi milli olmak demektir.

Haydi sevindirin bu garibi. Ben sevinirsem, sizi de sevindiririm.

29 Kasım 2023 Çarşamba

Ayak ve Beyin

Mükemmel bir vücudumuz var. Ne eksiği var ne de fazlası. Bu vücudun her bir parçası ve organı gerekli.

Ayaklar sayesinde ayağa kalkar, dikiliriz. 

Ayaklar sayesinde emeklemekten kurtuluruz. 

Ayak sayesinde yürür koşarız. 

Ayaklar sayesinde dengede dururuz. 

Ayaklar sayesinde çömelir ve zıplarız da. 

Vücudun tüm yükünü ayaklar çeker. 

Akılsız başın cezasını yine ayaklar çeker. 

Düşmanı ayağımıza bakmasından biliriz. 

Bu pahalı hayatta özel oto, toplu taşıma ve tramvay istemez. Gideceğin yere seni masrafsız götürür. Yeter ki yürümeyi gözün kessin. 

Sen yürürsün. Yürüdükçe ayaklarına kara sular iner ama olsun. 

Kavgayı tavsiye etmem ama mecbur kalırsan, kavgalarda rakibine tekme atmak suretiyle ayaklarını silah olarak kullanabilirsin. Bu arada dikkatli olmazsan tekme de yersin. 

Ayakla ayak oyunları da yapabilirsin, ayak oyunlarına da maruz kalabilirsin.

Hasılı ayağın işlevi saymakla bitmez. Tüm organlar gibi ayaklar da bir nimettir. 

Hatta bu ayakla para bile kazanabilirsin. Yeter ki iyi kullanmayı bil. Mesela profesyonel futbolcu olursan, her transfer döneminde bu ayakla dünya kadar para kazanabilirsin. Aldığın transfer ücretin boyunu aşar. Önemli maçlarda prim üstüne prim alırsın. 

Tek yapacağın, ayakları iyi kullanmak. Paraya para demezsin. Şöyle bir 8-10 yıl koşup ter döktükten sonra jübileni yapar, köşene çekilirsin. 

Bundan sonra yapacağın, o ayakların kazandığı serveti değerlendirmek olacaktır. Bunun için ortalama bir akıl ve beyin sahibi olmak gerekir. Ben bu parayı ayakla kazandım. O değerlendirsin. Bu para onun dersen; yandın, bittin, kül oldun demektir. Çünkü ayak madem ki bu para benim. O halde ben ne yapacağımı iyi bilirim der. Topa vurduğu gibi paraya bir tekme atar. Tüm emeğini berhava eder. Hasılı, bu ayakla bir zıplarsın, iki zıplarsın. Sonra yerinden kalkmayacak şekilde sırtının üstüne düşersin. Bir daha da kalkamazsın.

Sen sen ol, ayaktan kazandığını ayak oyunlarına kaptırma. Biraz akıl ve beyinle bu servetini çok iyi değerlendirmeye bak. Çünkü vücudun komuta merkezi beyindir, ayaklar değil.

Piyasaları Sükunete Davet Etmişliğim Var Geçmişte

"Piyasaları sükunete davet ediyorum:

Devlet nasıl ki sahipsiz değilse bakanlıklar da sahipsiz değildir. Biri/leri görevinden el çeker veya çektirilirse, bu görevi yapacak bu ülkede nice isimsiz vatansever kahramanlar bilirim. Yeter ki siyasi irade, iradesini ortaya koysun ve "Bu devletin size ihtiyacı var" desin. 

Şayet böyle bir görev tevdi edilirse;

1.TÜFE ve TEFE her ayın üçünde eksi çıkar. En fazla sıfır olur.

2.Her türlü döviz işleri itina ile seyredilir. Seyretmek istemeyenler, TRT1'de biri bitmeden diğeri başlayan reklamsız dizilere yönlendirilir. Burada hem dizi izler hem hoşça vakit geçirir hem de kanalın sağ alt köşesinde döviz bilgisine yer verilmez. 

3.Şom ağızlı, felaket tellalı ve de art niyetli birileri, "Döviz yükseliyor" derse, böylelerine her türlü cevap repertuarımızda vardır:

"Senin dövizle işin ne?

Döviz borcun mu var?

Maaşını dövizle mi alıyorsun?" gibi.

4.Anlamayıp, temcit pilavı gibi hala döviz yükseliyor denirse, "Bağımsız, milli bir ekonomi için dövizin yükselmesi iyidir. Niyetimiz ithalatı sıfırlamak" derim.

5. Yaptıklarıma, yapacaklarıma ve dediklerime benden başka kimse inanmayacak. Zira bir kişi inanırsa, bu  kendimi ve geçmiş müktesebatımı inkar anlamına gelir.

6.Ekonomiyi sadece dövizin inmesi olarak görenlere  ve ısrarlı bir şekilde döviz insin diyenlere, "Döviz benim elimde. İstersem indiririm, istersem çıkarırım" derim. Görev başında iken dövizi indiremesem, B planını devreye sokarım. Görevi sosyal medya aracılığıyla bırakarak çok inmesini istedikleri dövizi böylece indirmiş olurum.

7. Görevi bırakırken dövizi en yüksek seviyeye çıkarmış bakan olarak tarihe geçerim. İstifa ederken de dövizi indirmiş bakan olarak tarihe geçerim. Sizi bilmem ama bu durumda beni kimse unutmaz.

8. Bakanlığım sırasında devlette devamlılık esastır prensibi çerçevesinde icraatlarımla selefimi aratmayacağım. Belki de onu mumla arayacaksınız. O daha iyiydi diyeceksiniz". 09.11.2020 

Anladım ki

Anladım ki vatan, millet ve ayağa kalk Sakarya diyenlerin derdi vatan değil; cebellezi, makam, mevki, bitmez tükenmez ego tatmini, kendi itibar ve şöhretleri imiş. 

Anladım ki birilerinin sırtına basarak yükselenler, geldikleri ve çıktıkları yeri unutuyormuş.

Anladım ki din, iman, dava, ideal diyenlerin derdi, kendilerini merkeze koymak ve zirveye çıkmakmış. 

Anladım ki bize korku salanlar, üzümü çifter yiyorlarmış. Ama bu çifter yemeyi gizlemeyi çok iyi beceriyorlarmış. Çünkü bu çifter yiyor deyince, biz parmağını gösterdiği yere baktık. Bu arada kendileri de üzümü çifter götürüyor.

Malumunuz kişi, karşıyı ve başkasını işaret ederken işaret parmağıyla gösterir. Baş parmak da aynı hizada karşıyı gösterirken geriye kalan üç parmak kendisini gösterir. Biz karşıya bakarken kendisini gösteren diğer üç parmağı görmüyoruz. 

Anladım ki gerçeklik diye konuşulanların her biri birer algıdan ibaretmiş. Olguları yaşıyoruz derken algılar imiş yaşadıklarımız. 

Anladım ki tek geçerli kriter insan olmak ve insan kalmakmış. Kısaca insanlıkmış asıl olan. İnsanlığı olmayanın savunduğu değerler hayatına bir şey katmıyormuş. Böyle tipler için o değerler satışa sunulmak için varmış. Bu değerlerin müşterisi de bol olunca yükselmenin sınırı yokmuş. Zira yanında değerler olan tacirin karşısında kim ya da hangi güç durabilir. O yüzden yanına değerleri alan her daim maça bir sıfır galip başlar. Değerle yola çıkan, değerlerin üstüne basarak yükselir ve parsayı toplar. Değerlerle mesafeli olanlar ise döküntülerle yetinir, onlarla beslenir.

Anladım ki değerleri altına alarak yükselenler, değerleri yıprattığı için değerler büyük darbe yermiş, insanlar değerlere mesafe koyarmış. Bunlar için önemli değil. Zira satışta mal yıpranır. Önemli olan satıcının kazanmasıdır. Bu uğurda nice değerler varsın feda olsun.

Anladım ki değerlerle kedinin fareyle oynadığı gibi oynayanlara; yapmayın, bu değerleri emellerinize alet etmeyin deseniz, adınız değer düşmanına çıkar. İnmezsiniz sekize. Olursunuz bir değer düşmanı. Bu durumda sizi ben bile kurtaramam.

Ne yapmalı bu durumda? Ben nasıl yükselmeliyim. Ne önerirsiniz? Bizde mi bu değerleri kullanalım derseniz? Hiç tavsiye etmem. Zaten deneseniz de başarılı olamazsınız ve gülünç duruma düşersiniz. Zira ikna edici olamazsınız. Çünkü değerlerin distribütörü bellidir. Zamanında tekellerine almışlar. Size buradan ekmek çıkmaz. Değerlerin asıl satıcısı varken çakmasını ne yapsın kalabalıklar. Hurra giderler asıl satıcıya.

Bu durumda sizin göreviniz, mevcut yerinizdir. Siz size güvenenleri oyalayacaksınız. Çarkın bir parçası olacaksınız. Onlar köşe olurken siz de suyundan faydalanmaya devam edeceksiniz. Çünkü siz olmalısınız ki bu çark dönsün. Değilse, bu çark dönmez.

Tüm bunları anladığımda maalesef iş işten geçmiş. Atı alan zaten Üsküdar’ı geçmiş. Alavere için Bor’a yöneleyim dedim. Bor’un pazarı da kalkmış. Bu aşamadan sonra eşeğimi Niğde’ye sürsem kaç yazar...