Ana içeriğe atla

Bazılarının Misyonu

Efendim, bulunduğunuz makam ve statünün taliplisi çokken karşına kimse çıkmayıp olağanüstü bir ortamda bu makama geldiniz. Daha doğrusu getirildiniz. Sizi getirmek için makamı işgal eden, bir şekilde gönderildi. Değilse, top atılsa onu kimse kaldıramazdı yerinden, kimse onu yerinden edemezdi, tıpkı şu anda kimsenin seni yerinden edemediği gibi. Şaşırdığım o kutsal göreve niçin kimse talip olmadı? Siz düşünmediğiniz halde niçin bu makamdasınız?

Gelmem gerekiyordu. Geldim. Makamı işgal eden duayen gönderilmesi gerekiyordu. Gönderildi. Beni kimse yerimden edemez. Ben bile. O göreve başkası talip olamazdı. O yüzden herkes haddini bildi. Ben istemiyorum dedim. Yan cebime koyun dedim ve o gündür, bugündür buradayım.

O gündür, bugündür yerinizde olduğunuzu biliyorum. Zira ya karşına aday çıkmadı. Çıktı ise de hep siz kazandınız.

Kazanırım. Çünkü o süreçte çok çalıştım. Aşağıdan yukarıya hepsini ben atadım.

Sizi çok seviyor olmalılar.

Tam öyle değil de öyle diyelim. Onları ben getirdim. Onları ancak ben götürürüm. Onlar ben burada olduğum için oradalar. Ben yoksam, onlar da yoklar. Bunu bildikleri için uslu duruyorlar. Yani kazan kazan durumu. Bir maraz çıkaran olursa, kapının dışında bulur kendisini. Öyle güçlüyüm ki bugün değme karizma liderler gelse, karşımda tutunamaz.

Atatürk gelse de mi?

Maalesef öyle.

Efendim, yeriniz sağlam. Bunu çok iyi biliyoruz. İç rekabette başarıda kimse elinize su dökemez. Anlamadığım, ezeli rakibinize karşı sayısını bilemediğim kadar hep kaybettiniz. Ama hala yerinizdesiniz. Sana niye kimse başarılı olamadın. Çekil artık köşene demez? Diyelim ki cesaret gösterip kimse sana bunu telaffuz edemedi. Rakibinin karşısında hep yenile yenile utanmıyor musun? Niçin benimle olmuyor demiyorsun?

Bu işleri çocuk oyuncağı sanırsın. Öyle değil. Bekara avrat boşamak kolay tabi. Kimse bana çekil diyemez. Ben de başarısız oldum, çekileyim diyemem. Utanmaya gelince, bu yola ilk çıktığımda her yenilgi sonrası utanıyordum. Artık utanmıyorum. Rolümü tam iyi oynayamadığım yıllar o yıllar. Sonra anladım ki aslında utanmam gereken bir durum yok ortada. Çünkü ben görevimi yapıyorum. İçeride yeneceğim. Dışarıda hep yenileceğim.

Rol derken?

Misyon adamıyım efendim. İçeride hep galip dışarıda ise hep mağlup. Buna kendi evinde puan kaybetmeyen ama deplasmanda hep kaybeden diyelim.

Misyon derken?

Beni zamanında buraya oturtanlar git derse, işte o zaman giderim. Başka türlü beni hiçbir güç yenemez. Dışa karşı hep mağlup oluşum, görevimi hakkıyla yerine getirdiğim anlamına gelir. Zira ben rakibimi kazandırmak için buradayım. Hep o kazandığına göre niye mağlup sayılıyorum? Ben zaten ona çalışmıyor muyum? İşte beni üzen de burası. Benim için esas mağlubiyet, kendimin kazanmasıdır. Benim buradaki görevim, alternatif görünüp ama alternatif olamamak, rakibimi yenecek bir alternatifin önüne takoz olmak. Kısaca oyunumu ve rolümü iyi oynuyorum. Beni üzen diğer şey, hep rakibimi kazandırmama rağmen sayemde hep kazanan rakibimin beni hedef tahtasına oturtması. Aynı şekilde rakibimin taraftarlarının hep bana kızması. Buna nankörlük, kadir kıymet bilmezlik denir. İnan, benim onlara yaptığım iyiliği babaları yapmaz onlara. Bunu bilseler, sayende kazanıyoruz derler ve heykelimi dikerler. Heyhat ki heyhat...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde