Ana içeriğe atla

Emeklilik Öncesi Emeklilik

90'lı yıllarda bir kesim, bu ülkede işe gitmeden maaş alan bankamatik memurları var şeklinde bir eleştiri getirirlerdi. Bu şekil, yattığı yerden maaş alan sayısı ne kadardı bilmiyorum ama olur mu böyle maaş diyerek ben de bu eleştiri kervanına katılırdım. Eleştirirdim ama aynı zamanda bu tür maaş alanlara gıpta ederdim. Çünkü nefsime hakim olamazdım ve tam bana göre bir iş. Hiç sorumluluğu yok, mesai kavramı yok. Taş atıp da elim mi yorulacak sanki. Tek derdim maaş yatınca gidip bankamatikten para çekmek derdim.

90'lı yılların talihli bankamatik memurları şimdiye emekli olmuştur. Bu durumda devlette devamlılık esas ilkesi ne olacak derken öncesini bilmiyorum ama 2011 yılından itibaren adı kah "uzman" kah "araştırmacı" denen bir kadro ihdas edildi. Bu kadronun talihlileri de bir nevi üst yönetici statüsünde görev yaparken tercih edilmeyip kızağa alınanlardan oluşuyor. Her ne kadar kızağa alınmış olsalar da bunlar da bir nevi 90'lı yılların bankamatik memuru işlevini görüyor. Uzman ya da araştırmacı oldukları zaman bunlar için de mesai kavramı yok yani mesai yok. İşe gidip gelme yok. Arayan soran, neredesin diyen yok. Hiçbir sorumlulukları yok. Üst yöneticilikten bu kadroya atanırken özlük hakları ne ise bankamatik görevini yaparken de aynı haklardan yararlanmaya devam ediyorlar. İşe gitmeden haklarından yararlanmaya devam eden bu yeni tür bankamatik memurlarının sayısını da bilmiyorum. Zannım, 90'lı yılların bankamatik memuru sayısına rahmet okuttuğu yönünde. Bunların da tek derdi maaşları yattığı zaman gidip bankamatikten paralarını çekmektir. 

90’lı ve 2000’li yılların bu bankamatik memurlarının ikinci büyük bir dertleri daha var. Bu da emeklilik öncesi emeklilik yaşamaları. Resmi emeklilik öncesinde emekliliğin nasıl gideceğini, nasıl bir şey olduğunu emekli olmadan önce fiili olarak uygulamış oluyorlar. Bu da onlar için bir dert olsa da kendilerini bu hale koyanlara bir minnet borçları olduğunu unutmamalarında fayda var. Çünkü çalış çalış ardından emekli olsalardı, sudan çıkmış balığa dönerlerdi. Yetkililer emeklilik öncesi emeklilik yaşatarak onları emeklilik sonrası hayata hazırlamış oluyorlar.

Bunu düşünmeyen bazıları, devletin parası bu şekil çarçur ediliyor dese de bu tip düşünenleri ciddiye almamak lazım. Çünkü bu tiplerin dinleri imanları para. Halbuki bu hayatta her şey para değildir. Sonra emeklilik öncesi emeklilik yaşatarak insanları hayata bağlamak kadar güzel ve yerinde bir uygulama olamaz. İnsanların, sonunu düşünmeden bilir bilmez bu tür eleştirilerine kulak vermemek lazım.

Benim bu konudaki kanaatimi yukarıda az buçuk belirttim. Benim de olsun emeklilik öncesi böyle bir emekliliğim hayalini yaşadım hep. İşe gitmeden yattığım yerden maaşım yatsın, keyfime bakayım istedim.

Nihayet emeklilik dilekçem cebimde iken bahtım açıldı. Allah’tan istediğim bir göz, o verdi iki göz dedikleri böyle bir şey. Gerçi benimki tam yatarak maaş almak olmasa da bir nevi yatarak maaş almak sayılır. Bir şeyi çok isteyince olur dedikleri bu olsa gerek. Demek ki daha çok isteseydim, tam olacakmış. Çünkü iki gidiyorum, dört oturup uzaktan bağlanıyorum. Özlük haklarım fazlasıyla yatıyor hesabıma. Bunca yorulmanın ardından benim için de tek dert, zamanı gelince gidip bankamatikten paramı çekmek. Zor olmuyor mu? Oluyor elbet. Ama o kadar da olsun.

Hasılı yeni işime bir nevi uzman, bir nevi araştırmacı pardon bankamatik memurluğu denebilir. Bu yeni işimle emeklilik öncesi emekliliğe hazırlanıyorum. Emekli olduktan sonra ne yapacağım derdi de yok. Sudan çıkmış balığa da dönmeyeceğim. Bundan iyisi can sağlığı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde