29 Kasım 2023 Çarşamba

Maceranın Yeri Bir Başka

Rab Teala, en iyisini bilir ama dilde kemiğe yer vermemiş. İyi ki de vermemiş.

Dile kemik koyduğunu düşünün. Söylediğimiz sözden nasıl geri dönerdik? Tükürdüğümüzü hiçbir şey olmamış gibi yalamayı nasıl yapardık? U dönüşünün nasıl bir şey olduğunu nereden bilebilirdik? Büyük konuşanlara, büyük lokma ye. Fakat büyük konuşma diyebilir miydik?

Normali yaratmış aynı zamanda anormali de. Her şeyi zıddıyla yaratmış.

Akı yaratmış, karayı da.

Bilimi yaratmış, bilime aykırılığı da.

Makulü yaratmış, makul olmayanı da.

Modeli yaratmış, modelsizliği de.

Rasyoneli yaratmış, irrasyoneli de.

Ortodoksu ve heterodoksu da.

Çin modelini ve Türk modelini de.

Seçin, beğenin. Seçerken kalitenizi de konuşturun demiş.

Birini uygula. Olmadı mı?

Sonra vazgeç diğerine/öncekine geç...

Düşünün ki hayat hep normal olsa, çekilir miydi bu hayat? Bıkkınlık verir, illallah dedirtirdi bize.

İyi ki her şeyi zıddıyla yaratmış. Değilse, neyin ne olduğunu, maceranın ne olduğunu, maceranın sonunun nelere mal olacağını, ceremesini kimlerin çekeceğini nereden bilebilirdik?

Kulları tekdüze yaratsaydı, hep aynı şey diye sıkıntıdan patlardık.

Bu kulları birbirinden farklı alternatifler bulmasaydı, alternatifsizlikten çatlar ölürdük.

Kullarına, sonucuna katlanmak şartıyla her yolu deneme özgürlüğü vermiş. Böyle olmasaydı, deneme tahtası diye bir şey olur muydu?

Kediyi yaratmış aynı zamanda fareyi de. Bundan insanoğlu ibret almalı ki birileri kedinin fareyle oynadığı gibi oynasın.

Kullarının bulduğu her şeye eyvallah ama maceranın yeri bir başka. Bu macera sayesinde kulları neleri gördü neler görüyor neler görecek...

Simide Son, İğdeye Devam!

Kara simide gelen son zamdan sonra bugün simit alır mısın diyen simitçiye, simide yeni zam geldi mi dedim. "Daha gelmedi. Hala 2,5 lira" dedi.

Hayret ettim fiyatın değişmemesine.

Fırsat bu fırsat dedim. Üstelik fiyatını sordum. Almazlık olmaz deyip bir simit daha aldım.

Simidi yedim ama böyle nereye? Mutlaka bir çıkış yolu bulmalıyım. Bu boğaz harbi ile mücadelenin bir çıkışı olmalı dedim.

Öğle yürüyüşüne çıkarken yanıma bir poşet aldım.

Soluğu üç katlı bir binanın dışında kalmış bir iğde ağacının altında buldum.

Sağa sola bakındım. Kimsecikler yoktu.

Yol kenarında umumun malı gibi görünse de sahibinden izin almak gerekirdi.

Evin de kime ait olduğunu bilmiyorum.

En alt zile bastım.

Tanımadığım biriydi kapıya çıkan.

Kapıya çıkana kendimi tanıttım. 

Kapının önündeki iğde sizin mi dedim. Hayır ama toplayabilirsiniz dedi.

Bu ev kimin dedim.

Sahibi yurtdışında Kamil diye biri dedi.

Soyadı Akar mı dedim.

Evet dedi.

Tanırım Kamil abiyi. Severim kendisini. Hukukumuz da var. Yurtdışından izne gelince helalleşirim dedim.

Gördüğünüz gibi bu kadar topladım.

Yürüyüşümü bitirdikten sonra nevalemi açtım. Yedikçe yedim.

Az sonra doyduğumu hissettim.

Dedim, bundan sonra simide son, iğdeye devam.

Bedavaya karnımı doyuracağım. Simit parası da cebimde kalacak. Daha ne isterim.

Gördünüz değil mi kurtuluş mücadelemi. 29.11.2021

Not: 29.11.2021 günü bu yazıyı yazıp sosyal medyada paylaşmışım. Simidin fiyatı 2 yıl önce 2,5 lira imiş. Kaç aydır 9 lira. 

Ali Osman Koçkuzu'nun Ardından

80’li yıllarda bir öğretim görevlisi, mezun olacak son sınıf öğrencilerin hadis dersine girer. Bazı öğrencilerin vize/finali iyi geçmez. Kendileri için hayat-memat meselesidir. Kimi evli kimi evlenecek. Öğretmen olmak için diploma almaları gerekiyor.

Ne kadar durumlarını anlattılarsa da geçer not alma konusunda hocalarını ikna edemezler.

Kara kara düşünürlerken akıllarına hocanın annesi gelir. Üşenmezler. Hocanın evini öğrenip annesiyle görüşmeye ve durumlarını anlatmaya karar verirler.

Hoca evde yokken teyzeye misafir olurlar: “Teyze, biz oğlunun talebeleriyiz. Dersinden kalacağız. Çoğumuz Konya dışından gelen ve kirada oturan, kira parasını kıt-kanaat denkleştiren öğrencileriz. Eğer kalırsak okul uzayacak, diploma alamayacağız“ şeklinde  durumlarını anlatırlar.

Teyze, çocukların durumuna üzülür:                       “Siz o işi bana bırakın” diyerek onları uğurlar.

Akşam oğlu eve gelir. Anne, “Oğlum! Şu, şu, şu isimli çocukları dersinden geçireceksin. Ben onlara söz verdim." der.

Hoca; “Ana durum bildiğin gibi değil, bu dediklerinin dersleri zayıf. Çalışmadılar. Onları geçiremem.” şeklinde cevap verdiyse de  annesinin, “Eğer geçirmezsen analık hakkımı ve emzirdiğim sütümü helal etmem bak...” tehdidi karşısında kara kara düşünme sırası hocaya geçer.

Ertesi gün okula gider. Odasına bahsi geçen öğrencileri çağırır. Onlara: “Oğlum! Anamı bu işe niye karıştırdınız? Bir daha anamı karıştırmayın.” der.

Olayın sonunda öğrenciler mezun oldu mu bilmem. Zira duyduğum bu kadar.

Allah rahmet eylesin. 29.11.2020

 

28 Kasım 2023 Salı

Kandıran Kandırana *

Türkiye halkının kahir ekseriyeti Müslüman. Müslüman kimsenin de "Elinden ve dilinden emin olunan kimse" olması gerekir. Çünkü peygamber Müslüman tanımını böyle yapmıştır.

Müslüman, çevresine güven veren biri olması gerekirken ister İslami hassasiyeti olsun ister olmasın, bu ülke her türden insanın dolandırıcılığına şahit oldu ve olmaya da devam ediyor maalesef. 

Kandıran varsa haliyle kanan da olacaktır. Her kandırma olayında da ister istemez sayısız mağduriyetler oluşuyor.

Bu ülkede kanma potansiyeline sahip bireyler ve toplum olduğu müddetçe maalesef kandıranlar da olmaya devam edecektir. Yeter ki biz kanmaya teşne olalım.

Kandırmanın her türlüsü bu toplumda maalesef var. Maddiyat denince de ilk akla gelen paradır. Para bizim yumuşak karnımızdır. Hangi birimiz çok paramız olsun istemez. Biz istedikçe parayla imtihan oluyoruz.

Aklımda kaldığı kadarıyla kandırmaya bazı örnekler vereceğim. 80'li yıllarda bankerler revaçta idi. En meşhurları da Banker Kastelli idi. Daha fazla faiz verip kazandırıyoruz reklamlarıyla, buralara para yatıranların paraları iç edildi. Geriye birçok bankerzede bıraktılar.

