20 Kasım 2023 Pazartesi

Çağı Okuyamayan Devletler

Tarihte bazı devletler köklü bir geçmişe sahip. Büyümüş, küçülmüş ama ismi bile değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Bazı devletler de vardır. Kurulup genişlemiş, imparator devlet olmuş. Sonra bir bakmışsın tarih sahnesinden silinmiş. 

Bazı devletler ismiyle, cismiyle, ağırlığı veya hafifliğiyle, etkili veya etkisiz bugüne kadar gelirken bazıları niçin gelememiş.

Emeviler, Abbasiler, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Osmanlı vb. halkı Müslüman olan devletler günümüze kadar gelmeyen devletlerden. Bu devletlerin yıkılmasının ardından, sınırları içerisinde başka isimler altında küçük küçük devletler kurulmuştur. 

Emeviler, Abbasiler, Büyük ve Anadolu Selçukluları ile Osmanlı Devleti çok büyük topraklara sahip olmalarına rağmen niçin yıkılmışlardır. 

 Elbette her yıkılan devletin yıkılış sebepleri üzerine tarihçiler kafa yorup birtakım sebepler saymışlardır. Yıkılmalarında iç ve dış sebepleri sıralamışlardır. 

Adı geçen devletlerin bugüne kadar gelmemesini bir tarihçi gözüyle değerlendirmem mümkün değil. Kendi zaviyemden bu devletlerin yıkılış sebepleri üzerinde durmaya çalışacağım:

Bu devletler kuruluşunu tamamlamadan, elindeki topraklarda hakimiyetlerini iyice pekiştirmeden toprak genişletme yoluna gitmişlerdir. 

Toprak genişletmeyi fetih olarak görmüşlerdir. 

Devletler geçimlerini fethettikleri toprakları vergiye bağlamak suretiyle sağlamışlardır. 

Fethettikleri ülkede doğru dürüst yerleşmeden, ağırlıklarını hissettirmeden başka toprak fethine yönelmişlerdir. 

Fethettikleri yerlerde Anadolu'dan getirdikleri insanlardan oluşturdukları mahalle dışında bir varlık ortaya koymamışlardır. 

Fethettikleri yerleri ellerindeki güçle sağlamışlardır. 

Fethedilen yerlere vali atamakla yetinmişlerdir. Merkezden çok uzak bu yerlerin yönetimleri atadıkları vali eliyle yönetilmiştir. 

Fethettikleri yerlere ne kendi kültürlerini götürebilmişler ne fabrika kurabilmişler ne de fethettikleri yerlerin yeraltı ve yerüstü zengin kaynaklarından yararlanabilmişlerdir. 

Başka ülkeler sanayi devrimini tamamlayıp seri üretime geçerken yıkılan bu devletler sanayi devriminden uzak kalmışlar. Toprak fethi dışında akıllarına başka gelir kaynağı gelmemiştir. 

Eskisi gibi toprak fethi de mümkün olmayınca bu devletler önce duraklama, sonra gerileme sonra da yıkılma sürecine girmişlerdir.

Silah ve asker gücüne bağlı fetihler kendilerinden daha güçlü devletler tarafından önce püskürtülmüş sonra da fethedilen toprakları bu güçlere bırakmak suretiyle geri çekilmişlerdir.

Kısaca adını saydığım, bugüne kadar gelmemiş bu yıkılmış devletler, çağın gidişatını okuyamamış, çağa kendilerini hazırlayamamış, yeni güçle kendilerini donatamamışlardır. Kuruluşlarından yıkılışlarına kadar adeta bildikleri yöntemlerle fetih yapma dışında başka varlık mücadelesi geliştirmemişlerdir. Haliyle başka güçlere teslim olmuşlardır.

Zamanın ruhuna uygun yaşamayan, çağına ayak uydurmayan devletlerin günümüz dünyasında devlet olarak kalma imkanları yoktur. Emeviler de Abbasiler de Selçuklular da Osmanlılar da bu yüzden yıkılmışlardır.

17 Kasım 2023 Cuma

Anayasa Mahkemesine Bakışımız *

Anayasa Mahkemesinin varlığı, işlevi, verdiği, veremediği kararlar bu ülkede hep tartışılmıştır. Kimi alkışlamış kimi de yermiştir. Aynı şekilde bu mahkemeye seçilenler de hep tartışıla gelmiştir. Ne kadar tartışılsa da ne kadar eksik ve gediği olsa da Anayasa Mahkemesi yargının son merciidir. Tüm mahkemelerin üstündedir. 

Anayasa Mahkemesi bugünlerde de tartışılıyor. Yalnız bu tartışmalar öncekilere benzemiyor. Bu sefer ki tartışma Anayasa Mahkemesini yok etmeye yönelik bir tartışma. Fitilini de birçok şeyin fitilinin ateşleyicisi olan Devlet Bahçeli'dir. Yeter ki bir şey olmaya karar verilsin. Öncü kuvvet olarak çıkar ortaya. Çok ağır ithamlarda bulundu Anayasa Mahkemesine. Yenilir yutulur cinsten değil. Aynı ithamları bir başkası yapsa, bir partinin genel başkanı aynı zamanda vekil denmez, dokunulmazlığı kaldırılır, iddianame hazırlanır, hakkında yargılama başlardı. Ama işin başında Bahçeli varsa, akan sular durur. Kimse sesini çıkaramaz ve harekete geçemez.

Yargıtay'ın da müdahil olduğu kavga belli ki Anayasa Mahkemesinin birkaç kişi hakkında verdiği hak ihlali kararlarına dayanıyor. Son verdiği hak ihlali kararı bardağı taşıran son damla kabul edilmiş olmalı ki uygulanması zorunlu bir karar olmasına rağmen alt mahkeme kararı uygulamıyor.

Eğer bir uzlaşma olmazsa, belli ki Anayasa Mahkemesi ya kadük hale getirilecek ya da kaldırılacak. Bunun için Anayasa değişikliği gerek. 

Bir kesim için okların Anayasa Mahkemesine döndürülmesi gösteriyor ki tüm kurumlar zapturapt altına alınmış. Söz dinlemeyen bir tek Anayasa Mahkemesi kalmış. Ya teslim olacaklar, pes diyecekler ya da kaldırılacak. 

Nasıl bir ülkede yaşıyoruz ki iktidar olunca kadrolaşmanın yanında tüm kurumları ele geçirme gibi bir eylem içerisine giriyoruz. İstiyoruz ki tüm kurumlar istediğimiz şekilde hareket etsin, istediğimiz şekilde karar versin.

Her kurumla oynansa dahi dokunmamamız gereken yerler başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere tüm yargı kurumlarıdır. Çünkü yasama ve yürütmenin tasarruflarının haklı ve haksız yönden görüldüğü yerlerdir. Yasama, yürütme birliğinin yanında yargıyı da kendimize bağlarsak, idarenin tasarruflarına kim dur diyecek?

Yargılama bu ülkede başlayıp bu ülkede bitse, eh bize özgü adalet böyle. Kendimiz çalar kendimiz oynarız, istediğimizi asar, istediğimizi keseriz diyeceğim. Ama böyle değil. Zamanında Anayasada değişiklik yaparak iç hukuk bittikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitme, orada hakkını arama imkanı vermişiz insanımıza. Buna imza atmışız. Meclisten geçirmişiz. Bizim mahkemelerin üstünde bir mahkeme kabul etmişiz burayı. Bugün iç hukuku bitirdikten sonra AİHM’ne başvuran kişi sayısı az değil. Bu mahkemenin sonuçlandırdığı çoğu davada Türkiye mahkum oluyor ve yüklü miktarda para cezası ödüyor.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Türkiye’nin mahkum olmamasının ve para ödememesinin yolu Anayasa Mahkemesinden geçiyor. Çünkü bu mahkeme bu ülkede iç hukukun bittiği son merci. Anayasa Mahkemesini rahat bıraksak, üyelerine baskı yapmasak, verdiği kararları uygulasak, Türkiye’nin adalet yönden sicili daha temiz olacak, Türkiye hak ihlalleri yönüyle mahkum olup mimlenmeyecek.

Hasılı, Anayasa Mahkemesini göz bebeğimiz gibi korumalıyız. Vatandaş iyi ki AİHM var dememeli. Onların AİHM varsa bizim de Anayasa Mahkememiz var demeli. Bu yönüyle Anayasa Mahkemesi kaldırılmayı değil, korunmayı hak ediyor. Düşman gibi görme yerine bu kurumu milli bir kurum olarak görmeli. Milliyetçilik ve milli duruş da bunu gerektirir.

*20/11/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

16 Kasım 2023 Perşembe

Nasıl Şerefli ve Namuslu Kalınır?

1990'lı yıllarda bir imam hatip lisesine gurbetçiler bir minibüs bağışlamışlar. İstemişler ki bu okulun öğrencileri cuma günleri köylere hutbe okumaya gitsinler. Hem tecrübe kazansınlar hem de halkı dini konularda bilinçlendirsinler. Köylere giderken de okul araba arayışına girmesin. Dolmuşa öğrencileri doldurup köy köy bıraksınlar.

Okulun minibüsü olunca, okulun şoför kadrosu da olmuş. Kadro olunca ilkokul mezunu biri bu okula şoför olarak atanmış. 

Bir vesileyle tanışıp hukukum da oluştu bu şoförle. Dini hassasiyeti yüksek biri idi. Oturur kalkar, din ve diyanetten bahsederdi. Aynı zamanda bir dava adamı idi. Doğruluk, dürüstlük ondaydı. 

Bulunduğum zaman zarfında gurbetçilerin bağışladığı dolmuşun mesleki tatbikat için köylere gittiğini hiç görmedim. Ama minibüs akşam sabah çalışırdı. 

Okul ilçenin bir ucunda, okul müdürünün evi de öbür uçta idi. Şoför her sabah okul müdürünü evinden alır, okula getirir, akşam da müdürün alışveriş yaptığı yerden müdür alışverişini yapar. Evine götürürdü. Öğle arası müdür evine gidip gelir miydi, hatırlamıyorum. Giderse, öğle arası da araba okul-müdürün evi arasında mekik dokurdu. Çünkü müdürün yürüdüğünü hiç görmedim. Altında kendine tahsis edilmiş bir araç ve emrine verilmiş kadrolu bir şoför varken niye yürüsün. Niye kendi arabasıyla gelip gitsin değil mi? Hasılı gurbetçilerin dini gerekçelerle hizmet aracı olarak bağışladığı araç okul müdürünün makam aracı olup çıkmıştı. 

Neyse biz gelelim tekrar şoföre. İlkokul mezunu olan şoför, ortaokul mezunu olmaya karar verir. O zamanlarda ortaokulu dışarıdan bitirme sınavları çok yaygındı. Kaç sınava girdiyse, pek başarılı olamamış. Okul da pek sıkı tutuyormuş sınavı. Sınavlarda kopya çektirmeyen gözlemci bir din kültürü öğretmeninden, yardımcı olmadığı gibi kopyaya da fırsat vermiyor diye dert yanardı. 

Böyle bir dert yanmanın mevzubahis olduğu bir günde, içimizden biri, "Erzurum'da bir okul müdürü, falan şehirde ne kadar solcu varsa hepsine ortaokul diploması vermişler. Onlar veriyorsa, biz niye vermiyoruz? Hepsine biz de diploma vereceğiz" dediğini söyleyince, bizim şoför, "Öyle şerefli adamları burada nerede göreceğiz" dedi. Kendisine sınavda yardımcı olmayanlar şerefsiz mi oluyor dedim. Sessiz kaldı. Severdim bu şoförü. "Nerede bulacağız böyle şerefli müdürü" demesinin ardından kendisinden soğudum. 

*

Asistanlığından profesörlüğüne kadar aynı fakültenin gediklisi olan bir akademisyen, 67 yaşında zorunlu emekli olduktan sonra ne yapar ne ederim derken kendisi ve kendi gibi emekli olan akademisyenler için bir yol bulunur. Doktora ve yüksek lisans öğrencilerine danışmanlık yapacaklar. Karşılığında da ek ders ücreti alacaklar.

