Ana içeriğe atla

Hapı Yutanlar

"Çok kötü duruma düşmek" anlamına geliyormuş hapı yutmak deyimi. Zaman zaman kullandığımız bu deyimden hareketle kimler hapı yutuyor ve hap yutmaya devam ediyor ya da ne zaman hapı yutarız sorusuna gelin biraz egzersiz yapalım.

İlk akla gelen hem ruhen hem de bedenen vücutta meydana gelen bir hastalıktan dolayı hastalananlar dan kimi hastalığın kendiliğinden geçmesini beklese de ya da kendi bildik yöntemleriyle kendisine tedavi uygulasa da kimi evdeki eski ilaçlardan kalan haplardan kullansa da çoğunluk soluğu doktorda alır.

Yazılan hapı kimi suyla kimi de susuz yutar. Kimi zorunlu olmadıkça kolay kolay kullanmaz iken çoğunluk en ufak bir ağrı ve sızıda çareyi hap atmada bulur.

Maksat iyileşmek ise de günümüzde bir sektör haline gelen ilacın hiçbir türünü yutmamak en iyisi aslında. Bunu da her ilaç kutusunun içinde bulunma zorunluluğu olan ilacın prospektüsünü okuyunca daha iyi anlarız. Hoş, çoğu zaman okumayız. Bir an evvel iyileşmenin yoluna bakarız. Zaten okumaya kalksak, ilacın etki, yan etki, fayda ve zararına dair okuduklarımız, iyileşmeden bizi hasta eder. İnsan ister istemez, zehir yutuyoruz der.

İlacın ne kadar faydalı olduğuna dair mevsimsel bir hastalık olan grip rahatsızlığıyla ilgili ilaç kullananların gülerek anlattığı şeyi de burada hatırlatmada fayda görüyorum: İlaç kullanırsan gribi yedi günde atlatırsın, şayet kullanmazsan bir haftada atlatırsın. Gülerek anlatılan bu şeyin gerçekliğini de takdirlerinize bırakıyorum.

Kullanılan hapların başında antibiyotikler geliyor. Bu tür ilacın kullanımı da bu ülkede epey yüksek. Bir ara Sağlık Bakanlığı her doktora antibiyotik yazma kotası getirdi. Bakanlık iyi ki böyle bir tedbir aldı. Çünkü antibiyotikler hastalığı tedavide kolaylık sağlasa da en büyük riski vücudun kendi kendine koruma özelliği olan vücut bağımlılık sistemini zayıflatıp yok etme özelliğine sahip.

Bir diğer hapı tutanlar ise rapora bağlı ilaç kullananlardır. Özellikle kronik hastalıklarda ve ölünceye kadar devam eden hastalıklarda günlük kullanılması gereken ilaçlar vardır ki bu tür rapora bağlı hastalar sabah akşam hap yutmakla ömürlerini tüketiyorlar.

Hapı yutanlar derken gerçek hap atanlara değindim. Aslında hapı yutanlar derken kastım başka idi. Bakalım başka hapı yutanlar kimmiş?

Orta, dar gelirli ve sabit fiyatla çalışanlar ne zaman ki ülke ekonomik darboğaza girse, hep hapı yutarlar. Örnek vermek gerekirse, döviz yükselir, bunları bulur. Enflasyon yüksek çıkar, bunları bulur.  Faizler yükseltilir, bunları bulur. Enflasyonun sonucu olan hayat pahalılığını derinden hissederler. Hep ay sonunu nasıl getiririz hesabı yapar dururlar. Bunların gelirleri erirken her ürüne yüksek zamlar gelir. Kaşıkla verilen kepçeyle alınır sözü bu kesim için söylenmiş olsa gerek. Ömürleri kemer sokmakla geçiyor dense yeridir.

Yine bu dar ve orta gelirli sandığa diğer kesimlere oranla daha fazla katılım gösterir. Hangisi gelirse gelsin, daima bunlar hapı yutar. Çünkü zengin daha zengin, fakir daha fakirdir. Değişmeyen bu tablodan anlaşılan, orta ve dar gelirli, öyle zannediyorum, bu dünyaya hapı yutmak için gelmiştir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde