7 Haziran 2023 Çarşamba

Umurumdaydı Sanki!

Türk lirası karşısında dolar 23 lirayı, Euro  25 lirayı geçti. Gram ram altın 1500 liraya doğru koşuyor. Ne dersin buna? 

Çok da umurumdaydı sanki. Ne dövizim ne de altınım. Bugüne kadar ne dövizle maaş aldım ne de altınla. TL dövize endeksli ise de TL hala geçer akçe bu ülkede. Tüm bunlarda bir gariplik görünmüyor. 

Bunda gariplik yoksa gariplik nerede? 

Esas gariplik dövizin 19 lira gibi yerde çakılıp durmasıydı zaten. Yerinde sayanı Allah da sevmez kulu da. Hareket olacak ki bereket olsun. Hazır seçim bitmişken işi gücü olmayana ve işi gücü dövizle olana da konuşacak gündem olmuş olur. Hem hareket etmeyip de ne yapacaktı. Seçimden nice önce baskı yapıldı. Sabit tutuldu. Seçim de geçtiğine, bir diğer seçime daha aylar olduğuna göre yükselecek elbet. 

Ciddi olamazsın? 

Hiç olmadığı kadar. 

Ama bu yükselişte sen de etkileneceksin. Çünkü TL'nin döviz karşısında düşmesi girdi maliyetlerine yansıması demektir. Bu sana hayat pahalılığı olarak geri dönecek. 

Dövizin koşar adım gitmesiyle bu durum fiyatlara yansırmış. Hayat pahalılığı artarmış. Milletin alım gücü azalır ve geçim sıkıntısı çekermiş. Çok da umurumdaydı sanki. Zaten alıştık fiyatların yükselmesine. 

Şaka yapıyorsun? 

Hiç bile değil. 

Nasıl umursamazsın. Böyle duyarlılık mı olur? 

Ne yapmamı istersin? Bir şeyler söyle. Olmaz falan de. 

Neye yarar. İpin ucu bende değil ki. 

Kimde ya? 

Söylemem. 

Niye? 

Ben aklımı peynir ekmekle yemedim. Bırak gittiği yere kadar gitsin. Başa ne gelecekse çekelim. Beni esas üzen, yaşlı bir amcanın durumu.

Ne varmış onda?

Bir kamu bankasında sıra bekliyorum. Benden önce yaşlı amcanın veznedar ile konuşmasına şahit oldum. Döviz hesabındaki parasının tamamını çekmeye gelmişti. Kasadaki görevli sebebini sordu. Siz faizi fazla vermiyorsunuz. Başka bankaya yatıracağım dedi. Parasını kuruşu kuruşuna alıp hesabını kapattırdı.

Ne var bunda?

Ne olacağı var mı? Amca dövizi TL olarak aldı. Diğer bankaya yatırıncaya kadar parası eridi...

Raf Ömrü

Aşağıdaki yazı, çiçeği burnunda depremzede bir öğretmenin içinden dökülenler. İçinde, kalemine ve diline dökemediği daha neler barındırıyor, kim bilir. Ancak yaşayan bilir.

Kıyametin küçük bir provası olan deprem, kendisini beş katlı bir binanın üçüncü katında uyurken yakalar. İlk iki katı çökmüş binanın patlayan duvarından atarak kurtulur. Ortalık toz duman, iliklere işleyen buz gibi hava, zifiri karanlık bir gökyüzü. Ayağında ne ayakkabısı var ne soğuktan kendisini koruyacak paltosu ne gidecek yeri ne de sığınacak bir evi. Uykuya dalmış şehrin ölü şehre döndüğünü hakka’l yakin yaşar, öbür dünyaya tıpkı diğer depremzedeler gibi gider gelir.

Kurtulanlar can havliyle ne yaptığını bilemeden sağa sola yalın ayak koşuşturur.

Beş arkadaş bir arabaya atlayıp bu ölü şehri terk etmeye karar verirler.

Arabayı nereye sürseler yollar kapalı olduğu için geri dönüyorlar. Maraş üzerinden Kayseri tarafına giden açık bir yol bulurlar ama hava muhalefetinden gitmek ne mümkün. Yanlarında arabanın dışında beş kişinin ortaklaşa kullandıkları bir terlik var.

Öğretmenin deprem bölgesinden Konya’ya gelişi 26 saat sürer.

Oturduğu binanın çöken ilk iki katı onlarca tanıdığına mezar olur. Arkadaşlarından ölenler var. Ölenler belki de kurtulup gitti. Belki de esas ölüm depremi bizzat yaşayanların yaşadıkları ve hala üzerinden atamadıkları şok olsa gerek.

Mesleği, meşrebi, cinsiyeti ne olursa olsun, Allah kimseye böyle acı vermesin, kimseyi depremle imtihan etmesin.

Sizi depremzede öğretmenin yazısıyla baş başa bırakıyorum:

Raf Ömrü

“Büyük felaketleri çoğunlukla ekran karşısında izlemiş biri olarak empati yapabildiğimi düşünürdüm. Oysa bu tür felaketleri uzaktan empati ile anlamak imkansızmış.

İki haftalık tatilin dönüşünde, pazartesi sabahı pencereden kar yağışını izlemeyi bekliyorduk. Ancak öyle olmadı.

Bulunduğumuz konumlarda sadece dehşete şahitlik edebildik. Evler, apartmanlar, devasa büyüklükteki kamu binaları ve daha sayamadığım bir sürü şey sanki içinde hiç can yokmuşçasına toprak olmuştu.

Boğazlarımızda içtiğimiz suyun  dahi geçişine izin vermeyen çaresizlik düğümü vardı. Sanırım yaşadığım en uzun geceydi.

Sokaklardaki bağırış sesleri, enkaz başında bekleyen ana baba feryatlarından daha mı acıydı bilinmez ama tüm sesleri içine alan ve gecenin karanlığını yoğunlaştıran tek şey, bitmek bilmeyen deprem uğultusuydu.

Canımızı kurtarmaya bile gücümüzün yetmediği o felakette, yaşadığımız dünyanın hiç güvenli bir yer olmadığını anlamıştık. Ve bu hayatımızın anlamını, gayesini, olayları kontrol edebilme duygusunu tamamen buharlaştırıp yok etmişti.

Yoğun bir güven kaybı ve yas duygusu içindeydim. Kaybettiğim arkadaşlarımın, maddiyatı olan eşyalarımın, maneviyatı olan fotoğraflarımın yanı sıra yaşam tarzımın belleğinin anlam kaybımın yasıydı bu.

Şimdilerde ise Nurdağı’nda 21m²lik bir konteynere alışmaya çalışıyorum. Yeni bir hayat kurmak için çabalıyorum. En ufak tıkırtıda korkudan uyuyamadığım geceler oluyor.  Daha bana "kendine güveniyor musun? Yapabilir misin?" demeden geri dön dediler. Depremler hala devam ediyor, eski tadı kalmayan öğretmenlik hayatıma devam etmeye çalışıyorum.

O geceden bu güne hızlı bir geçiş oldu biliyorum.

Sahi unutmuşum, Türkiye unutmak için güzel bir bahçeydi. Yaşadığımız felaketin raf ömrü bu kadarmış demek ki. Keşke insanlara yeniden yaşama dönme gerekçelerine ikna edebilsek, yeni imkanların varlığına inandıran bir ruh uyandırabilseydik, keşke bu kadar zor olmasaydı... En azından raf ömrü o zaman dolsaydı.

Her neyse acı güzel bir öğretmendir. Bizi değiştirir ve bizde olanı açığa çıkartır. Dilerim milletimizin bu derin matemi; içimizdeki empati duygusunu, şefkati, saygıyı ve nezaketi ortaya çıkarır.

Unutmayalım, ders çıkaralım...”

Büşra Yıldız 

6 Haziran 2023 Salı

Rakiplerim Sağ olsun!

Çok yıpranmış olmanıza rağmen bu kadar partinin içinden sıyrılıp nasıl başarı gösterebiliyorsunuz? 

Rakiplerim sağ olsun. Onların sayesinde hep ayaktayım. 

Rakip diyorsun. Onlar seni yenmek için değil mi? Yanlışınız var.

Görüntü öyle. Ama her biri benim için çalıştı.

Yani senin adamın mı?

Tam öyle değil ama sonuç itibariyle öyle de denebilir. 

Biraz açar mısın?

İçlerinde ne uzayıp ne de kısalan en büyükleri var. O kadar karşıma çıktı. Hepsinde yenildi. Bu sefer karşıma kazanacak aday çıkarmaya kalktılar. Haydi çık karşıma dedim. Beni seviyor, bak beni istiyor dedi. Geliyorum deyip çıktı karşıma. İşte o zaman maça bir sıfır önde başladım. Çünkü tam dişime göre. Evire çevire yeniyorum hep. Karşımda hep yenilmesiyle demokrasi oyununa katkısı büyüktür. Karşı olmasam, heykelini dikerim. Zira sayesinde hep ayaktayım.

Bu aday sayesinde mi kazandınız?

Yanında yer alanların da katkısı büyüktü. Her konuştuklarıyla bana çalıştılar. Benden kaçan oyları tekrar bana kovaladılar. Biri yarış boyunca halam dedi durdu. Halasını iknaya uğraştı. Oy birliği olmazsa kriz çıkar dedi. Öbürü milletin gözbebeği gökte havalananlara kafayı taktı. Ayağına dolandı. Bir de seçmeninin bir kısmını sandığa getiremeyiz dedi. Bir diğeri kazanacak aday değilsin deyip önce çekip gitti, ardından geri geldi. En önemlisi de daha dereyi görmeden paçalarını sıvamalarıydı. Miras ve ikbal peşine düştüler. Terör örgütü de söz ve eylemleriyle yanımda idi. Terörle bağını kesmeyenler de hakeza. Ben Allah’tan bir göz istedim. Onlar bana iki göz verdi. Terörle vurdum onları. Terörü gören ağır ekonomik krizi unuttu. Bir diğeri de benden kaçan seçmenin kime gittiğini iyi test ettim. Onları havuzuma aldım. Benden kaçan diğer ortaklar sayesinde bana geri geldi. Onlar ise oy ağırlığı olmayanlarla yola çıktı. Katkı sunamadıkları gibi yük oldular.

Seçime bu şekil girdiniz.

Evet, en zor seçimi rakiplerimin sayesinde bir kez daha kazandım. Onlara kızdığıma bakmayın. Onlara minnettarım. Yanımda olsalardı, bana bu derece katkı sunamazlardı.

Ama efendim, çok çalıştılar. Durmadan dolaştılar.

Doğru, benden fazla koşuşturdular. Benden çok çalıştılar. Ama hepsinin çabası beyhude çaba idi ve bal yapmaz arı gibiydiler. Hepsi bilmeden bana çalıştılar. Kaş yapayım derken göz çıkardılar. Hatta bu yaptıklarına karşı hiç sahaya inmesem olurdu. Çünkü kırdıkları her pot bana oy olarak geri döndü. Bana hiç oy vermeyecek bile kötünün iyisi deyip gelip bana oy verdi. Sayelerinde küllerimden yeniden dirildim. Hasılı bana bir kez daha zirveyi teslim eden bu ezeli rakiplerime minnettarım. Seçme imkanım olsa, yine aynı rakipleri seçerim. Sağ olsunlar, var olsunlar. Allah başımdan eksik etmesin.

Yeni Kabineye Dair

Yapılan yeni seçimlerin ardından iki bakanın dışında kabine de yenilendi. Öncelikle yeni hükümetin ülkemize hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

Yeni hükümet sistemine göre bakanlar çok önemli olmasa da açıklanan listeye dair kanaatim olumlu. Düşünülmüş ve özenle seçilmiş bir liste izlenimi edindim. Kabinenin yeni simalarının çoğunluğu yeni yüzlerden oluşuyor. İçimde başarılı olacaklarına dair kuvvetli bir kanaat var. İş üzerinde bakanları icraatlarıyla görünce daha iyi tanımış olacağım ama onlara dair olumlu izlenimimin doğru çıkması en büyük temennimdir. Çünkü başarılı olmaları ülkenin hayrınadır.

