13 Haziran 2023 Salı

Bazılarının Misyonu

Efendim, bulunduğunuz makam ve statünün taliplisi çokken karşına kimse çıkmayıp olağanüstü bir ortamda bu makama geldiniz. Daha doğrusu getirildiniz. Sizi getirmek için makamı işgal eden, bir şekilde gönderildi. Değilse, top atılsa onu kimse kaldıramazdı yerinden, kimse onu yerinden edemezdi, tıpkı şu anda kimsenin seni yerinden edemediği gibi. Şaşırdığım o kutsal göreve niçin kimse talip olmadı? Siz düşünmediğiniz halde niçin bu makamdasınız?

Gelmem gerekiyordu. Geldim. Makamı işgal eden duayen gönderilmesi gerekiyordu. Gönderildi. Beni kimse yerimden edemez. Ben bile. O göreve başkası talip olamazdı. O yüzden herkes haddini bildi. Ben istemiyorum dedim. Yan cebime koyun dedim ve o gündür, bugündür buradayım.

O gündür, bugündür yerinizde olduğunuzu biliyorum. Zira ya karşına aday çıkmadı. Çıktı ise de hep siz kazandınız.

Kazanırım. Çünkü o süreçte çok çalıştım. Aşağıdan yukarıya hepsini ben atadım.

Sizi çok seviyor olmalılar.

Tam öyle değil de öyle diyelim. Onları ben getirdim. Onları ancak ben götürürüm. Onlar ben burada olduğum için oradalar. Ben yoksam, onlar da yoklar. Bunu bildikleri için uslu duruyorlar. Yani kazan kazan durumu. Bir maraz çıkaran olursa, kapının dışında bulur kendisini. Öyle güçlüyüm ki bugün değme karizma liderler gelse, karşımda tutunamaz.

Atatürk gelse de mi?

Maalesef öyle.

Efendim, yeriniz sağlam. Bunu çok iyi biliyoruz. İç rekabette başarıda kimse elinize su dökemez. Anlamadığım, ezeli rakibinize karşı sayısını bilemediğim kadar hep kaybettiniz. Ama hala yerinizdesiniz. Sana niye kimse başarılı olamadın. Çekil artık köşene demez? Diyelim ki cesaret gösterip kimse sana bunu telaffuz edemedi. Rakibinin karşısında hep yenile yenile utanmıyor musun? Niçin benimle olmuyor demiyorsun?

Bu işleri çocuk oyuncağı sanırsın. Öyle değil. Bekara avrat boşamak kolay tabi. Kimse bana çekil diyemez. Ben de başarısız oldum, çekileyim diyemem. Utanmaya gelince, bu yola ilk çıktığımda her yenilgi sonrası utanıyordum. Artık utanmıyorum. Rolümü tam iyi oynayamadığım yıllar o yıllar. Sonra anladım ki aslında utanmam gereken bir durum yok ortada. Çünkü ben görevimi yapıyorum. İçeride yeneceğim. Dışarıda hep yenileceğim.

Rol derken?

Misyon adamıyım efendim. İçeride hep galip dışarıda ise hep mağlup. Buna kendi evinde puan kaybetmeyen ama deplasmanda hep kaybeden diyelim.

Misyon derken?

Beni zamanında buraya oturtanlar git derse, işte o zaman giderim. Başka türlü beni hiçbir güç yenemez. Dışa karşı hep mağlup oluşum, görevimi hakkıyla yerine getirdiğim anlamına gelir. Zira ben rakibimi kazandırmak için buradayım. Hep o kazandığına göre niye mağlup sayılıyorum? Ben zaten ona çalışmıyor muyum? İşte beni üzen de burası. Benim için esas mağlubiyet, kendimin kazanmasıdır. Benim buradaki görevim, alternatif görünüp ama alternatif olamamak, rakibimi yenecek bir alternatifin önüne takoz olmak. Kısaca oyunumu ve rolümü iyi oynuyorum. Beni üzen diğer şey, hep rakibimi kazandırmama rağmen sayemde hep kazanan rakibimin beni hedef tahtasına oturtması. Aynı şekilde rakibimin taraftarlarının hep bana kızması. Buna nankörlük, kadir kıymet bilmezlik denir. İnan, benim onlara yaptığım iyiliği babaları yapmaz onlara. Bunu bilseler, sayende kazanıyoruz derler ve heykelimi dikerler. Heyhat ki heyhat...

12 Haziran 2023 Pazartesi

Hıdırdır Adım

Sosyal medyayı, yazdığım yazıları paylaşmak için kullanırım. Paylaşımlarımda mizah vardır, hiciv vardır, dokundurma vardır, eleştirel bakış açısı vardır.

İçime sinmeyen bir hareket, tavır, tasarruf ve konuşma, yazılarımda eleştiri olarak kendini gösterir. Sadece yazılarımda değil, hayatın içinde de bu türden olumsuzluklara sözlü tepki gösteririm. Tepki vermediğim zaman vicdan azabı duyarım. Söylemeliyim derim.

Eleştiri yaparken kişi tercihi yapma, birilerini koruyup kollama, birilerini görmezlikten gelme vb. mizacım yoktur. Bu işi yapmadaki niyetim, eleştirinin kişi, kurum ve zihniyetleri mükemmelliğe götürdüğüne olan inancımdır.

Kırıp dökmeden, insan onurunu koruyarak yaptığım eleştirilerde önceliğim; içinden çıktığım, aynı iklimi teneffüs ettiğim, aynı kaynaktan beslendiğim, huyu ve suyu bana benzeyen, aynı yağmurda ıslandığım, kendimi kendilerinden sandığım, savunduklarımızı dava olarak gördüğüm kişi, kesim ve mahallemdir. Çünkü bunlar babamın oğlu olmasa da benim ailemdir. Üstelik babamın oğlunu çok severim. Çünkü kardeşimdir. Zamanında beraber üzülüp beraber sevindiğim kişidir. Babamın oğlunu sevmem, onu eleştirmeyeceğim anlamına gelmez. Çünkü sevgi böyle bir şeydir. Kim kardeşinin kötü olmasını ister. Kardeş dediğin iyi şeyler yaparsa, kimin kardeşi derim ve omuzlarım kabarır. Kötü bir şey yaparsa, üzülürüm.

Bir üzüntüm de kardeşimi evin dışından birinin eleştirmesidir. O yüzden yanlışından dolayı kardeşimi yani babamın oğlunu kol kırılır, yen içeride kalır misali hatasından vazgeçirmeye çalışırım. Bu yaptığın yanlış derim. Kardeşim söz dinler ve hatasından vazgeçerse, ona sevgim bir kat daha artar. Onu savunmaya ve uçan kuştan korumaya çalışırım. Ama kardeşim hata üzerine hata yapar, uyarılara aldırmaz, kırdığı yumurta kırkı geçer, yanlış yapmayı alışkanlık haline getirir, burnunun dikine gider, bu yanlışlarından dolayı mağduriyetler oluşuyor, hoşnutsuzluk alıp başını gidiyor... Kardeşimin bu gidişatından sağır sultan haberdar ise yağmurdan beraber ıslandığım bu kardeşim benim eleştiri oklarıma muhatap olur. Kol kırılsın, yen içinde kalsın demem. İçime atmam, serzenişimi dile getiririm. Eleştirmekle de kalmam. Öneriler getirerek yol da gösteririm. Ne de olsa bizden biri, aynı ailenin evlatlarıyız demem. Çünkü düzeltme evin içinde başlar. Ayrıca dost acı söyler yüze söyler.

Bu kişi değil babamın oğlu, kendi oğlum da olsa tavrım değişmez. Kazara oğlum, komşunun çocuğuyla kavga etse, ortalığı teskin etmek için bir ona bir buna tokat atacaksam, ilk tokadı oğluma atarım. Oğluma tokat atmam, onu sevmediğim, ondan nefret ettiğim anlamına gelmez. Bu durum sadece babamın oğlu için değil, babam için de böyle, annem için de böyle, kendim için de böyle. Oturup kendimi konuşsam, saatlerce eleştiririm kendimi.

Hayat felsefem haline gelen bu tavrıma geri dönütler olumlu mu? Hayır. Sözlerim tepki çekiyor mu? Çekiyor. Bana kızıyorlar mı? Kızıyorlar. Dışlıyorlar mı? Evet. Çizik atıyorlar mı? Evet. Yanımdan uzaklaşıyorlar mı? Uzaklaşıyorlar. Bana mesafe konuyor mu? Evet. Eleştiriyorsun da eline ne geçiyor diyen var mı? Var elbet. Çok değişti, çok savruldu diye düşünen var mı? Vardır mutlaka. Bu yönüm bana zarar olarak dönüyor mu? Dönmez olur mu? Tüm bunlardan dolayı zaman zaman üzülüyor muyum? Elbette üzülüyorum. Yalnız kendimi anlatamıyorum, beni anlamıyorlar diye huylu huyumdan vaz mı geçeceğim. Ne yapayım ben buyum. Adım Hıdır, elimden gelen budur.

Herkes beni anlasın, herkes beni desteklesin diye bir beklentim yok. Tüm bu dediklerimden, ben doğru yoldayım. Bir ben doğruyum gibi bir düşüncem hiç olmadı, olmayacak da. Başkasından tek istediğim, tavrım ve gittiğim yol hoşlarına gitmese de saygı. Başka da bir isteğim yok. Teşbihte hata olmazsa, benim dinim bana, onlarınki onlara.

Bembeyaz sayfalara derdimi ve içimi dökmektir tüm yaptığım. Bu konuda ben böyle düşünüyorum. Bu durumlardan ben hoşnut değilim, cümle alem duysun, beni böyle bilsin diyorum. Bugüne kadar böyle geldim, böyle gideceğim. Allah izin verdiği müddetçe de bu yolun yolcusuyum. Bu yolum birilerini üzermiş, şimşekleri üzerime çekerim demem. Alıcısı olmasa da birilerinin hoşuna gitmese de bu yol üzereyim. Bu yol üzere kendi doğrularımı ifade etmeye çalışacağım. 

Yeni Sanayi Mektebi

MEB, sekiz yıllık kesintisiz eğitimin dumura uğrattığı eskinin çıraklık eğitim merkezlerini, MESEM (Mesleki Eğitim Merkezi) adı altında yeniden diriltmek, canlandırmak, sanayi ve iş yerlerinin çırak ve kalfa ihtiyacını gidermek için kaç yıldır uğraş verdi. Buralara öğrenci çekmek için teşvik üstüne teşvik verdi. Bu proje karşılık gördü ve başarılı oldu. Çünkü MESEM sayesinde bugün çoğu iş yerleri ve sanayi çıraksız kalmadı. Çocuklarımız küçük yaşta kollarına altın bileziğini takmak için kollarını sıvadı.

Milli Eğitim Bakanlığı, MESEM’le de yetinmeyip büyüklere de el attı. 2020 yılında yayımladığı bir yazı ile Diploma Telafi Programını uygulamaya koydu. MESEM, ortaokulu bitirmiş, lise seviyesindeki öğrencilere hitap ederken diploma telafi programı, daha önce kalfalık ve ustalık almış büyüklere yönelik bir uygulama.

Bu programa, kalfalık ve ustalık belgesine sahip olan ortaokul mezunları, herhangi bir lisede okurken okulu yarım bırakıp tasdikname alanlar, açık liselerde okumakta olanlar, 12 sınıfta okumakta olan MESEM öğrencileri ve diğer lise mezunları öğrenci olarak kabul ediliyor.

Mesleki teknik lise bünyesinde açılan bu diploma telafi programını bitirenler, meslek lisesi diploması almaya hak kazanıyor, daha önce bir lise bitirenler ise bu liseden sonra ikinci bir lise yani meslek lisesi diploması elde ediyor. Tek yapacakları, gördükleri derslerden ve fark derslerden başarılı olmak ve devamsızlıktan kalmamak.

Eğitim ve öğretim, çoğu alanda istenilen seviyeden çok uzak olsa da Bakanlığın, MESEM’in ardından Diploma Telafi Programı adıyla uygulamaya koyduğu projeyi takdire şayan ve çok isabetli bir adım olarak gördüğümü söylemeliyim.

MEB’in büyüklere yönelik uygulamaya koyduğu bu Diploma Telafi Programı öğrencileriyle Fethi Sekin Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesinde müşerref oldum. Bu yıl bu projenin üçüncü mezunları olan öğrencileriyle tanıştım. Gündüz işte patron veya işçi, akşam ise okulda öğrenci olan bu eli öpülesi emekçilerin yaş aralığı 25-60 arası. Beşikten mezara ilim dedikleri bu olsa gerek.

Elleri öpülesi diyorum. Zira fazlasıyla hak ettiler. Hepsinin yüzünde bir aşk bir şevk ve mezun olma mutluluğu vardı. Mezun olmayı da hak ettiler. Bu yaşta azim ve gayretin elinden hiçbir şeyin onları geri bırakmadığını herkese göstermiş oldular. Gündüz işte bittik, yorgun ve argınız demediler. Akşam da koşa koşa okulun yolunu tuttular. 18.00-22.00 arası derse iştahla katıldılar.

Her biri işinde kendini ispatlamış ve elinin emeğini yiyen bu kişiler kalfalık ve ustalığın ardından başarı hanelerine meslek lisesi diploması da eklemiş oldular. Onlara gıpta ettim. Azim ve gayretlerine şapka çıkardım. Onların bu gayret ve çabası, öyle zannediyorum, okumamak ve başarılı olmamak için kakalama okullarına giden çocuklarına örnek olacak ve onları kamçılayacaktır.

Bunca öğretmenlik hayatımda değişik okul türlerinde çalıştım. Fethi Sekin MTAL’yi tercih ederken de öğretmenlik serüvenim de daha önce hiç çalışmadığım meslek lisesinde çalışayım. Bir de o ortamı göreyim düşüncesindeydim. Gündüz MESEM’leri, akşam büyükleri gördüm. Farklı bir öğrenci profili idi benim için. Hele büyüklerin bu yaşta bizden geçti demeyip bu işe dört elle sarılmaları okumanın yaşı yok sözünü bir kez daha hatırlattı bana.

İş arasında okumayı sevdikleri gibi okulu ve okul ortamını da çok sevdiler. Okulu evleri bildiler. Zamanında değişik sebeplerle okumamanın pişmanlığını bu şekilde gecikmiş de olsa gidermiş oldular. İş tecrübelerine yeni bilgiler kazandırdılar. Değişik iş kollarından gelen farklı insanlarla aynı sırayı paylaşıp aynı havayı teneffüs ettiler. Çabuk kaynaşıp yeni dostlar edinmiş oldular. Bu ortamın sağlanmasında ve okul ortamını evleri bilmesinde onlara bu imkanı sunan ve okulu sevdiren okul yönetiminin, özellikle okulu ikinci evi haline getiren müdür yardımcısının ve derslerine giren öğretmenlerinin payı büyük. Onlar da büyük bir teşekkürü hak ediyor. 

Giderayak organize olup okul yönetiminin her alanda her zaman destek vermesiyle mezuniyet töreni yapıp kep bile giydiler. Heyecan ve mutluluk yüzlerinden okunuyordu. Maşallah tuttuklarını koparıyorlar. İsteyince oluyor demek ki.

Mezun ettiğimiz öğrenciler meslek lisesi diploması almakla da yetinmeyecekler. Hazır gayrete gelmişken üniversite okuyayım diyerek çoğu üniversite sınavına müracaat etti. İnşallah onları üniversiteyi kazanmış ve mezun olmuş olarak görürüz.

Hayatın içinde hayat okulunu okuyarak elinin emeğini kazanan, görmüş geçirmiş bu kişileri hiç unutmayacağım. Gönlümde ayrı bir yerleri olacak. Hepsi hayatın cenderesinden geçmiş, hasbi, içten insanlar. Hepsinin yolu açık olsun.

Bu arada böyle bir ihtiyacı görüp eskinin akşam okulu gibi bu iş insanlarımızın, Diploma Telafi Programı adı altında okumasına imkan veren, bunu yürürlüğe koyarak onların ihtiyacını gideren MEB bir teşekkürü hak ediyor. Başlatılan bu programla ilgili bir öneride bulunmak isterim. Başarıyla yürüyen bu telafi programının adı, II. Abdülhamit zamanında uygulamaya konan sanayi mektepleri projesine çok benziyor. Halihazırda bu mektepler, bugün ismiyle yaşatılmıyor. Bu okulların işlevini bugün mesleki ve teknik Anadolu liseleri gideriyor olsa da Diploma Telafi Programı adı altında başlatılan bu programa, Diploma Telafi Programı değil de “Yeni Sanayi Mektebi” dense, sanayi mektebi ismi yaşatılmış olur. 

MESEM

28 Şubat süreciyle birlikte sekiz yıllık kesintisiz eğitime geçilmesi, meslek liselerine katsayı engellinin konması, meslek liselerine büyük bir darbe vurdu. Bu okullar kapanmanın eşiğine getirildi. Sonuçları itibariyle bu okullar kapatmaktan beter edildi.

Süreçte çoğu kimse, katsayı ve 8 yıllık kesintisiz eğitimin amacının İHL okullarına öğrenci akımını kesmek olduğunu dillendirse de geldiğimiz nokta itibariyle en büyük zararı sanayiye ara eleman yetiştiren meslek liseleri, sanayici ve meslek erbabı gördü. Tüm meslek liselerinden büyük kaçış başladı. Tercih edenler de başarı seviyesi çok düşük olanlar oldu. Haliyle ara eleman ihtiyacı had safhaya ulaştı.

Milli Eğitim Bakanlığı hem sanayinin ara eleman ihtiyacını gidermek hem de eski görkemli günlerine ulaştırmak için meslek liselerine çok önem vermeye başladı.

Öğrencilerin bu okullarda okuması için teşvik üzerine teşvik verdi. Mesleki eğitim merkezlerine (MESEM) önem verdi. Çıraklık eğitimini zorunlu eğitim kapsamına aldı. Çoğu mesleki teknik liseler bünyesinde MESEM programını uygulamaya imkan verdi. MESEM’de okuyan öğrencilere yarı asgari ücretten aşağı olmayacak şekilde ücret ödemeye başladı.

Şimdi çoğu mesleki teknik lise bünyesinde eski adıyla çıraklık eğitim dediğimiz MESEM bölümleri var. Verilen teşvikten olsa gerek, bu bölümlerde öğrenci yoğunluğu var.

Öğrenciler haftanın beş günü sanayi veya esnafın yanında uygulamaya gidiyor, haftanın bir günü de okula giderek alması gereken zorunlu teori derslerini alıyor. Bu yol ile hem öğrenci meslek öğreniyor hem de iş yeri sahibi deruhte ettiği mesleğine çırak ve kalfa bulmuş oluyor. Yanlış bilmiyorsam, öğrenci bu tür eğitim ve öğretimle hem lise mezunu oluyor hem de kalfalık belgesi alabiliyor. 12.sınıfta ise Diploma Telafi Programı sayesinde fark derslerini vermek suretiyle ustalık belgesi de almaya hak kazanıyor.

Öyle zannediyorum, akademik yönden başarılı olmak amacıyla LGS’ye girerek bir lisede okuyan öğrencilere göre halen MESEM’lerde okuyan öğrenciler daha şanslılar ve iyi bir tercih yapmışlardır. Çünkü gözde ve aranan bölümleri bitiremeyen milyonlarca öğrenci, okuyup bitirdiği üniversiteden sonra iş arayışına giriyor. Herhangi bir mesleği olmayanın 23-24 yaşından sonra bir iş bulabilmesi ise çok zor.

Türkiye’nin en önemli sorununun genç işsizler olduğu ve üniversite bitirmiş gençlerin istihdam sorunu yaşadığı, çoğu üniversite mezununun bölümü dışında alternatif işe yöneldiği göz önünde bulundurulursa, MESEM öğrencilerinin kısa yoldan hayatlarını kurtardıkları ve önlerini gördükleri ortaya çıkacaktır. Çünkü hem okurken para kazanan hem meslek öğrenen ve bitirdiği zaman kolunda altın bileziği olan, mezun olur olmaz alanıyla ilgili iş bulabilen kişiler olacaklardır.

İstihdam sıkıntısı çeken okumuş gençlerin sorunlarının çözümü, kısaca Türkiye’nin geleceği MESEM aracılığıyla okumak ve bir meslek öğrenmededir. Çünkü görünen o ki eski anlayışlar değişiyor. Eskiden okuyamayıp sanayide çalışanlar “Okumadığıma eşekler gibi pişmanım” derken şimdi okuyup iş güç sahibi olamayanlar “Okuduğuma eşekler gibi pişmanım” deme noktasına geldi.

Üniversite sınavlarında ilk elli bine girip fakülteyi bitirdikten sonra zorlanmadan iş bulanların bir realite olduğu göz önüne alındığında, ortaokulu bitirdikten sonra girilen LGS’de ilk elli bine giremeyen öğrencilerin ileride pişmanlık duymamaları için MESEM’i tercih etmesinde yarar görüyorum. Ortaokulu bitiren çocukta bu bilinç olmayabilir. Çünkü çocuktur be de olsa. Burada anne ve babalara büyük görev düşüyor. 

11 Haziran 2023 Pazar

Konya Sanayi Mektebi

II. Abdülhamit zamanında, önce İstanbul’da açılan sanayi mektebi daha sonra diğer şehirlerimizde ve 1901 yılında da Konya’da açılır. Bugün hala ayakta olan bu bina Merkez Bankasının doğusundadır.

Konya Sanayi Mektebi, İstanbul Sanayi Mektebini model alır. Sanayi mektebinde; demircilik, dökmecilik, makinecilik, mimarlık, her türlü maden imalat, ağaç işleri, terzilik, kunduracılık, ciltçilik ve bu derslere ilaveten de fen bilimleri dersleri okutulur.

1901 Eylül ayında açıldığı zaman okulun 1 demir işleri atölyesi, 1 marangozhanesi ve 17 talebesi vardır. 1908'de okulda halıcılık, ip boyacılığı, marangozluk, kunduracılık, demircilik, tesviye, dökümcülük, terzilik, tornacılık, oymacılık, mobilyacılık gibi dersler okutulmuştur.

1915 yılında okulda kunduracılık ve terzilik yanında fanilacılık ve çorapçılık bölümleri de açılmıştır.

1918 yılında okul bir ara kapatılarak eğitim durdurulmuş, çok geçmeden Darü'l- Eytam (yetimler yurdu) öğrencileri ile birleştirilerek aynı binada yeniden açılmıştır. Bu kez yatılı öğrencilerle birlikte gündüzlü öğrenci de alınmaya başlanmıştır.

1922'de okula bir de arabacılık bölümü eklenmiş, okul bir yıl sonra kapatılmıştır. Başlangıçta 4 yıl olan eğitim süresi 1923'te 5 yıla çıkartılmıştır.

Savaş sırasında Sanayi Mektebi'nin atölyeleri ordunun ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik çalışmalar yapmıştır. Özellikle "Çorap ve Fanila İmalathanesi" gece gündüz çalışarak binlerce fanila ve çorabı cepheye göndermiştir. Savaş yıllarında önemli hizmetleri görülen terzilik, fanila ve çorapçılık, ayrıca ayakkabıcılık ve arabacılık bölümlerinin yerlerini, cumhuriyetten sonra yavaş yavaş demir ve çelik bölümleri gibi yeni teknik şubeler almıştır. Giderek son sistem pulluklar üretilmeye başlanmıştır.

Bina zaman zaman çok amaçlı kullanılmıştır.  1901'de inşaatı yeni bitmiş olan okulda 5 hafta devam eden halı kilim sergisi düzenlenmiştir. 1915 yılında Konya’ya ilk defa getirilen sessiz sinema bu binanın salonlarında başlatılmıştır.

Konya Sanayi Mektebi, Cumhuriyet döneminde de ismi değiştirilerek eğitim ve öğretime devam etmiştir. 1968 yılından 1979 yılına kadar Karatay Lisesi bu binada eğitim ve öğretim yapmıştır.

1979 yılında çıkan bir yangında harabeye dönem bina uzun yıllar kullanılmadı ve atıl bir durumda kaldı.1982 yılında taşınmaz varlık ve Kültür Envanteri olarak tescillenmiştir. Bina restore edilerek İl Özel idareye tahsis edilmiştir.

Günümüzde Konya Valiliğinin ek hizmet binası olarak kullanılmaktadır.

Görüldüğü gibi Konya Sanayi Mektebi uzun yıllar büyük bir ihtiyacı gidermiştir. Bugün bu isimle böyle bir okul yoktur. 

Konya Sanayi Mektebi bugün başka amaçla kullanılmış olsa da sanayi mekteplerinin işlevini eski adıyla endüstri meslek liseleri, yeni adıyla mesleki ve teknik liseler yerine getirmektedir. Konya Sanayi Mektebi de 1960'lardan itibaren Meram Endüstri Meslek Lisesi, bugünkü adıyla Konya Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi adıyla eğitim ve öğretime devam etmektedir. 

Tarihi yönü düşünülerek, günümüzde Konya Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi olarak devam eden okula, Konya Sanayi Mektebi adının verilmesinin daha şık olacağını düşünüyorum.

Not: 1.Konya Sanayi Mektebi ile ilgili bu bazı bilgileri “konyayenigun.com” adresinden yararlanarak istifadenize sundum.

Bazılarının Şansı

Kemal Sunal'ın belediye başkanlığı yaptığı bir filmi var. İzlemişsinizdir hem de kaç kere.

Başkan adayı seçilmesi ilginç.

Yağmurun ne zaman yağacağını bilmesinden dolayı  ermiş kişi olarak birkaç kişi tarafından pazarlanır. Bununla da yetinilmez. Kötürümleri bile iyileştirir vs. 

Başkan seçilir seçilmez çok çalışır. Fahiş fiyatların önüne geçer. Usulsüz iş yapanlara göz açtırmaz. Eşek kesip sığır eti diye satmaya kalkanlara büyük cezalar yazar. Petrolünden birçok esnafa göz açtırmaz. Esnaf ağlayıp sızlasa da geri adım atmaz.

Bir gün, cuma akşamı saat 17.00'de öleceğini rüyasında görünce morali bozulur. Biraz daha yaşayayım, daha gencim dese de rüyasındaki ses, Allah iyi kullarını erken alır şeklinde cevap verir.

Bunun üzerine bundan sonra iyilik yapmayacağına karar verir. 

Çarşıya çıkıp ağır aksak yürüyen birine tekme atar. O da ne? Tekmeyi yiyip yere kapanan iyileşip koşmaya başlar ve Kemal Sunal'a Allah razı olsun, sayende iyileştim diye dua eder. Yapılan duadan Kemal Sunal hoşnut olmaz. Ne kadar da dua etme dediyse de engelli dua etmeye devam eder.

Film bu şekilde devam ediyor. Kısaca filmde Kemal Sunal ermiş kişi olarak pazarlanıyor. Böyle seçilmiş olsa da sahtekar ve menfaatçilerin hoşlanmayacağı bir başkanlık yaparken halkın gözdesi oluyor. Öleceği rüyasında sonra ölmemek için iyilik yapmamaya karar verip gördüğü ilk kişiye tekmeyi yapıştırma da istemeden adama iyilik yapmış oluyor. Güya ne ummuştu ne buldu.

Bizleri ekran karşısında güldüren bu filmden benim anladığım, Kemal Sunal rol icabı iyilik yaparken de kazandı, kötülük yaparken de.

Bu filmden sadede gelmek istiyorum. Filmde işlenen bu sahne sadece filmlere mahsus değil. Bazı insanlar var ki çok şanslı. İster iyilik yapsınlar istek kötülük. Fark etmiyor. İyilik yaparken de kazanıyorlar, kötülük yaparken de. Güzel şeylere imza atınca da Allah razı olsun deniyor, ağzına yüzüne bulaştırsa da. Öldü, bitti dendiği zamanlarda bile bir bakmışsın, üste çıkıveriyorlar. Küllerinden yeniden diriliyorlar.

Bu tipler şanslı mı şanslı. Anneleri bunları Kadir gecesinde doğurmuş, Allah da yürü ya kulum demiş sanki. Yanındakiler de kendisine çalışıyor, rakipleri de dostu da düşmanı da. Rüzgar hep arkalarında.

Bu tipler çok mu maharetliler? Bilmiyorum. Çok mu akıllılar? Bunu da bilmiyorum. Bildiğim tek şey rakiplerinden çok akıllı oldukları ve daima kazanmak için yola çıktıkları. Ona göre oyun kuruyor ve sonuç alıyorlar. Hiç boşa kürek çekmiyorlar. Oyun kurmada da çok mahirler. En büyük şansları rakipleri. Bu rakipleri olduğu müddetçe de sırtları yere gelmez. Ölüleri onları yener.

10 Haziran 2023 Cumartesi

Bir Ön Yargı Hikayesi

Fakültede okurken iki öğretim görevlisi ile ilgili "Şu ikisinden uzak durun, bunlar tasavvuf düşmanı" gibi sözler öğrenciler arasında servis edilirdi. Tasavvuf ve tarikata dair bir intisap ve yakınlığım olmasa da herkes gibi mesafeli oldum.

Ne kadar mesafeli olmaya çalışsam da bir tanesi danışman hocamdı. Zaman zaman yanına uğramam gerekirdi. Bazen odasında bulamazdım. Tam geri dönerken diğer sakıncalı piyade “Buyur kardeş, ben yardımcı olayım” der ve işimi görürdü.

Fısıltı gazetesinin yaydığı sakıncalı bu iki kişinin gösterdiği ilgi ve alaka, emsallerinde görmediğim kadar o biçimdi. Her yönüyle mütevazı bir kişilik sergilediler. İyi olmalarına rağmen bu iki tasavvuf düşmanından uzak durmalıydım. Dinimi değiştirebilirlerdi ne de olsa.

Dinimi ve mesafemi son sınıfa kadar korudum.

Son sınıfta bu ikiliden bir tanesi tasavvuf dersime gelmez mi? Şu işe bakın. Adam hem tasavvuf düşmanı hem de düşmanı olduğu bu dersi bize anlatacak. Olacak şey değildi.

Euzü çekerek girdim dersine. Diğer hocalar gibi değildi. Derse niye girmedin, niçin geciktin, bak devamsızlıktan sınıfta bırakırım demedi. Yoklama da almıyordu üstelik. Notu da silah olarak kullanmıyordu. Çok candan ve içten ders anlatıyordu. Ayet okuyor, hadis söylüyordu.

Ayet, hadis okusa da çok iyi davransa da bana sağdan yaklaşıyor olabilirdi. Zaten bunlar böyleydi. Beni ancak ayet ve hadisle avlayıp tasavvuf düşmanı yapabilirlerdi. Bu yüzden dikkatli olmam gerekiyordu.

Yoklama almadığı için çoğu kimse dersine girmezken hoşsohbetinden dolayı dersini kaçırmaz, iki vasıta ile ilk dersine yetişirdim. Dersinde, Kuşeyri risalesinden hadislere yer veriyor, peygamberin bir gününü nasıl geçirdiğini ayet ve hadisler üzerinden işliyordu. Akıcı konuşmasına devam ederken bir tarikata mensup olduğunu bildiğim bir öğrenci parmak kaldırarak itirazlarını sürdürdü. Bir böyle, iki böyle devam ederken bir ayet sonrası öğrenci yine parmak kaldırınca, hoca, “Delikanlı, bak ayet okuyorum, hadis okuyorum. Bunların neresine itiraz ediyorsun” dedi. Öğrenci kem küm etmeye çalıştı. Bir şey diyemedi. Sonrasında da bir daha söz almak için parmak kaldırmadı.

Gerçekten bir Müslümanın bir günü nasıl olmalıdır üzerine ayet ve hadisten delil getirmenin neresine itiraz edilebilirdi? Belli ki bu öğrenci de benim gibi bu hocaya karşı önyargılıydı. Ağabeyleri ona “Bu hocanın her şeyine itiraz et” görevi vermişti. Öğrenci kendisine verilen görevi yerine getiriyordu. Bana ne oluyordu? Üstelik bir tarikata mensubiyetim de yoktu.

Gel zaman git zaman anladım ki bana sakıncalı piyade olarak gösterilen bu iki hoca, tasavvuf düşmanı değilmiş. Gerçek sufi ve derviş onlarmış. Atadan kalma evleri olmasa açıktalar. Bu yaşında bisiklet dışında altlarında bir arabaları bile yok. Bana, bunlardan uzak dur diyenler de bir tarikatın mensuplarıymış. Aralarındaki fark, bu iki hoca herhangi bir tarikata bağlı olmadan, kimseden emir almadan bir başına derviş hayatı yaşıyor. Bana uzak dur diyen tarikat mensupları ise emir ve talimatla yaşıyor. Evleri ve son model arabaları var. Dünya nimetlerinden herkes gibi faydalanmaya devam ediyorlar. Gül gibi geçinip gidiyorlar.

Tüm dertleri ayet ve hadisten hareketle züht hayatı yaşamaya çalışanlara karşı organize hareket eden cemaatlerin mücadelesi imiş. Kendi emellerine beni alet etmeye çalışmışlar. Bunu öğrendiğim ve ön yargıdan kurtulduğum zaman ben okuldan mezun olmuştum.