90'lı yıllara yeşil sermayenin revaç bulduğu yıllar. YİMPAŞ, Kombassan, İttifak adı altında kar ortaklığına dayalı holdingler kuruldu. Kar-zarar ortaklığına dayalı bu sistem, bankaların verdiği faizden daha fazla kar payı dağıtınca, çoğunluk özellikle dindar ve mütedeyyin insanlar bu holdinglere para yatırdı. Gurbetçilerden adeta döviz yağdı. Bu holdinglere sermaye aktığını gören önüne gelen, kar-zarar ortaklığına dayalı holding kurdu. Konya merkezli holding sayısı 50'yi buldu. Döviz ve altın bazında yüzde otuz kar payı dağıtan reklamlara şahit oldu insanımız. Holdingler kurdukları bu saadet zincirinin devamını sağlamak ve daha da büyütmek için ağzı laf yapan, ayet-hadis okuyan hocaları Avrupa'ya gönderdiler. Paranızı verin ki "laik seküler insanlarla mücadele edelim" konuşmaları yapıldı. Valizlerle sıcak para toplandı. Her para toplayan yüklü komisyon aldı. Sıcak parayı gören holdingler emsallerini geçmek, birden büyümek için kar payı oranlarını daha da yükseltti. Yatırıma ve üretime gerek yok. Üretim gibi para yağıyordu çünkü. Üretmeden kar payı dağıttılar. Nasılsa sıcak para geliyordu. Gelen paraları önceki hisselere kar payı olarak verdiler. Ne zaman ki holdinglere sıcak para girişi durdu. Bu saadet zinciri de bitti. Bir yolunu bulan parasını aldı. On binler kar payından geçti, ana parasını alamadı. Mantar gibi biten holdingler birer birer kapandı.

İnternet üzerinden kumar oynatıp ocakları sönenleri, dijital paraya servet kaptıranları, terörle mücadele etme adına yapılan telefon dolandırıcılığı, kontör, hediye çeki türünden dolandırıcılıkları saymaya gerek yok. 

Son dolandırıcılık vakası, milli takımda yıllardır oynamış, oynadıkları futbolla, genç yaşta servet sahibi olmuş milli futbolcuların, bir bankacı tarafından "Fatih Terim Fonu" adıyla kandırılması. Güya paralarını yüksek gelir getiren bir fonda değerlendirecekmiş. Döviz bazında yüzde 40'lara varan kar vadedilmiş. Çok gizli olan bu fona herkesin çok iyi tanıdığı futbolcular servetlerini yatırmış. Yetmemiş, arsalarını satmışlar. Yetmemiş, kredi çekmişler. Sonuç, dolandırılan sayısı 29 kişi. İç edilen para ise 44 milyon dolar. Ayağı değil de beyni çalışan bir insan, dünyada döviz bazında verilen en yüksek faizin yüzde 5-6’yı geçmediğini, yüzde 40 faizin kokusunun yakında çıkacağını ve mağdur olacağını bilir. Belli ki ayakları iyi çalışan ve ayaktan para kazanan futbolcularımız beyne pek yatırım yapmamışlar. Genç yaşta kimseye nasip olmayan bu servete servet katmak istemişler, bir ömür boyu yiyip içmeyle, gezip tozmayla bitiremeyecekleri ana paralarını kumar oynamışlar ve bir nevi tefeciliğe soyunmuşlar.

Milliyetçiliği kimseye vermeyen, memleket sevdalısı görünen milli futbolcularımız ve hocaları, ülke ekonomik krizle boğuşurken, vatandaş dövizini bozdururken, dövizin ateşini söndürmek için hükümetin getirdiği kur garantili TL’den gelecek faizi bile yeterli görmemişler, taşın altına ellerini koymamışlar. Sevsinler sizin milliyetçiliğinizi.

Hasılı bu ülkede bu dolandırma hikayeleri dün olduğu gibi bugün de devam ediyor, yarınlarda da olmaya devam edecek. Çünkü ederinden ve makulünden fazla kazanmak için her kılığa girmeye hazırız. Tefeciye de gideriz, tefecilik de yaparız. Çünkü fazla kazanmaya teşne bir toplumuz. Bu uğurda dindarlığımız, modern görünümüz, milliyetçiliğimiz hak getire. Hepsi vız gelir bize.

Artık bu toplum kanma ve kandırma hikayelerini o kadar duydu, o kadar yaşadı, o kadar başına geldi ki bu tür dolandırmalar vakayı adiden sayılır oldu. Tepkisizliğimiz de bundan.

Kandıran kandırmaya devam ediyor. Çünkü dolandırmanın özellikle nitelikli dolandırmanın pek bir cezası yok. Belli bir süre gündemi işgal eder. Dava devam eder. Birkaç kişi ceza alır. Sonra unutulur gider.

Hasılı paranın dini ve imanı yok dedikleri bu işte. Aşırı kazanma hırsı insanın gözünün önünü kör ediyor, aklı dumura uğratıyor.

Son olarak insanımızın para ve servetle imtihanı hiç bitmeyecek. Bu hırs ve tamah ilanihaye devam edecek. Son örneği de Kur’an’da verelim. Bu da çarpıcı bir örnektir. Ali İmrân süresi 130.ayette Allah, “Ey iman edenler, faizi kat kat yemeyin...” buyurur. Uhud yenilgisinin anlatıldığı yerde bu ayet araya giriyor. Niçin? Çünkü savaşın ilk başlarında müşrikler yenilgiye uğrayıp kaçıp giderken, peygamberin asla yerinizi terk etmeyeceksiniz fermanını dinlemeyen okçular, nasılsa savaş bitti diyerek ganimet toplama sevdasına giriştiler. İşte bu mal hırsı bu savaş yenilgisinin ana sebebidir. Bu ganimet hırsını, çok kazanma arzusunu daha da çok kazanmak amacıyla servetini tefecilikte değerlendirmeye benzetiyor.

Hasılı ne kanalım ne de kandıralım temennisiyle. 

*01/12/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

27 Kasım 2023 Pazartesi

Dertli ve Tuzu Kuru

Hayat, dertlilerle tuzu kuruların arasında gelip geçiyor. İç içe yaşayıp gidiyorlar.

Tuzu kuru olmalarında sorun yok. Varsın böyle yaşasınlar. Dertlilerin derdine tercüman olup en azından dertlerini dinleyip anlayış gösterecekleri yerde aşkın gözü kör ettiği gibi savunmacı anlayış içine girmeleri insanı kahrediyor.

Biline ki bu tip tuzu kurularla aynı dil konuşulsa da asgari seviyede bile anlaşmak mümkün değil.

Şu tür konuşma eksik olmaz bunlarla. İlki dertli, ikinci ise tuzu kuru:

Hayat pahalılığı aldı başını gidiyor.

Geçmişi unutma. Eski günler daha felaketti. 

Geçmişte yaşamıyoruz. Bugün piyasa yangın yeri. 

Eskiden yoktu bir şey. Varsa da kuyruk vardı. Ben kuyrukları unutamam. Yaşamayan bilemez. 

Emeklinin durumu iyi değil. Aldıklarıyla geçinebilmeleri mümkün değil. 

Düşük emekli maaşı alanların çoğu ikinci işte çalışıyor. Hepsinin de evi var. Çoluk çocuk da kalmadığına göre bu maaş onlara yeter. Yetmese de bu emekliler zaten fazla çalışmadan emekli olanlardır.  

Kiralar çok yüksek. 

Ev sahipleri çok insafsız. 

Kurt puslu havayı sever.

Ne dersen de. İnsanımız aç gözlü ve fırsatçı.

Devlet de vergilere yüksek çekiyor. Devlet de mi fırsatçı?

Devlet olması gerekeni yapıyor.

Durmadan U dönüşü yapılıyor. 

Yapmayan mı var. Hepsi yaptı. 

Enflasyon çok yüksek.

Eskiden daha da yüksekti. Şimdi dünyada da yüksek.

Faizler indirilmişti. Seçimden sonra yükseltilmeye başladı. Ne dersin?

Zaten yükseltilmesi bekleniyordu.

Seçimden sonra döviz de yükseldi.

Herkes bekliyordu zaten.

Kur garantili yanlıştı.

Bir ihtiyacı karşıladı. İyi oldu. Değilse bugün döviz daha yüksek olurdu...

Belediye Başkanlarına Açık Mektup *

Sayın başkanlar!

Konya semt pazarları Konyalının haftalık alışverişlerini yaptıkları yerlerdir. 

Aşağı yukarı her mahallede vatandaşın bu ihtiyacını gidermek amacıyla belediyelerimiz açık veya kapalı pazar yerleri yapmaktadır. 

Belediyelerimizin son yıllarda ağırlık verdiği kapalı semt pazarları takdire şayandır ve birçok ile örnek olmaktadır. 

Belediyelerimiz semt pazar yerleri belirleyip yaparak pazarcının ve mahallelinin hizmetine sunuyor. 

Bir ihtiyacı gideren semt pazarlarına dair bu tespiti yaptıktan sonra pazar yerlerini doğru ve düzgün kullanmadığımız konusuna gelmek istiyorum. 