Yeni atanan bakanların çoğunu tanımasam da yüzlerinden devlet adamı ciddiyeti edindim. Hepsinin siyasi bir görüşü var ve iktidardaki parti ile organik ve inorganik bağlarının olmasında bir sakınca yok. Mevcut yeni sistemin bakanları önceki sistemin bakanları gibi değil, dışarıdan atanıyorlar. Siyasetle uğraşmaktan ziyade icraatlarıyla öne çıkmalarında fayda var. Çünkü bu yeni sistemde bakanlar teknokrat işlevi görüyor. Temennim odur ki bir önceki İçişleri Bakanı gibi siyasetin içine dalmazlar. Dillerinden ziyade elleri ve eserleri konuşulur.

Birkaç örnek vermek istersem, İç İşleri Bakanlığına getirilen kişi, bugüne kadar şaibeden uzak başarılı bir valimizdir. Yüzünden devlet adamı ciddiyeti okunuyor. İsabetli bir seçim. Hem başarılı olacağına inanıyorum hem de daha önce tartışmanın odağı haline getirilen bakanlığını şaibelerden uzak tutacağını düşünüyorum. Emniyet, huzur ve güvenden sorumlu bakanlığa sükunet getirecektir.

Devir teslim esnasında bir oh çeken Hazine ve Maliye Bakan’ının yerine atanan Mehmet Şimşek’in de bakanlığına bir ciddiyet getireceğine, müdahale edilmediği takdirde ekonomiye çekidüzen vereceğini düşünüyorum. Sayın Şimşek işini seven, işini yapan, çok konuşmayıp işine yoğunlaşan ve işini genel geçer kurallarla olması gerektiği gibi yapan bir imajı var. Mali disiplinden ödün verilmediği zamanlarda ekonomiye yön vermesi yönüyle toplum ve iş çevreleri yönünden herkesin güvenini kazanmış biri ve çok isabetli bir seçimdir.

Uzun yıllar MİT müsteşarlığının ardından Hakan Fidan’ın da Dış İşleri Bakanlığına atanması olumlu. MİT’te epey tecrübe kazandı ve eskimişti. Yeni göreve getirilmesinde, yer değişikliğinde ve alternatifinin olmasında hayır vardır. Hiç kimse bir yerde uzun soluklu kalmamalıdır.

Kabinenin geneline olumlu bakmakla beraber iki bakanlığa yapılan atamalara dair çekincelerimi dile getirmek istiyorum. Bunlar Çevre ve Şehircilik ile MEB’dir. Bu iki bakanlığa atananlar atandıkları yere yabancı değiller ve tecrübeliler. Atanmaları isabetli olmakla beraber Çevre Bakanlığına atanan Sayın Mehmet Özhaseki ciddiyeti, donanımı ve başarılarıyla sevdiğim bir siyasi olsa da partisine Ankara belediye başkanlığını kaybettiren kişidir. Bir insanın bir başarısızlığından dolayı üzerinin çizilmesi doğru değilse de ben olsam, seçimin ardından onu mahalli idarelerden sorumlu genel başkan yardımcılığına getirmezdim. Aynı şekilde daha önce de yaptığı Çevre Bakanlığına yeniden getirmezdim. Yeni yüzlere imkan verirdim.

Bir diğer kişi de MEB’e atanan Sayın Yusuf Tekin için rezervim var. Sayın Tekin müsteşarlığı döneminde bakanlığı salladı. Yeri geldi bakanını dinlemedi. Tasarruflarıyla mağduriyetler oluşturdu. Bir zaman yaptıklarıyla tartışmaların odağı olan Tekin, umarım yeni tartışmalara zemin hazırlamaz. Bakanlığına huzur ve barış getirir. Alacağı kararlarda yeni mağduriyetlere yol açmaz.

Kendisini Sorgulaması Gereken Parti

Bir parti herhalde çeşitlilik olsun diye değil, iktidar olup ülkeyi yönetmek için kurulur.

Diyelim ki bir partini iktidar olacak tabanı yok. Ama tabanını Mecliste temsil etmek, onların ve memleketin sorunlarını dile getirmek ve çözüme kavuşturmak için seçimlere girip Meclisteki yerini alabilir. Demokrasilerde buna da ihtiyaç var.

Ama bir parti hep iktidar olmak ve iktidar alternatifi olarak seçimlere katılıyor, alternatif ve iktidar olamadığı gibi her seçimde yüzde yirmi beşin üzerine çıkamıyorsa, bu parti iktidara geleceğim, alternatif olacağım diye niye ortaya çıkar?

Alternatif olarak ortaya çıkan parti; bir, üç, beş defa seçime girer. Her seçimin sonu mağlubiyet ve iktidar olmaktan çok uzaksa, bu parti kaç defa, sürekli niye seçimlere girer? Sayısız seçime girip hepsini kaybeden bir partinin kendini sorgulaması, benimle olmuyor deyip kenara çekilmesi, bükemediği eli öpmesi, alternatif olacaklara takoz olmaması, onlara yol açması daha uygun olmaz mı?

Diyelim ki iktidar ve iktidar alternatifi olamasa da Türkiye’nin ikinci büyük partisi. Bir şekil Mecliste yer alıyor. Seçimlere giderken benimle olmuyor deyip partisinden yeni yüzlerle seçimlere katılması daha mantıklı olmaz mı? Hep kazanan partinin liderini değiştirmemesini anlarım. Çünkü kazanıyor. Hep kazanan bir adayı parti niye değiştirsin? Kazananın değiştirilmemesi anlaşılır. İşin garibi hep kaybeden de değişmiyor. Bu normal mi sizce?

Diyelim ki yenilen güreşçi, güreşe doymaz misali, hep kaybeden kaybedeceği seçimlere tekrar girmek istiyor. O partinin yetkili kurulları, delegeleri seçime niçin yeni bir adayla gidelim demezler?

Görüyorum ki hep kazanan hal ve gidişattan memnun. Kim memnun olmaz ki. İşin ilginci, bir değişikliğe gitmediğine göre hep kaybeden de halinden ve pozisyonundan memnun.

Kaybeden de kendini yenilemeyip siyaset arenasında boy gösterdiğine göre acaba bu ülkeye biçilen rol bu mudur? Alternatif diye çıkarılan partinin görevi ve misyonu iktidarı iktidarda tutmak mıdır? Bulundukları pozisyon itibariyle iktidara çalışmak denir buna. Bu partinin ve liderinin böyle bir niyeti olmasa da sonuç iktidarı değiştiriyor mu? Değiştirmiyor.

Belli ki bu parti bu ülkede alternatif olacak çapta değil.

Belli ki bu parti halka güven vermiyor.

Belli ki bu parti halkı tanımıyor ve halkına yabancı. Halka rağmen halkçılık yapıyor.

Belli ki bu partiye yön verenler sırça köşklerde oturuyor.

Belli ki bu partinin etkili ve yetkili kişileri halkı okuyamıyor, halkı ikna edemiyor.

Belli ki bu parti ülke siyasetinin önünü tıkıyor.

Belli ki bu parti demokrasinin önündeki en büyük engeldir.

Belli ki bu partinin ilk ve son misyonu ve siyasette yer almasının nedeni, bir başkasını iktidar yapmak içindir.

Belli ki bu parti müzmin muhalifliği misyon edinmiş, küçük olsun, benim olsun felsefesini benimsemiş.

Belli ki bu parti ne uzayan ne de kısalan mutlu bir azınlığın partisidir.

Belli ki bu parti bir oyunun önemli bir parçası ve oyunun figüranıdır. 

Hasılı, bu parti ya alternatif olmalı ya da siyasetin önünü açmalı. En azından gölge etmemeli.

5 Haziran 2023 Pazartesi

Ülkenin Alternatif Sorunu

90’lı yıllar Türkiye’de siyasi istikrarın olmadığı yıllar.

Ülke birbirine yakın oy alan merkez sağı temsil eden ANAP, DYP, Milli Görüşü temsil eden RP-FP, Türk milliyetçilerini temsil eden MHP, merkez solu temsil eden, sonra CHP ismini alacak SHP ve DSP gibi partilerden oluşuyordu.

Bu zaman aralığında ülke; ikili, üçlü, bazen dörtlü koalisyon hükümetleri tarafından yönetildi. Paylaşma ve asgari müştereklerde buluşma kültürü olmadığından, kurulan koalisyon hükümetleri uzun ömürlü olmadı.

2001 yılında, 94 krizinin ardından gelen ekonomik kriz her şeyin tuzu biberi oldu.

Krizin müsebbibi koalisyon hükümeti 2002 Kasım ayında yapılacak bir erken seçim kararı aldı. 14 Ağustos 2001 tarihinde kurulan AK Parti de bu seçime katıldı.

Seçim sonuçları açıklandığında, koalisyonu oluşturan partiler dahil, Mecliste yer alan ANAP, DYP, DSP, MHP gibi partiler yüzde 10 barajını aşamayarak baraj altı kaldı. Meclise, 14 ay önce kurulan AK Parti ile daha önce baraj altında kalan CHP girerek iki partili bir Meclis oluştu. Yüzde 34 ile birinci parti olan AK Parti Meclisin % 66’sına sahip oldu, hükümeti tek başına kurdu. Böylece 90’lı yıllardaki koalisyon hükümetleri devri sona ermiş oldu.

2002 seçimleri milletin şakasının olmadığı, sorumlu tuttuklarını sandığa gömdüğü, bir önceki seçimde yüzde 24 ile koalisyon hükümetini kurma görevi verdiği partiye yüzde 1 oy vererek cezalandırdığı görüldü.

Yine bu seçim gösterdi ki merkez sağ ve merkez sol ikişer parti ile temsil edilirken daha önce aşırı uç görülen Milli Görüş çizgisinden gelen bir parti merkez sağdaki partileri yok ederek merkez sağa oturdu.

2002 yılında, taşradan merkeze yürüyen bu parti; 2007, 2011, 2015, seçimlerini de kazanarak tek başına hükümet kurdu. 2018 ve 2023 seçimlerini de ittifakla kazandı. 2028 yılına kadar bu ülkeyi yönetecek. Aynı partinin genel seçimler dışında mahalli seçimlerde de açık ara başarı elde ettiği ve belediyelerin çoğunu yönetmeye devam ettiği de bir vakıa.

Türkiye’nin 2002 yılından 2028 yılına kadar aynı zihniyet ve parti tarafından kesintisiz ve tek başına yönetiliyor olması, dünyada benzeri olmayan ve kırılması zor bir rekor olsa gerek.

Türkiye’nin 2002’den bu yana aynı zihniyet, aynı parti ve aynı kişi tarafından yönetilmesi bu parti ve bu partiye destek verenler açısından önemli bir başarı olduğunu kabul etmek gerek. Bu başarıda, iktidar alternatifi bir partinin ortaya çıkmaması ve ülkenin en önemli sorununun muhalefet olduğu gerçeğini gözler önüne seriyor. Çünkü bir parti ne kadar çalışırsa çalışsın, uzun süre iktidarda kalması, yıpranmayı beraberinde getirir. Tüm bu yıpranmışlığa rağmen kendisini her defasında alternatif olarak öne süren veya alternatif gösterilen partinin yüzde 25’den fazla oy alamaması da bunu gösteriyor.

Bu durum, kim ne derse desin, yani ülkenin 26 yıl kesintisiz bir parti tarafından yönetilmesi, başta her seçime alternatif diye ortaya çıkan ve her defasında alternatif olamayan partinin bir ayıbıdır.

Her seçime girerek ikinci parti olan ve yüzde yirmi beşten fazla oy alamayan bu parti, görünen o ki bu ülkede sittin sene iktidar olamamış, bundan sonra da bir sittin sene daha iktidar olamayacak. Bu alternatifsizlik durumu, bu partinin ayıbı kadar Türkiye’nin de ayıbıdır. Aynı zamanda muhalefetin nefesini arkasında hissetmeyen iktidara da yapılan en büyük kötülüktür. Çünkü nefes nefese geçmeyen, daima çantada keklik olan seçimler o ülkenin daha da gelişmesini engeller, geciktirir. Yönetimde tekel, rehaveti beraberinde getirir. Bunun da ülkeye hayrı olmaz.

Burada bir partinin veya zihniyetin lehinde veya aleyhinde olma durumum yok. Sevelim veya sevmeyelim, demokrasiyle yönetilen ve her beş yılda seçime giden bir ülkede 26 yıl aynı kişi aynı zihniyet ve aynı partinin kesintisiz bir ülkeyi yönetmesi demokrasinin ruh ve mantığına uygun olmasa gerek.

Bir hükümet, sandık yoluyla defalarca yenilmiyor, en yakın rakiplerinin toplamından fazla oy alıyor ve seçim sonuçlarında hükümet değişmiyorsa, seçimin galibi seçimden önce belliyse o zaman boşu boşuna sandığa gitmeye, boşu boşuna seçim masrafı yapmaya gerek yok.

Türkiye seçim yapmaya devam edecekse -ki başka seçenek olmadığına göre- ne yapıp ne edip güçlü iktidar adayları çıkarmak, iktidar olan partiyi zorlayacak, iktidar olan hata yaptığı zaman kaybedeceği endişesini taşıyacak alternatiflere ihtiyacı var. Mevcut alternatif olan sol partinin alternatif olmadığı, olamayacağı bu son seçimle birlikte iyice belirginleşti. Şu da iyice anlaşıldı ki Türkiye seçmeni  milliyetçi, muhafazakar ağırlıklı. Mevcut iktidarın alternatifi de sol değil, ancak yine bir muhafazakar partidir. Çünkü alternatifin sol olduğu seçimlere muhafazakar partiler seçime üç sıfır önde başlıyor. Bu durumda galibi baştan belli her seçim bir oyundan ibarettir.

4 Haziran 2023 Pazar

Mercedes ile Murat'ın Yarışı


Mercedes ile Murat iki ayrı araba markasıdır. 

Her ikisi de insanın ayağını yerden kesme özelliği var. 

Birine zengin biner. Diğerine ise fakir. 

Zengin Mercedes'i alırken pek zorlanmaz. Fakir ise Murat'ı almak için dişinden, kovuğundan artırarak alır. 

Kısaca kimin zengin kimin fakir olduğu arabalarından belli olur. 

Hasılı zenginin ligi ayrı fakirin ligi ayrıdır. 

Buna rağmen 

Mercedes ile Murat her beş yılda bir yarışa sokulur. 

Aslında yarışın kazananı bellidir ama yerleşmiş kural olunca mutlaka bu yarış yapılmalıdır. 

Yarışın favorisi hep Mercedes olsa da Murat hep kaybettiğine bakmaz. Yenilen güreşçi güreşe doymaz misali alternatifi kimseye bırakmaz, her defasında Mercedes'in karşısına rakip olarak çıkar. 

Hep kazanan, birinciliği kimseye kaptırmamak için yarışa dört elle sarılır. Hep kaybeden de rakibinin aracının yıpranmasına, teknik bir arıza da olsa aracın yolda arızalanmasına umut bağlar. Bu sefer olacak der.

Öyle bir hava verilir ki yarış ülkenin tek gündemi haline gelir. 

Meydan Mercedesci ve Muratcı taraflarla dolar taşar.

Her iki tarafın seyircisi de yarışa bilenir iyice.

Yarış bir günlük olsa da yarışın gündemi günler, haftalar, aylar hatta yılları bulur.

Heyecan doruktadır. 

Umut ve endişe zirve yapar.

Mercedes ve Murat kendi çapında çalışmasını yapar.

Yarış günü gelir çatar.

Seyirci, yarışın sonunu öğrenmek için ekrana kilitlenir.

Ve sonuçlar açıklanır. Yarışı yine Mercedes kazanmıştır. 

Mercedes’in sahibi balkona çıkarak kazanılmış bir zaferin konuşmasını yapar. Murat’ın sahibi ise benden bu kadar, etim ne, budum ne, adım Hıdır, elimden gelen budur demez, mağlubiyete kılıf bulur ve daha önce ezberlediği şiirini okur. Kendinde hiç suç bulmaz, bir sonraki mağlubiyet için ben yine bu yarışa varım diyerek yerini korur.

Bu bildik ve sonucu değişmeyen yarış bu ülkede bir oyun olarak sürekli oynanır. Bu oyunun araçları bellidir, kaptanları bellidir, seyirci ve taraftarları bellidir, yarışın sonucu da sürpriz olmayacak şekilde hep bellidir.

Ne kazanan benden bu kadar deyip meydanı kimseye bırakır ne de kaybeden aracı ve kaptanı değiştireyim der.

Bu, böyle gelmiş, böyle gider.

Kazanan hayatından memnun, kaybeden de.

Kazanan ve kaybedenin taraftarları da...