"Daha az bilgi sahibi olanların daha fazla bilgi
sahibi olanlardan daha fazla bilgi sahibi olmalarını zannetmeleri durumu. Yani
cahil cesareti.
Akıllıların hep kuşku içinde iken aptalların küstahça
kendilerinden emin olmasının doğurduğu, 99 yılında ortaya atılan ve biz de bu
neydi sorusunun cevabıymış gibi 2000 yılında Justin Kruger ve David Dunning'e
psikoloji dalında Nobel ödülü kazandıran görüş.
Bilmiyorum cümlesini lügatinde barındırmayan uluslarda daha
çok rastlanan, bilmeyen bilmediğini de bilmediği için bilen adamı da canından
bezdirip he canım he dedirten, aslında biraz da özenilen bir durumdur.
Çünkü cahillik çok güzeldir. Sen de gelsene."
Sanal alemde gezinirken önüme düşen kısa videodan bu
alıntıyı ilgiyle izledim. Dönüp bir daha izledim. Nasıl izlemem. Çünkü beni anlatıyordu.
İnsanın kendisini bir başkasından dinlemesi kadar güzel bir şey olamaz.
Merak ettiğim, bana sormadan, beni test etmeden beni nasıl
tespit edebildikleri. Ben de kimseye belli etmeden her şeyi biliyormuş
havasıyla yaşayıp gidiyorum diye seviniyordum. Bilmediğini bilmemekmiş bendeki
olanın adı. Cahil cesaretiymiş aynı zamanda. Üstelik bir sendrommuş yaşadığım.
Cahili bilmem ama terkipteki cesaret beni cezbetti. Yeter de
artar bana. Çünkü biliyorum havası bir başka.
Siz bilemezsiniz bendeki bu duyguyu ve hâletiruhiyeyi. Tatmadınız
çünkü.
Nasıl bu seviyeye ulaştım? Okumayarak, başkasını dinlemeyerek
ve araştırmayarak. Bir zamanlar zorunluluktan az buçuk okuduğumu bir ömür satarak.
Unutmaya yüz tutan bilgilerimi de medya ve sosyal ağlar vasıtasıyla yenileyerek.
Sağa, sola kulak kabartarak edindiğim yüzeysel, sloganvari bilgi kırıntılarını demagogluğumla
yağlayıp pullayarak. Ortaya atılan mevzubahisle ilgili bilgi sahibiyim, ben biliyorum
imajı vererek...
Bilim, herkeste bulunmayan bendeki bu cevheri, 1999 yılında
Cornell Üniversitesi araştırmacıları David Dunning ve Justin Kruger aracılığıyla
tespit edebilmiş. Bu buluşlarından dolayı da bu sendroma ikilinin adı ve ilaveten
ikiliye Nobel Barış Ödülü verilmiş.
Hasılı,1963’den 1999’a kadar bendeki bu hastalığı bilim
adamları tespit edememiş. Bu demektir ki bir 36 yıl normal insanmış gibi yaşamışım.
Ben bu bilimsel çalışmadan 2023 yılında yine sosyal medya aracılığıyla haberim olduğuna
göre 60 yıldır adını bilmediğim, bilmediğimi de bilmediğim bir sendrom halini yaşıyorum.
Beni zamanında tespit edemeyen bilime bilim der miyim ben? Sonra geciken bilim,
bilim midir?
Geciken bilime bilim demesem de adı geçen bu iki bilim adamı,
beni görmeden başkaları üzerinde araştırmalar yaparak beni teşhis etmiş. Demek ki
bu alanda tek değilim. Sayımız baya varmış. Bu da işin bir diğer sevindirici yanı.
Yalnız bilim bu sendroma bir tedavi ortaya koymamış. Yani sendromu bulmuş, adını
koymuş, bir tedavi önermemiş. Bu da bilimin işini eksik yaptığını, zamanında tespit
edemediğini ve bir tedavi ortaya koyamadığını gösteriyor. Neyse gecikmiş de olsa
bilimin bu buluşuna bu yaşantımla bir katkı verdiğim yadsınamaz.
Burada bir üzüntümü de ifade edeyim. Bendeki bu sendromu bulanlara
Nobel ödülü verilirken bu cevheri bir ömür boyu kendisinde taşıyan bana bir ödül
yok. Bu durumda dünyanın bu adaletine nasıl
güvenirim ben. Halbuki esas ödülü hak eden bendim. Çünkü bir ömür üzerimde benden
ve kişiliğimden bir parça olarak taşıdım. Bari ödüle layık görülmedim. Pekala bu
sendroma “Ramazan Sendromu” adı verilerek adımı ölümsüzleştirebilirlerdi.
Sonuç olarak şunu söyleyeyim. Beni uzun yollar sonra tespit eden, adına da sendrom denen, bilmediğimi bilmeme hastalığımdan şikayetçi miyim? Şikayet ne kelime. Mutlu, huzurlu ve dopdolu bir hayat yaşadım. Hâlâ da öyleyim. Ben bu hayatı yaşarken nice bilenlere saç baş yoldurmuşluğum bile vardır. Zira beni kimse yenemedi. Bu da benim değil, bilenlerin eksikliğidir ve onların meselesidir, benim değil.
Yorumlar
Yorum Gönder