Belediyesinden vatandaşına ve pazarcısına varıncaya kadar hepimiz biliyoruz ki sabahında düzgün ve temiz bir şekilde teslim edilen pazar yerleri ister açık ister kapalı olsun, pazar dağıldıktan sonra savaş alanına dönüyor. Adeta pazarcı esnafı, satamadığı ne kadar çerçöp varsa, giderken pazar yerine döküp gidiyor. Yani pazar yerlerimiz pazar dağıldıktan sonra yüzüne bakılmayacak şekilde pis ve kirli bırakılıyor. Pis ve kirlilik ayak izinden ibaret olsa, kalabalık ortamda olur diyeceğim. Esnaf bile bile herkesin gözünün önünde ne kadar döküntüsü varsa onları yere döküp ya da saçıp gidiyor. Bu durum sadece bazı semt pazarlarına ve bazı pazarcı esnafının sünneti değil. Maalesef tüm esnaf çöpünü ve fazlalığını boşaltıp gidiyor.

Bu durumu görmek için belediye başkanlarımızın pazar dağıldıktan sonra bir pazar yerine gitmesinde fayda var. Görüntü kirliliğini göreceklerdir. Kendileri gidemese de pazar dağıldıktan sonra temizlemek için pazar yerine giren temizlik görevlilerine sorabilirler. Pazarın hali pürmelali nasıl desinler.

Nasılsa temizleniyor. Ha ayak izi ha sebze ve meyvenin çürüğü, çarığı veya kabuğu demeyelim. Ayak izinden kaynaklanan kirliliğe kimse bir şey demez. Her türlü pisliğin ve fazlalığın pazar yerlerine boşaltılması, Konya'ya yakışmıyor. Bu durum ne etik ne ahlaki ne dini ne de insanidir. Temizlik anlayışımıza ters bu görüntü bizim büyük bir ayıbımızdır.

Lütfen bu meseleyi basite almayalım, görmezden gelip göz ardı etmeyelim. Pazar yerlerinin pazar dağıldıktan sonraki pis görünümü acilen çözülmesi gereken başlıca bir sorundur. Bu sorunu da sizler çözeceksiniz. 

Bunun için işgaliye parası almaya gelen belediye görevlisi, her pazarcı esnafına çerçöp, pislik ve çürük çarığını koyması için yeterince büyük siyah çöp poşeti vermelidir. Esnaf çöpünü bu poşete doldurup ağzını bağlayacak. Giderken pazar yerinde bırakacaktır. Belediye temizlik ekipleri de pazar sonrası bu poşetleri toplayacak. Ardından gerekirse su ve sabun kullanmak suretiyle temizleyip yıkayacaktır. 

Sayın başkanlar ve belediye yetkilileri, bu hassasiyetime dair önerimi lütfen dikkate alın. Pazar yerlerine bu temizlik anlayışını sayenizde yerleştirelim.

*29/11/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

Yahudiler ve Müslümanlar *

Şu bir gerçek ki Yahudiler Müslümanlardan, Müslümanlar da Yahudilerden haz almıyor. Bununla kalsa daha iyi. Her iki topluluk da birbirini düşman görüyor.

Bu düşmanlığı her iki kesimin kutsal kitapları tetikliyor. Yahudilerin kitaplarında Amalika adı verilen kişiler Filistin ve çevresinde yaşayan kişiler. Bunların kahir ekseriyeti de Müslüman Araplar ya da Araplaşmış kişiler. Birinci ve en büyük düşman olarak Amalikalıları gösterir kutsal kitapları.

Kur'an'da da özellikle Bakara süresinin çoğu ayetinde Yahudilerin eleştirildiğini görüyoruz. Hadis rivayetlerinde de "Müslümanlarla Yahudiler harp etmedikçe kıyamet kopmayacaktır. O harpte Müslümanlar (galip gelerek) Yahudileri öldürecekler. Öyle ki, Yahudi, taşın ve ağacın arkasına saklanacak da, taş veya ağaç; 'Ey Müslüman, Ey Allah'ın kulu, şu arkamdaki Yahudi’dir, hemen gel de öldür onu!' diye haber verecektir. Sadece Garkad ağacı müstesna, çünkü o, Yahudilerin ağaçlarındandır.”(Müslim, Fiten, 82)" türünden hadisler dikkatlerden kaçmıyor. 

Düşmanlığın kökenini peygamber seçimine kadar götürebiliriz. Yahudilere birbiri ardı sıra baba, oğul, torun peygamberler kendi soylarından gelmiş. Son peygamber beklentisi içerisindeyken Araplardan veya Araplaşmış bir peygamber çıkması, kendilerini üstün gören, Yehova’nın vadettiği toprakların sahibi ve efendisi gören Yahudileri, peygamber ve inananlarına daha da düşman olmalarını gösteriyor.

Düşmanlığı tetikleyen bir başka husus, peygamber Medine’ye hicret etmeden önce Medine’de yaşayan Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza Yahudilerinin rahat durmadıkları için ya sürgüne gönderilmeleri ya da Beni Kureyza gibi bir kısım erkeklerinin kılıçtan geçirilmesi, ardından Yahudilerin oturduğu Hayber’in fethi gibi hususlar da tarihi bir gerçektir.

Kısaca Yahudi ve Müslüman düşmanlığının kökenleri dini ve tarihi derinliğe sahip.

Kitapları değiştirilemeyeceğine göre bu iki toplumun tarihi mücadelesi göz önüne alındığında, bu iki toplumun sorunu çözümlenmeden ilanihaye devam edecektir. Aynı bölgede yaşayan bu iki topluluk geçmişe dayanan bu düşmanlık sebebiyle ne kendileri huzur bulacaklar ne dünyaya huzur verecekler. Kimin gücü kime yetiyorsa, onu alt etmeye çalışmakla ömürleri geçecek. İsrail’e Gazze ve Batı Şeria verilse dahi bununla yetinmeyecek. Çünkü vadedilen topraklara ulaşmak en büyük hedefleri.

Bugün Yahudilerdeki dünya hakimiyeti; siyasi, ekonomik, teknolojik güç Müslümanların eline geçse, şimdiden bir şey söylemek mümkün değil ama  öyle zannediyorum, Yahudileri sindirmek ve yok etmek için Müslümanlar da fetih ya da fitneyle mücadele adına Yahudilere gün göstermeyecek. Bunu hem gidişattan hem de ezen ve ezilen yönünden böyle okuyorum. Ezilen, eline güç geçirince, ezene aynı muameleyi yapar. Bugün Yahudilerin geçmişin mağduriyet ve ezikliğini çıkarmak amacıyla Müslümanları yok etmeye çalıştığı gibi.

Hasılı bugün Yahudiler dünkü ezilmişliğin hıncını alıyor. Bu noktaya gelmek için azınlık psikolojisi içerisinde para, bilim, ticaret ve teknolojinin sahibi olmuşlar. Güce ulaştıklarını anlayınca da saldırıyorlar.

Yahudiler böyle iken Müslümanlar ne yapıyor? Hepsi olmasa da Müslümanların çoğunun bilinçaltında bir antisemitizm düşüncesi var. Biz de Yahudiler gibi her alanda güçlenecek onlarla mücadele edelim demiyorlar. Ne üretimde ne ticarette ne bilim ne de teknoloji de varlar. Lobi oluşturma zaten yok. Yatıyorlar Yahudi’ye kızıyorlar, kalkıyorlar Yahudi’ye kızıyorlar. Bildikleri tek şey her kızıp köpürdüklerinde Yahudi mallarına boykot uygulamaya kalkıyorlar. Boykotun işe yaramayacağını adları gibi biliyorlar ama elden başka da bir şey gelmiyor. Hasılı Müslümanlar tarifi mümkün olmayan bir acziyet içerisindedirler. Boykotla, mitingle, yürüyüşle, fetih süresi ve dua okumakla ve Yahudi’ye beddua ve lanet etmekle, kızıp köpürmekle başarı elde edilebilseydi, şimdiye kadar Yahudilerin burnu kaç defa sürtülmüş olurdu.

Hasılı adı konsa da konmasa da Yahudiler ve Müslümanlar birbirine düşman ve rakipler. Düşman ya da rakiple mücadelenin yolu ise kızıp köpürmede değildir. Kızıp köpürse rakibine daima yenilir ve gerisinde kalır. Halbuki onlar nasıl güç olmuşlarsa, Müslümanların da onlar gibi hatta onlardan daha üst seviyede güç olmaları gerekir. Bunun yolu da bilimde, üründe, teknolojide, kültürde üretmek ve aranan markalar oluşturmaktır. Değilse, bu devşirdikleri güçle, Yahudiler Müslümanları her defasında ezecek ve yok etmeye devam edecektir.

*08/12/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır