3 Temmuz 2023 Pazartesi

Yaşlısın...

Yaşlılığın belirtileri nelerdir?

Çoktur. 

Mesela?

Saç, sakal, bıyık ağarmaya başlayınca,

Dişler dökülünce,

İnsan kendini dinlemeye ve yalnızlara oynamaya başlayınca,

Hayattan zevk almamaya başlayınca ve hayattan bir beklentisi kalmayınca,

Hastalıklar artınca,

Rapora bağlı ilaçları kullanmaya başlayınca, 

Ölüm korkusu sarınca, 

Yeni bilgi almayıp durmadan geçmiş anılarını anlatmaya başlayınca, 

Çeneye verince. Ne altı ne ağzı durunca, 

Daha fazla unutmaya başlayınca, 

Çocukları çoluk çocuğa karışınca, 

Evde bir edi bir büdü kalınca, 

Torun sahibi olunca, 

Amca, dayı, dede denmeye başlanınca,

Toplu ulaşımlarda gençler yer vermeye başlayınca,

Yürürken ayaklar çekmeyince,

Eller titremeye başlayınca,

Duygulanma ve alınganlık artınca,

(Yaş yetmişe) merdiven dayayınca,

Vücudun tüm organları işlevlerini tam yerine getiremeyince,

Yaş kaç oldu sorusuna muhatap olunca, ardından Allah uzun ömürler versin duasını alınca,

Bizden geçti deyince daha çok iyisin, dirisini maşallah tesellisine maruz kalınca,

Akranların bir bir hayatlarını değiştirmeye başlayınca...

Ne çocuksun ne genç ne de orta yaş. Yaşlısın yaşlı.

Hapı Yutanlar

"Çok kötü duruma düşmek" anlamına geliyormuş hapı yutmak deyimi. Zaman zaman kullandığımız bu deyimden hareketle kimler hapı yutuyor ve hap yutmaya devam ediyor ya da ne zaman hapı yutarız sorusuna gelin biraz egzersiz yapalım.

İlk akla gelen hem ruhen hem de bedenen vücutta meydana gelen bir hastalıktan dolayı hastalananlar dan kimi hastalığın kendiliğinden geçmesini beklese de ya da kendi bildik yöntemleriyle kendisine tedavi uygulasa da kimi evdeki eski ilaçlardan kalan haplardan kullansa da çoğunluk soluğu doktorda alır.

Yazılan hapı kimi suyla kimi de susuz yutar. Kimi zorunlu olmadıkça kolay kolay kullanmaz iken çoğunluk en ufak bir ağrı ve sızıda çareyi hap atmada bulur.

Maksat iyileşmek ise de günümüzde bir sektör haline gelen ilacın hiçbir türünü yutmamak en iyisi aslında. Bunu da her ilaç kutusunun içinde bulunma zorunluluğu olan ilacın prospektüsünü okuyunca daha iyi anlarız. Hoş, çoğu zaman okumayız. Bir an evvel iyileşmenin yoluna bakarız. Zaten okumaya kalksak, ilacın etki, yan etki, fayda ve zararına dair okuduklarımız, iyileşmeden bizi hasta eder. İnsan ister istemez, zehir yutuyoruz der.

İlacın ne kadar faydalı olduğuna dair mevsimsel bir hastalık olan grip rahatsızlığıyla ilgili ilaç kullananların gülerek anlattığı şeyi de burada hatırlatmada fayda görüyorum: İlaç kullanırsan gribi yedi günde atlatırsın, şayet kullanmazsan bir haftada atlatırsın. Gülerek anlatılan bu şeyin gerçekliğini de takdirlerinize bırakıyorum.

Kullanılan hapların başında antibiyotikler geliyor. Bu tür ilacın kullanımı da bu ülkede epey yüksek. Bir ara Sağlık Bakanlığı her doktora antibiyotik yazma kotası getirdi. Bakanlık iyi ki böyle bir tedbir aldı. Çünkü antibiyotikler hastalığı tedavide kolaylık sağlasa da en büyük riski vücudun kendi kendine koruma özelliği olan vücut bağımlılık sistemini zayıflatıp yok etme özelliğine sahip.

Bir diğer hapı tutanlar ise rapora bağlı ilaç kullananlardır. Özellikle kronik hastalıklarda ve ölünceye kadar devam eden hastalıklarda günlük kullanılması gereken ilaçlar vardır ki bu tür rapora bağlı hastalar sabah akşam hap yutmakla ömürlerini tüketiyorlar.

Hapı yutanlar derken gerçek hap atanlara değindim. Aslında hapı yutanlar derken kastım başka idi. Bakalım başka hapı yutanlar kimmiş?

Orta, dar gelirli ve sabit fiyatla çalışanlar ne zaman ki ülke ekonomik darboğaza girse, hep hapı yutarlar. Örnek vermek gerekirse, döviz yükselir, bunları bulur. Enflasyon yüksek çıkar, bunları bulur.  Faizler yükseltilir, bunları bulur. Enflasyonun sonucu olan hayat pahalılığını derinden hissederler. Hep ay sonunu nasıl getiririz hesabı yapar dururlar. Bunların gelirleri erirken her ürüne yüksek zamlar gelir. Kaşıkla verilen kepçeyle alınır sözü bu kesim için söylenmiş olsa gerek. Ömürleri kemer sokmakla geçiyor dense yeridir.

Yine bu dar ve orta gelirli sandığa diğer kesimlere oranla daha fazla katılım gösterir. Hangisi gelirse gelsin, daima bunlar hapı yutar. Çünkü zengin daha zengin, fakir daha fakirdir. Değişmeyen bu tablodan anlaşılan, orta ve dar gelirli, öyle zannediyorum, bu dünyaya hapı yutmak için gelmiştir.

Hazıra Konma Fırsatçılığı

Proje okul nedir?

Öğrencilerin sınav yoluyla alındığı bazı okullardır. 

Öğrenci sınavla ise buralarda görev yapacak yönetici ve öğretmenleri de sınavla olmalı. 

Değil bildiğim kadarıyla. Özel yönetmeliğe tabiler. Belli şartları taşıyanlar arasından Bakanlıkça tercih edilip atanıyorlar. 

Kaç yıl buralarda görev yapabiliyorlar? 

Aynı statü ile 4+4 yıl. 

Sekiz yılı dolduran aynı okulda çalışamıyor, öyle mi? 

Öyle. Yalnız bir yönetmeliğe bakar. Bakanlık bir yıl daha uzatabilirler dedi mi, ilaveten bir yıl daha kalabiliyorlar. 

Anladığım kadarıyla bu okullara önüne gelen tayinle gelemiyor. 

Aynen öyle. İl içi ve il dışı atamalarda bu okullar her yönetici ve öğretmene görünmez. 

Öğrenci, öğretmen ve yönetici, sınav ya da tercih edilerek geldiğine göre bu okullar çok başarılı olmalı? 

Başarısını bilmem ama proje kapsamına alınan tüm okullara bakıldığı zaman, zamanında rüştünü ispatlamış, başarılarıyla adından söz ettirmiş, gözde ve başarılı okullar bu kapsama alındı. 

Yani başarılı okullar bu kapsama alınıyor, öyle mi? 

Çoğunlukla öyle. 

Yani bir okulu sıfırdan alıp ya da başarısı çok geride olan okullar proje okul kapsamına alınmıyor, değil mi? 

Öyle. 

İşin kolaycılığı değil mi bu? 

Öyle de denebilir. 

Bu okullara proje okul dendiğine göre bu okullar yaptıkları projeleriyle adından söz ettiriyor olmalı? 

Projeleriyle ön plana çıktıklarını ne gördüm ne işittim ne de biliyorum. Varsa da ben bilmiyorum. Eski statüleri ve varlık sebepleri ne ise bildiğim kadarıyla aynı işlevi görüyor. 

O zaman bu tür okullar aynı hamam aynı tas ise bu okullara proje okul demenin ne anlamı var? 

O kadarını bilmem.

Senin bu okullar hakkındaki kanaatin ne?

Benim kanaatimden ziyade bu okullar hakkında azımsanmayacak bir çoğunluğun kanaatini söyleyebilirim.

Mesela?

Proje okul kapsamına alınmakla bu okullar;

Belli bir zihniyetin dışında bu okullarda yönetici ve öğretmen olmak  mümkün değil. Çünkü buralarda görev yapanların kahir ekseriyeti aynı zihniyet yapısına sahip. Ahbap çavuş ilişkisi ile buralara atama yapılıyor. Buralara nakil yoluyla gelinememesi de bunu gösteriyor.

Başarılı okullar proje yapılarak okulların başarısını korumak amacı güdülse de başarılı okullarla, başarılıyız mesajı veriliyor. Bu da hazıra konma anlamına geliyor. Gerçek başarı isteniyorsa, yeni açılan ya da eğitim ve öğretim yönünden çok öne çıkmamış, veli ve öğrenci nezdinde imajı çok iyi olmayan bir okul proje kapsamına alınır. Buranın öğretmen ve idarecisi seçilerek belirlenir. Bu okulun öğrencileri de sınavla alınır. Dört yılın sonunda, bu okulun akademik başarısı ölçülür. Okulun akademik başarısında gözle görülür bir artış ve sıçrama olursa, işte gerçek proje okul burasıdır. Buralara tercihen seçilen öğretmen ve yöneticiler de başarılıdırlar. Çünkü bu başarıda emekleri çoktur.

Ne demek istediğimi bir örnekle açıklayayım. Teşbihte hata olmasın, günümüzde proje okul kapsamına alınan okullar, her yıl şampiyonluğa oynayan GS, FB, BJK ve TS futbol kulüplerine benziyor. Bu takımlar her yıl şampiyon olmak için yola çıkarlar. O yıl olmasa da ertesi yıl veya sonrasında hedeflerine ulaşabiliyorlar. Yani ilk dördü kolay kolay diğer takımlara kaptırmıyorlar. Çünkü bu büyük takımların bu ülkede şampiyon olması daha kolaydır. Bu takımların başında teknik direktör olarak görev yapanlar için de şampiyonluk daha kolaydır. Bunun yanında Anadolu takımlarının şampiyon olması çok zordur. Bir teknik ekip Anadolu takımlarından birini şampiyon yaparsa, o teknik heyet ve sporcular için gerçek başarı budur. Türkiye lig tarihinde bunu da Başakşehir ve Bursaspor başarmıştır. Başka da örneği yoktur. Buradan hareketle, yeni açılmış ya da daha önce başarısını ispatlamamış bir okulun öğrencilerini, küme düşmemek için oynayan futbolcuları sayalım. Okul müdürünü, müdür yardımcılarını ve öğretmenlerini de teknik heyet kabul edelim. Bu okul, dört yılın sonunda adından söz ettirecek önemli bir başarı ya da sıçrama gösterirse, işte bu okul gerçek proje okuludur. Ötesi hazırcılık, Fırsatçılık ve işin kolayına kaçma olur.

Ayasofya'ya Dair

Paylaşacağım bu yazı için ne alaka demeyin. Zira bazen bloğa yazmadan sosyal medyada çalakalem yazıp paylaştığım yazılar, profilimin “Anılar” kısmında önüme düşüveriyor.

Bu anıyı okuyunca acaba bu yazıyı bloğumda paylaş mıyım diye kontrol ediyorum.

Aşağıdaki yazım da bloğumda yer vermediğim bu tür yazılardan biri. Bloğum ise benim arşivim, günlüğüm gibidir. Halihazırda gündemden düşünmüş olsa da arşivimde yerini alsın istedim.

“Ayasofya'nın yeniden ibadete açılması için bildiğim kadarıyla,

1.Hükümetin önünde hukuki bir engel yok.

2. Bugünkü statüsünün iptali için Danıştay'a gitmeye gerek yok.

3. Danıştay'ın vereceği kararı beklemeye gerek yok.

4.Camiye dönüşmesi için 1 milyon imza toplamaya gerek yok.

5. Bunun için kamuoyu desteğine de gerek yok. Çünkü halkın ekseriyeti buranın mabede dönüşmesini zaten istiyor.

6.Ayasofya'nın ibadete açılması tamamen hükümetin yani yürütmenin alacağı karara bağlı: Açtım, açmıyorum veya zamanı değil der, konu kapanır. Bir daha da gündeme gelmez.

7."Müze olarak kalsın, yeniden camiye dönüştürülsün ya da bu mabetten hem Müslümanlar hem de Hıristiyanlar faydalansın..." diye görüş bildirenlerin inanç ve niyetleri sorgulanmasın.

8.Ne cami olarak açılsın diyenler diğerlerinden daha çok Müslümandır ne müze kalsın diyenler daha az Müslümandır ne de hem Müslüman hem de Hıristiyanlara hizmet etsin diyenlerin Müslümanlığı sakattır.

9.Kimin ne inanç taşıdığını ancak Allah bilir. Kimse diğerine göre vatanını daha az veya daha çok seviyor da değildir.

10.Bu konu kapanmalı ve ipe un sermenin gereği yok artık.

11.Belli periyotlarla önümüze temcit pilavı gibi gelip durmasın. Bu konu rakipleri alt etmek için kullanılmasın, siyasi malzeme yapılıp durmasın, oya tahvil hesapları ve hamaset yapılmasın.

12.Hasılı aklıselim hakim olsun. Önümüze bakalım. Esas işlerimize yoğunlaşalım. 03.07.2020”

1 Temmuz 2023 Cumartesi

Kavşakta Bir Canavar

Şehir içinde ana caddeden gidiyorum. Işığı olmayan bir kavşağa girdim. Yoluma devam ederken sağ taraftaki tali yoldan bir aracın hiç durmadan önüme aracını sürdüğünü son anda gördüm. Frene bastım. İşlek bir cadde olmasına rağmen bereket ardımdan gelen araç yoktu. Şayet bir önceki yakın ışıktan kaptırıp gelen araçlar arkamda olsaydı, bir zincirleme kaza hiçten bile değildi.

Önünden araç gelmesine rağmen tali yoldan çıkıp soluna bakmadan önüme geçip yoluna devam eden trafik canavarı ise ben frene bastıktan sonra az daha gidip durdu. Bu adam ne yaptığının farkında mı, kimdir, necidir demeye daha içimde sorgulamaya vakit bulamadan bizim trafik canavarını, dikiz aynasından beni dikizlediğini gördüm. Onun gibi dikizlemeyi beceremesem de bu kurban bayramında başımıza iş çıkarmaya niyetli ortağıma ben de öylesine baktım. Mübarek, benim bakmamı bekliyormuş. Ne yapıyorsun sen be dercesine sol elini kaldırdı. Bir hava bir hava. Şeytan görsün diyeceğimiz yüz hattını söylememe gerek yok.

Beklediği tepkiyi benden göremeyince, hazırlıklı olduğu her halinden belli olan, bunun için trafiğe çıkmış bu canavar maalesef içini boşaltamadı. Sol el havada kala kaldı. Baktı baktı... Bundan hayır yok, buradan bana ekmek çıkmayacak, nasibimi başka yerde arayayım dedi, yoluna devam etmek için hareket etti. Ardından da ben yürüdüm. Beş on metre gitmedi. Yolun sağında duran adam önü boş olmasına rağmen önüme kırdı. Ne yapıyor bu adam demeye kalmadan bölünmüş olmayan yolun soluna geçip arabasını park etti.

Belli ki acelesi yok. Başka yere de gitmeyecek. Demek ki nasibini bu bölgede arayan biri. Belki az sonra müşteri var mı diye arabasını çalıştırıp tekrar o kavşağa gelecek. 

Geçip giderken bayram bayram başımıza iş açtın, hele şu yaptığın iş mi, dikkatli ol dercesine hatasının farkına varsın diye kısa bir korna çaldım. Sen misin çalan. Uzun uzadıya kornasına basarak selamımı aldı. Allah'ın selamı ne de olsa. Alınmaz mı hiç.

Uzun kornanın Türkçesi, tali yoldan kavşağa girmesine rağmen kavşağa geldiğinde yolun boş olup olmadığını kontrol etmesi, geçen araç varsa durması gerektiğini, durmadığı takdirde az önce olduğu gibi bir kazaya sebebiyet vereceğini ve ucuz atlattığını hiç sorgulamamış. Belli ki kendisinde bir hata görmüyor. 

Yine bu uzun kornadan anladığım, suçlu benim. Uzun korna sesi de suç bastıran cinsten. Çünkü bir zihniyeti temsil eden ona göre baskın basanındır, haklı çıkmanın yolu sesi yükseltmektir. Değilse altta kalır, özür dilemek zorunda kalırsın. Bir de sessiz kalır, bir mahcubiyet duyarsan, üstüne üstüne gelir. Böyle bir duruma mahal vermemek için burnundan hiç kıl aldırmayacaksın. Gördüğün yola bodoslama gireceksin. Nereye girdiğini, nasıl girdiğini sen değil, karşı taraf düşünecek.

Hasılı severim insanın bu türünü. Medeni cesaretlerine, kendilerine güvenlerine, hata kabul etmeyişlerine, hep ben doğruyum tavırlarına.

Bu tiplerin sayısı ne kadardır demeyin. Çoktur çok. Diğer ülkelere günlük ihraç etsen, ülkenin hiçbir kaybı olmaz. Bunlar her bir yolda, kavşakta burnunun dibinde biterler. Bilmediğini bilmeme hastalığıyla aramızda geçinip gidiyorlar. Çok da huzurlu ve mutlular. Tek huzurlarını bozan ise senin he deyip geçmen ve tepki vermemen.

30 Haziran 2023 Cuma

Tedavisi Ötelenen Hasta

Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek'in önümüzdeki mahalli idare seçimlerini kastederek "Seçim keşke yarın olsa" şeklinde bir temennide bulunduğu gazetelerde yazılıp çiziliyor. Sayın Şimşek'in böyle yakınmada bulunup bulunmadığı iddiayla ilgili olarak böyle bir beyanım yok şeklinde bir açıklama yapmadığına göre sükut ikrardandır sözü gereği böyle bir yakınmada bulunduğunu doğru kabul etmek gerek.

Şimşek'in bu yakınmasından, ekonominin çok kötü olduğu, bir an evvel tedaviye başlanması gerektiği fakat önümüzdeki seçimin yakın olması dolayısıyla sonuç alıcı tedaviye başlayamayacağı, mecburen seçime kadar pansuman tedbirlerle bu işi götüreceği, seçimden sonra neyi gerektiriyorsa ekonomiyi ameliyat masasına yatıracağı şeklinde anlamak yanlış olmaz.

Çünkü ekonominin nicedir komada olduğu zaten herkesin malumu. Zamanında tedbir alınmayıp genel geçer ekonomi kuralları dışında maceraya girildiği, bunun da bize pahalıya patladığı, üzerine de nicedir tedavülden kaldırılmasına rağmen seçim kazanmak için seçim ekonomisinden kaçınılmadığı, bunun da ateşler içinde hasta yatan ekonominin, üzerine benzinle gitmek olduğu su götürmez bir gerçek.

Ekonominin hali pürmelali yani iyileşmesi mucizelere kalmış, tedavisi için acil müdahale gerekirken ötelemek, ekonomiyi daha da kötüye götürecektir. Çünkü her öteleme hastayı daha da hasta edecektir. 

Hepimiz biliriz ki hastalığın olumlu sonuç verebilmesi ve hastayı ayağa kaldırması için işinin uzmanı bir doktorun hastalığı zamanında erkenden teşhis etmesi, vakit geçirmeden tedavi uygulaması gerekir. 

Hasta, hasta olduğu halde doktora gitmez, gerekli tahlil ve tetkikleri yaptırmaz, hastane ve doktordan kaçarsa, bu hasta kendiliğinden iyileşmediği gibi bir müddet sonra vücut iyice zayıf düşer. Bu aşamadan sonra hasta doktora gidip tedaviyi kabul etse bile hastanın iyileşmesi zordur. 

Ekonomi de bir nevi insan vücudu gibidir. İnsan nasıl hasta olduğunda tedavi alması gerekiyorsa, ekonominin de tedavi olması gerekir. Her gecikme, pansuman tedbirlerle öteleme, hastalığı görmezden gelme ekonomideki hastalığı iyice derinleştirir. 

Anlatmak istediğim sanırım anlaşılmıştır. Hoş, ben anlatmasam da bu hastalığın tedavisinin nasıl olması gerektiğini herkes biliyor. Durum bu iken siyaset seçim gailesi nedeniyle ekonomiye neşter vurmuyor. Geçmişte öyle siyaset örnekleri gördük ki “Seçim öncesi zam yapacak kadar enayi değilim” sözleri belleklerimizde silinmeyecek şekilde yer etmiştir.

Memlekete ve insana zarardan başka zerre faydası olmayan seçim öncesi verme, gülücükler dağıtma, seçim sonrası ağır tabloyu vatandaşa boca etme anlayışı, maalesef tıpkı insan ve ekonominin hastalığı gibi siyasetimizin de tedavi gerektiren bir hastalığıdır. Bu da her şey halkın hizmeti içindir, halka hizmet Hakka hizmet düsturuyla hamaset yapan siyasetin ülkeye verdiği en büyük zarardır. Zira siyasetin derdi ülke ise bilinsin ki bu aymazlık ülkeyi dert edinme değildir. Mesele ülke ise seçim teferruat denilir, hangi alanda olursa olsun, hastalığın tedavisi için uğraş verilir. Beklenmez, ipe un serilmez, anında müdahale gerekir. Üç beş oy ve ikbal uğruna memleket feda edilmez.

29 Haziran 2023 Perşembe

Emeklilik Öncesi Emeklilik

90'lı yıllarda bir kesim, bu ülkede işe gitmeden maaş alan bankamatik memurları var şeklinde bir eleştiri getirirlerdi. Bu şekil, yattığı yerden maaş alan sayısı ne kadardı bilmiyorum ama olur mu böyle maaş diyerek ben de bu eleştiri kervanına katılırdım. Eleştirirdim ama aynı zamanda bu tür maaş alanlara gıpta ederdim. Çünkü nefsime hakim olamazdım ve tam bana göre bir iş. Hiç sorumluluğu yok, mesai kavramı yok. Taş atıp da elim mi yorulacak sanki. Tek derdim maaş yatınca gidip bankamatikten para çekmek derdim.

90'lı yılların talihli bankamatik memurları şimdiye emekli olmuştur. Bu durumda devlette devamlılık esas ilkesi ne olacak derken öncesini bilmiyorum ama 2011 yılından itibaren adı kah "uzman" kah "araştırmacı" denen bir kadro ihdas edildi. Bu kadronun talihlileri de bir nevi üst yönetici statüsünde görev yaparken tercih edilmeyip kızağa alınanlardan oluşuyor. Her ne kadar kızağa alınmış olsalar da bunlar da bir nevi 90'lı yılların bankamatik memuru işlevini görüyor. Uzman ya da araştırmacı oldukları zaman bunlar için de mesai kavramı yok yani mesai yok. İşe gidip gelme yok. Arayan soran, neredesin diyen yok. Hiçbir sorumlulukları yok. Üst yöneticilikten bu kadroya atanırken özlük hakları ne ise bankamatik görevini yaparken de aynı haklardan yararlanmaya devam ediyorlar. İşe gitmeden haklarından yararlanmaya devam eden bu yeni tür bankamatik memurlarının sayısını da bilmiyorum. Zannım, 90'lı yılların bankamatik memuru sayısına rahmet okuttuğu yönünde. Bunların da tek derdi maaşları yattığı zaman gidip bankamatikten paralarını çekmektir. 

90’lı ve 2000’li yılların bu bankamatik memurlarının ikinci büyük bir dertleri daha var. Bu da emeklilik öncesi emeklilik yaşamaları. Resmi emeklilik öncesinde emekliliğin nasıl gideceğini, nasıl bir şey olduğunu emekli olmadan önce fiili olarak uygulamış oluyorlar. Bu da onlar için bir dert olsa da kendilerini bu hale koyanlara bir minnet borçları olduğunu unutmamalarında fayda var. Çünkü çalış çalış ardından emekli olsalardı, sudan çıkmış balığa dönerlerdi. Yetkililer emeklilik öncesi emeklilik yaşatarak onları emeklilik sonrası hayata hazırlamış oluyorlar.

Bunu düşünmeyen bazıları, devletin parası bu şekil çarçur ediliyor dese de bu tip düşünenleri ciddiye almamak lazım. Çünkü bu tiplerin dinleri imanları para. Halbuki bu hayatta her şey para değildir. Sonra emeklilik öncesi emeklilik yaşatarak insanları hayata bağlamak kadar güzel ve yerinde bir uygulama olamaz. İnsanların, sonunu düşünmeden bilir bilmez bu tür eleştirilerine kulak vermemek lazım.

Benim bu konudaki kanaatimi yukarıda az buçuk belirttim. Benim de olsun emeklilik öncesi böyle bir emekliliğim hayalini yaşadım hep. İşe gitmeden yattığım yerden maaşım yatsın, keyfime bakayım istedim.

Nihayet emeklilik dilekçem cebimde iken bahtım açıldı. Allah’tan istediğim bir göz, o verdi iki göz dedikleri böyle bir şey. Gerçi benimki tam yatarak maaş almak olmasa da bir nevi yatarak maaş almak sayılır. Bir şeyi çok isteyince olur dedikleri bu olsa gerek. Demek ki daha çok isteseydim, tam olacakmış. Çünkü iki gidiyorum, dört oturup uzaktan bağlanıyorum. Özlük haklarım fazlasıyla yatıyor hesabıma. Bunca yorulmanın ardından benim için de tek dert, zamanı gelince gidip bankamatikten paramı çekmek. Zor olmuyor mu? Oluyor elbet. Ama o kadar da olsun.

Hasılı yeni işime bir nevi uzman, bir nevi araştırmacı pardon bankamatik memurluğu denebilir. Bu yeni işimle emeklilik öncesi emekliliğe hazırlanıyorum. Emekli olduktan sonra ne yapacağım derdi de yok. Sudan çıkmış balığa da dönmeyeceğim. Bundan iyisi can sağlığı.