1 Temmuz 2023 Cumartesi

Kavşakta Bir Canavar

Şehir içinde ana caddeden gidiyorum. Işığı olmayan bir kavşağa girdim. Yoluma devam ederken sağ taraftaki tali yoldan bir aracın hiç durmadan önüme aracını sürdüğünü son anda gördüm. Frene bastım. İşlek bir cadde olmasına rağmen bereket ardımdan gelen araç yoktu. Şayet bir önceki yakın ışıktan kaptırıp gelen araçlar arkamda olsaydı, bir zincirleme kaza hiçten bile değildi.

Önünden araç gelmesine rağmen tali yoldan çıkıp soluna bakmadan önüme geçip yoluna devam eden trafik canavarı ise ben frene bastıktan sonra az daha gidip durdu. Bu adam ne yaptığının farkında mı, kimdir, necidir demeye daha içimde sorgulamaya vakit bulamadan bizim trafik canavarını, dikiz aynasından beni dikizlediğini gördüm. Onun gibi dikizlemeyi beceremesem de bu kurban bayramında başımıza iş çıkarmaya niyetli ortağıma ben de öylesine baktım. Mübarek, benim bakmamı bekliyormuş. Ne yapıyorsun sen be dercesine sol elini kaldırdı. Bir hava bir hava. Şeytan görsün diyeceğimiz yüz hattını söylememe gerek yok.

Beklediği tepkiyi benden göremeyince, hazırlıklı olduğu her halinden belli olan, bunun için trafiğe çıkmış bu canavar maalesef içini boşaltamadı. Sol el havada kala kaldı. Baktı baktı... Bundan hayır yok, buradan bana ekmek çıkmayacak, nasibimi başka yerde arayayım dedi, yoluna devam etmek için hareket etti. Ardından da ben yürüdüm. Beş on metre gitmedi. Yolun sağında duran adam önü boş olmasına rağmen önüme kırdı. Ne yapıyor bu adam demeye kalmadan bölünmüş olmayan yolun soluna geçip arabasını park etti.

Belli ki acelesi yok. Başka yere de gitmeyecek. Demek ki nasibini bu bölgede arayan biri. Belki az sonra müşteri var mı diye arabasını çalıştırıp tekrar o kavşağa gelecek. 

Geçip giderken bayram bayram başımıza iş açtın, hele şu yaptığın iş mi, dikkatli ol dercesine hatasının farkına varsın diye kısa bir korna çaldım. Sen misin çalan. Uzun uzadıya kornasına basarak selamımı aldı. Allah'ın selamı ne de olsa. Alınmaz mı hiç.

Uzun kornanın Türkçesi, tali yoldan kavşağa girmesine rağmen kavşağa geldiğinde yolun boş olup olmadığını kontrol etmesi, geçen araç varsa durması gerektiğini, durmadığı takdirde az önce olduğu gibi bir kazaya sebebiyet vereceğini ve ucuz atlattığını hiç sorgulamamış. Belli ki kendisinde bir hata görmüyor. 

Yine bu uzun kornadan anladığım, suçlu benim. Uzun korna sesi de suç bastıran cinsten. Çünkü bir zihniyeti temsil eden ona göre baskın basanındır, haklı çıkmanın yolu sesi yükseltmektir. Değilse altta kalır, özür dilemek zorunda kalırsın. Bir de sessiz kalır, bir mahcubiyet duyarsan, üstüne üstüne gelir. Böyle bir duruma mahal vermemek için burnundan hiç kıl aldırmayacaksın. Gördüğün yola bodoslama gireceksin. Nereye girdiğini, nasıl girdiğini sen değil, karşı taraf düşünecek.

Hasılı severim insanın bu türünü. Medeni cesaretlerine, kendilerine güvenlerine, hata kabul etmeyişlerine, hep ben doğruyum tavırlarına.

Bu tiplerin sayısı ne kadardır demeyin. Çoktur çok. Diğer ülkelere günlük ihraç etsen, ülkenin hiçbir kaybı olmaz. Bunlar her bir yolda, kavşakta burnunun dibinde biterler. Bilmediğini bilmeme hastalığıyla aramızda geçinip gidiyorlar. Çok da huzurlu ve mutlular. Tek huzurlarını bozan ise senin he deyip geçmen ve tepki vermemen.

30 Haziran 2023 Cuma

Tedavisi Ötelenen Hasta

Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek'in önümüzdeki mahalli idare seçimlerini kastederek "Seçim keşke yarın olsa" şeklinde bir temennide bulunduğu gazetelerde yazılıp çiziliyor. Sayın Şimşek'in böyle yakınmada bulunup bulunmadığı iddiayla ilgili olarak böyle bir beyanım yok şeklinde bir açıklama yapmadığına göre sükut ikrardandır sözü gereği böyle bir yakınmada bulunduğunu doğru kabul etmek gerek.

Şimşek'in bu yakınmasından, ekonominin çok kötü olduğu, bir an evvel tedaviye başlanması gerektiği fakat önümüzdeki seçimin yakın olması dolayısıyla sonuç alıcı tedaviye başlayamayacağı, mecburen seçime kadar pansuman tedbirlerle bu işi götüreceği, seçimden sonra neyi gerektiriyorsa ekonomiyi ameliyat masasına yatıracağı şeklinde anlamak yanlış olmaz.

Çünkü ekonominin nicedir komada olduğu zaten herkesin malumu. Zamanında tedbir alınmayıp genel geçer ekonomi kuralları dışında maceraya girildiği, bunun da bize pahalıya patladığı, üzerine de nicedir tedavülden kaldırılmasına rağmen seçim kazanmak için seçim ekonomisinden kaçınılmadığı, bunun da ateşler içinde hasta yatan ekonominin, üzerine benzinle gitmek olduğu su götürmez bir gerçek.

Ekonominin hali pürmelali yani iyileşmesi mucizelere kalmış, tedavisi için acil müdahale gerekirken ötelemek, ekonomiyi daha da kötüye götürecektir. Çünkü her öteleme hastayı daha da hasta edecektir. 

Hepimiz biliriz ki hastalığın olumlu sonuç verebilmesi ve hastayı ayağa kaldırması için işinin uzmanı bir doktorun hastalığı zamanında erkenden teşhis etmesi, vakit geçirmeden tedavi uygulaması gerekir. 

Hasta, hasta olduğu halde doktora gitmez, gerekli tahlil ve tetkikleri yaptırmaz, hastane ve doktordan kaçarsa, bu hasta kendiliğinden iyileşmediği gibi bir müddet sonra vücut iyice zayıf düşer. Bu aşamadan sonra hasta doktora gidip tedaviyi kabul etse bile hastanın iyileşmesi zordur. 

Ekonomi de bir nevi insan vücudu gibidir. İnsan nasıl hasta olduğunda tedavi alması gerekiyorsa, ekonominin de tedavi olması gerekir. Her gecikme, pansuman tedbirlerle öteleme, hastalığı görmezden gelme ekonomideki hastalığı iyice derinleştirir. 

Anlatmak istediğim sanırım anlaşılmıştır. Hoş, ben anlatmasam da bu hastalığın tedavisinin nasıl olması gerektiğini herkes biliyor. Durum bu iken siyaset seçim gailesi nedeniyle ekonomiye neşter vurmuyor. Geçmişte öyle siyaset örnekleri gördük ki “Seçim öncesi zam yapacak kadar enayi değilim” sözleri belleklerimizde silinmeyecek şekilde yer etmiştir.

Memlekete ve insana zarardan başka zerre faydası olmayan seçim öncesi verme, gülücükler dağıtma, seçim sonrası ağır tabloyu vatandaşa boca etme anlayışı, maalesef tıpkı insan ve ekonominin hastalığı gibi siyasetimizin de tedavi gerektiren bir hastalığıdır. Bu da her şey halkın hizmeti içindir, halka hizmet Hakka hizmet düsturuyla hamaset yapan siyasetin ülkeye verdiği en büyük zarardır. Zira siyasetin derdi ülke ise bilinsin ki bu aymazlık ülkeyi dert edinme değildir. Mesele ülke ise seçim teferruat denilir, hangi alanda olursa olsun, hastalığın tedavisi için uğraş verilir. Beklenmez, ipe un serilmez, anında müdahale gerekir. Üç beş oy ve ikbal uğruna memleket feda edilmez.

29 Haziran 2023 Perşembe

Emeklilik Öncesi Emeklilik

90'lı yıllarda bir kesim, bu ülkede işe gitmeden maaş alan bankamatik memurları var şeklinde bir eleştiri getirirlerdi. Bu şekil, yattığı yerden maaş alan sayısı ne kadardı bilmiyorum ama olur mu böyle maaş diyerek ben de bu eleştiri kervanına katılırdım. Eleştirirdim ama aynı zamanda bu tür maaş alanlara gıpta ederdim. Çünkü nefsime hakim olamazdım ve tam bana göre bir iş. Hiç sorumluluğu yok, mesai kavramı yok. Taş atıp da elim mi yorulacak sanki. Tek derdim maaş yatınca gidip bankamatikten para çekmek derdim.

90'lı yılların talihli bankamatik memurları şimdiye emekli olmuştur. Bu durumda devlette devamlılık esas ilkesi ne olacak derken öncesini bilmiyorum ama 2011 yılından itibaren adı kah "uzman" kah "araştırmacı" denen bir kadro ihdas edildi. Bu kadronun talihlileri de bir nevi üst yönetici statüsünde görev yaparken tercih edilmeyip kızağa alınanlardan oluşuyor. Her ne kadar kızağa alınmış olsalar da bunlar da bir nevi 90'lı yılların bankamatik memuru işlevini görüyor. Uzman ya da araştırmacı oldukları zaman bunlar için de mesai kavramı yok yani mesai yok. İşe gidip gelme yok. Arayan soran, neredesin diyen yok. Hiçbir sorumlulukları yok. Üst yöneticilikten bu kadroya atanırken özlük hakları ne ise bankamatik görevini yaparken de aynı haklardan yararlanmaya devam ediyorlar. İşe gitmeden haklarından yararlanmaya devam eden bu yeni tür bankamatik memurlarının sayısını da bilmiyorum. Zannım, 90'lı yılların bankamatik memuru sayısına rahmet okuttuğu yönünde. Bunların da tek derdi maaşları yattığı zaman gidip bankamatikten paralarını çekmektir. 

90’lı ve 2000’li yılların bu bankamatik memurlarının ikinci büyük bir dertleri daha var. Bu da emeklilik öncesi emeklilik yaşamaları. Resmi emeklilik öncesinde emekliliğin nasıl gideceğini, nasıl bir şey olduğunu emekli olmadan önce fiili olarak uygulamış oluyorlar. Bu da onlar için bir dert olsa da kendilerini bu hale koyanlara bir minnet borçları olduğunu unutmamalarında fayda var. Çünkü çalış çalış ardından emekli olsalardı, sudan çıkmış balığa dönerlerdi. Yetkililer emeklilik öncesi emeklilik yaşatarak onları emeklilik sonrası hayata hazırlamış oluyorlar.

Bunu düşünmeyen bazıları, devletin parası bu şekil çarçur ediliyor dese de bu tip düşünenleri ciddiye almamak lazım. Çünkü bu tiplerin dinleri imanları para. Halbuki bu hayatta her şey para değildir. Sonra emeklilik öncesi emeklilik yaşatarak insanları hayata bağlamak kadar güzel ve yerinde bir uygulama olamaz. İnsanların, sonunu düşünmeden bilir bilmez bu tür eleştirilerine kulak vermemek lazım.

Benim bu konudaki kanaatimi yukarıda az buçuk belirttim. Benim de olsun emeklilik öncesi böyle bir emekliliğim hayalini yaşadım hep. İşe gitmeden yattığım yerden maaşım yatsın, keyfime bakayım istedim.

Nihayet emeklilik dilekçem cebimde iken bahtım açıldı. Allah’tan istediğim bir göz, o verdi iki göz dedikleri böyle bir şey. Gerçi benimki tam yatarak maaş almak olmasa da bir nevi yatarak maaş almak sayılır. Bir şeyi çok isteyince olur dedikleri bu olsa gerek. Demek ki daha çok isteseydim, tam olacakmış. Çünkü iki gidiyorum, dört oturup uzaktan bağlanıyorum. Özlük haklarım fazlasıyla yatıyor hesabıma. Bunca yorulmanın ardından benim için de tek dert, zamanı gelince gidip bankamatikten paramı çekmek. Zor olmuyor mu? Oluyor elbet. Ama o kadar da olsun.

Hasılı yeni işime bir nevi uzman, bir nevi araştırmacı pardon bankamatik memurluğu denebilir. Bu yeni işimle emeklilik öncesi emekliliğe hazırlanıyorum. Emekli olduktan sonra ne yapacağım derdi de yok. Sudan çıkmış balığa da dönmeyeceğim. Bundan iyisi can sağlığı.

28 Haziran 2023 Çarşamba

Bitmeyen Kilise

Cuma namazı sonrası buluşmak üzere bir arkadaşımla Alâeddin Camiinde buluştuk. Birlikte yan yana hutbe dinledik. Hutbenin bitiminde Selçuklu ilçesinde yapımı devam eden yatılı kız Kur’an kursu için yardım talebini de duyduk.

Çıkışta para toplayan görevlinin boş geçmeyelim uyarısını da işittik.

Kenara geçtik. Arkadaşıma, “Her hafta olmasa da birkaç haftada bir inşaatı devam eden Kur’an kurslarına yardımlar devam ediyor. Mevcut kurslar yeterli değil mi? İhtiyaç var mı ki kurs yapımına devam ediliyor? Bu devirde kaç kişi okuması için çocuğunu yatılıya verir? Biz bu hutbeler de cami ve Kur’an kursu inşaatlarına yardım dışında başka yardım duymayacak mıyız? Bugün aynı işlevi gören o kadar hafız İHO, normal İHO ve liseleri var. Bu 12 yıllık zorunlu eğitimde bu okullar bu işlevi yerine getiremiyor mu?” şeklinde bir soru sordum. Proje ve değişik sebeplerle yurtdışına birçok ülkeyi görüp gezmiş arkadaşım, “İspanya’da La Sadrada Familia adında bir kilise var. 1882 yılında yapımına başlanmış. İnşaat hala devam ediyor. Üstelik daha yarısı bile bitirilememiş. Halkın yardımlarıyla yapılan bu kilisenin daha ne zaman biteceği meçhul. Biraz da yardım toplamak için bitirilmiyor olsa gerek. Kilisenin yapımı bitmediği için halk arasında “Bitmeyen kilise” olarak bilinir. Ziyarete açık. İmam hutbede yardım isteyince bizde de biri bitip diğerleri başlayan ve arkası bir türlü bitmeyen cami ve Kur’an kursları inşaatlarından hareketle İspanya’daki bitmeyen bu kilise aklıma geldi. Teşbihte hata olmasın” dedi.

Kiliseyi gördün mü dedim. Dışından gördüm dedi. Oraya kadar gidip de içeri girilmez mi dedim. Nasıl gireceksin. Giriş 20 avro dedi.

Eve geldikten sonra 141 yıldır yapımı devam eden, bir türlü bitirilmeyen ya da bitirilemeyen, yılan hikayesine dönen, bitmeyen bu kiliseyi Google’la sordum. Karşıma şu bilgiler (Vikipedi-yyurt.net) çıktı:

La Sadrada Familia kilisesini yapma fikri, Vatikan Loreto’daki bazilikadan esinlenen ‘Aziz Joseph Adanmışlar Manevi Derneği’ kurucusu ve bir kitapçı olan Josep Maria Bocabella’ya ait.

Projenin inşasına, 19 Mart 1882’de, Mimar Francisco de Paula del Villar tarafından başlanır.

Villar bu görevinden bir yıl sonra istifa eder. Bu görevi 18.03.1883’de İspanyol Mimar Antoni Gaudi baş mimar olarak devralır. Kendisini bu mimariye adayan Gaudi tramvay kazasında vefat ettiğinde projenin yüzde 15-20’i tamamlanabilmiştir.

Yalnızca özel bağışlarla yapımına devam edilen La Sagrada Familia’nın inşaatı oldukça yavaş ilerlemektedir. İnşaatın yavaş ilerlemesinin nedenleri arasında 1936 İspanya İç Savaşı, inşaata hala halkın yardımıyla devam edilmesi, Gaudi’nin mimari tarzını çözmenin güçlüğü ve binanın çizimlerinin 19.yüzyıldan kalması nedeniyle günümüz teknolojisine uyarlama güçlüğü sayılır.

Gaudi’den sonraki zanaatkarlar ve mimarlar, onun vizyonuna mümkün olduğunca bağlı kalarak projeyi ilerletmek için ondan kalan çizimlere ve alçı modellerine bağlı kalırlar.

Bazilikanın iç yapısını ayakta tutan kolonlar dallanıp budaklanan ağaçlar şeklinde tasarlanmıştır. Yapının içine girildiğinde ormanda dolaşma hissi uyanır.

Kilise, 9000 kapasiteli, 90 metre uzunluğunda, 60 metre genişliğinde, 8’i tamamlanmış çan kulesi sayısı 18, çan kulesinin yüksekliği 170 metre.

Başlamasından 130.yıllık geçen zamanda inşaata harcanan tahmini rakam 374 milyon avrodur.

1984 yılında UNESCO tarafından "Antoni Gaudí'nin Eserleri" adı ile Dünya Mirası olarak ilan edilen yapılar arasında yer almaktadır.

Barselona'nın en çok ziyaret edilen turistik yerlerden biridir. Yılda ortalama 4,5 milyon kişi Sagrada Família'yı ziyaret etmekte.

Giriş ücretleri yetişkinler için 20 avro, öğrenci-emekli-çocuklar 18 avro, yaşlılar ise 16 avrodur. Ayinlere katılmadan ve özel etkinliklerde ücret alınmıyor. Kilisenin her yerini gezmek için yaklaşık 2-3 saat öneriliyor.

Gezme süresi 2-3 saati aldığı göz önüne alınırsa kilisenin büyüklüğü de anlaşılmış olur.

Kilisenin yapımının bu kadar uzun sürmesi, kilisenin yalnızca yardımlarda devam ettirilmesi ilginç olmaya ilginç. Yılda 4,5 milyon turistin ziyaret etmesi ülke için bir gelir kapısı. Girişin de 20 avro olması da burada iyi bir rantın olduğu açık.

27 Haziran 2023 Salı

Dunning-Kruger Sendromunun Neresindeyiz?

"Daha az bilgi sahibi olanların daha fazla bilgi sahibi olanlardan daha fazla bilgi sahibi olmalarını zannetmeleri durumu. Yani cahil cesareti.

Akıllıların hep kuşku içinde iken aptalların küstahça kendilerinden emin olmasının doğurduğu, 99 yılında ortaya atılan ve biz de bu neydi sorusunun cevabıymış gibi 2000 yılında Justin Kruger ve David Dunning'e psikoloji dalında Nobel ödülü kazandıran görüş.

Bilmiyorum cümlesini lügatinde barındırmayan uluslarda daha çok rastlanan, bilmeyen bilmediğini de bilmediği için bilen adamı da canından bezdirip he canım he dedirten, aslında biraz da özenilen bir durumdur.

Çünkü cahillik çok güzeldir. Sen de gelsene."

Sanal alemde gezinirken önüme düşen kısa videodan bu alıntıyı ilgiyle izledim. Dönüp bir daha izledim. Nasıl izlemem. Çünkü beni anlatıyordu. İnsanın kendisini bir başkasından dinlemesi kadar güzel bir şey olamaz.

Merak ettiğim, bana sormadan, beni test etmeden beni nasıl tespit edebildikleri. Ben de kimseye belli etmeden her şeyi biliyormuş havasıyla yaşayıp gidiyorum diye seviniyordum. Bilmediğini bilmemekmiş bendeki olanın adı. Cahil cesaretiymiş aynı zamanda. Üstelik bir sendrommuş yaşadığım.

Cahili bilmem ama terkipteki cesaret beni cezbetti. Yeter de artar bana. Çünkü biliyorum havası bir başka.

Siz bilemezsiniz bendeki bu duyguyu ve hâletiruhiyeyi. Tatmadınız çünkü.

Nasıl bu seviyeye ulaştım? Okumayarak, başkasını dinlemeyerek ve araştırmayarak. Bir zamanlar zorunluluktan az buçuk okuduğumu bir ömür satarak. Unutmaya yüz tutan bilgilerimi de medya ve sosyal ağlar vasıtasıyla yenileyerek. Sağa, sola kulak kabartarak edindiğim yüzeysel, sloganvari bilgi kırıntılarını demagogluğumla yağlayıp pullayarak. Ortaya atılan mevzubahisle ilgili bilgi sahibiyim, ben biliyorum imajı vererek...

Bilim, herkeste bulunmayan bendeki bu cevheri, 1999 yılında Cornell Üniversitesi araştırmacıları David Dunning ve Justin Kruger aracılığıyla tespit edebilmiş. Bu buluşlarından dolayı da bu sendroma ikilinin adı ve ilaveten ikiliye Nobel Barış Ödülü verilmiş.

Hasılı,1963’den 1999’a kadar bendeki bu hastalığı bilim adamları tespit edememiş. Bu demektir ki bir 36 yıl normal insanmış gibi yaşamışım. Ben bu bilimsel çalışmadan 2023 yılında yine sosyal medya aracılığıyla haberim olduğuna göre 60 yıldır adını bilmediğim, bilmediğimi de bilmediğim bir sendrom halini yaşıyorum. Beni zamanında tespit edemeyen bilime bilim der miyim ben? Sonra geciken bilim, bilim midir?

Geciken bilime bilim demesem de adı geçen bu iki bilim adamı, beni görmeden başkaları üzerinde araştırmalar yaparak beni teşhis etmiş. Demek ki bu alanda tek değilim. Sayımız baya varmış. Bu da işin bir diğer sevindirici yanı. Yalnız bilim bu sendroma bir tedavi ortaya koymamış. Yani sendromu bulmuş, adını koymuş, bir tedavi önermemiş. Bu da bilimin işini eksik yaptığını, zamanında tespit edemediğini ve bir tedavi ortaya koyamadığını gösteriyor. Neyse gecikmiş de olsa bilimin bu buluşuna bu yaşantımla bir katkı verdiğim yadsınamaz.

Burada bir üzüntümü de ifade edeyim. Bendeki bu sendromu bulanlara Nobel ödülü verilirken bu cevheri bir ömür boyu kendisinde taşıyan bana bir ödül yok. Bu durumda  dünyanın bu adaletine nasıl güvenirim ben. Halbuki esas ödülü hak eden bendim. Çünkü bir ömür üzerimde benden ve kişiliğimden bir parça olarak taşıdım. Bari ödüle layık görülmedim. Pekala bu sendroma “Ramazan Sendromu” adı verilerek adımı ölümsüzleştirebilirlerdi.

Sonuç olarak şunu söyleyeyim. Beni uzun yollar sonra tespit eden, adına da sendrom denen, bilmediğimi bilmeme hastalığımdan şikayetçi miyim? Şikayet ne kelime. Mutlu, huzurlu ve dopdolu bir hayat yaşadım. Hâlâ da öyleyim. Ben bu hayatı yaşarken nice bilenlere saç baş yoldurmuşluğum bile vardır. Zira beni kimse yenemedi. Bu da benim değil, bilenlerin eksikliğidir ve onların meselesidir, benim değil. 

25 Haziran 2023 Pazar

Bir Sarı Öküz Hikayesi

Büyük basında yer bulmasa da bugünlerde küçük sitelerde şöyle bir haber yer aldı. Haberin aslı astarı nedir bilmiyorum. Haberin içeriğine kısaca değinmek isterim. 

Bir ilçe öğretmenevinde ilçenin kaymakamı bir iftar vermek ister. İftar menüsünü kendisi belirler. Menüde İzmir köfte olacak. Öğretmenevine de talimat verilir. 

Günün mesai bitiminde aşçının İzmir köfte yerine bir günün sonrası menü listesinde yer alan etli sote yemeğini yaptığını öğrenen öğretmenevi müdiresi, menüde yapılan yanlıştan kaymakamı bilgilendirmek üzere özel idare yetkilisine haber verir.

İftar yapılır. Kaymakam misafirlerinin yanına öğretmenevi müdiresini çağırır. Yüksek ses tonuyla "Menüde İzmir köfte olacaktı. Niçin değişti diye sorar. Müdire de ilgili görevlinin günleri şaşırdığını, bir gün sonrasının yemeğini yaptığını, bu yanlışlıktan haberinin olur olmaz sizi bilgilendirmek üzere özel idareyi bilgilendirdiğini, bu yanlışlıktan dolayı özrünü beyan eder.

Kaymakam, bundan sonra burada böyle bir iftar programı yapmayacağını söyler. Müdire de siz bilirsiniz der. Konu kapanır. Daha doğrusu kapandığı zannedilir. 

Bu arada kaymakamın il valisini aradığı, bu müdirenin görevden alınmasını istediği iddialar arasında yer alıyor.

Konunun kapanmadığı muhakkiklerin gelmesiyle anlaşılır. Öğretmenevi müdiresine, "Amire saygısızlıktan" inceleme ve soruşturma başlatılır. 

Soruşturma sonucunda, öğretmenevi müdiresinin “Amire saygısızlık” yaptığı sübut bulur. Müdireye 1/8 maaş kesim cezası ve müdürlük görevinin üzerinden alınarak öğretmen olarak atanması takdir edilir. 

Yine küçük sitelerde yer aldığına göre öğretmenevi müdiresinin gösterdiği başarılarından dolayı Bakanlık tarafından daha önce başarı belgesi ile taltif edildiği yazılı. Maaş kesim ve öğretmenliğe tenzil edildiğine göre ceza takdirinde geçmiş başarıları dikkate alınmamış. 

Bu olayda bir yanlışlık yapılmış mı? Yapılmış. Müdire suçlu mu? Her ne kadar yanlışlığı yapan aşçı da olsa kurumun müdürü olduğu için sorumludur. Büyük bir yanlış mı? İşin öbür ucunda kaymakam olunca yanlış büyük. Yanlışın telafisi var mıydı? Müdirenin haberinin olduğu saat itibariyle yeni yemeğin iftara yetişmesi mümkün değil. Yanlışlık affedilmez bir yanlışlık mı? Sonunda bir yemek üstelik etli bir yemek çıkmış. Kaymakam ve misafirler doymuş ve bir mağduriyet oluşmamış. Yemekten sonra kaymakam müdire hanımdan izahat istemiş. Daha önce özel idare aracılığıyla kaymakamı bilgilendirdiği halde müdire hanım misafirlerin arasında yapılan yanlışın izahatını yapmış ve özür dilemiş. Özür dilemek de bir erdemliktir. Bu yanlışta bir kast var mı? Niye kasıt olsun. Özür dilemek sorunu çözer mi? En azından kalpleri yumuşatır ve bir kastın olmadığı anlaşılır. Özürün ardından inceleme ve soruşturmaya gerek var mıydı? Pekala, müdire hanım, bir daha olmasın, daha dikkatli olun sözlü uyarısı yeterli olabilirdi.

Diyelim ki müdire işin ciddiyetini anlasın diye bir inceleme ve soruşturmayı hak etti. Ardından muhakkikler görevlendirildi. Muhakkikler, olayla ilgili bilgi, belge, delil, ifade ve varsa tanıkların beyanını topladı. Tahlil ve münakaşa yapmak suretiyle olayın sübut bulup bulmadığı, amire saygısızlık yapılıp yapılmadığı, bu olayda bir kastın olup olmadığı hususunu inceledi. Olayın tüm boyutu basında yazılıp çizilenden ibaret ise bu dosyadan bir ceza takdiri çıkmaz. Çıksa çıksa “Görevini ihmal ve savsaklamadan dolayı müdireye uyarı veya kınama cezası takdir edilebilir. Öncesi başarıları dikkate alınarak 1.disiplin amiri, sübut bulan bu tecziyeyi uygulamaz. Dosya da bu şekilde kapatılabilirdi.

Burada, gizli olduğu için inceleme dosyasının içeriğini görmek imkanımız yok. Dosya görülse bile şikayetçi kaymakam olduğu için kaymakamın verdiği bilgiler dosyada yer almaz. Ama basının verdiği bilgilere göre burada “Amire saygısızlık” durumu yok. Muhakkiklerin sübut buldurduğuna bu takdir zorlama bir sonuçtur. Bu sübut üst amirin ricasını emir kabul bazı muhakkiklerin vardığı sonuca benziyor.

Sonuç olarak asli görevine döndürülen öğretmenin suçu, sert kayaya çarpmasıdır. Çünkü işin öbür ucunda mülki amir var ve mülki amirin şikayeti söz konusu. Şikayetçi kaymakam olunca uyarı ve kınama kesmez. Mutlaka kellesi alınmalıdır. Muhakkiklere düşen de dosyada bunun kılıfını işlemektir. Yeter ki mülki amir, emri altında çalışan bir yönetici veya memurun görevinden alınmasını hissettirsin. Bu tür muhakkikler için sübuttan kolay ne var.

Aslında bu basit olayda tüm mesele suyu bulandırma meselesidir. Üst yöneticilerin suyunu bulandıran birini de tutundurmazlar. Bu görüntüsüyle, sahibi olmayan bu teşkilat, kurban bayramı hediyesi olarak mülki amire sarı öküz hediye etmiştir. Zira bu teşkilatta hediye edilecek sarı öküz çoktur.

24 Haziran 2023 Cumartesi

Bozukluklardan Kurtulma Zamanı

Oğlum, şu 25 ve 50 kuruşları ve 1 kiraları al yanına.

Ne yapayım bunları?

İster harca ister bir bakkaldan tümlet.

İyi de sen bu bozuk paraları bir kenara koyardın lazım olur diye. Tedavülden mi kalkıyor yoksa?

Tedavülden kalkmaya kalkmadı evlat. Hâlâ geçerli.

İhtiyaç mı kalmadı?

İyi bildin evlat. Ekmek 4 lira iken ekmek üstü verirlerdi. Bazen de bozuk 2 liran var mı derlerdi. Kısaca ekmek alırken lazım oluyordu. Bir de esnaf çay ocaklarında çay 4 lira idi. Orada da bozuk para lazım oluyordu. Şimdi ekmek de 5 lira oldu, çay da. Beş liranın altında marketlere gidip alacağım bir ürün neredeyse kalmadı. Haliyle bu bozuk paralara ihtiyaç kalmadı.

O zaman bu bozukluklardan kurtulmak istiyorsun.

Aynen öyle.

Bayram geldi çocuklara harçlık verirsin.

Bu paraları çocuklara uzatsan, sana sırtını döner. Elimi öptüğüne bin pişman olur.

Dilenciye verirsin.

Onların da alacağını sanmıyorum.

Bir ihtiyaç olunca hepsini toplar, alışveriş yaparım.

Uğraştırma evlat beni. Şu cenazeden kurtulalım artık. Şu aşamadan sonra bakkal, market de almaz bunları.

Bir ara halletsem.

Oğlum, bir an evvel kurtulalım.

Niye bu kadar acele ediyorsun? Abartmıyor musun?

Acele ediyorum. Çünkü bu işimi görmez ve işe yaramaz bozuklukların verdiği zararlardan bir an evvel kurtulmak istiyorum.

Ne zararı var ki?

Zararı olmaz olur mu? Cebimde kalabalık ve ağırlık yapıyor, pantolonların delinmedik cebi kalmadı. Yürürken şıngır şıngır ediyor. O yüzden ister harca ister at ister sat. Beni bir an evvel bu azaptan kurtar.

Değeri kalmasa da para. Atılmaya atılmaz, satılmaya da satılmaz.

Niye evlat? Çoğu bu bozuklukları atıyordu. Yürürken görürdüm hep. Şaşırırdım niye atıyorlar diye. Kurtulmak içinmiş meğer. Satmaya gelince, eskiciler sanırım demir değerinde kilo ile alıyormuş. Üstelik verdiğinden de fazla ediyormuş.

O zaman bu bozukluklar tedavülde olsa da fiiliyatta kalkmış.

Maalesef. 

O zaman darphane basmasın bu paraları?

Doğrusu bu aslında. En azından bu paraların basımı için devlet daha fazla zarar etmemiş olur. 

Zarar derken?

Evlat, bu bozukluklar ederinden daha maliyetli imiş. Bu yüzden tedavülden kalkarsa, devlet kâra geçmiş olur.