20 Kasım 2023 Pazartesi

Tersi Çıkma Garantili Sözler

"Bu can bu tende durduğu müddetçe..." denmişse, bilin ki o papaz çıkarılmıştır. 

"Nass var nass. Nass varsa, bize ne düşer", denmişse, bilin ki bu nass bir süre  kullanılıp sonra askıya asılmış ve faizler yükseltilmiştir. 

"Memur, işçi ve emekliyi enflasyona ezdirmedik ve ezdirmeyeceğiz", denmişse, bilin ki bordro mahkumları enflasyona ezdirilmiştir ve ezdirilmeye devam edecektir. 

"Zam yok" denmişse, bilin ki zam gelmiştir. 

"Faiz sebep, enflasyon sonuç" denip faiz peyderpey indirildikten sonra enflasyon uçmuşsa, bilin ki faizler yükseltilmiştir. 

"Dindar nesil yetiştireceğiz" denmişse, bilin ki dine mesafeli, dinle sorunu olan nesil yetişmiş ve yetişiyor demektir. 

"Verin bu kardeşinize yetkiyi. Dövizle ve enflasyonla nasıl mücadele edeceğini göreceksiniz" denmişse, bilin ki döviz fırlamış, enflasyon düşmediği gibi uçmuştur. 

"Bunlar terörist, teröristle iş yapıyor" denerek birileri töhmet altında bırakılmışsa, bilin ki o yollardan bunu diyenler de geçmiştir. 

Rabia işareti yapanlar, bunu bir süre kullananlar tıpkı nasta olduğu gibi rabia işaretini de unutmuşlardır. 

"Şununla görüşmem. Bununla görüşmem" deyip tüm ipleri koparanlar ve bunun sonucunda telafisi mümkün olmayan zarara yol açanlar, durumda hiçbir şey değişmemiş olmasına rağmen hiçbir şey olmamış gibi görüşüp aynı fotoğraf karesinde yer almada hiç beis görmemişlerdir. 

Birbirine kurşun atacak şekilde söz ve eylemde bulunanlar, birbirinin yüzüne bakamayacak sözleri söyleyenler, sonra bir bakmışsın can ciğer kardeş olmuşlar. 

"Seçim kaybetsek dahi EYT'ye geçit vermeyiz" sözünün ardından sözün mürekkebi kurumadan EYT çıkarıldı. 

Bedelli askerlik şehit annelerine saygısızlık türünden açıklamanın ardından bedelli askerlik çıktığı gibi kalıcı hale geldi. 

Hasılı hepimizin gözünün önünde cereyan eden bu örnekleri çoğaltabiliriz. Ki daha fazlasına da gerek yoktur. Tüm bu örneklerden şu çıkarımlarda bulunmak mümkün:

Önü, arkası ve sonucu düşünülmeyen, günü kurtarmak için söylenen sözlerdir. 

Yüce ve ulvi değerler kullanılmak için vardır. Bir hedefe ulaşmak için bunları kullanıp sonra atmak bu uğurda mubahtır. 

Toplumun gazını almak için yapılmaktadır. 

Bir devlet yönetiminden ziyade üç beş oy uğruna ortada devlet kültürü adına bir şey bırakmamaktır.

Sandığı her şey kabul eden, sandıktan çıktıktan sonra istediğim her şeyi yaparım anlayışıdır.

Tüm bunları yapandan ziyade yapılan her zıt hareketi alkışlayanların bu duruma gelinmesinde, çelişkilerin yaşanmasında payı ve vebali büyüktür.

Göze Perde İnmişse

Ebrehe'nin Kabe'yi yıkma eylemi lanetlenir ama Hafız Haccac'ın hac mevsiminde Kabe'yi yıkması es geçilir. Haccac'ın bu zulmünü gündeme getirsen, bunun zamanı mı? Sonra bunun ne faydası var denir.

Diyanet'in 4-6 yaş öğrencilerine yönelik eğitimini "çağdışı" diye niteleyen laik ve seküler kişi  unutulmazken ve topa tutulurken, bundan sonra temcit pilavı gibi her seçim öncesi önümüze gelme ihtimali yüzde yüz iken "Nass var nass" dedikten sonra nassı askıya alan kişinin bu ikilemi ve nassı askıya alması, nasla kedinin fare ile oynaması hiç akla gelmez. İlki affedilmez iken ikincinin yaptığı çok masum kabul edilir.

Sahabenin bazı tasarrufları, Cemel, Sıffın Savaşlarını masaya yatırsan, geçti gitti. Şimdi ne gerek var buna denir. Nedense 1950 öncesi yönetimin yaptıkları siyaseten malzeme olarak kullanılmaya devam eder. Kimse bunlar ta ne zaman oldu demez.

Dini hassasiyeti ön planda olan veya dini yönü ön plana çıkmış bir gruba ait infiale sebebiyet veren nahoş bir şey olduğunda, "Bunun aslı astarı yoktur. Amaçları iftira ve tarikatları kötülemektir. Esas amaçları İslam'dır. İslam'a direk saldıramadıkları için cemaatleri hedef alıyorlar. Siz bunları bilmezsiniz" denir. Karşıt kesimden birileri yaptığında enine boyuna inceleriz. "Bunlar var ya bunlar. Hep böyledir. Daha bunların geçmişte şu yaptığı sapıklıklar unutulmadı" denir. Aynı şey yatılı bir Kur'an kursunda olduğu zaman da savunmacı refleks ya da görmezden gelme söz konusu. Hiçbir şey yapılmasa, siz de geçmişte şunu yapmıştınız denir.

Anlatmak istediğim, kendimizi ait hissettiğimiz yerlerde olup biteni bir başka tarafa çekmeye çalışarak kapatmaya çalışırız. Sevdiklerimize söz söyletmeyiz. Sevdiklerimizin yanlışlarını görmeyiz ve dile getirmeyiz. Yani aynı kötülüğü aynı çelişkiyi yapana göre farklı tavır takınırız. Bizden olanı hoş görürken ya da olur böyle şeyler deyip sessizce geçiştirirken başkasından ve karşıt kesimden olana taviz vermeyiz. Arslan kesiliriz.

Başkasını görürken kendimizden olanı hatırlamamak, görmemeye çalışmak, eleştirmemek nasıl bir haletiruhiye olabilir? Bunu gözlere perde inmesi şeklinde izah edebiliriz. Gerçekten göze perde inmişse, gözden bu perdeyi kaldırmadıkça bu göz kör demektir. Buna bakar kör diyebiliriz. Zira aşkın gözü kördür. Nasıl ki aşık sevdiğine toz kondurmazsa, biz de perde inmiş bu gözle sevdiklerimizin, tarafını tuttuğumuz kişilerin hata ve yanlışlarını görmeyiz. 

Hoş, göze perde inmiş diyorum ama gözdeki perde kaldırılınca kişi normal görür diyeceğim. Bu tip kimseler için gözüne perde inmiş demek öyle zannediyorum, çok hafif kalır. Aklı, beyni, zihni ve zihin dünyası dumura uğramıştır bu tiplerin. Tarafını sorgulamaktan yoksundurlar. Kalabalıklar içerisinde kendisine kişilik oluşturmuş, kimlik edinmiş kişilerdir. Karşı çıksam, mahalleden dışlanırım, bugünkü statümü kaybederim endişesini hep taşırlar. Bir başına kalmaktan pek korkarlar. O yüzden kafalarını kuma gömerler, birbirlerini körler ve sağırlar misali yaşamaya devam ederler. Sanırlar ki böyle yaparak millete yutturduk. Maalesef milletin gözünden hiçbir şey kaçmaz. Bu tipler sadece kendilerini kandırmış olurlar.

Çağı Okuyamayan Devletler

Tarihte bazı devletler köklü bir geçmişe sahip. Büyümüş, küçülmüş ama ismi bile değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Bazı devletler de vardır. Kurulup genişlemiş, imparator devlet olmuş. Sonra bir bakmışsın tarih sahnesinden silinmiş. 

Bazı devletler ismiyle, cismiyle, ağırlığı veya hafifliğiyle, etkili veya etkisiz bugüne kadar gelirken bazıları niçin gelememiş.

Emeviler, Abbasiler, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Osmanlı vb. halkı Müslüman olan devletler günümüze kadar gelmeyen devletlerden. Bu devletlerin yıkılmasının ardından, sınırları içerisinde başka isimler altında küçük küçük devletler kurulmuştur. 

Emeviler, Abbasiler, Büyük ve Anadolu Selçukluları ile Osmanlı Devleti çok büyük topraklara sahip olmalarına rağmen niçin yıkılmışlardır. 

 Elbette her yıkılan devletin yıkılış sebepleri üzerine tarihçiler kafa yorup birtakım sebepler saymışlardır. Yıkılmalarında iç ve dış sebepleri sıralamışlardır. 

Adı geçen devletlerin bugüne kadar gelmemesini bir tarihçi gözüyle değerlendirmem mümkün değil. Kendi zaviyemden bu devletlerin yıkılış sebepleri üzerinde durmaya çalışacağım:

Bu devletler kuruluşunu tamamlamadan, elindeki topraklarda hakimiyetlerini iyice pekiştirmeden toprak genişletme yoluna gitmişlerdir. 

Toprak genişletmeyi fetih olarak görmüşlerdir. 

Devletler geçimlerini fethettikleri toprakları vergiye bağlamak suretiyle sağlamışlardır. 

Fethettikleri ülkede doğru dürüst yerleşmeden, ağırlıklarını hissettirmeden başka toprak fethine yönelmişlerdir. 

Fethettikleri yerlerde Anadolu'dan getirdikleri insanlardan oluşturdukları mahalle dışında bir varlık ortaya koymamışlardır. 

Fethettikleri yerleri ellerindeki güçle sağlamışlardır. 

Fethedilen yerlere vali atamakla yetinmişlerdir. Merkezden çok uzak bu yerlerin yönetimleri atadıkları vali eliyle yönetilmiştir. 

Fethettikleri yerlere ne kendi kültürlerini götürebilmişler ne fabrika kurabilmişler ne de fethettikleri yerlerin yeraltı ve yerüstü zengin kaynaklarından yararlanabilmişlerdir. 

Başka ülkeler sanayi devrimini tamamlayıp seri üretime geçerken yıkılan bu devletler sanayi devriminden uzak kalmışlar. Toprak fethi dışında akıllarına başka gelir kaynağı gelmemiştir. 

Eskisi gibi toprak fethi de mümkün olmayınca bu devletler önce duraklama, sonra gerileme sonra da yıkılma sürecine girmişlerdir.

Silah ve asker gücüne bağlı fetihler kendilerinden daha güçlü devletler tarafından önce püskürtülmüş sonra da fethedilen toprakları bu güçlere bırakmak suretiyle geri çekilmişlerdir.

Kısaca adını saydığım, bugüne kadar gelmemiş bu yıkılmış devletler, çağın gidişatını okuyamamış, çağa kendilerini hazırlayamamış, yeni güçle kendilerini donatamamışlardır. Kuruluşlarından yıkılışlarına kadar adeta bildikleri yöntemlerle fetih yapma dışında başka varlık mücadelesi geliştirmemişlerdir. Haliyle başka güçlere teslim olmuşlardır.

Zamanın ruhuna uygun yaşamayan, çağına ayak uydurmayan devletlerin günümüz dünyasında devlet olarak kalma imkanları yoktur. Emeviler de Abbasiler de Selçuklular da Osmanlılar da bu yüzden yıkılmışlardır.

17 Kasım 2023 Cuma

Anayasa Mahkemesine Bakışımız *

Anayasa Mahkemesinin varlığı, işlevi, verdiği, veremediği kararlar bu ülkede hep tartışılmıştır. Kimi alkışlamış kimi de yermiştir. Aynı şekilde bu mahkemeye seçilenler de hep tartışıla gelmiştir. Ne kadar tartışılsa da ne kadar eksik ve gediği olsa da Anayasa Mahkemesi yargının son merciidir. Tüm mahkemelerin üstündedir. 

Anayasa Mahkemesi bugünlerde de tartışılıyor. Yalnız bu tartışmalar öncekilere benzemiyor. Bu sefer ki tartışma Anayasa Mahkemesini yok etmeye yönelik bir tartışma. Fitilini de birçok şeyin fitilinin ateşleyicisi olan Devlet Bahçeli'dir. Yeter ki bir şey olmaya karar verilsin. Öncü kuvvet olarak çıkar ortaya. Çok ağır ithamlarda bulundu Anayasa Mahkemesine. Yenilir yutulur cinsten değil. Aynı ithamları bir başkası yapsa, bir partinin genel başkanı aynı zamanda vekil denmez, dokunulmazlığı kaldırılır, iddianame hazırlanır, hakkında yargılama başlardı. Ama işin başında Bahçeli varsa, akan sular durur. Kimse sesini çıkaramaz ve harekete geçemez.

Yargıtay'ın da müdahil olduğu kavga belli ki Anayasa Mahkemesinin birkaç kişi hakkında verdiği hak ihlali kararlarına dayanıyor. Son verdiği hak ihlali kararı bardağı taşıran son damla kabul edilmiş olmalı ki uygulanması zorunlu bir karar olmasına rağmen alt mahkeme kararı uygulamıyor.

Eğer bir uzlaşma olmazsa, belli ki Anayasa Mahkemesi ya kadük hale getirilecek ya da kaldırılacak. Bunun için Anayasa değişikliği gerek. 

Bir kesim için okların Anayasa Mahkemesine döndürülmesi gösteriyor ki tüm kurumlar zapturapt altına alınmış. Söz dinlemeyen bir tek Anayasa Mahkemesi kalmış. Ya teslim olacaklar, pes diyecekler ya da kaldırılacak. 

Nasıl bir ülkede yaşıyoruz ki iktidar olunca kadrolaşmanın yanında tüm kurumları ele geçirme gibi bir eylem içerisine giriyoruz. İstiyoruz ki tüm kurumlar istediğimiz şekilde hareket etsin, istediğimiz şekilde karar versin.

Her kurumla oynansa dahi dokunmamamız gereken yerler başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere tüm yargı kurumlarıdır. Çünkü yasama ve yürütmenin tasarruflarının haklı ve haksız yönden görüldüğü yerlerdir. Yasama, yürütme birliğinin yanında yargıyı da kendimize bağlarsak, idarenin tasarruflarına kim dur diyecek?

Yargılama bu ülkede başlayıp bu ülkede bitse, eh bize özgü adalet böyle. Kendimiz çalar kendimiz oynarız, istediğimizi asar, istediğimizi keseriz diyeceğim. Ama böyle değil. Zamanında Anayasada değişiklik yaparak iç hukuk bittikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitme, orada hakkını arama imkanı vermişiz insanımıza. Buna imza atmışız. Meclisten geçirmişiz. Bizim mahkemelerin üstünde bir mahkeme kabul etmişiz burayı. Bugün iç hukuku bitirdikten sonra AİHM’ne başvuran kişi sayısı az değil. Bu mahkemenin sonuçlandırdığı çoğu davada Türkiye mahkum oluyor ve yüklü miktarda para cezası ödüyor.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Türkiye’nin mahkum olmamasının ve para ödememesinin yolu Anayasa Mahkemesinden geçiyor. Çünkü bu mahkeme bu ülkede iç hukukun bittiği son merci. Anayasa Mahkemesini rahat bıraksak, üyelerine baskı yapmasak, verdiği kararları uygulasak, Türkiye’nin adalet yönden sicili daha temiz olacak, Türkiye hak ihlalleri yönüyle mahkum olup mimlenmeyecek.

Hasılı, Anayasa Mahkemesini göz bebeğimiz gibi korumalıyız. Vatandaş iyi ki AİHM var dememeli. Onların AİHM varsa bizim de Anayasa Mahkememiz var demeli. Bu yönüyle Anayasa Mahkemesi kaldırılmayı değil, korunmayı hak ediyor. Düşman gibi görme yerine bu kurumu milli bir kurum olarak görmeli. Milliyetçilik ve milli duruş da bunu gerektirir.

*20/11/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

16 Kasım 2023 Perşembe

Nasıl Şerefli ve Namuslu Kalınır?

1990'lı yıllarda bir imam hatip lisesine gurbetçiler bir minibüs bağışlamışlar. İstemişler ki bu okulun öğrencileri cuma günleri köylere hutbe okumaya gitsinler. Hem tecrübe kazansınlar hem de halkı dini konularda bilinçlendirsinler. Köylere giderken de okul araba arayışına girmesin. Dolmuşa öğrencileri doldurup köy köy bıraksınlar.

Okulun minibüsü olunca, okulun şoför kadrosu da olmuş. Kadro olunca ilkokul mezunu biri bu okula şoför olarak atanmış. 

Bir vesileyle tanışıp hukukum da oluştu bu şoförle. Dini hassasiyeti yüksek biri idi. Oturur kalkar, din ve diyanetten bahsederdi. Aynı zamanda bir dava adamı idi. Doğruluk, dürüstlük ondaydı. 

Bulunduğum zaman zarfında gurbetçilerin bağışladığı dolmuşun mesleki tatbikat için köylere gittiğini hiç görmedim. Ama minibüs akşam sabah çalışırdı. 

Okul ilçenin bir ucunda, okul müdürünün evi de öbür uçta idi. Şoför her sabah okul müdürünü evinden alır, okula getirir, akşam da müdürün alışveriş yaptığı yerden müdür alışverişini yapar. Evine götürürdü. Öğle arası müdür evine gidip gelir miydi, hatırlamıyorum. Giderse, öğle arası da araba okul-müdürün evi arasında mekik dokurdu. Çünkü müdürün yürüdüğünü hiç görmedim. Altında kendine tahsis edilmiş bir araç ve emrine verilmiş kadrolu bir şoför varken niye yürüsün. Niye kendi arabasıyla gelip gitsin değil mi? Hasılı gurbetçilerin dini gerekçelerle hizmet aracı olarak bağışladığı araç okul müdürünün makam aracı olup çıkmıştı. 

Neyse biz gelelim tekrar şoföre. İlkokul mezunu olan şoför, ortaokul mezunu olmaya karar verir. O zamanlarda ortaokulu dışarıdan bitirme sınavları çok yaygındı. Kaç sınava girdiyse, pek başarılı olamamış. Okul da pek sıkı tutuyormuş sınavı. Sınavlarda kopya çektirmeyen gözlemci bir din kültürü öğretmeninden, yardımcı olmadığı gibi kopyaya da fırsat vermiyor diye dert yanardı. 

Böyle bir dert yanmanın mevzubahis olduğu bir günde, içimizden biri, "Erzurum'da bir okul müdürü, falan şehirde ne kadar solcu varsa hepsine ortaokul diploması vermişler. Onlar veriyorsa, biz niye vermiyoruz? Hepsine biz de diploma vereceğiz" dediğini söyleyince, bizim şoför, "Öyle şerefli adamları burada nerede göreceğiz" dedi. Kendisine sınavda yardımcı olmayanlar şerefsiz mi oluyor dedim. Sessiz kaldı. Severdim bu şoförü. "Nerede bulacağız böyle şerefli müdürü" demesinin ardından kendisinden soğudum. 

*

Asistanlığından profesörlüğüne kadar aynı fakültenin gediklisi olan bir akademisyen, 67 yaşında zorunlu emekli olduktan sonra ne yapar ne ederim derken kendisi ve kendi gibi emekli olan akademisyenler için bir yol bulunur. Doktora ve yüksek lisans öğrencilerine danışmanlık yapacaklar. Karşılığında da ek ders ücreti alacaklar.

Öğrencilerini görmeden danışmanlığını yaptığı bu ballı görev kaç yıl böyle devam etti bilinmez. Yeni dekan bu olaya el atar. Emekli olanlara danışmanlık görevi vermeyelim der. Bir yönetmelik değişikliği ile ek ders almalarının önü kesilir.

Ek dersinin kesildiğini duyar duymaz, kimin kestirdiğini bilen dini bütün ve meşhur akademisyen o esnada bir başka akademisyenin odasındadır. Odada başka misafirler de var. Akademisyenin ağzından şu cümleler dökülür: “Vay namussuz vay”.

Siz siz olun, emekli olan bir akademisyenin danışmanlık görevini iptal edip ek dersini kesmeye kalkmayın. Yoksa maazallah namussuz olursunuz.

Anayasa Mahkemesine İtibar Suikastı Düzenlemek

Oturmuş bir devlet kültürü, devlet olmanın ve devlet kalmanın olmazsa olmalarından biridir. Bu kültür kurum ve kuruluşlarıyla kendini gösterir. Kurum ve kuruluşlar da anayasa ve kanunların kendisine verdiği rolü yerine getirir. Kurum ve kuruluşlar gücünü mevzuatından alır. Mevzuattan aldığı güçle işlevini yerine getirdiği müddetçe kurum ve kuruluşlar devletin ve milletin ihtiyacını giderir. İhtiyaç giderdikçe de itibar kazanır. Kurumların itibarı devletin itibarıdır. Bu itibarı korumak, itibarını kaybeden kurum varsa, o kuruma yeniden itibar kazandırmak devlete yön verenlerin asli görevleri arasındadır. Kuruluş felsefesine uygun iş yapmayan, savsaklayan kurum varsa, mevzuat boşluğunu gidermek suretiyle kurumları işler hale getirmek devlete yön veren iradenin vazifesidir.

Devlete yön verenler için tüm kurumlar nötr durumdadır. Hiçbir kurum fethedilmiş kale olarak görülmez. Hiçbir kurum noter görevi görmez. Hiçbir kurum devlete yön verenlerin arka bahçesi değildir. Hiçbir kurum zapt edilmesi gereken kale olarak görülmez. Devlete yön verenler kurumlarını göz bebeği gibi korur. Kurumlar arasında eşit mesafe gözetir. Öz veya evlat muamelesi yapmaz. İşimize gelen kararı vermedi diye kurumları itibar suikastına tabi tutmaz. Kurum ve kuruluşlar görevini yaparken devlete yön verenlerden emir ve talimat almaz. Her bir kurum işini kanun ve anayasanın verdiği yetkiyle yapar.

Burada son günlerin tartışılmaya açılan Anayasa Mahkemesine gelelim. Anayasa Mahkemesi ulusal düzeyde nihai karar mercii olan en yüksek mahkemedir. Yüce divan görevi de görür. Geçmişten günümüze verdiği kararlar tartışılsa da Türkiye'nin göz bebeği bir kurumudur. İç hukukun son merhalesidir. Anayasa Mahkemesinden de mağdur olduğunu düşünen insanımız bu mahkemenin nihai kararından sonra hakkını aramak için Avrupa İnsan Haklarına müracaat eder. Anayasa Mahkemesinin verdiği bazı kararlar istediğimiz gibi olmasa da hoşumuza gitmese de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Türkiye'nin mahkum olmasının önündeki en büyük sigortadır. Çünkü hak ihlalinden dolayı Türkiye AİHM’ne az para ödememektedir. Hoş, mahkeme kabul ettiğimiz ve altına imza attığımız AİHM‘nin verdiği kararları da beğenmiyoruz. 

Adalet illa bizim istediğimiz gibi olacaksa o zaman Anayasa Mahkemesine ne gerek var, AİHM’ne ne gerek var. Anayasa Mahkemesini niçin tutuyoruz? Biz sizi mağdur edersek, hakkınızı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde ararsınız diye niçin imza koyduk, Meclisten niçin geçirdik? Kendi adaletimizi kendimiz sağlayalım. Olsun bitsin. 

Kim ne derse desin, Anayasa Mahkemesi; iktidarıyla, muhalefetiyle korunması gereken, yarın herkese lazım bir kurumdur. Çünkü bu kurum bireyi devlete, kurumlara ve insanlara karşı koruyan bir kurumdur. Verdiği kararları eleştirebiliriz. Ama verilen kararları yok kabul etme ve kararı uygulamama gibi bir lüksümüz yoktur. Hele istediğimiz gibi kararlar vermiyor deyip bu anayasal kurumun kaldırılmasını dillendirmek milletçe topuğumuza sıkmak demektir.

Yasama, yürütme siyasi erkin işi iken yargı da yargı kurumlarının işidir. Kimse kimseye iş öğretmesin. Yasama-yürütme-yargı birliğinden ziyade ayrılığı temel felsefemiz olsun.

Hasılı,

Adalet herkese lazım.

Anayasa Mahkemesi herkese lazım.

Bu kurumu itibar suikastına tabi tutmaktansa, varsa eksikliklerini giderip yoluna devam etmesini sağlamak lazım.

Yargı kurumlarını birbirine kırdırmamak lazım. Vuruşmayı seyretmemek lazım.

Sadece Anayasa Mahkemesi başkan ve üyelerini değil, her türden alt mahkemenin hakim ve savcılarını rahat bırakmak lazım. Kararlarında özgür olmayan ya da kendini baskı altında hisseden yargı sağlıklı karar veremez.

Bu da adaletin kestiği parmağın acıması, yargının mülkün temeli olan adalet dağıtamaması demektir.

15 Kasım 2023 Çarşamba

Sevdim Bu Serbest Piyasayı

Fi tarihinde aldığım demode olmuş ama işimi gören ev terlikleriyle geçinip gidiyordum. İçişleri bakanı tutturdu ev terliği de ev terliği diye. Bugün, yarın derken baktım aile saadetim bozulacak. Çıkrıkçılar İçinden geçerken fiyatlar nerede bir öğreneyim diye içi terlik dolu bir dükkana girdim. Bayan ve erkek terliklerinin fiyatlarını sordum. Erkekler 100-150, kadınlar 100-130 dedi. Teşekkür edip ayrıldım. 

Birkaç gün sonra kışlık yürüyüş ayakkabım sökülmüş, şurayı bir dikiver diye ayakkabıcılar içindeki tamircime gittim. Uzatırken ayakkabının önünde açılmış bir yer daha gördüm. Şurası da sökülmüş demeye kalmadan ayakkabının sol tarafında da bir açıklık gördüm. Tamirci eline aldı. Sökülmüş değil, yırtılmış bu. İçten yama yapmamız lazım. Ayaküstü yapılacak bir şey değil. Bu ayakkabıyı bırakman lazım dedi. Tamam, bir ara getireyim dedim. Çıkarken ev terliği için hangi dükkanı önerirsin dedim. Kimseyi öneremem. Dolaşacaksın.  Nereden hesaplı bulursan, alacaksın. Çünkü fiyatlar allak bullak dedi. 

Girdim bir dükkana. 70 dedi kadın terliğine. Başka bir yere girdim 80 dedi. Erkek terliğini bıraktım. Kadın terliği sormaya başladım. 100 dedi. Baktım fiyatlar sadece tamircinin dediği gibi allak bullak değil, benim kafa da allak bullak oldu.

Bir de renk beğenme sorunu var. Çünkü ben giymeyeceğim. Alıp gelip bir de bu renk olmaz denirse, o zaman esnafla tekrar yüz yüze gel. Her bir girdiğim ve fiyat sorduğum yerden fotoğraf da çekiyorum. 

Bugünlük bu kadar yeter. Aşağı yukarı fiyatlar belli oldu. Fiyatlar 70 ila 130 arasında değişiyor. Renkler de belli olursa, yarın bir gün alırım dedim. Evin yolunu tuttum. 

Kafa ev terliğine şartlanınca her gün gelip geçtiğim Anıt'ın orada dışarıda teşhir edilmiş ev terliklerini gördüm. 70-100 arasıymış. 

Az daha gittim. Her türlü eşyanın satıldığı bir yer daha gözüme çarptı. Burada 65 lira imiş. 

Şu ana kadar 5-6 esnafa sordum. En uygun fiyatı burada buldum. Aldım mı? Hayır. Daha renk seçimi olacak. 

Almadan evin yolunu tuttum. Nasipse, sorduğum fiyatlar yerinde kalırsa, biz bir renk seçimi yaparsak, bir gün alırız. 

Anlayacağınız alacağım at ile deve değil. Eve yeterince bayan ve erkek terliği alacağım. Fiyatlar da belirttiğim gibi uçuk kaçık. Aralarında üç, beş, on, yirmi oynasa eh diyeceğim. Marka farklı olsa, markadan markaya kalite farkı olur diyeceğim. Baktıklarımın hepsi de Gezer terliği. Aynı marka aynı model terlik yan yana, birkaç dükkan arayla bu kadar fark eder mi? Ediyor maalesef. Çünkü biz buna serbest piyasa diyoruz. Herkes tutturabildiğine satıyor. 

Alacağım terliğin bir ehemmiyeti yok. En yüksek çekenden alsam, beni ne öldürür ne de esnafı ondurur. Yarına ne fiyat çekecekleri belli olmayan, oturmamış bu piyasadan ne alışveriş yapılır ne de selam verilir. Buradan maalesef ne etik çıkar ne de ahlak. Her birinin dükkanının önü ya da arkası Kapu Camisine bakıyor. Ne de olsa camiye komşular. Camide pişen bize de düşer dememişler. Anıt meydanındaki dükkanlar da laik ve seküler Anıt’a bakıyor.

Aynı marka aynı kalite aynı model terliklerin birbirine yakın esnaftaki bu fiyat uçurumunun müsebbibi acaba ayakkabı markası olabilir mi diye düşünmeye başladım. Firma, bu terliği hepiniz farklı farklı fiyata satacaksınız. Fiyat farkını gören müşteri her birinizin dükkanını gezecek. Böylece geze geze Gezer terliğe kavuşacak demiş olabilir mi? Niye olmasın. Boşu boşuna farklı fiyat çeken esnafa kızdım. Hakkınızı helal edin kardeşlerim. Size bu serbest piyasada bol müşteriler dilerim. Ne de olsa kurt puslu havayı sever. Bize de bu puslu havayı oluşturanları yad etmek düşer.