Öğrencilerini görmeden danışmanlığını yaptığı bu ballı görev kaç yıl böyle devam etti bilinmez. Yeni dekan bu olaya el atar. Emekli olanlara danışmanlık görevi vermeyelim der. Bir yönetmelik değişikliği ile ek ders almalarının önü kesilir.

Ek dersinin kesildiğini duyar duymaz, kimin kestirdiğini bilen dini bütün ve meşhur akademisyen o esnada bir başka akademisyenin odasındadır. Odada başka misafirler de var. Akademisyenin ağzından şu cümleler dökülür: “Vay namussuz vay”.

Siz siz olun, emekli olan bir akademisyenin danışmanlık görevini iptal edip ek dersini kesmeye kalkmayın. Yoksa maazallah namussuz olursunuz.

Anayasa Mahkemesine İtibar Suikastı Düzenlemek

Oturmuş bir devlet kültürü, devlet olmanın ve devlet kalmanın olmazsa olmalarından biridir. Bu kültür kurum ve kuruluşlarıyla kendini gösterir. Kurum ve kuruluşlar da anayasa ve kanunların kendisine verdiği rolü yerine getirir. Kurum ve kuruluşlar gücünü mevzuatından alır. Mevzuattan aldığı güçle işlevini yerine getirdiği müddetçe kurum ve kuruluşlar devletin ve milletin ihtiyacını giderir. İhtiyaç giderdikçe de itibar kazanır. Kurumların itibarı devletin itibarıdır. Bu itibarı korumak, itibarını kaybeden kurum varsa, o kuruma yeniden itibar kazandırmak devlete yön verenlerin asli görevleri arasındadır. Kuruluş felsefesine uygun iş yapmayan, savsaklayan kurum varsa, mevzuat boşluğunu gidermek suretiyle kurumları işler hale getirmek devlete yön veren iradenin vazifesidir.

Devlete yön verenler için tüm kurumlar nötr durumdadır. Hiçbir kurum fethedilmiş kale olarak görülmez. Hiçbir kurum noter görevi görmez. Hiçbir kurum devlete yön verenlerin arka bahçesi değildir. Hiçbir kurum zapt edilmesi gereken kale olarak görülmez. Devlete yön verenler kurumlarını göz bebeği gibi korur. Kurumlar arasında eşit mesafe gözetir. Öz veya evlat muamelesi yapmaz. İşimize gelen kararı vermedi diye kurumları itibar suikastına tabi tutmaz. Kurum ve kuruluşlar görevini yaparken devlete yön verenlerden emir ve talimat almaz. Her bir kurum işini kanun ve anayasanın verdiği yetkiyle yapar.

Burada son günlerin tartışılmaya açılan Anayasa Mahkemesine gelelim. Anayasa Mahkemesi ulusal düzeyde nihai karar mercii olan en yüksek mahkemedir. Yüce divan görevi de görür. Geçmişten günümüze verdiği kararlar tartışılsa da Türkiye'nin göz bebeği bir kurumudur. İç hukukun son merhalesidir. Anayasa Mahkemesinden de mağdur olduğunu düşünen insanımız bu mahkemenin nihai kararından sonra hakkını aramak için Avrupa İnsan Haklarına müracaat eder. Anayasa Mahkemesinin verdiği bazı kararlar istediğimiz gibi olmasa da hoşumuza gitmese de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Türkiye'nin mahkum olmasının önündeki en büyük sigortadır. Çünkü hak ihlalinden dolayı Türkiye AİHM’ne az para ödememektedir. Hoş, mahkeme kabul ettiğimiz ve altına imza attığımız AİHM‘nin verdiği kararları da beğenmiyoruz. 

Adalet illa bizim istediğimiz gibi olacaksa o zaman Anayasa Mahkemesine ne gerek var, AİHM’ne ne gerek var. Anayasa Mahkemesini niçin tutuyoruz? Biz sizi mağdur edersek, hakkınızı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde ararsınız diye niçin imza koyduk, Meclisten niçin geçirdik? Kendi adaletimizi kendimiz sağlayalım. Olsun bitsin. 

Kim ne derse desin, Anayasa Mahkemesi; iktidarıyla, muhalefetiyle korunması gereken, yarın herkese lazım bir kurumdur. Çünkü bu kurum bireyi devlete, kurumlara ve insanlara karşı koruyan bir kurumdur. Verdiği kararları eleştirebiliriz. Ama verilen kararları yok kabul etme ve kararı uygulamama gibi bir lüksümüz yoktur. Hele istediğimiz gibi kararlar vermiyor deyip bu anayasal kurumun kaldırılmasını dillendirmek milletçe topuğumuza sıkmak demektir.

Yasama, yürütme siyasi erkin işi iken yargı da yargı kurumlarının işidir. Kimse kimseye iş öğretmesin. Yasama-yürütme-yargı birliğinden ziyade ayrılığı temel felsefemiz olsun.

Hasılı,

Adalet herkese lazım.

Anayasa Mahkemesi herkese lazım.

Bu kurumu itibar suikastına tabi tutmaktansa, varsa eksikliklerini giderip yoluna devam etmesini sağlamak lazım.

Yargı kurumlarını birbirine kırdırmamak lazım. Vuruşmayı seyretmemek lazım.

Sadece Anayasa Mahkemesi başkan ve üyelerini değil, her türden alt mahkemenin hakim ve savcılarını rahat bırakmak lazım. Kararlarında özgür olmayan ya da kendini baskı altında hisseden yargı sağlıklı karar veremez.

Bu da adaletin kestiği parmağın acıması, yargının mülkün temeli olan adalet dağıtamaması demektir.

15 Kasım 2023 Çarşamba

Sevdim Bu Serbest Piyasayı

Fi tarihinde aldığım demode olmuş ama işimi gören ev terlikleriyle geçinip gidiyordum. İçişleri bakanı tutturdu ev terliği de ev terliği diye. Bugün, yarın derken baktım aile saadetim bozulacak. Çıkrıkçılar İçinden geçerken fiyatlar nerede bir öğreneyim diye içi terlik dolu bir dükkana girdim. Bayan ve erkek terliklerinin fiyatlarını sordum. Erkekler 100-150, kadınlar 100-130 dedi. Teşekkür edip ayrıldım. 

Birkaç gün sonra kışlık yürüyüş ayakkabım sökülmüş, şurayı bir dikiver diye ayakkabıcılar içindeki tamircime gittim. Uzatırken ayakkabının önünde açılmış bir yer daha gördüm. Şurası da sökülmüş demeye kalmadan ayakkabının sol tarafında da bir açıklık gördüm. Tamirci eline aldı. Sökülmüş değil, yırtılmış bu. İçten yama yapmamız lazım. Ayaküstü yapılacak bir şey değil. Bu ayakkabıyı bırakman lazım dedi. Tamam, bir ara getireyim dedim. Çıkarken ev terliği için hangi dükkanı önerirsin dedim. Kimseyi öneremem. Dolaşacaksın.  Nereden hesaplı bulursan, alacaksın. Çünkü fiyatlar allak bullak dedi. 

Girdim bir dükkana. 70 dedi kadın terliğine. Başka bir yere girdim 80 dedi. Erkek terliğini bıraktım. Kadın terliği sormaya başladım. 100 dedi. Baktım fiyatlar sadece tamircinin dediği gibi allak bullak değil, benim kafa da allak bullak oldu.

Bir de renk beğenme sorunu var. Çünkü ben giymeyeceğim. Alıp gelip bir de bu renk olmaz denirse, o zaman esnafla tekrar yüz yüze gel. Her bir girdiğim ve fiyat sorduğum yerden fotoğraf da çekiyorum. 

Bugünlük bu kadar yeter. Aşağı yukarı fiyatlar belli oldu. Fiyatlar 70 ila 130 arasında değişiyor. Renkler de belli olursa, yarın bir gün alırım dedim. Evin yolunu tuttum. 

Kafa ev terliğine şartlanınca her gün gelip geçtiğim Anıt'ın orada dışarıda teşhir edilmiş ev terliklerini gördüm. 70-100 arasıymış. 

Az daha gittim. Her türlü eşyanın satıldığı bir yer daha gözüme çarptı. Burada 65 lira imiş. 

Şu ana kadar 5-6 esnafa sordum. En uygun fiyatı burada buldum. Aldım mı? Hayır. Daha renk seçimi olacak. 

Almadan evin yolunu tuttum. Nasipse, sorduğum fiyatlar yerinde kalırsa, biz bir renk seçimi yaparsak, bir gün alırız. 

Anlayacağınız alacağım at ile deve değil. Eve yeterince bayan ve erkek terliği alacağım. Fiyatlar da belirttiğim gibi uçuk kaçık. Aralarında üç, beş, on, yirmi oynasa eh diyeceğim. Marka farklı olsa, markadan markaya kalite farkı olur diyeceğim. Baktıklarımın hepsi de Gezer terliği. Aynı marka aynı model terlik yan yana, birkaç dükkan arayla bu kadar fark eder mi? Ediyor maalesef. Çünkü biz buna serbest piyasa diyoruz. Herkes tutturabildiğine satıyor. 

Alacağım terliğin bir ehemmiyeti yok. En yüksek çekenden alsam, beni ne öldürür ne de esnafı ondurur. Yarına ne fiyat çekecekleri belli olmayan, oturmamış bu piyasadan ne alışveriş yapılır ne de selam verilir. Buradan maalesef ne etik çıkar ne de ahlak. Her birinin dükkanının önü ya da arkası Kapu Camisine bakıyor. Ne de olsa camiye komşular. Camide pişen bize de düşer dememişler. Anıt meydanındaki dükkanlar da laik ve seküler Anıt’a bakıyor.

Aynı marka aynı kalite aynı model terliklerin birbirine yakın esnaftaki bu fiyat uçurumunun müsebbibi acaba ayakkabı markası olabilir mi diye düşünmeye başladım. Firma, bu terliği hepiniz farklı farklı fiyata satacaksınız. Fiyat farkını gören müşteri her birinizin dükkanını gezecek. Böylece geze geze Gezer terliğe kavuşacak demiş olabilir mi? Niye olmasın. Boşu boşuna farklı fiyat çeken esnafa kızdım. Hakkınızı helal edin kardeşlerim. Size bu serbest piyasada bol müşteriler dilerim. Ne de olsa kurt puslu havayı sever. Bize de bu puslu havayı oluşturanları yad etmek düşer. 

14 Kasım 2023 Salı

Birileri Kendini ve Yaptığını Sorgulamalı

Dünyanın en büyük açık hava hapishanesinde yaşıyorsun. Girişin, çıkışın kontrol altında. Özgürlüğün bir yere kadar. Çoluk, çocuk, genç, ihtiyar kaç nesil böyle geçirdi günlerini ve ömürlerini. Açık hava çok görülmüş. Sesini çıkaran kapalı hapishaneye konmuş. Hapishaneye konanlar yine şanslı. En azından nefes alıyorlar ve bir gün açık hava hapishanesine çıkacağı günün umudunu yaşıyor. Bir de hapishaneye gitmeden öldürülenler var. Kimi çocuk kimi kadın kimi genç kimi ihtiyar. 

Kendi kendine yetmiyorsun. Dışarıdan gelen yardım seni açık hava hapishanesine mahkum edenin iznine tabi. Bir nevi sağ kalanlarla birlikte esir hayatı yaşıyorsun.

Seni ve soyunu böyle bir hayata maruz bırakan kimdir? Devlet olamamış, devlet olmaya çalışan bir devlet. Bu devlet, devlet olup devlet kalabilmek için öldürdüklerinin soyundan kimse kalmasın istiyor. Çünkü biri kalır da yarın eline fırsat geçerse, yaptıklarının karşılığını soracak korkusu yaşayıp duruyor.

Teröre başvuruyor, katliam yapıyor, soykırım uyguluyor. Acımasız mı acımasız.

Uyguladığı terörden ve yayılmacılığından dolayı dünya tepki göstermesine rağmen öldürmekten vazgeçmiyor. Çünkü arkasında kendisine destek veren bir güç var. 

Devlet olamamış, devlet olmaya çalışanın elinde para var, sermaye var, imkan var, teknoloji var, son model silahları var. Senin ise sapan, taş, tabir yerindeyse tahtadan silahların var. Kısaca eşit şartlarda değilsiniz. Aranızda uçurum var. 

Özgür olmak, devlet kurmak, kendi topraklarında insanca yaşamak istiyorsunuz. Mağduriyetinizi herkes kabul ediyor ama yanınızda kimse yok. 

Devlet olamamış böyle bir devlete karşı nasıl mücadele edebilirsiniz? Kendinizi nasıl koruyabilirsiniz?

Kendinizi koruyabilmeniz mümkün değil. Bu durumda şerrinden emin olmak için çalıyı dolanacaksınız. En az zararla yaşamaya devam edeceksiniz. Esaret altında yaşamak ölümden beter olsa da nefes almak her şeye rağmen tercih edilmelidir.

Size hayatı zindan edene ne zaman karşı çıkarsınız?

Güç toparlayıncaya kadar dişinizi tırnağınıza takarak sabredersiniz. Bu zaman zarfında dünya kamuoyuna kendinizi ve haklılığınızı anlatmaya ve dünya kamuoyunu yanınıza çekmeye çalışırsınız. Ne zaman ki gücü toparlar, size hayatı zindan edenle boy ölçüşecek noktaya ulaşırsanız, topyekûn mücadeleye girersiniz. Ondan sonra ya herrü ya merru.

Bir güç toparlaman ve alt etme ihtimali yok iken bir suyumu bulanırsa da hadlerini bildireyim, yok edeyim diyen bu devlete karşı kalkışmak ne derece doğru? Toplu intihar değil de nedir? İlk atışı yaparak haklı durumda iken haksız duruma düşmek olacak şey mi? 

Diyelim ki bıçak kemiğe dayandı. Mecbur kalındı. Size terör uygulayana karşı bir kalkışma başlattınız. Hani arkası? Adam seni yerle bir ediyor, sürüyor, süründürüyor, öldürüyor, öldürmekle de kalmayıp katlediyor; çoluk çocuk, kadın, sivil demiyor ve orantısız güç kullanıyor. Masum halk aylardır açlık ve ölüme mahkum edilmişken ilk saldırıyı yapan olarak sen neredesin? Arkası gelmeyecekse, bu işe niçin kalkıştın? Bu yaptığınla halkının yanında mısın ya da bugün sizi yokluğa terk etmiş olanların yanında mısın? Halkına, esaret hayatından daha beter, ölümlerden ölüm beğen seçeneği sunan, ölmekten başka bir tercih bırakmayan bir örgüt, sonuçları itibariyle sahi sizce kimin yanında olur?

13 Kasım 2023 Pazartesi

Bu Yazı Boykotçulara Gelsin *

İsrail'in Gazze'ye uyguladığı katliam ve soykırımın ardından, ülke çapında İsrail ürünlerine boykot başlatıldı.

Boy boy İsrail ürünleri sosyal medyada paylaşılıyor. İşte İsrail malları. Almayın bunları deniyor. 

Ardından İsrail mallarını satan marketlere de satmayın, tereklerden kaldırın denmeye başlandı. Kaldırmayan marketler afişe edildi.

İsrail mallarının alternatifi Türk mallarına yer verildi. Bunları alın. Paranız bunlara gitsin dendi. 

Bazı boykot ürünlerini satmak için indirim yapılan ürünler teşhir edildi. Bakın, satamayınca indirime gittiler. Boykot başarıya ulaşmaya başladı. Bedava da verseler, almayın sakın şeklinde yazılıp çizildi.

Başka ne yapalım derken Troy kart keşfedildi. Bundan sonra Mastercard ve Vısa kullanmayın. Dışarıya komisyon ödemeyelim dendi. 

Tüm bu olup bitenleri biliyorsunuz. Tüm bunlardan geçtim. Boykotçu taife daha tehlikeli sınırlarda gezinmeye başladı. 

Bu taife hızını alamamış olmalı ki İsrail mallarının ardından bazı Türk mallarını da İsrail malı, İsrail muhibbi gibi göstermeye başladı. Bir kahve ve gazlı içecek markasını buna örnek verebiliriz. Yapılan paylaşımlardan hem kahve hem de içecek firması açıklama yapmak zorunda kaldı.

Bu tür paylaşım yapanlara; yapmayın, etmeyin, bir malı araştırmadan her mala İsrail damgası vurmayın, işletmelerimize zarar verirsiniz dememize rağmen önü, arkası ve sonu düşünülmeyen bu tür paylaşımlar gırla gidiyor. Bakın, firma bizim alakamız yok açıklaması yaptı dediğinde, "Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Var bir şey" deniyor ya da "Madem İsrail ürünü değil, firmanın İsrail karşıtı bir söylemi var mı, safını belli etmiş mi" deniyor. İnan, nasıl bir kafa, neyin kafasını taşıyoruz, anlamış değilim.

İsrail ürünlerinden geçtim. Böyle giderse, sosyal medyada paylaşılan bu tür dezenformasyon bilgilerle Yahudi malı kalmayan ürünümüz kalmayacak.

Bu tür paylaşımları yapanların kahir ekseriyeti dini hassasiyeti yüksek kişiler. İsrail ürünü dedikleri ürünleri ne araştırma var ne teyit ettirme. Yapmayın, etmeyin, bu yaptığınız zandır, iftiradır, firmaya itibar suikastı düzenlemedir, bir haber duyunca pişmanlık duymamak için araştırmak gerekir desen dahi faydası yok. Gözlerini bir şeyler bürümüş, gözlerine bir perde inmiş belli ki. 

Bu boykotçu taifenin çoğu dindar ve mütedeyyin insan olduğuna göre bunlar zannın çoğunun günah olduğunu, iftiranın katilden beter kabul edildiğini de iyi bilmeleri lazım. Ama bunları uygulayacak adam lazım. Bu durum sadece bu alanda değil, maalesef çoğu alanda böyle. Bir örnek vereyim:

Tanıdığım bir kişi, Kur'an kursu öğreticiliği yaparken bir vaiz tarafından FETÖ'cü dendiği için açığa alındı. Kaç ay açıkta kaldı. Mahkemeye çıkınca, hakim FETÖ'cü diye dilekçe veren şikayetçiye, bu kişinin FETÖ'cü olduğunu nereden biliyorsun diye sormuş. Vaiz, ben bilmiyorum. Öyle duydum demiş. Bunu duyan hakim, "Ne biçim vaizsin, böyle din görevlisi mi olur. Bir de kürsüde Hucurat 6.ayeti okursun. "... Bir fasık size bir haber getirirse, doğruluğunu araştırın. Yoksa yaptıklarınızdan pişmanlık duyarsınız" ayetinden haberdar değil misin" deyip vaizi dışarı çıkarıyor. Açıkta olan kurs öğreticisini görevine iade ediyor.

Biraz gerilere gidelim. Çok eski yıllarda, ürünlerinde domuz yağı olmamasına rağmen Eti ürünlerinde domuz yağı ve ürünleri kullanılıyor karalaması yapılmıştı. Bu karalamadan Eti çok olumsuz etkilendi. Batmaktan gücün kurtuldu. Sonunda "Ürünlerimizde domuz yağı yoktur" yazmak zorunda kaldı. Bir zamanların birincisi olan Eti, karalamanın olumsuz etkisiyle uğraşırken bir başka bisküvi markası ciroda birinci sıraya yükseldi. 

Hasılı, her malın altında Yahudi parmağı, her öküzün altında buzağı aramanın bir anlamı yok. Şu bir gerçek ki İsrail malı diye paylaşılan ve boykota tabi tutulan ürünlere bugüne kadar o kadar boykot yapıldı ki hiçbiri batmadı, bu ülkeden çekip gitmedi. Belki de reklamını yapmış olduk. Yerli ürünlere yapılan itham, töhmet, iftira, duyum, zan ise onları çok zor durumda bırakabilir, hatta batırabilir. Hiçbirimizin özellikle dini hassasiyeti yüksek insanların hangi ürün Yahudi malıdır, değildir üzerine paylaşım yaparken çok dikkatli olmalarında fayda vardır. Allah’tan korkmuyorlarsa, bari kuldan utansınlar.

*15/11/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır